II. Dünya Savaşı’nın ardından Batı dünyasının içinde bulunduğu derin buhranı atlatmak ve istikrarı temin maksatlarından türeyen en tesirli fikirlerin başında Batı devletleri arasındaki husumeti ortadan kaldırarak “Avrupa ittifakı”nın temini gelmekteydi. Avrupa Birliği de bu fikrî temelde inşâ edilen uluslararası örgütlerin en mühimlerinden birisidir.
Tarihin gördüğü en vahşi savaşla büyük bir yıkıma maruz kalan yaşlı kıta Avrupa, tarih boyunca toprakları üzerinde yaşayan milletlerin birbiriyle olan rekabetine, münakaşasına ve çarpışmasına tanıklık etmiştir. Son büyük savaş ise bu çarpışmaların en büyüğü olarak tarihin tozlu yapraklarındaki yerini almıştır. Avrupa’da her büyük savaşın ardından dillendirilen “Birleşik Avrupa” fikri tekrar revaç kazanmış ve daha yüksek sesle konuşulmaya başlamıştır. Savaş sonrası Winston Churchill* Metz ve Zürih’te yaptığı konuşmalarda “Birleşik Avrupa”dan bahsederek bu düşünceyi yeniden münazaraya açmıştır.
Tek çıkar yolun ittifak ile sağlanacağına kâni olan Avrupa’nın önde gelen siyasîleri, Avrupa milletlerinin arasındaki husumetin ortadan kaldırılması adına iktisadî, siyasî ve içtimaî çalışmaları teşvik etmiştir. Soğuk Savaş sürecinde en mühim müttefiki Avrupa’nın içler acısı hâlinden kurtulmasını arzu eden ABD de “Birleşik Avrupa” fikrinin destekçisi olmuş, bu düşüncenin icrâsı adına fedakârlıklar yapmaktan kaçınmamıştır. ABD, Avrupa tarihinde bir ilkin yaşanmasına sebeb olmuş, Avrupalıların çocukları olduğu halde onlara bir nevi ağabeylik, süpervizörlük yapmıştır.
Burada unutulan husus Avrupa devletlerinin ve dolayısıyla milletlerinin arasındaki husumetin köklerinin çok derinlere indiği ve birlik hususunda girişilen faaliyetlerin konjonktürün gerektirdiği palyatif tedbirlerden öte bir mânâ ihtiva etmeyeceği olmuştur. Bu cümleyi şöyle de kurabiliriz; toplumların hafızası, kendisinde hüsran duygusu uyandıran dönemleri hatırlamak açısından zayıf, heyecan duygusu uyandıran dönemleri hatırlamak açısından güçlüdür. Avrupa milletlerinin hafızasında, birbirleriyle olan münakaşaları, savaş sonrası süreçte tutulacak tek dal olarak gördükleri “Birleşik Avrupa” fikrine sarılmalarına sebep olan buhrandan daha diridir.
Birliğin kuruluş sürecine dönersek, sırasıyla iktisadî, siyasî ve içtimaî kucaklaşmanın sağlanmaya çalışıldığını görürüz. İlk olarak ABD, savaşla harabeye dönen ve müthiş bir ekonomik buhran yaşayan Avrupa’nın içine düştüğü hâlden kurtarılması adına Marshall Planı için düğmeye basmıştır. Bu plan çerçevesinde 16 Avrupa devleti arasında iktisadî ittifakın temelleri atılmıştır. Daha sonra Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile sağlamlaştırılmaya çalışılan ekonomik birliktelik, 1993 senesinde kurulan Avrupa Birliği ile birlikte siyasî mecraya kıvrılmıştır. Bu birliktelik Avrupa’nın rüyası olarak niteleyebileceğimiz Avrupa Birleşik Devletleri yolunda büyük bir adım olarak görüşmüştür. Avrupa Birliği, kuruluşundan itibaren yaptığı hamlelerle milletler arası entegrasyonu sağlamaya ve tek Avrupa milleti oluşturmaya çalışmıştır. Diğer yandan “Euro bölgesi”nin oluşturulmasıyla merkez ülkeler olan Almanya ve Fransa, birliğin diğer devletlerini iktisadî mânâda denetimleri altına almışlardır. Böylece hem birliğin dağılmasının önüne bir set çekmeye çalışmışlar, hem de Avrupa’nın diğer devletlerini iktisaden kendilerine mahkûm etmişlerdir; ki bunda da hedefleri Avrupa Birliği’ni simbiyotik bir ilişki ağı içine sokup daha kuvvetli bir hale getirmekti.
