Kardeş yayın organı Aylık dergisi yazarlarından Cemil Şahin, çeyrek asrı bulan 28 Şubat zulmü hakkında görüş ve değerlendirmelerini, yıllardır hapis yaşadığı Bolu Cezaevi’nden Baran’a gönderdiği mektupla paylaştı. Mektubunda, bulunduğu cezaevi şartlarından sorumlu makamlara kritik sorular da yönelten Şahin, uzun süredir haber ve bilgi alma haklarının kısıtlanmış olduğuna dikkat çekiyor! Cemil Şahin’in 14 Mart 2018’de dergimize gönderdiği mektubu dikkatinize sunuyoruz…
 
Gündemi takip edebilmek, yetişebilmek dışarıda bile oldukça zorken, cezaevi şartlarında bu neredeyse imkânsız. Üstelik son iki yıldır OHAL münasebetiyle dergi, kitap vs. erişimine yönelik kısıtlamalarla, gündemin geçmiş olanından bahsedebilmek zor.
Bununla birlikte, başta gönüldaşlar olmak üzere çeşitli insan hakları kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin 28 Şubat darbe döneminin mağdurlarının haklarını savunmak üzere, uzunca bir süredir devam edegelen çalışmalardan haberdarız. Bu konu, yani 28 Şubat, biz cezaevlerinde olan tutsaklar için “her gün” yaşanan daimî “gündem” olduğundan kaçırma ihtimalimiz yok.

Bu minvalde, geçtiğimiz ay 28 Şubat’ın yıldönümü münasebetiyle, Sabah gazetesinde yayımlanmak amacıyla bizden istenen bir beyanat; cezaevi içi ve dışı ile iletişimin sorunlu olması nedeniyle vaktinde gazeteye yetişememişti. Böylece bu paylaşımımızın vesilesi ortaya çıkmış oldu.

28 Şubat’ı 1997 MGK kararıyla başlatan da var, 1993-95 tarihlerinde hazırlandığını söyleyen de. Bize kalırsa 1991 yılında, “Noktaya Noktalamalar”ın ardından, Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarına yönelik yapılan 1. Panik Operasyonu daha uygun bir başlangıç noktası sayılabilir. Günümüzden geriye, geçen sürenin miktarına bakıldığında, aslında bu hususlar önemini kaybediyor. “Sittin sene” veya “Fî tarihi” tabirlerinde olduğu gibi… Vurgu rakamların üzerinde değildir.
Aşağıdaki yazının başlığındaki mânâ şayet soru olarak anlaşılacaksa; bu soru aritmetik bir soru değildir. Ahlâkî bir sorudur.
 
1000’den 20 Çıkınca Ne Kalır?
Bundan yirmi yıl kadar önce, Müslüman Anadolu halkının tepesine çöken 28 Şubat darbecilerin kudretli paşaları; “28 Şubat bin yıl sürecek!” demişlerdi. Kendileri kısa bir zaman sonra iktidarı ellerinden kaçırdılar. O günden bugüne çok şeyler değişti.
Vatanî vazifesini yerine getiren bir erin annesinin başörtülü olduğu için oğlunun yemin törenine alınmadığı günlerdi o günler. Şimdi tesettürlü hanım subaylar görev yapabiliyor. Sadece bu örnekten yola çıkılsa bile inanç hürriyeti ve insan haklarınsa alınan mesafe çok önemli kuşkusuz. Fakat bu geçen yirmi sene zarfında 28 Şubat’ın o karanlık zulmünü kesintisiz yaşamaya devam eden, durumlarında hiçbir değişiklik olmayan İslâmî siyasî mahkûmların hâli hep gözden kaçtı yahut kaçırıldı.

Yirmi yıldır; ceza kanunlarında, infaz sistemlerinde yapılan indirim ve aflardan, iyileştirmelerden hiçbir şekilde faydalandırılmadıkları gibi, son OHAL düzenlemeleri ile meydana gelen hak ve imkân kısıtlamaları dolayısıyla her geçen gün hayatları daha da zorlaştırılmakta.

15 Temmuz ihanetiyle ortaya çıktı ki; polis-savcı-hakim kılığına girmiş FETÖ mensupları; kendileri için engel teşkil edeceklerini düşündükleri kişi, grup veya cemaatleri, uydurma delillerle ve sonucu önceden belli kumpas davalarla yok etmek üzere son otuz yıldır adalet sisteminin ve devletin her kritik noktasına çöreklenmiş. Bunların gadrine, hışmına ve zulmüne uğrayan insanlar, işte geçtiğimiz yirmi yıldır her fırsatta bunu dillendirdiler. Masa başında icat(!) edilen yasadışı makamındaki adamları vasıtasıyla kesinleştirilmiş yargı kararlarıyla masum insanları cezaevlerine “gömdüler”…

Müslüman siyasî tutsakların yıllardır söylediklerine “kulaklarını” tıkayanlar da bu gerçeği 15 Temmuz’da “gözleriyle” gördüler. Şu anda bu kumpas davalarının tüm aşamalarının mimarları olan polislerin, mahkeme heyetlerinin ve son itiraz mercii olan Yargıtay ilgili dairelerinin mensuplarının tamamına yakını FETÖ üyeliğinden ya cezaevlerinde yahut firarda!

Polis, savcı ve hakimlerden oluşan bu çetenin açığa çıkmasından sonra; bu gerekçeyle, yani, davalara konu olan suçlamaların delillerinin toplanması (polis), soruşturma ve mahkeme aşamaları (savcı-hakim) ve temyizde onanması (Yargıtay) sürecinde yer alanların FETÖ mensubu olduklarının anlaşılması sebebiyle; Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Casusluk, Atabeyler gibi birçok davanın hükümlüleri cezaevlerinden tahliye edilerek yeniden yargılama süreçlerinde beraat ettiler. İçlerinden birçoğu uğradıkları maddi ve manevi kayıpları için tazminat davaları açıp, milyonlarca lira tazminat hakkı kazandılar.

Onlarda, hak talepleri süratle ve otomatik olarak bugün kimsenin inkâr edemediği bir gerçek olarak ortada duruyor. Konuyla ilgili açılmış bir ceza davası da carî durumda ve sürüyor. Darbe döneminde, “darbe hukuku” ile hakkaniyet ve adaletten yoksun olarak, uydurma davalarda astronomik cezalara çarptırılan ve halen bu mahpusluk çilelerine devam eden Anadolu’nun has evlatları bir şeyi merak ediyorlar:
Vaktiyle “28 Şubat bin yıl sürecek!” diyenler doğru mu söylemişlerdi, yoksa yanıldılar mı?
 
Cemil Şahin
Bolu Cezaevi-14 Mart 2018

Baran Dergisi 585. Sayı