20 Temmuz 2015 günü saat 11:45’te, Şanlıurfa’nın Ayn-El Arab sınırında yer alan ilçesi Suruç’ta, PYD’ye destek vermek üzere Ayn-El Arab’a gitmek üzere toplanan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu basın açıklaması esnasında ilk belirlemelere göre bir intihar saldırısı gerçekleştirildi. 31 kişinin öldüğü ve 100 civarında kişinin yaralandığı bu saldırı, Hatay Reyhanlı saldırısından sonra son yıllarda Türkiye’de gerçekleşen en büyük saldırı olma özelliği taşıyor.
Bu saldırıyı kim gerçekleştirdi, kimi yahut neyi hedef aldı?
Kim Hedef Alındı
21 Temmuz 2015 tarihli gazetelerin manşetlerine baktığımızda, Suruç’ta gerçekleştirilen saldırının hedefinde Türkiye’nin yer aldığına dair bir algı operasyonu yapıldığı görülüyor. Evet algı operasyonu, çünkü saldırının hedefinde yer alan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu adlı grub, MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) sempatizanlarından meydana geliyor... Bilinmediği(!) üzere MLKP militanları başından beri Kobane’de PYD saflarında İŞİD’e karşı savaşıyorlar.
Kobane’deki çocuklara oyuncak götürüyorlardı...” “Kobane’de çocuk parkı inşa edeceklerdi...” “Kobane’de tiyatro oyunu oynayacaklardı...” Bu masalları da anlatın tabiî, yiyen var ne de olsa... ABD’nin emir ve direktifleri doğrultusunda Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapıyı değiştirmek üzere PYD ve MLKP’nin Türkmen ve Arabları yerinden yurdundan etmekteki maksadı da yapılacak çocuk parkına yer açmaktı zaten değil mi?
Neyse, devam edelim... Hedef alınan kesime, hedef alınanların faaliyet deklarasyonuna ve saldırının gerçekleştiği Suruç ilçesine bakılacak olursa, bu saldırının Türkiye’yi karıştırmak üzere son derece başarı bir şekilde planlanmış bir provokasyon olduğunu görmemek mümkün değil. Böylelikle biraz evvel dediğimiz üzere direkt olarak hedef alınan Türkiye değil, fakat dolaylı yoldan hedef tahtasına oturtulan Türkiye...
Saldırıyı Kim Gerçekleştirdi?
Medyada patlama haberi geçilmeye başlandığı ândan itibaren, olağan şüpheli olarak IŞİD işaret edilmeye başlandı. Hani Türkiye ve Dünya’da IŞİD’a hedef olan herkes o ândan itibaren bütün günahlarından arınıyor ve bir anda “aziz” mertebesine yükseliveriyor ya… Saldırının ardında da IŞİD’in olduğu iddia edilerek, dünya kamuoyunun algısında hedef alınan grub bir ânda “aziz” hâline getirildi.
Saldırıyı merkeze alarak, farklı ihtimâller üzerinde de kısaca duralım... Böylesine bir saldırı kimin işine yarar?
Birincisi, tarihinde ilk defa %10 barajının üzerine çıkan HDP’nin, bu oy bloğunu korumak adına tenezzül etmeyeceği hiçbir şey yok... Seçim öncesi kendi mitinginde, kendi seçmenini hedef alacak kadar gözü dönmüş adamlar ne yapmaz ki? Suruç’ta, PYD’ye yakın bir unsurun sempatizanlarını hedef alırsın, böylelikle hem kendi kitleni bir arada tutarsın, hem yeniden başlatmaya çalıştığın çatışma dönemini meşrulaştırırsın, hem de iktidarı ve Erdoğan’ı bu saldırı vesilesiyle hedef gösterirsin. Şimdi bu açıdan baktığımızda, bu saldırının PKK’nın, PYD’nin ve HDP’nin işine geldiği açık.
İkincisi, Türkiye, kendisini direkt olarak hedef almaktan kaçınan IŞİD’e nisbetle, Suriye’nin kuzeyinde Amerikan mandası olacak bir Kürt Devleti kurarak Türkiye ile Arablar arasına girmeye yeltenen PKK-PYD’yi daha büyük bir tehdit olarak görüyor. Hâl böyleyken bu manzarayı değiştirmek adına ve IŞİD namı hesabına Türkiye doğrudan hedef alınır ve Türkiye’nin tehdit algısını değiştirerek aradan sıyrılmak hesabı da gözetilmiş olabilir. O zaman da şu soru sorulacaktır; “IŞİD adına yapılmışsa, niçin direkt olarak TC’yi, meselâ bir devlet kurumunu hedef almadı da, PYD ile beraber Kobane’de savaşan MLKP’nin sempatizanlarını hedef aldı?” Bilemeyiz, belki de dolaylı yoldan yapılan işler, direkt yapılan işlerden daha tesirli oluyordur...
