Aşk ve vecd çığırını kapattığımız Kanunî Sultan Süleyman devrinden beri, bu topraklarda Ehl-i Sünnet Vel Cemaatin verdiği mücadelenin baş nefret kutbunu iki ana sınıf teşkil ediyor. Bunlardan birincisi, Kanunî ile Cumhuriyet arası devrede başımıza belâ olan ham yobaz kaba softa. İkincisiyse Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber güya ham yobaz kaba softa tipine karşı çare olarak imâl edilen küfür yobazı.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri aralıksız bir şekilde sürdürülen mücadele neticesinde, nihayet küfür yobazı eski itibarından düştü, küfürden buz dağı eridi; fakat ortalık bataklığa dönüştü. Küfrün kendisi de, bataklık iklimini fırsat bilip, küfür yobazından elde edemediği faydayı sağlamak için reformacı ile din yobazı silahına bir kez daha sarılarak üzerimize saldı. 1980’den beri bu bataklıkta Şiîlik, Mezhebsizlik, Dinler Arası Diyalog (Ilıman İslâm), sünneti inkâr, dinin nasslarında yenilik(reformacı), kuru akılcılık, nefsânî tefsircilik ve daha nicesi türetildi. Ne var ki, dediğimiz gibi bu tiplerin yetiştikleri iklim bataklık olduğu için bir türlü Anadolu’nun toprağına kök salmakta muvaffak olamadılar. 15 Temmuz’da, bu iklimin en azgın ve arsız mahsulünün bile Müslüman Anadolu İnsanı tarafından bir gecede nasıl budanıp atıldığını gördük. Evet kök salamıyor; fakat hiç olmazsa bataklığın kurutulmasına mani teşkil ediyorlar. Bu yüzden tek tek bunları budamaktan önemlisi, hem mevcudu yok etmek ve hem de bir yenilerinin türemesine mani olmak üzere bataklığı kurutmaktır. Bu işe girişilmediği takdirde, bugün din yobazına tahsis edilen saha yarın yeniden küfür yobazının eline geçer ve bataklık kurutulmadığı için Müslüman Anadolu İnsanı kendi öz vatanındaki parya statüsünden bir türlü çıkamaz.

Mesnedsizlik
Biz Türkiye özelinde konuşuyorsak da bugün aynı manzarayı hemen her memlekette görmek mümkün. Teknolojide meydana gelen terakkinin bütün beşerî müesseseleri darmadağın ettiği bir devirdeyiz. İnsanlık, eşya ve hadiseler karşısındaki teshir edici hükmünü yitirdi. Bunun yerine, hadiselerin peşinden bön bir hayranlık yahut nefretle sürüklenen bir role büründü. Neticede, baktığı mikroskoptan hücreleri sayan bir laborantın, gördüğü şeyin kan olduğunu unuttuğu bir çağa çıktık. Kuru müşahede, kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunlarından başka her müessir inkâr edilerek, insanlık ruhî buhrana mahkûm edildi. Kavramlar altüst oldu. Kimsenin neyi, neden ve niçin yaptığını izah edemediği, içtimâî bir şuursuzluk hâline geçtik. İnsanın kendi varlığını izah etmek için bile muhtaç olduğu ulvî mesnetler, kuru müessirlerce izah edilemediği için inkâr edildi. Bu inkâr, insanoğlunu ifrat ile tefrit arasında gidip gelen bir hayata zorlarken, insan ve topluma dair bütün muvazeneler yıkılıp gitti.

Ruhî muvazenenin yukarıda sıraladığımız sebeblerle kurulamadığı, hattâ şuursuz bir şekilde sanki düşmanmış gibi ondan kaçıldığı dönemlerde, yobaz ve reformacı tipinin türemesi kaçınılmaz neticedir.

Fikir Sistemi
Tekrar Türkiye özeline dönecek olursak... Eşya ve hadiselerde meydana gelen değişim inkâr edilerek onlara teshir edilemeyeceği bedahet. Bunun yolunun “Mutlak Fikir”i aklı sıra yenilmeye kalkmak gibi bir küstahlıktan geçmeyeceği de bedahet. İslâm’ın ölçüleri yerli yerinde duruyor, sorun ona bakan gözden kaynaklanıyor. Bu sebeble yapılması gereken, değişen eşya ve hadiselere göre anlayışın yenilenmesiyle, aktüel hayata bu yeni şuur seviyesinden yaklaşarak, gerçekliği elden kaçırmadan, ona bir bütün hâlinde İslâm’ı tatbik etmek. Bunun yolunun sistem çapında fert ve toplum meselelerine çözüm getirecek bir fikirden geçtiği de açık. Tabiî böylesi bir sistemin inşâı çileli, meşakkatli. İnşâ edilmiş olan böylesi bir fikrin emrine girmekse, uyuz eşek tabiatlı olanlar için tabiî ki sorunlu, sıkıntılı. Ve zaten aslına bakacak olursak sıkıntının büyük bölümü de buradan kaynaklanıyor.

