Karşımıza çıkan meselelerin çözümü noktasında yaşadığımız sıkıntılardan biri de ideal olan ile hayatın gerçekliği arasındaki uçurumdur. Bu uçurumun iki yakasını nasıl bir araya getireceğimize kafa yoracağımız yerde, çoğu kez içinde yaşadığımız hayatın yanlışları içinden türeyen doğrulara yönelerek, meseleleri çözüme kavuşturduğumuzu zannederiz. Esasında bu vaziyet, insanoğlunun, eşya ve hadiseler karşısındaki mahkûmiyetinin beyanıdır. İnsanoğlunun yaradılış gayesi ise eşya ve hadiselere teshir etmektir.

Üstad Necib Fazıl’ın kimliğini tanımlarken, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yapmış olduğu “İdeali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun ‘oluş’ ıstırabını, İslâm'ın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam!..” tesbitine bu gözle baktığımızda, Üstad’ın nasıl bir vazife ifâ ettiği de daha iyi anlaşılıyordur herhâlde.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmesiyle birlikte bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiş olduğundan daha evvel de bahsettik. Bir çok konuda devrim çapında değişimler gerçekleşiyor olmakla beraber, görüldüğü kadarıyla en mühim sıkıntı, ideal olan ile gerçek hayat arasında kurulması gereken köprüler noktasında yaşanıyor. İbda’nın üzerinde ısrarla durduğu üzere, eşya ve hadiselere tatbik edecek sistem çapında bir fikir olmadan ve cemiyetin kahir ekseriyeti böylesi keyfiyeti haiz bir fikir mihrakında buluşmadan yapılan işlerin bir bütün hâlinde verimlendirilmesi ve içinde bulunduğumuz çağa damga vurulması mümkün değil. 

Aynı zamanda bu gibi değişimlerde, mihrak fikrin ne olduğu, yani neye göre hareket edildiğinin adının konulmamış olması da bir diğer mesele... “Fikirde müphem, aksiyonda açık olmak.” Bu prensibin anlaşılması noktasında kimi zaman hataya düşüldüğünü görüyoruz; çünkü bu ölçü, aksiyonerin hangi fikrin aksiyonunda olduğunu gizlemesi anlamına gelmiyor. Şuradan belli ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V.), eşya ve hadislere İslâm’ı tatbik etmek misyonunda olduğunu, Müslümanların güçsüz olduğu zamanlarda bile saklamamış, açıktan deklare etmekten geri durmamıştır. İnananların, türlü imkânsızlığa ve maddî olarak kendilerinden çokça üstün olan müşriklere karşı her seferinde galebe çalmasının sırlarından biri de, muhakkak ki budur. Çünkü olanlar, kendilerinden aşkın olan Allah’a ve onun Resûlü’nün vazettiği sistem fikrine her şeyden çok inanıyor ve manevî üstünlükleri, maddî olana karşı kazandıkları zaferlerin başlıca amilini teşkil ediyordu. 

Türkiye’deki değişim ve dönüşümden bahsediyoruz... Devletin idare şeklinde meydana gelen değişikliğin arkasında, fikir mihrakında meydana gelen bir değişikliğin yattığını görmek için istihareye yatmaya lüzum yok. Mânâ değişmiş ki, suretteki tecellisi de değişiyor. Peki ama hangi istikâmette bir mânâ değişimi? Milletimizin, iktidarın iç ve dış politikadaki söylem ve aksiyonuna baktığında fikir membaı olarak Büyük Doğu’yu gördüğü aşikâr. Çünkü, iktidarın, Büyük Doğu-İbda’nın dil ve diyalektiğine yakın bir söylem ve aksiyon çizgisinde hareket ettiğini görüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “70 milyon Büyük Doğu'yu hep birlikte inşa edeceğiz.” şeklindeki açıklamaları da, milletimize, Büyük Doğu nizâmı beklentisinin boşa olmadığını gösterdiği için Erdoğanbu memlekette kayıtsız şartsız destekleniyor. Batılı “think tank”lerin senelerdir yapmış oldukları türlü araştırmalara rağmen bir türlü izah edemediği, milletimizin “destek” gerekçesini de bu arada işaretlemiş oluyoruz. 

Müslüman Anadolu’nun 15 Temmuz gecesi darbeciler karşısında canını malını hiçe sayması ve 24 Haziran seçimlerinde, döviz kurunun yükseleceğini, piyasaların iç ve dış müdahaleler neticesinde daha da daralacağını ve dolayısıyla ekonomik refahının bozulacağını bile bile Erdoğan’ı tercih etmesinin sebebi, seni, beni, bizi “aşkın” olan fikir mihrakı Büyük Doğu’dur. 