Üçüncüsü, Esad rejimi ve bu rejimin destekçileri tarafından böyle bir saldırı gerçekleştirilmiş olabilir. Muhaberat, Kürt-Alevî-Sol örgütleri Türkiye’ye karşı kışkırtır ve çıkacak karışıklığı da oturduğu yerden zevkle izler. İran istihbaratı da, Muhaberat da bu işleri iyi bilirler... Böylelikle de hâlihazırda IŞİD’e karşı(!) savaşan, Batının sevgi pıtırcığı Esad’ın Türkiye karşısındaki elini milletlerarası platformda siyasî bakımdan güçlendirir, Esad rejiminin önündeki en büyük engel olan Türkiye’nin önüne de taş koymuş olursun.
Dördüncüsü, Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen bilhassa Irak ve Suriye’deki Sünnî Arab aşiretlerle, yani kardeşleriyle karşı karşıya gelmemek adına IŞİD’e karşı Amerika’nın liderliğinde kurulan koalisyona girmekten kaçınıyor. Son derece mantıklı bir şekilde Suriye’nin içinde bulunduğu bu vaziyetin ve IŞİD’in bu denli hâkim olmasının arkasındaki temel sebeblerden biri olan Esad’ın Sünnî ahaliye karşı zulmüne dikkat çekerek, “Esad ve Baas gönderilmeden olmaz” diyor. Dolayısıyla ABD başta olmak üzere koalisyonu meydana getiren devletlerin istihbarat servisleri tarafından böylesine bir saldırı gerçekleştirilmiş olabilir. Böylelikle Türk Devleti’ni kendi kamuoyu nezdinde IŞİD ile mücadele etmek zorunda bırakmayı veya olmaz ve mücadele etmez ise de, ahaliyi iktidara karşı kışkırtarak Arab Baharı’nda izlediğimiz görüntüleri Türkiye’de sahnelemeyi de hedeflemiş olabilirler.
Beşincisi, gelelim “olağan şüpheli” IŞİD’e... IŞİD’in, Kobane’de PYD ile beraber kendisiyle savaşan MLKP sempatizanlarına yönelik böylesine bir saldırı gerçekleştirmiş olması da son derece mantıklı; fakat o kadar mantıklı ki, şüphe doğuruyor. Bugüne kadar belki de tek kırmızı çizgisi “Türkiye ile karşı karşıya gelmemek” olan IŞİD, böylesine bir saldırıyı niçin Türkiye’de gerçekleştirsin. Nihayetinde hedef alınan grub Kobane’ye geçmek üzere yola çıkıyordu ve oraya vardıktan sonra da IŞİD tarafından rahatlıkla hedef alınabilirdi. Muazzam mantıklı olan bu şüphelinin, şüpheli olması diğerlerinden daha şüpheli değil mi? Bir diğer taraftan da bütün bir anlayışı, fikri ve dünya görüşü olmadığı için icraatları sürekli birbiriyle çelişen bir örgüt IŞİD. Bu hâliyle de iddiasından uzak bir şekilde, savaş ilân ettiği Batılıların ekmeğine yağ süren bir hâli var. Son olarak Sina Yarımadası üzerinde yaptığı işlere bile baktığımızda, İsrail’in bu işlere müdahil olmasına, isteyerek yahut istemeyerek meşru zemin hazırladığını görmek mümkün... Dolayısıyla bu işin altından IŞİD’in katiyen çıkmayacağını söylemek de güç...
Saçmalıktan ibaret de olsa, sesi çok çıkan bir kesimin iddia ettiği bir diğer ihtimâl de, saldırının Erdoğan’ın emriyle devlet tarafından gerçekleştirilmiş olması. Bu ve buna benzer saldırılar muhtemelen en çok Erdoğan ve Ak Parti’ye zarar veriyor. Sıralamış olduğumuz ciddi ihtimalleri hatırlayacak olursak, bu saldırının neticesinde en çok eli daralan, sıkışan hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti oluyor. Hâliyle kimi işbirlikçi ajan müsveddeleri bu iddianın arkasında dursalar da, belli bir kesim bu zokayı yutsa da, son derece dangalakça olduğu aşikâr...
İhtimallere baktığımızda görüyoruz ki; bu saldırıyı gerçekleştirenler; PYD’nin IŞİD’e karşı savaşıyor olması dolayısıyla kazanmış olduğu Milletlerarası meşruiyeti PKK’nın da Türkiye sınırları içinde kazanmasını, Türkiye’nin IŞİD’e karşı kurulan koalisyona dâhil olmak zorunda bırakılmasını, Türkiye’nin Esad’ın devrilmesi şartını elinden almayı, Arab Baharı’na benzer bir karışıklığın Türkiye sınırları içine taşınmasını ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine kurulması planlanan Kürt Devleti meselesine karşı sessiz kalmasını amaçlıyorlar... Ve böylesine bir projenin arkasında Amerika, İsrail, İngiltere ve Almanya, kısaca Batılı devletler olmadan olmaz!
