Ömrümüzden bir “28 Şubat” daha geçti… Senede bir de olsa hatırlamaya çalıştığımız 28 Şubat darbesi bu sene çok daha farklı bir hassasiyetle ele alındı… “Bu Son 28 Şubat Olsun!” talebiyle yapılan faaliyetler yazılı ve görsel medya kuruluşlarının gönüllü katılımlarıyla kamuoyuna duyuruldu. 21 yıldır süren ağır hak ihlalleri ve mağduriyetler tamamen olmasa da, olabildiğince dile getirildi. Yetkililerden acil yasal çözüm üretilmesi istendi. Etkili ve yetkili kişiler de yasal düzenlemeler için çalışma yaptıklarını defaetle dile getirdiler… Bekliyoruz… Şimdi değil ise ne zaman?.. Bu sene değilse hangi sene? O, menfur ifadeyle “bin sene sonra” mı?.. Mümtaz adalet duygusu her açıdan haddinden fazla zedelenmiş durumda. İzaha ne hacet, bu meselede gösterilecek en ufak bir ihmalin neticesi ağır vebaldir!..

Meseleyi bu ciddiyetle ele alıp “Bu Son 28 Şubat Olsun!” kampanyasına katkı sunanlara teşekkürü borç biliriz… Başta herkesten önce bu meselenin çözümü için irade beyanında bulunan Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e, sorumlu yayıncılık anlayışıyla meseleyi gündeme taşıyan gazetelerin genel yayın yönetmenlerine, gazeteci Yakup Köse kardeşimize; sürmekte olan 28 Şubat davalarını takip ederek, aradan 21 yıl geçmesine rağmen darbeci generallerin yüzlerinde çelikleşen çirkeflikleri göz önüne seren Sibel Eraslan’a teşekkür ederiz. Asla unutulmaması gereken “unutmadık!” diye yazarak ortalıkta dolaşan “teyze adamlar” bolluğunda “erkekçe” tavır alan Halime Gökçe’ye, en girift mevzuları hikmet-hakikat pırıltılarıyla vuzuha kavuşturan yazıları ve meseleye gösterdiği hassasiyetiyle Yusuf Kaplan’a, en can alıcı ve elzem soruyu “28 Şubat bittiyse 367 kişi neden hala tutuklu?” diye sorarak çözüm üretilmesini isteyen Özlem Albayrak’a, Bolu F.T.C’de bizleri ve dışında da ailelerimizi ziyaret edip dert dinleyen Ak Parti İnsan Hakları Komisyonundan İstanbul Milletvekili Ravza Kavakçı Ran’a, Konya Milletvekili Hüsniye Erdoğan’a, Av. Taha Ayhan’a ve tüm katkı sunanlara selâm, saygı ve teşekkürler…

Darbeler tarihi içerisinde müstesna bir yeri olan 28 Şubat, sadece o ân olup bitiveren bir vaka değil, psikolojik harekat olma özelliği ile birlikte “15 Temmuz” hain işgal-darbe girişimini hazırlayan dahası gelecek darbe girişimlerine de beşiklik edecek bir mahiyete sahip… Böyle olunca her ne kadar darbeci generallerin yargılandığı bir dava sürmekte ise de, “28 Şubat bitti mi, bitmedi mi?” tartışması devam etmektedir. Kendi kanaatim bitmediği yönünde. Sadece Anadolu’da değil bütün İslâm coğrafyasında sinsi-fırsat kollar bir vaziyette emperyalizmin küresel ölçekte hayat tarzı ve değer yargıları üzerinden yürüttüğü bir kavganın adı olduğunu unutmayalım 28 Şubat’ın… Sadece başörtüsü zulmünden de ibaret değildir 28 Şubat… Mısır’da, Filistin’de, Arakan’da ve daha bir çok yerde 28 Şubat zulmü devam ediyor!.. Toplumları bir arada ayakta tutan temel dinamik “adalet” üzerindeki tahrifat çabası dikkat çekicidir. Geç gelen adalet, adalet değildir!.. Adaletin yokluğu haksızlık doğurur, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!.. Bu açıdan Özlem Albayrak’ın “28 Şubat bittiyse 367 kişi neden hala tutuklu?” sorusunu önemsiyorum.