Bu çapta bir fikir sisteminin zaruret olduğunun bile şuuruna ermeden yapılan işler, bütüncül değil de lüpçü olduğu için nefsî yahut maddî nemalanmanın ötesinde bir fayda sağlamadığı gibi geniş perspektiften bakıldığında zarar verici de oluyor.

Dünya çapındaki ruhî bunalımdan bahsetmiştik. Bugün insanlığı içinde bulunduğu buhrandan kurtaracak, fert ile cemiyet arasındaki muvazeneyi yeniden tesis edecek, adaleti sağlayacak ve ahlâk müessesesini yeniden işler kılacak yegâne fikir sistemi bizden çıkmış vaziyette. Bu fikir sisteminin adı Büyük Doğu-İbda.

“İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezheb, ne yeni bir içtihat kapısı. Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açmanın geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan saffet ve asliyeti Yirmibirinci asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi.”

Türkiye’nin Oluş Sancıları
Türkiye’nin ve aslına bakacak olursanız dünyanın bir numaralı gündem maddesi senelerdir İSLÂM. Hangi kanalı açsak, hangi habere baksak müsbet yahut menfi açıdan karşımızda İslâm’ı buluyoruz. Mezhebsizi, kaynaktan yapalımcısı, sünneti inkâr edeni, ılımanı, reformisti, küfür yobazı derken İslâm’ın merkezde olduğu ve kâfirin bile bu kavgaya kendi hüviyetinden soyunup, bulduğu yahut imâl ettiği sapkın kisvesi altında dâhil olmaya gayret ettiği bir kavga bu.

Bu kavganın bugün Türkiye gündeminin merkezine taşınması ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprağa bağlanmakla ideali aramak arasındaki bir berzahta kıvranıyor oluşu dolayısıyladır. Düne kadar küfür yobazının emrinde yalnız toprağa bağlanmak gibi bir gafletten uyanmaya başlayan bir devlet müessesesinden bahsediyoruz. Bu müsbet bir gelişmedir. “Oluş”un, fert, cemiyet ve devlet için her zaman sancılı ve sıkıntılı bir süreç olduğu muhakkak. Bugün yaşadığımız sıkıntılar bu sürecin sancılı geçiyor olmasından kaynaklanıyor. Yılanın deri değiştirmesi gibi Türkiye Cumhuriyeti de “ruh” değiştirmek gibi bir zaruretle karşı karşıya. Eskiden olduğuna dönemez, mevcut hâliyse daha fazla yaşayamaz vaziyette. Yani olmakla ölmek arasında bir tercih yapmanın arifesinde.

Gündeme gelen tartışmalar, zücaciyeci dükkânına girmiş fil özeniyle yapılıyorsa da, arkasında yatan hep bu saiktir. Bu sebeble de kimin ne dediğinden ziyade tüm bu tartışmaların dikkat çektiği ihtiyaca kulak kesmek gerekir.

Evet, kavramların altüst edildiği, içinin boşaltıldığı, kimsenin aslında neyi neden ve niçin dediğini kendisinin de bilmediği, şuur kamaşması yaşanan bir dönemdeyiz. Yapılan konuşma ve tartışmaların seviyesi ne olursa olsun, tek bir hakikat var ki o da tüm bunların işaret ettiği, gün geçtikçe zaruret hâlinde kendisini adeta dayatan “Mutlak Fikir”e, vasıtalık teşkil edecek sistem çapındaki fikir.
Türkiye’de bugün yaşananları lüpçülük krizi olarak tanımlayabiliriz. Dikkat ediyorsanız krize verdiğimiz isim bile hepçiliği davet ediyor.
***
“Oluş” sancılarının oldurduğu gibi öldürdüğü de kayıtlıdır. Tekâmül edilirse oldurur, edilemezse öldürür. Türkiye’de bugün böyle bir tehlike ile karşı karşıya. Küfür yobazından boşaltılan alanda filizlenen din yobazı ve reformacı tipini tasfiye edip, yerine İslâm’ı bütün asliyeti ve saffetiyle eşya ve hadiselere tatbik edecek vasıta fikir sistemini benimsemek yahut doğan kakafoniye sanki çare olacakmış gibi bir kez daha küfür yobazına teslim olmak gibi bir yol ayrımında.

Ak Parti iktidarı ve 15 Temmuz’la pik yapan sahte baharın sonuna geldik. Yazdan evvel küfür yobazının son bir gayretini göreceğiz. Muhakkak ki sıkıntılı bir süreç olacak; fakat hiç şüphe yok ki sonunda bu topraklara yaz gelecek, o bataklıkla beraber üzerinde filizlenen her türlü zararlı kuruyacak.


Baran Dergisi 583. Sayı