Türkiye’de işlenen cinayet ve suikastler, eğer ki yabancı devletler tarafından önemseniyor ve çözüme kavuşturulması isteniyorsa, gündem oluyor, soruşturuluyor ve genellikle de çözülüyor; fakat öldürülen kişi onların istemediği bir cenahtansa, hele hele bir Müslümansa, seçilen hedefe göre en fazla üç gün mevzu bahis ediliyor ve ardından da unutulup gidiyor. İşin ilginç yanı, suikasti soruşturmakla vazifeli olan kolluk kuvvetleri de, medyaya benzer bir tavır takınıyor olacaklar ki, bu dosyalar bir türlü aydınlatılamıyor.
Bundan 16 sene evvel, 17 Mayıs 1999 tarihinde, Hızır Ali Muratoğlu Hoca, İsmailağa Camiinde, bir sabah namazı sonrasında şehit edildi. Cinayetle ilgili, polisin elinde görgü tanıklarının ifadeleri ve boş kovanlar dışında bir tek delil yoktu. Üstelik polis uzun süre bu delillerin dışında yeni bir ipucuna da ulaşamadı. Soruşturma, iyice belirsizliğe sürüklenirken, 3 yıl kadar sonra âniden çözüldü cinayet. Polis, bir başka cemaat üyesi Ahmet Kurt’un öldürülmesi dosyasını Hızır Ali Muratoğlu’nun dosyasıyla birlikte ele almayı kararlaştırdı ve cemaat üyelerini yakın takibe alarak, kuşkulu davranışlarda bulunduğunu tespit ettiği Ufuk Salih Hantal’ın evine baskın düzenledi. Ahmet Kurt’u Şubat 2001’de öldürdüğü iddiasıyla yakalanan Ufuk Salih Hantal, Şehit Hızır Ali Hoca’yı da öldürdüğünü kabul etti, daha ilk sorgusunda. İlk ifadesinde cinayeti cemaatte kendisine kötü davranıldığı için işlediğini söylüyordu. Ancak sonraki ifadelerine “cinler” karıştı: “Hızır Hoca’nın müridi değilim. Yanına dinî bilgi almak için gidiyordum. Cinlerinden kurtulmak için ben öldürdüm.Ufuk Salih Hantal’ın ifadeleri, bir başka cinayetin daha aydınlatılmasını sağladı. İmam Muratoğlu’ndan sonra cemaat üyesi Ömer Temiz’i de Nisan 2000’de öldürdüğünü kabul etti Hantal. Onu öldürme gerekçesi de “cinler”di: “Ömer Temiz’in, içeceklerime okunmuş ilaçlar atarak cinlerini üzerime saldığını öğrendim. Cinlerinden kurtulmak için onu da öldürdüm.” dedi. Mahkeme, Hantal’ın aklî dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle cezaî ehliyeti bulunmadığına ve dolayısıyla tahliyesine karar verdi. Cinayetin maksadı ve kim tarafından işlendiği bize kalırsa hâlen meçhul.
Görüldüğü üzere Hızır Ali Muratoğlu’nu şehid ettiği iddiasıyla yakalanan Ufuk Salih Hantal, aklî dengesi yerinde olmayan bir tip ve her nedense, Türkiye’de son 25 yıl içinde işlenen suikastların fâilleri hep sıradan, alâkasız yahut aklî dengesi bozuk olan kişilerdi:
25 Ağustos 2001’de, Yahudi İşadamı Üzeyir Garih, Eyüb Sultan’daki mezarlıkta, Mareşal Fevzi Çakmak’ın kabri yakınında öldürülmüş vaziyette bulundu. Adlî Tıp raporlarında iki farklı kesici âlet kullanılarak bıçaklanmak suretiyle öldürüldüğü tespit edilen Üzeyir Garih’in cinayet fâili olarak, o dönem Hasdal Kışlasında askerliğini yapan ve firarî olan Yener Yermez adlı şahıs gösterildi. Yener Yermez ifadesinde cinayeti kabul etmiş olsa da, bilhassa Adlî Tıp’ın cinayetin iki farklı kesici âlet ile işlenmiş olduğuna dair vermiş olduğu rapor hâlen neticeye kavuşturulabilmiş değil. Ayrıca, Yener Yermez isimli hırsızlıktan sabıkalı asker firarîsinin, askerlik yaptığı dönemde, Cemaatin Haham’ı Tuncay Özkan ile beraber otomobil kaçakçılığına adı karışan Teğmen Murat Oğuz’un Hasdal Kışlasında çaycılığını yapması ve Ergenekon Soruşturması kapsamında Ümraniye’de ele geçirilen bombaların sahibi Oktay Yıldırım ile aynı kışlada askerlik yapmış olması kafa karıştıran diğer hususlardır. Son olarak, Yener Yermez’in Ergenekon Davası sanıklarından olan ve kimyevî ilaçlar vasıtasıyla gerçekleştirilen zihin kontrolü uzmanlığı da bulunan Dr. Habib Ümit Sayın’ı daha önce gördüğü ve Habib Ümit Sayın’ın evinde yapılan aramada çıkan Üzeyir Garih cinayetiyle alâkalı belgelerin kaynağı da hâlen cevablandırılmayı bekleyen suâller arasında.
