15 Temmuz hadisesi başımıza gelen bir şerdi akabinde ise hayra vesile oldu ve devlette birçok değişikliğe gidildi. Bilhassa bugüne kadar “laiklik”in yılmaz müdafii olan TSK’da birçok değişiklik yapıldı. Bu konudaki görüşleriniz?
“Umulur ki sizin kerih gördüğünüzde hayır vardır.” 250 canımız gitti, binlerce yaralımız var; ama bu olay güzel bir gelişmeye sebep oldu. Sorun şuydu, TSK kendisini bu ülkenin kurucusu ve koruyucusu olarak gördüğü için her sahada dayatmalar yapıyordu. Hiç bir siyasî iktidar, desteği ne kadar olursa olsun askerlerin karşısında dik duramıyordu. Erdoğan bunlara karşı dik duran insanlardan biri. Askerî şuralarda kararlar hesapta oy çokluğuna göre alınıyor; fakat emir komuta zinciri içerisindeki 15-20 general, 3-5 sivil vardı. Dolayısıyla askeriyenin borusu ötüyordu.  Önceden askerî şûralarda emekli olacak generalleri konuşturuyorlardı. Çirkin, argo, kaba ifadelerle siyasetçileri aşağılıyorlardı. Geçtiğimiz günlerde duydum, Erdoğan askerî şurada bunu yapan askere “kes lan” diyor. İşin acı tarafı bu askerlerin büyük kısmı ABD’den emir alan, ülke menfaatini ABD’ye, İngiltere’ye ve Yahudi’ye satan, kanı bozuk insanlar. Ben askerdim ve akademi sınavına dahi giremedim. Eşin başörtülü olmayacak, içki içeceksin, dini değerlerinden taviz vereceksin ki o sınava giresin. Adnan Tanrıverdi gibi çok az istisna general olabiliyordu. 300 general arasından 2-3 kişi çıkıyordu böyle. Onları da tümgeneral dahî yapmıyorlardı. 15 Temmuz bütün bu vesayetin kırılmasında tarihî bir dönemeç noktası... Özellikle harp akademileri, askerî liseler gibi okullar kapatıldı. Kurmaylık sistemi Prusyalılardan kalma ve günümüzün ihtiyaçlarını karşılamayan ilkel bir sistem. ABD’de general Powell 39 yaşında genelkurmay başkanı olmuştur. Liyakat ve kariyer üzerine bir terfi sistemi vardır. Bizde ise rütbe bekleme sistemi gibi saçma bir sistem vardı. Önce akademiye giriyorsun, mezun olduktan sonra kurmay oluyorsun, sonra belirli sürelerle rütbe alıyorsun, amiral-general oluyorsun. Bunun yerine zor görevlerde başarı sağlayanlara ve yüksek lisans, doktora gibi eğitim görenlere terfide öncelik tanınıyor. Mesela general olacaksan doktora tezi istiyorlar. Şimdi Millî Savunma Üniversitesi kuruldu. Bütün harp okulları fakülteye dönüştürülüp buraya bağlanacak. Kuleli Askerî Lisesi rektörlük yapılacak. Harp Akademileri ise üniversitenin merkezi olacak.

Burada çok önemli bir mesele var. Sadece ismini değiştirmek yeterli olmaz. Eğitim meselesi çok önemli. Siyasîlere bu konuda büyük iş düşüyor. Bunun yapılanması askerin eline bırakırsa eski sisteme geri döner. Askerlerin büyük çoğunluğu sekiz yıl boyunca tek tipçi eğitimle yetiştirilmiş, kalıplar içerisine sıkıştırılmış insanlar. Temiz zihinler sekiz yıllık bir tornadan geçirilmiş. Arada “bozuk” ürünler çıkıyor, onları da zaten eliyorlar. Benim şöyle bir şansım oldu. Teğmen olduğum ilk sene çok sayıda askerî okul öğrencisini okuldan attılar. Bana da soruşturma açıldı. Bazı öğrenciler, “bu bize namaz kılmamız yönünde baskı yapıyor, Said-i Nursî’nin kitaplarını okumayı telkin ediyor” dediler. Ben de inkâr etmedim “baskı değil ama teşvik etmişimdir” dedim. Beni de atarlar diye düşündüm; fakat ilginçtir 28 Şubat’a kadar 11 yıl görev yaptım. Bu nedenle görev yaptığım tüm savaş gemilerinde açıkça fikirlerimi beyan ettim. Bir de denizciler, karacılar gibi değildir; ortam daha sıcaktır, oturur tartışırdık. Ama bunu Türkiye geneline şamil tutamayız. Tornadan çıkmış, dar kalıplara sıkıştırılmış, Kemalist ve faşist fikirlere dayalı bir askerî eğitim sistemi var. Buradan tabiî ki FETÖ’cü çıkar; çünkü FETÖ’cü ile Kemalist’in hayat tarzı arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de içki içer, eşlerinin başları açıktır, kutlamalara katılırlar, namaz kılmaz, oruç tutmaz... Bunlar fırsatını bulunca da darbe yaparlar. Ortalama 10 senede bir darbe yaptılar. Bu son gelişmeler müsbet; fakat önemli olan kanunları çıkarmak değil, uygulamaktır. Uygulama hususunda da hükümete çok büyük iş düşüyor.