367 kişiden biri olarak neden hala tutuklu olduğuma birlikte bakalım: 1997 senesinde 28 Şubat darbesine direnen “AKINCI YOL” dergisinin yazı işleri müdürü olarak darbe sürecini ilk günden bu yana bilfiil yaşayanlardan biriyim… Darbeci generaller DGM’leri ziyaret edip yargı mensuplarına direktif verdiklerinde, İstanbul DGM’nin resmi basın kartlı muhabiri olarak o sırada görülmekte olan davaları dergimiz adına takip etmekteydim… O dönemde çıkardığımız derginin etkisini şöyle izah edeyim; 1997’de darbenin en hareketli günlerinde TV’lerde yapılan tartışmalarda darbe destekçisi yorumcular, ellerinde dergimizi sallayarak “siz bu dergide neler yazıyor biliyor musunuz?” diyerek bizi durumdan vazife çıkaran darbeci zinde güçlere hedef gösteriyorlardı…

1998-1999 seneleri darbeye direnişin ve başörtüsü mücadelelerinin tüm Anadolu sathına yayıldığı yıllar oldu… İbda fikriyatının mimarı Salih Mirzabeyoğlu keyfî olarak tutuklanırken “Hoc’fendi” kod adlı 28 Şubat darbesinin mimarlarından FETÖ lideri ABD’ye kaçırıldı… 1999 Nisan ayında Sayın Mirzabeyoğlu’nun, Beşiktaş DGM’de görülen ilk duruşmasını DGM basın kartımla takip edip fotoğraf çekerken gözaltına alındım ve akabinde FETÖcü polislerin elindeki TEM marifetiyle ve “İbdacı” olduğum gerekçesiyle tutuklanarak Metris Cezaevi’nde iki ay mahpus edildim. Tahliye olduktan sonra da birçok defa keyfî gözaltlarına maruz kaldım… 1999 Ağustos depremi sonrası Eyüp’te Kaşgarî Dergahı bahçesinde aileler halinde çadırda kalırken gece yarısı TEM timlerince baskın yapıldı. Gözaltı sonrası toplam otuz kişiden altısı tutuklanırken geri kalanımız DGM’den serbest bırakıldı... Kısa bir süre sonra Marmara Üniversitesi’nin Göztepe Kampüsü önünde düzenlenen başörtüsü eylemini gazeteci kimliğimle takip ederken yine gözaltına alındım. Çıkarıldığım DGM’den serbest bırakılırken Kadıköy Adliyesi’nde başörtüsü eyleminden dolayı yargılandım… Yine keyfî bir gözaltı ve TEM’den bırakılış… Bir Metris Cezaevi ziyareti sırasında askerle yaşanan bir problem sonrası Esenler Asayiş’te zorunlu dört günlük gözaltı ve Güngören Adliyesinden bırakılış… 1999 senesinin sonlarına doğru 28 Şubat darbesinin medya ayağında tetikçilik yapan gazeteci kimliğindeki bir darbeci tarafından başörtüsü eylemi yapan bir bacımıza yönelik Kanal-D radyoda canlı yayında çok ağır, ağıza alınmayacak küfür ve hakaretler edildi… Bu ağır tahrik sonrasında Kanal-D’ye yönelik basit bir uyarı eylemi gerçekleştirildi. Bu eylemle ilgim olduğu gerekçesiyle tekrardan gözaltına alınarak DGM’de tutuklandım. Böylece keyfî gözaltılar ile oldukça hızlı geçen 1999 senesinde toplamda altı defa TEM’ce gözaltına alındım, dört defa DGM’ye çıkarıldım ve iki defa da tutuklanmış oldum. On dokuz senedir cezaevindeyim…

Bolu F.T.C’de İBDA-C davasından “anayasal düzeni silahla yıkmaya teşebbüs”ten müebbet hapis cezasıyla tutukluyum… İBDA-C davasından tutuklu olmamla birlikte esas itibariyle böyle müstakil bir örgüt bulunmadığı artık mahkemelerce de teyid olunmuş durumda... Malum İBDA-C lideri olma iddiasıyla 16 sene ağır tecrit şartlarında cezaevinde tutulan Sayın Mirzabeyoğlu son derece isabetli bir kararla beraat ettirilerek serbest bırakıldı. Verilen karar da dediklerimi doğrulamaktadır… Ayrıca yargılandığım dosyada bana isnad edilen cürümleri “örgütlü” değil tek başıma işlediğim iddia edilmekteydi. Halbuki mevcut hukukî düzenlemelere göre, tek kişilik bir örgüt tanımlaması da yoktur!.. Bu yüzden olsa gerek yargılamada ilk önce örgüt ve eylemden dava açılmışken polis ifadesine kasıtlı olarak yerleştirilen başka birine ait ifade bilgileri ve hayat hikâyesi gerçekçe gösterilerek istenen ceza 146/1’den müebbet hapis cezasına çevrildi… Bana ait olmayan bu adaleti yanıltıcı bilgileri dosyamdan çıkardığınızda geriye ne örgüt kalır, ne de örgüt üyeliği. İsnad edilen cürümleri işlediğime dair delillerin zafiyeti de göz önüne alındığında “Anayasal Düzeni Yıkma” cezası verilsin… Neticede tek başına “İBDA-C” adıyla mevcudu olmayan örgütün, olmayan liderliğinde ve var olmayan hiyerarşik düzeni ile “anayasal düzeni silahla yıkmaya teşebbüs”ten müebbet hapis cezası almış bulunmaktayım.