Türkiye Ekonomisinin İç Realitesi
Cumhuriyetin kuruluşu esnasında, milletimizin ruh köküne düşmanlıkta rejimin zihniyetiyle müşterek paydada buluşan elit bir kesim, servet hiyerarşisinin tepesine devlet marifetiyle yerleştirildi. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “3000 aile” şeklinde tarif ettiği bu zümre, 15 senelik Ak Parti iktidarında budanacağı yerde daha da semirmiş ve bu süreçte memleketimizin düşük gelir seviyeli hanelerinde belli ölçüde bir kalkınma meydana gelmiş olsa bile, gelir dağılımındaki adaletsizliğin göstergesi olan makasın arası kapanacağı yerde daha da açılmıştır.

Hüsnüniyet çerçevesinde baktığımızda, gelir dağılımındaki adaletsizliği arttıran faktörler arasındaki en masum olan şık, ekonomi politikasının yanlış olduğudur ki bu bile başlı başına bir felâkettir; eğer ki ibret alınmaz ve aynı politikalarda ısrar edilecek olursa tabiî. 

Rant ve inşaat sektörünün bu zümreye karşı belli servet odakları meydana getirmek için yapıldığını düşünecek olursak da bu yolla elde edilen servetin büyük sanayi ve tarım şirketlerinin finansmanına tahsis edilmediğini görmekteyiz. İbda Mimarı, iktisadî meseleleri ele alırken başlıca faktör olarak ahlâkı işaret eder. Dolayısıyla Büyük Doğu gibi sistemler sistemi bir fikrin ahlâkının yerleşmediği memlekette, elde edilen servetlerin, cemiyetin hayrına tahsis edilmesi yerine urlaşmış sermaye odaklarına benzer bir hayat tarzını yaşamaya vesile teşkil etmesi kaçınılmazdır. Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz’in, senelerdir yaptığı inşaatlardan elde ettiği geliri, gidip Londra’da bir sokak satın almaya yatırması başka türlü nasıl izah edilebilir? Ferdin kendisini aşkın bir fikir ve ideal ahlâkını haiz olmadığı şartlarda cemiyetçi bir anlayışın teşekkül ettirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla cemiyet faydasına yönelik olarak finansman elde etmek için yapılacak bütün girişimler, cemiyetçi bir ahlâk olmadığı takdirde akamete uğramaya mahkûmdur. 

Türkiye Ekonomisinin Dünya Ekonomisindeki Yeri
Türkiye’nin 2016 senesi GSYH’sı 857,7 milyar dolardır. Dünyanın zengin ailelerinden yalnız biri olan Rothchilds’ın elinde tuttuğu servet ise 2009 senesi verilerine göre 4-5 trilyon, kontrol ettiği toplam para ise 15 trilyon dolar civarındadır. 

Elimizdeki şu iki veriye bakarak bile rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye ekonomisinin dışarıdan gelmesi muhtemel hiçbir ekonomik operasyona simetrik olarak karşılık vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu mücadeleyi asimetrik bir plana taşımak gerekir ki, bu da ancak iktisadî sistemin kurallarını değiştirmekle mümkündür. 

İyi şeyler de olmuyor değil tabiî. Kur baskısından kurtulmak için Rusya ve İran ile yapılan ticarette doların terk edilmesi ve millî para birimlerinin tercih edilmesi, global ekonomik sistem açısından bile tehdit oluşturabilecek önemli bir değişiklik. Fakat, memleket ekonomisinin üretim yapmak üzere ziraat ve sanayi yerine tüketime dayanan hizmet sektörüne yönelmiş olması da Türkiye’nin dezavantajlarından. Çeşitli ülkeler ile millî para birimi üzerinden ticaret yapılsa bile, tüketimin üretimden fazla olduğu ülkemizde, cari açık ve kur baskısı kaçınılmaz bir hâl alıyor. Hizmet sektörünün Türkiye kadar ön plana çıktığı bir başka ülke de yoktur herhâlde. Bilhassa son yıllarda her yerde mantar gibi biten kafelerin yalnız dekorasyonuna yapılan harcama ile dünya çapında faaliyet gösterecek bir sanayi şirketi finanse edilebilirdi. Ama yapılmadı.

Ekonominin Sakat Dayanakları
Türkiye ekonomisinin üzerinde işlediği temel dayanaklardan olan faiz, sigortacılık, bugünkü hâliyle borsa ve finansman zihniyeti, dışarıdan bir operasyona maruz kalmaya lüzum bırakmadan kendi içinde kriz üretme becerisine zaten sahib. 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre ülke her sene büyüdüğü hâlde, bu büyüme toplumun büyük bir kesimine yansımıyor. Servet zaten yalnız belli bir zümre elinde urlaşırken, oradan dökülen kırıntılardan toplanan tasarruflar da, yatırım enstrümanı seçeneklerinin sınırlı olması dolayısıyla döviz, faiz ve gayr-ı menkul gibi alanlara yönelerek, piyasadaki para deveranının sürekliliğini baltalıyor ve daralmasına sebebiyet veriyor. Yatırım enstrümanları çeşitlendirilmediği ve hakiki bir üretim ekonomisinin yatırımına tahsis edilmediği sürece de faizi kaldırmaktan yahut düşürmekten bahsetmek abesle iştigâl etmekten öte bir anlam taşımıyor. Hizmet sektörüne yapılan yatırımlar ise başlıca sarf malzemelerinin ithâl olması dolayısıyla bizim değil ithâlatçısı olduğumuz ülkelerin ekonomilerini ihya ediyor.