Değiştirilen kanunlar uygulanırsa yeterli olur mu? Devletin diğer kurumlarının da bu milletin öz değerlerine nisbetle yeniden şekillendirilmesi gerekmez mi?
Kurtuluşumuz için bu şart. Bu kalıpları yıkıp maneviyatı öne almamız şart. “İki günü bir olan ziyandadır.” Her gün daha ileri gidilmesi gerekiyor. Alınan kararlar son derece doğru; başka da bir alternatif düşünülemez. Reformlar devam etmeli. Bugüne kadar askeriyede reform yapılması gerektiği söyleniyordu; fakat kimse cesaret edemiyordu. Çünkü askeriye devlet içinde devletti. Türkiye’nin her yerinde lojmanlar içinde halktan kopuk yaşayan, halkını küçümseyen, manevî değerlerine karşı olan bir zümre. Namaz kılmamasına rağmen sırf eşi başörtülü diye atılanlar oldu. Bunların arasında ise FETÖ’cüler yoktu. Çünkü onlar her türlü melaneti işliyordu. 15 Temmuz bunların gücünün kırılmasını sağladı.

Türkiye’nin Irak ve Suriye’de aktif rol almasında bu meselenin tesiri var mı?
Silahlı kuvvetlerdeki talimatnamelerde ilk madde “komutanın vazifesi orduyu harbe hazırlamaktır” yazar. Körfez Savaşı esnasında Genelkurmay Başkanı Torumtay, savaşa girmemek için istifa etti. Bu çok onursuzca bir davranış. Mevzu bahis bölge ise bizim Misak-ı Millî sınırlarımız içerisindeki bölgeydi ve şartlar oluşmuştu; fakat buna askerlerimiz manî oldu. Bir asker savaştan kaçamaz. 50 yıl beslersin, sadece bir gün için... O gün ölmesi gerekiyordur ve ölecektir. Dolayısıyla askerin manevî gücü olması gerekiyor. Rütbe terfiinde inançlı asker önceliklidir. Çünkü bir askeri savaştırmak için ölüm korkusunun yenilmesi gerekir. Bu da ancak “ölürsem şehid olacağım” fikri yerleşerek yenilebilir, bunun yolu da İslâm’dan geçer. Eğer inançlı olmazsa, arkasını döner ve kaçar. Nitekim bu zamana kadar hep öyle oldu. Çünkü namaz kılanı ordudan attılar. Askerler vatanın menfaati için gerekirse ölecek. Siyasî irade bir karar alıp “askerî müdahale yapılacak” dediğinde, herkes karşı çıksa bile asker karşı çıkamaz, bu askerliğin ruhuna aykırı. O görevi yerine getirmek zorundadır.

Suriye’ye girmek zorundaydık. Zaten hükümet girmek istiyordu; fakat 2. Ordu Komutanı FETÖ’cüydü ve Torumtay gibi savaşmak istemiyordu. Nitekim FETÖ olayı bittikten sonra kimsenin ses çıkarmaya mecali kalmadı. Ordu Suriye’ye girdi ve başarılı bir harekât icra ediyor, hem de 15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden henüz 40 gün geçmişken. Bu duruma ne Rusya, ne de ABD gıkını çıkaramadı. Bu siyasî olarak da bir başarıdır. Askerî olarak devamı geliyor. ÖSO’yu destekleyen kara ve hava unsurları el-Bab’a doğru ilerliyor.
Bab, kapı demektir. Cumhuriyet kurulduğunda “Araplar bizi sattı” diye yanlış bir algı oluşturuldu. Araplarla biz yüzyıllarca kardeş bir şekilde yaşadık ve büyük bir medeniyet kurduk. Osmanlı medeniyeti Müslümanların meydana çıkardığı bir medeniyettir. Sadece biz Arap düşmanlığı yapmadık, Baas rejimleri de Türk düşmanlığını körükledi. Öyle bir kapı var ki, o kapıdan Türk-Arap kardeşliği yeniden doğabilir. Tekrar bu kardeşliği canlandırmak İslâmiyetin gereğidir. “Mü’min, mi’minin kardeşidir.”