18 Aralık 2002’de, Dr. Necib Hablemitoğlu, evinin önünde uğradığı silahlı bir saldırı sonucunda öldürüldü. Suikaste uğramadan evvel Cemaat hakkında “Köstebek” isimli bir kitap kaleme aldığı, ölümünden sonra kitabın basılmasıyla anlaşıldı. Millî İstihbarat Teşkilâtı Kontr-terör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür ve Önder Aytaç, Hablemitoğlu’nun, askerî ihalelerdeki yolsuzlukları, “yolsuzluk.com” adlı web sitesine gönderdiği için infaz edilmiş olduğunu gündeme getirmiş olsalar da, Hablemitoğlu, “Köstebek” adlı kitabının 162. sayfasında, bu web sayfası hakkında son derece olumsuz ifâdeler kullanmıştır.
5 Mayıs 2006’da, Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi’nde rahib olan Andrea Santoro, o tarihte 16 yaşında olan Oğuzhan Akdil tarafından 40 metre mesafeden sıkılan 3 kurşunla öldürüldü. Cemaatin elemanlarından biri olan Emniyet İstihbarat personelinden Ramazan Akyürek’in adının karıştığı bu cinayetteki muamma ise, gözleri miyop olan 16 yaşındaki bir çocuğun, 40 metreden sıktığı üç kurşunun hiçbirini ıskalamamış olmasıdır.
17 Mayıs 2006’da, Danıştay İkinci Dairesine yönelik olarak, Alparslan Aslan tarafından bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı neticesinde İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin ölmüş, aralarında daire başkanı Mustafa Birden'in de yer aldığı dört üye ise yaralanmıştır. Arslan, saldırı sonrasında kaçmaya çalışırken, Danıştay'da görevli polis memurları tarafından yakalanmıştır. Danıştay İkinci Dairesine yönelik olarak gerçekleştirilen bu saldırı, Alparslan Arslan’ın içinde bulunduğu ilişki yumağı göz önüne alınarak, Ergenekon Soruşturmasıyla birleştirilmiştir. Neticede, Alparslan Aslan’ın içinde bulunduğu ilişki yumağına rağmen, saldırı tek başına onun üzerine kalmış ve önü arkası karanlıkta bırakılmıştır.
7 Ağustos 2006’da, Hüseyin Başbilen, Aselsan‘da mühendis olarak çalışıyordu. Ankara’da, otomobilinde ölü bulundu. Bilekleri ve boğazı kesilmişti. Olay, intihar olarak geçti kayıtlara. Bu tarihin ardından beş Aselsan mühendisi daha benzer şekillerde öldüler. Emniyet, hepsinin “bunalım sonucu intihar ettiklerini” açıkladı. Hepsi genç, kimi yeni evlenmiş ve yakınlarına göre intihar etmesi mümkün olmayan kişilerdi.
3 Eylül 2006’da, yine İsmailağa Camiinde, “Mektubatçı Bayram Hoca” olarak tanınan, Bayram Ali Öztürk, Mustafa Erdal isimli, tanıyanların aklî dengesizliklerinden mütevellit “meczup” diye tanımladığı bir kişi tarafından, yine sabah namazından sonra, sohbet esnasında bıçaklanarak şehid edildi. Bu kez Bayram Hocayı şehid eden kişi sağ bırakılmadı ve güyâ cemaat tarafından cami içinde linç edildi. Aradan geçen bunca vakte rağmen, Mustafa Erdal adlı şahsın kim tarafından azmettirildiği ve linç edildiği açıklığa kavuşturulamadı.
18 Nisan 2007’de Zirve Yayınevi ve 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesi ve hâlen azmettiricilerin bulunamamış olması da cabası. Bir not olarak ilâve edelim, Rahip Santoro cinayetinde adı geçen Ramazan Akyürek, Hrant Dink cinayetinde ismi sıkça anılan bir kişidir.