Kanal-D eylemi basit sıradan bir eylemken-dosyada hasar tespit raporunda herhangi bir hasara rastlanmamış (ses bombası deniliyor ama belki de çocukların bolca kullandığı “torpil” tarzı bir şey atılmış) olmasına rağmen sanki atom bombası atılmış gibi bir tepki verilir. Asıl tepkinin ağır tahrik ve hakaretlere verilmesi gerekirken! Mutad olmayan bir şekilde hemen eylem sonrası Başbakan Ecevit alelacele açıklama yapar, -Mecliste Merve Kavakçı’ya verdiği tepki gibi- yetmez ardından bir saat sonra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel açıklama yapar ve “Bu saldırı Kanal-D’ye değil laik-kemalist cumhuriyetimize yapılmıştır!” der… Ölü yok, yaralı yok, maddi hasar yok, henüz kimin yaptığı belli değil bu neyin tepkisi?.. Daha sonra öğreniyoruz ki o gece Bakanlar Kurulu acil olarak kanal sahibinin evinde toplantı yapar… Anlaşılan o ki hakkımdaki yargı kararı o gece tez elden verilir! Bu da DGM’nin verdiği ağır cezanın hukukî değil siyasî bir karar olduğunu gösteriyor… Daha da kötü olan, o gece hazır Bakanlar Kurulu toplanmışken Bankacılık kanununda yapılacak değişiklikler karara bağlanılarak 2001 senesinde yaşanacak olan bankaların hortumlandığı finansal krizin temelleri atılır!.. Bu ifşaat o dönem Aydın Doğan’ın mutfağında bulunan biri tarafından canlı yayında, TV’den yapıldı. Daha sonrasında, Star Gazetesinde Yakup Köse köşesinde bunu paylaştı… 28 Şubat darbesine iştirak edenlerin (asker-yargı-medya-iş adamı-dernek) bu memlekete ve millete verdiği maddî-manevî zararların sahici olarak hesabı ne zaman sorulacak?.. Bekliyoruz… Hem 28 Şubat mağduriyetlerinin giderilmesini hem de 28 Şubat darbesinin gerçek sorumlularının hesap vermesini bekliyoruz! Hesap soramayanlardan da hesap sorulmasını!

Polis ifadesine başkasına ait bilgilerin eklenmesine gelince. Bu durum yargı kararının dosyada bulunan maddî bir hatanın, adaleti yanıltıcı bilgi ve belge üzerinden verildiğinin kanıtıdır. Yeniden yargılama yapılması için yeterli bir gerekçedir. O gece gözaltına alınıp TEM şubesinde sorgulanırken polislerin tek derdi benden dosyaya dâhil edilecek bir ya da birkaç kişinin ismini alma çabasıydı. Kaba dayak ve işkence muhabbeti bu uğraş üzerinden oldu. Kimin ismini verecektim ki?.. Polisler istediklerini elde edemeyince daha önce ifadesi alınmış başka bir kişinin bilgilerini ifademe ekleme yoluna gitmişler. Yukarıda değindiğim gibi 1999’da birçok defa TEM’de ifadem alınıp DGM’ye çıkarılmıştım. Bu ifadelerimin hiçbirinde örgütsel ilişki ve bağlantı bilgileri olmadığı için bu temiz ve gerçeğe uygun ifadelerim çıkarılarak yerine başka birine ait hayat hikâyesi ve örgütsel ilişki bilgileri bilgisayarda kes-yapıştır şeklinde eklenmiş… DGM’de ilk önce örgüt ve eylemden dava açılmışken savcının ilk ve son kez verdiği mütalaada bana ait olmayan bu bilgiler gerekçe gösterilerek “her ne kadar örgüt ve eylemden dava açılmışsa da kişinin mevcut hayat hikâyesi örgüt içindeki geçmişi, örgüte olan bağlılığı, eylemlerin vahameti!” denilerek 146/1’den Anayasal Düzeni yıkmaktan ceza istendi. Hüküm de bu maddî hataya dayandırılarak müebbet hapis cezası olarak verildi.

Peki, bu adaleti yanıltıcı bilgi ve belgeyi hazırlayan ifadeyi alan, ifade tutanağının altında imzası olan polis kim? O da Yeni Şafak Gazetesinin 03-Mart-2018 tarihli şu haberinde: “Karabörk FETÖ’nün işkencecisi, Mit tırları davasında hakkında dava açılan “15 Temmuz” darbe girişiminden sonra tutuklanan İstanbul Emniyet TEM şube sorumlusu Komiser Mehmet Karabörk 03-08-2017 tarihinde adlî kontrol şartı ile serbest bırakılmasından sonra yurt dışına kaçtı!”