Suriye’deki mücahidlerin savaşını alkışlıyorum. Rusya’ya, ABD’ye, İran’a, Esed’e karşı savaşıyorlar. Hepsine karşı savaşıyorlar ve başarıya doğru gidiyorlar. İnşallah Bab alındıktan sonra bu savaş Müslümanların lehine dönecek. Halep harekâtı da devam ediyor. Bu da başarılı olursa Baas rejimi Suriye’den kovulabilir.

Rusya kendisini biraz geri mi çekti Suriye konusunda?
Rusya’yı anlayamıyorum. Erdoğan ile Putin arasında konuşuyor ve kazan-kazan politikası uyguluyorlar. 15 Temmuz’da da Rus ajanların Türkiye’ye yardımları oldu. Rusya köşeye sıkışmış durumda.

Suriye’de Esed’in kalması yönünde Rusya ve İran aynı fikirde; fakat öte yandan Rusya “İran müttefikimiz değildir” diye açıklama yapıyor, Irak’ta “Haşdi Şabi’yi istemiyoruz” diyor.
Şunu unutmayalım ABD ve Rusya isteseydi Esed rejimi gitmişti. Rusya ve ABD anlaştı ve savaşı uzattılar. Onları kınamıyorum, felsefeleri bu. Biz Müslümanlar ise ders çıkarmalı ve buna engel olmalıyız. Kritik günler geçiriyoruz. Rabbim Müslümanlara muvaffakiyet nasib etsin.

Musul meselesi etrafındaki fikirleriniz nelerdir?
Doğru olmayabilir; ama fikrim Musul meselesinin Sünnî-Şiî, Arap-Kürt, Acem-Türk çatışmalarını derinleştirmek için bir proje olduğu... Sonuç olarak bu sürekli kaşınıyor. Bunlar hep denendi. Irak üzerinden Türkiye içinde bugüne kadar yapılanı makro düzeye getirmek istiyorlar. Yapmamaları için sebep de yok. Bir söz var “sen eşek olmayagör semer vuran çok olur”. Bugün bu meseledeki dostluklar ve düşmanlıklar da sunî... Bugün dost olanlar yarın boğaz boğaza gelebilir.

Türkiye ne yapmalı? Çok geç kalınmış olmakla birlikte silahlı kuvvetlerimizi sonuna kadar kullanmak zorundayız. Irak başbakanı “Türkiye ile savaşmak istemiyoruz” gibi şeyler zırvalıyor. Bunlar ciddiye alınacak sözler değil tabiî ki... Irak’ın cürmü ne? Bunlar gülünç şeyler; ama amaç zaten tahrik etmek. Türkiye çatışmaları körükleyici değil, sona erdirici politikalar icra etmeye çalışıyor. Yeni göçler yaşanmasın, siviller ölmesin diye politika yapılıyor. Bence Erdoğan’ın başarılı olmasının en önemli sebebi de dua almasıdır. Ben böyle inanıyorum. Çünkü deha da olsa bunca tuzak bu kadar kolay bertaraf edilemez. Bu Cenab-ı Allah’ın lütfu, inayeti...

Askerî ve siyasî cephelerde olduğu gibi iktisadî cephede de büyük çatışmalar yaşanıyor. Bir buhran sürecinin içerisindeyiz. Kapitalist döngü artık kendisini yenileyemiyor. Dünya iktisadî açıdan nereye doğru gidiyor? Merkezine insanı almayan bu sistem daha nereye kadar kendisini sürdürebilir?
Kapitalizmin devam etmesi mümkün değil. Fukuyama “Tarihin Sonu” diyordu.

Geçtiğimiz sene Türkiye’de katıldığı bir programda yanıldığını kabul etti.
Evet. Fakat şu anda elde bir alternatif sistem yok. Ben ise alternatifin malikiyet ve serbestiyet sistemi olduğunu düşünüyorum. Doktora tezimi de bu alanda yazdım. Kapitalizm insanlığa huzur ve mutluluk getirmemiştir. Komünizme karşı galip gelmesi de onun devam etmesi gerektiği mânâsına gelmemektedir. Ücretli sistem devam ettiği müddetçe kapitalizm devam edecektir. Marks kapitalizmin sona erip sınıflı sistemin son bulacağını öne sürüyor. Bugün komünistler bile buna ütopya diyorlar. Önemli olan kafa yormak ve düşünmektir. Asıl sorun olan nokta burası. İnsanları köle hâline getiren bu sistemin yerine bir şeyler hayal etmek önemli. Modern kapitalizm, post-modern kapitalizm, vulgar kapitalizm, pan kapitalizm... Hep bir kapitalizm vurgusu görüyoruz. İnsanlar kapitalizm üzerine düşünmenin dışına çıkamıyor. Halbuki bilim adamı yeni şeyler üretmeli. Bunu iktisatçılar da yapmalı. Bugün ise akademisyenler, devlet maaş vermiyor diye fikirlerine pranga vuruyorlar. Mevlana Celaleddin Rumî’nin güzel bir sözü var, “dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni bir şeyler söylemek lâzım”...