Saflar Ayrışıyor-Ocak Kızışıyor
7 Haziran Genel Seçimlerinden önce yayımlanan sayımızda, yazımızın başlığı “7 Haziran: İstikbal Gazâdadır!” idi. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinden biri olan “Tilki Günlüğü”nün 7 Haziran bölümün başlığıydı bu... Her ne kadar mânâları derinliğine ve genişliğine kucaklayıp tam kavrayamasak da, bağlısı olduğumuz dünya görüşü gereği takındığımız meçhule hürmet tavrı dolayısıyla, bundan sonrasında cereyan edecek hadiselerin seyrine dair çeşitli mülahazalarda bulunurken bu başlığı atmıştık. O gün için mânâsı meçhul olan bu başlık, geçen zaman ve cereyan eden hadiselerin ışığında hızla aydınlanıyor ve Anadolu’da yaşayan Müslümanların bundan sonrasında neye hazırlanmaları gerektiğini açıkça ihtar ediyor. Anlaşılan şudur ki; bilhassa belli bir yaşın altındaki Müslüman gençlerin yalnızca kulak dolgunluğundan ibaret aşina oldukları bir devir yeniden açılmak üzere. Bugüne kadar geçen Ak Parti iktidarı döneminde, her ne kadar bizim adımıza olmasa da, birçokları açısından yaşanan “Lale Devri” bitmiştir! Açıkça görülmektedir ki, Batılılar ve onların Anadolu’da bir cebhede tıpkı bir çıban başı gibi bir araya getirmiş oldukları cerahatı, cerrahî bir müdahale olmaksızın merhemle, ilaçla tedavi edebilmenin mümkün olmadığı kesinleşmiştir.
İmansızlıktan başka şer görünen her işte de bir hayır vardır. Receb Tayyib Erdoğan’ın son yıllarda izlediği siyaset, birçokları açısından ziyan görünüyorsa da, bir ömür uğraşıp millete anlatılması güç, hain ve işbirlikçinin millet nezdinde deşifre olmasına vesile olmuştur. Ara başlığımızda dediğimiz üzere, saflar sıklaşıyor; Cemaat, sermaye, bir kesim medya, sol tandanslı alevî örgütler, Kemalizm’in Kürt versiyonu Kürt faşistler, azılı İslâm düşmanı Kemalist beyaz Türkler, LGBT-İ, Şii müsveddeleri, adı ve bulunduğu yer ne olursa olsun Ehli Sünnet’e yan gözle bakan mezhebi ve meşrebi bozuk tipler ve yarasa kılıklı aydınlar, Anadolu’nun sırtında bir çıban misali tek bir cerahat kesesinde buluşmuş, vücuda saldırıyorlar. Saldırsınlar, vücudun harareti artsın, ateşi çıksın, ocak kızışsın!
Sesinin çok çıktığına bakarak kendisini bir halt zanneden bu azınlık, Müslüman milletimiz üzerinde tahakküm kurabileceği zannıyla kudurdukça kuduruyor... Olsun, herkesin boyunun ölçüsünü alacağı, haddinin bildirileceği, hesabların görüleceği, defterlerin dürüleceği ve bu cerahatin mutlaka ama mutlaka bu topraklardan sökülüp atılacağı günün şafağındayız. Ne mutlu!..
Neyin Etrafında Birlik?
Suruç’taki saldırı ve bu saldırının evvelinde cereyan eden hadiseler silsilesi bize göstermektedir ki; Anadolu, birkaç asırlık hesabın görüleceği günün şafağına uyanmakta yahut uyandırılmaktadır; her ikisi de olur. Bu hesablaşma hangi vasıtalar kullanılarak gerçekleşir meçhul; fakat silahlar sustuğu zaman konuşacak bir şeyi olmayanlar silaha sarıldığından, vasıtalar da netleşiyor...
Yaşanan sıkıntıların hâl ve fasl edilebilmesi için birlik olunmasından bahsediliyor bir süredir. Elbette birlik olunması şart; fakat nerede birlik? İçinde bulunduğumuz bu emperyalist cendereyi kırıp atmanın tek yolu, milletimizin biricik ortak paydası olarak İslâm’da ve İslâm’a muhatab anlayışı, dünya görüşünü örgüleştiren Büyük Doğu-İbda’yı merkeze alarak bu merkez etrafında bir araya gelmekten geçiyor. Gerisi palavradan ve dedikodudan ibaret... Bu şekilde bir birlik sağlanamaz ise Türkiye’yi Suriye’den beter bir ahvâlin beklediğini de hatırlatmakta fayda var... Anadolu ahalisinin uğruna canını ortaya koyabileceği tek ideal İslâm’dır, gerisi kendisini kandıranların yalanıdır.
Kurtuluş yolu tek; bu yolun omurgasını meydana getiren Ehl-i Sünnet çizgi var olduğu sürece, ki yok olmayacağına ve muzaffer olacağına dair O’nun vaadi var, görünen her ne olursa olsun, onlar muvaffak olamayacak ve biz mutlaka ama mutlaka kazanacağız!..
 
uşaklık eskimedi eskimesine
kölelik eskimedi eskimesine
"aşkta", "bağlılıkta", "yiğitlikte"...
 
sürüyor; sürecek zaman sahnesinde
iyi ve kötünün başlayan savaşı
ve zafer mutlak iyinin
bu dünya ve ötesinde”
(Salih Mirzabeyoğlu, Moro Destanı)
Baran Dergisi 445. Sayı