***
Dergimiz sayfalarında ısrarla altını çizdiğimiz bir husus var, 1980’li yıllarda, dönemin Amerikan İstasyon şefi olan Paul Henze tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda, seneler evvel devşirilmiş olan Fetullah Gülen ve hazırlığına koyulduğu Cemaati, Kemalist-Ulusalcı kesimin yerine göreve getirildi. Bu görev değişimi sürecinde dört farklı yol izlendi:
Birincisi, Cemaatin foyasını ortaya çıkartabilecek olan Ehl-i Sünnet Müslümanlar ya katledilerek ya da yargı bürokrasisi içine çöreklenmiş unsurlar marifetiyle etkisizleştirilerek bertaraf edilmek istendiler. Pazarlıksız Allah ve Resulü davası güden İsmailağa Cemaati hocalarına yönelik olarak gerçekleştirilen suikastler meselenin sadece bir kısmıydı. Türk-Kürt vs. tüm Anadolu insanındaki mevcut rejime yönelik kafa karışıklıklarını giderip her biri bir tarafa dağılmış İslâmcı cemaat ve cemiyetleri tek bir mihrak etrafında toplama istidadı gösteren İbda Fikriyatı’nın mimarı ve bağlılarına kesilen hukuksuz cezalar, meselenin asıl cihetini teşkil eder.
İkincisi, Ulusalcı-Kemalist kesimin görevden alınmasına ve yerlerine Ilımanların getirilmesine uzlaşmaz bir şekilde karşı duranların öldürülmek suretiyle bertaraf edilmesidir ki, bunlardan biri Necib Hablemitoğlu’dur. Diğer isimler şimdilik kaydıyla bizde saklı kalsın. 
Üçüncüsü, toplumda infiale sebeb olacak hadiseler kurgulamak suretiyle, -bu işi gerek direkt gerekse kendisini Ulusalcı-Kemalist olarak gösteren fakat emir komuta zincirinden ayrılmayanlar tarafından da gerçekleştirilmiş olabilir- devlet bürokrasisi içinden eski dönemin artıklarını hızlı bir şekilde temizlemek. Danıştay Saldırısı, Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması ve bunun gibi hadiseler bu iş için tezgâhlanmıştır. 
Dördüncüsüyse, Türkiye’de meydana gelen bu köklü değişimin milletlerarası planda meşruiyetinin sağlanması adına Rahip Santoro ve Hrant Dink’in öldürülmesi, Zirve Yayınevi’nde gerçekleştirilen katliamdır. 
***
Mekanik ve teknik, Batı adamının zihninde onarılması güç yaralar açtı. Bu vaziyet birçok fikir adamı tarafından iki yahut üç yüz yıldır dile getirilen; fakat tedavisini bulamadıkları marazlardır. Bu yaralardan en derini ise, Allah’ın her şey üzerindeki “Mutlak” rolünün unutulması ve insanın, elindeki cüzî imkânlara bakarak kendisini “tanrı” sanmasıdır.
80’li yıllarda yürürlüğe konan bu kirli plân, burada geçen bahislerin ötesinde, dünya çapında değişim-dönüşümü hedefleyen ve bunun için tüm imkânların seferber edildiği bir plandır. Ama nihayetinde “mukadder oluş” son derece tabiî bir şekilde “Mutlak” mânâda galib gelmiştir ve meâlen; “tuzak kurucuların en hayırlısı Allah’tır” âyet-i kerime’si, basiret sahiblerine sırrını açmıştır.
Kurulan tezgâha Türkiye özelinde bakacak olursak, küçücük bir menfaat kavgası dolayısıyla berbat olan bu koca planın, eğer ki hâlen anlamaktan nasibleri varsa, tuzak kuruculara pek çok hususu son derece açık bir şekilde izah ve ihtar ettiği de görülmektedir. 
MGK’dan geçtiğimiz günlerde çıkan kararda geçen ifâdede, Cemaat, “legal görünümlü illegal” yapı olarak tarif ediliyordu. Eğer ki Cemaatin illegal veçhesinin faaliyetleri ortaya çıkarılmakta zorlanılıyorsa, gerek Cemaat adlı kuklanın, gerekse kendilerinden önce oynatılan kuklaların Türkiye’de işledikleri cürümler açık ve net bir şekilde ortadadır.
Tüm bu manzaraya bakarak şunu söyleyebiliriz: Eğer ki Türkiye’ye dışarından uzanan eller tamamen kesilmek isteniyorsa, Balyoz, Ergenekon ve Cemaat dosyaları birleştirilerek yeniden açılmalıdır. Fakat işin sulanmasına vesile olacak şekilde sağdan soldan ayakçı takımından isimlerle değil, kafada bulunan isimler üzerinde ciddî bir dava görülerek, senelerdir bu ve bunlar gibi ruhunu şeytana satmışlar tarafından mağdur edilen milletimizin hesabı sorulmalıdır… 
Bundan sonrası için, hesabı soracak iradenin tesis edilmesi son derece ehemmiyetlidir ve görüldüğü üzere, bu manzaraya sebeb meçhul fâiller değil, bizzat meçhul olan iradenin ta kendisidir.


Baran Dergisi 435. Sayı