Mevcut kapitalist sistemi Said-i Nursî, ücretli sistem olarak tanımlıyor ve “beşer esir olmak istemediği gibi ecir olmak da istemez” diyor. Herkes kendi işinin sahibi olmak ister. Herkes kendi işine sahip olursa daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmak ister ve daha fazla üretim olur. Ücretli sistemde ise “komşu komşunun eşeğini ıslık çalarak ararmış” hesabı bir vaziyet ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kapitalizm çökmeye mahkûm. Şu an yaşadığımız modern kapitalizm. İnsanlar kendi işlerini yapmadığı müddetçe köle durumundalar. Eskiden köleler vardı, şimdi ise ücretli köleler var. Modern kölelik. Bu sistemde insanlar, borçla, krediyle son model araçlar alıyor; borçlandığı için geleceği ipotekleniyor ve bir şey üretmek için değil sadece ücretini alıp borcunu ödemek için çalışıyor. Çarklar içerisinde eziliyor. Kapitalizmi serbest piyasa ile de karıştırmamak gerekir. Batılıların ekonomik olarak bu kadar gelişebilmesindeki en önemli amillerden birisi serbest girişimciliktir. Afrika’yı, Asya’yı sömürdüler; ama gelişmelerindeki en önemli etken girişimciliktir. Esasında kapitalizmin çöküşü de küçük ve orta ölçekli işletmelerin güçlenmesiyle olacaktır. Bu da kaçınılmazdır; çünkü artık iş gücüne ihtiyaç azalıyor. Robotlarla üretime doğru gidiliyor. İş gücü ihtiyacı azalında, burada istihdamın düşmesi insanları yeni girişimlere yöneltecektir. Küçük işletmeler artacaktır. Bunun için devlet teşviği de son derece gereklidir. Batı girişimciliğin önünü açarak üretimi artırmış ve gelişmiştir.

Gelişmekte olan ülkelerin tamamında mafya vardır. Mafya demek kayıt dışılık demektir. Batı bunu önlemiştir. Tüm ekonomi sistemini kayıt altına almışlardır. Batı ülkelerinde bir dükkân açmak istediğinizde hemen açarsınız. Bizim gibi ülkelerde ise bu iş çok uzun sürer, rüşvet bürokrasi çarklarından geçmek zorundasınızdır. Sermaye kavramını anlatmak için bu örneği verdim. Sermaye sadece kağıt üzerindeki belgelerden ibaret değildir aslında. Sermaye herşeydir; bilgidir, teknolojidir. Sermayeyi bu şekilde tanımlarsak büyük bir atılım yapabiliriz.

Burada da iş dönüp dolaşıp saat gibi işleyen bir devlet mekanizmasının tesisine geliyor...
Devlet önemli... Mümkün olduğunca devleti üreten olmaktan çıkarıp, düzenleyen, denetleyen, teşvik eden bir müessese hâline dönüştürmek lâzım. Bizde ise devlet üretiyor, ürettiğinden daha çok tüketiyor. Devlet ekmek üreteceğine fırıncıların çalışmalarına sıkı denetim getirmelidir. Devlet, sağlık, savunma ve eğitime öncelik vermeli... Girişimcilerin önü açılmalı, faizsiz bir bankacılık sistemine geçilmelidir.

Peki, sermayenin urlaşmasının önüne nasıl geçilecek? Müşahhas bir misal verecek olursak, “Apple” denilen firmanın bu kadar güçlü olması nasıl önlenecek?
Kesinlikle bu önlenmesi gerek bir şey. İslâm’da bunu önlemek için zekât vardır. Apple güzel bir örnek. Steve Jobs bu şirketi arabasını satıp üniversite arkadaşının garajında bilgisayarı yaparak kuruyor. Aslında büyük bir sermaye gerekmiyor. Arabasını satıp dünyanın en büyük firması oluyor, bir çok ülkeden daha büyük bir bütçeye sahip oluyor. Artık sermaye önemini kaybediyor. Teknolojiyi, bilgiyi kullanabilen ve insanlığa faydalı hâle getiren kazanıyor. Bu çerçevede yeni bir devrim olarak sunulan “endüstri 4.0”ün de incelenmesi gerekiyor.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
 
Baran Dergisi 513. Sayı