Tozpembe geçen bir dönemin ardından 2000’li yıllar ile beraber baş göstermeye başlayan ekonomik durgunluk,bilhassa ABD’de başlayan ve yine ABD’nin tesirlerini hafifletmek amacıyla dünyaya ihraç ettiği 2008 krizi Avrupa’yı da sarstı. İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın başını çektiği birçok Avrupa devleti, birliğin omuzlarına taşınamaz borçlar yüklemiştir. Avrupa’nın ekonomik olarak nispeten daha iyi durumda olan devletleri, krizde derin yaralar alan ekonomik açıdan zayıf olan devletleri kurtarmak için tedbirler almaya başlamıştır. Bu durum bir yandan siyasî rüzgârların sert esmesine sebep olurken, diğer yandan Avrupa milletlerindeki faşizan duyguların da kabarmasına yol açmıştır. Neticede herhangi bir ortak paydası olmayan devletlerden-milletlerden müteşekkil ve kaypak sunî bir zemin üzerine tesis edilen Avrupa Birliği’nde çatırdamalar başlamıştır.
Bu krizin en uzun süre devam ettiği ve bir türlü çözülemediği devlet Yunanistan… Kendisini Avrupa’nın atası olarak gören ve bu bakış açısıyla “Avrupa bizi her türlü kurtaracak” edası ile hareket eden Yunanlar uzunca bir süre bilhassa Almanya tarafından idare edildi. Artık idare edilecek raddeyi aştıktan sonra ise Yunanistan, borçlarını ödeyemediği için geçtiğimiz hafta iflas bayrağını açtı.
Yunanistan’a son bir fırsat tanıyan kreditör devletlerin sunduğu teklifi ise Yunan vatandaşlar reddetti. Avrupa’nın egemen güçlerinin kredi desteği vermek için öne sürdüğü kemer sıkma politikalarını hükümetin kabul edip etmemesi konusunda karar vermek üzere sandığa giden Yunanlar, referandumda yüzde 61,35 hayır, yüzde 38,65 evet oyu kullandı.
Bu referandum, kendi ekonomik menfaatlerini göz önünde bulundurarak Yunanistan’ı defalarca iflastan kurtaran Almanya ve Fransa’da sert tepkilere neden oldu. Yunanistan’da sağlık sisteminin duracağını, enerji ve ulaşım altyapısının çökeceğini, kimseye maaş ödemesi yapılamayacağını dile getirerek gerilimin dozunu artırmaktalar. Olaylar bu istikamette gelişmeyi sürdürürse, gelecek süreçte Yunanistan’ın “Euro bölgesi”nden ayrılması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Yunanistan’ın ayrılması birlikteki çatlakları bir gediğe dönüştürüp dağılışını hızlandıracaktır. Bu çığırtkanlığın en temel sebeplerinden birisi ise birliğin dağılma sürecine girmesinin Almanya ve Fransa’nın diğer Avrupa devletlerini kontrol etmesini engelleyecek olmasıdır. Bu durum modern sömürgeci anlayışın da revize edilmesi ihtiyacını doğuracaktır.
Yaklaşık 50 sene tesisi için uğraşılan ve yavaş yavaş zirvesine tırmanılan “Birleşik Avrupa Devleti” fikri, 2000’li yıllar ile zirveye çıkılamadan tepeden aşağı yuvarlanmaya başlamıştır. İktisadî buhranın ortaya çıkardığı tartışmalar, siyasî sahadaki gerilimi yükseltmekte, bu da toplumların birbirleri ile olan husumetini yeniden canlandırmaktadır. Böylece Avrupa’nın hayâli yeniden tarihe gömülmektedir.
Bütün bunların arkasında kanaatimizce 1990 yılında 1. Körfez Savaşı ile başlayan ve şu anda 25. yılına giren hadiseler zinciri vardır. Bu da artık başka bir yazının konusu.
Dipnotlar:
* İngiltere Devlet Başkanı (1940-1955)
** Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır.


Baran Dergisi 443. Sayı