Büyük Doğu-İbda’nın 
Müdahalecilik Prensibi
Geçtiğimiz haftalarda kaleme aldığımız bir yazıda, Çin’in global ekonomik sisteme entegre edilmesi sürecinin, mülkiyet ve ticaret hukukunun batılı sermayedarların menfaatine hizmet edecek şekilde düzenlenmesiyle işe başlandığından bahsetmiştik. Aslına bakacak olursak, bir ülkenin mülkiyet ve ticaret hukukunu, başka birinin kendi menfaatine göre düzenletmesi, eski dönemlerdeki sömürgecilik anlayışının, bugünün dünyasına göre yenilenmesinden ibarettir.

Bir ülke ekonomisinin global sermayedarların sömürüsüne tahsis edilmesi, Çin misalinde olduğu gibi, mülkiyet ve ticaret hukukunun düzenlenmesinden geçiyorsa; aynı şekilde bir ülke ekonomisinin sömürge olmaktan çıkarılması da aynı mülkiyet ve ticaret hukuku kanunlarının, bu kez millî menfaatlere göre yeniden tanzim edilmesinden geçer, demek ki. 

Peki böylesi bir değişim ve bu değişimden kaynaklanması muhtemel sıkıntılara karşı milleti bir arada tutmak ve onların rızasını almak mümkün mü? İşte, müteâl-aşkın fikrin rolü tam olarak burada başlıyor. 24 Haziran seçimlerinde, karşılaşması muhtemel ekonomik sıkıntıları bildiği hâlde milletimizin Erdoğan’a teveccüh etmesinin arkasındaki saik her neyse, müdahalecilik prensibinin işletilmesi hâlinde karşımıza çıkması muhtemel sıkıntılara bu milletin göğüs germesini sağlayacak, birliğini sürdürecek olan şey de odur; yani Anadolu insanı nezdinde millî ve meşru olan Büyük Doğu’dur. 

Büyük Doğu’nun diğer temel prensipleriyle beraber bir bütün hâlinde işletilecek müdahalecilik prensibi: Urlaşmış sermaye odaklarını dağıtarak gelir dağılımındaki eşitsizliğe son verecek; rant, inşaat ve hizmet sektörüne dayanan sahte para deveranını, üretime dayanan hakiki ve sürekli genişleyen bir tedavül ile değiştirecek; dışarıdan ekonomimize yönelik olarak gerçekleşen ve gerçekleştirilmesi muhtemel bütün operasyonların hukukî alt yapısı ile dayanaklarını ortadan kaldırmak suretiyle peşinen önünü tıkayacak; sakat dayanakların yerine “Mutlak” fikir ölçüleri çerçevesinde sarsılmaz temeller inşa edecek yeni bir ekonomik sistem doğuracaktır. Bu ekonomik sistem, aynı zamanda dünya çapındaki gelir dağılımı adaletsizliğinden muztarib olan bütün bir insanlık için de numune teşkil edecek, beklenen yeni dünya düzeninin ekonomik sistemini doğuracaktır.

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında dediği gibi, “Biz bu dünyaya birbirimizin gözünü çıkartmak için gelmedik.
***
Gelgelelim gerçek hayat ile bu idealin nasıl bağdaştırılacağı müşkülüne... Kumandan Salih Mirzabeyoğludedi ki:
- “Biz, hem gemiyi istikamete yürütmek, hem de aynı gemiyi inşâ etmekle mükellefiz.

Yani, hem gaye, hem de vasıta sistem bahsi... Sistem çapındaki fikir, eşya ve hadiselere bir vasıta olarak tatbik edilecek ki, bu vasıta bizi sonunda gaye olan fikrin düzenine çıkartacak. 
***
Bizim, yazımızın son bölümünde bahsettiğimiz tedbirlerin her biri ayrı ayrı işletilebilir ve bunlardan çeşitli neticeler beklenebilir; fakat bir bütün hâlinde işletilmeyen palyatif tedbirlerin, Türkiye’nin derdine köklü çözümler getirmek yerine yalnız o günü kurtaracağı ve sorunu çözmek yerine derinleştireceği de unutulmamalıdır. 

Baran Dergisi 601. Sayı