Oldu mu şimdi bu! Ey adalet sesimi duyuyor musun? Polis ifademi bizzat alan bu işkenceci ve darbeci tescilli FETÖ’cüyü serbest bırakıp kaçmasını sağlıyorsun; ama beni haksız yere cezayla içeride tutuyorsun? Nasıl oluyor bu? Birisi bunun izahını yapmalı. Bu kişinin hiç suçu olmasa sırf benim dosyam itibariyle adaleti yanıltıcı bilgi ve belge hazırlamaktan suçlu bulunmalıydı. Bu yazım savcılığa ihbar olmalı ve acilen yeniden yargılama yolum açılmalı!

Bu güne kadar yapılan yeniden yargılama için başvurular keyfî olarak reddedildi. Hukukî gerekçelerle pek âlâ düzeltilebilecek bir karar ve tahliye yolumun açılması siyasilerin vereceği karara kaldı! Anlamakta zorlandığım şey, hadi diyelim daha önce 28 Şubat darbecilerinden direktif alan Kemalist yargı vardı, hadi diyelim sonrasında yargıya FETÖ’cüler hakim oldu; iyi de 15 Temmuz’da Müslüman Anadolu memleketine kan-can pahası sahip çıktıktan sonra yargıyı kimler ele geçirdi ki en haklı hukukî talepler bile keyfî olarak reddedilmekte? Neden hala tutuklu olduğumuzun cevabı burada aranmalı…

Hukukî gerçeklerle dosyamın durumu bu… Hukuk işlemiyor, işletilemiyorsa siyasetin devreye girmesi gerekiyor. Beklentiler bu yönde… Esas olan, adalet mekanizmasının aslına uygun bir şekilde işletilmesi. Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamayacağına göre, meselenim çözümü pratik olmaktan ziyade fikrîdir… Adaletten kim ne anlıyor? Allah ve Resulü’ne tâbi Hz. Ömer’in adaletine meftun fikrî bir disipline sahip olmadan adaletin tesis edilebilmesi mümkün değil!.. Osmanlı, pratiğini bu çerçevede fikir haline getirdiği için asırlarca üç kıtada adaletle hüküm sürdü…

Sonrası?.. Cumhuriyet rejimi… Geçmişte olanları biliyoruz… İstiklâl mahkemeleri ve kurulan darağaçları… Hilâfetin kaldırılması… Şapka kanunu… İskilipli Atıf Hoca… Bediüzzaman Saidi Nursî Hazretleri… Allah demenin yasak olduğu devirlerde “Allah’a itaat etmeyene itaat olunmaz!” diye haykıran Büyük Doğu’lar… Cezaevi cezaevi dolaştırılan Üstad Necip Fazıl Kısakürek… Vesayetçi anlayış… 12 Eylül darbesi… 28 Şubat yargılamaları… Fetöcüler… 15 Temmuz darbe girişimi… Şimdi? “Ömrümüzden Bir 28 Şubat Daha Geçti!”… Gelecek? Geçmişine sahip çıkamayan geleceğini inşa edemez!.. Bu yüzden 28 Şubat yargılamaları diyoruz… Mağduriyetlerin giderilmesi diyoruz… 28 Şubat darbesine dair henüz bir yargı kararı yok!.. Dahası 15 Temmuz’a dair ne biliyoruz?.. 15 Temmuz’u iyi anlamak gerek diyoruz. O geceye dair bildiğimiz tek bir gerçek var. O da minarelerden okunan selâlar ve selâlara icabet eden imanlı ruhlar!.. Ne yani, şimdi bu tablodan kimsenin etkilenmediğini mi söylüyorsunuz?.. “Sincan’dan yürütülen tanklara mukabil etten-kemikten tanklaşan insanlar!” Bu tabir 15 Temmuz’dan önce yazıldı!.. Müslüman Anadolu’nun kanıyla yazdığı destanın henüz mürekkebi kurumadan Deizm-Ateizm tartışmaları da nereden çıktı!.. Cephede kazanılan zafer yine masa başında medya operasyonlarıyla kaybedilmesin!.. Gelecek?.. “2023 Vizyon” yeni “şapka kanunlarına” gebe olmasın?!.. Dikkat!.. Dikkat!.. Dikkat!..

Buraya kadar anlattıklarım yeterince aydınlatıcı ve vicdan kanatıcı değil mi? Değilse, hikayenin tamamı bunlardan ibaret değil. Daha fazlası, daha daha fazlası var!
 
10 Nisan 2018
Ali ACAR
Bolu F.T.C

Baran Dergisi 588. Sayı