Bu hafta 400. bölümü dergimizde tefrika edilen Ölüm Odası B-Yedi’nin, 74. bölümünde, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Merkez Kim?” başlığı altında, Akdeniz ülkelerinde olup bitenlerin arkasındaki İsrail’in gözden kaçırılmaması gerektiğini ifade etmişti. İlâveten bir ikaz hâlinde de “Uyutuluyor olmayalım. Hareket olan yerde bereket vardır - ama MÜSLÜMANLAR’ın o berekete layık olmaları lazım ki, iş bir zulümden şikâyet ederken başka bir sağlam boyunduruğa girmek olmasın.” demişti. Kesin hatırlıyorsunuzdur. Şimdi işler döndü dolaştı ve öyle bir noktaya geldi ki, bugün hadiselerin arkasındaki rolü iyiden iyiye açığa çıkan İsrail, senelerdir biniciliğini yaptığı Amerika eliyle gözünü Anadolu’ya dikti. Amerika’nın otuz bin kişilik sınır ordusu kurma girişiminin arkasında yatan sebeb tam olarak budur. Yahudi, inandığı dinin siyaseti icabı Büyük İsrail Devleti’ni kurmak üzere elindeki tüm imkânları seferber etmiş vaziyette.

Meseleyi genişliğine ele alacak olursak, hadiseler karşısında siyasî iktidarın takındığı tavır, söylem ve hazırlıkları son derece yerinde. Afrin’den başlayarak Suriye’nin kuzeyindeki PYD-PKK oluşumunun bertaraf edilmesi gerçekten de Türkiye için hayati önemi haizdir. Öyle ümid edelim ki bir ân evvel Türkiye taarruza geçsin ve muzaffer bir şekilde bölgede Müslüman Anadolu İnsanı’nı yok etmeye yönelik olarak kurulan oyun bozulsun.

Peki, meseleyi bir de derinliğine ele alacak olursak... Türkiye’nin hesabı nedir? PYD-YPG oluşumu gözümüzün önünde cereyan etti. Hatta bunlar daha düne kadar Ankara’nın kapısında köpekti. PYD-YPG dışında, Suriye’de yaşanan diğer hadiseler de gözümüzün önünde cereyan etti. Arab Baharı diye başlayan, akabinde Yahudi-ABD güdümüne giren saldırı da şu son bir kaç sene de gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Tüm bunlar içinde, Türkiye nasıl bir hesab içindeydi, neyi hedefledi? Buradan cevabı da verelim; hiçbir şeyi! Güneş ile beraber doğan, akşam ezanıyla ölen hesablardan stratejik derinlik falan çıkmaz. Her gün günü kurtarmaya yönelik politikalarla da istikbâl inşa edilemez.
İsrail, bâtıl da olsa inandığı dinin sabitleri üzerinden bir devlet kurmuş. Siyasetini, hukukunu, ekonomisini, eğitimini ve saire her şeyini bu dinin sabitlerine göre belirlemiş ve sabitleri topyekûn inkâr eden izafî liberal ve demokrat Batı adamını kendisine hizmetkâr eylemiş. Dikkat edin gayesi bundan ibaret değil, tüm bunlar vasıtalık teşkil ettiği nisbette Yahudi için kıymeti haiz. Onun için kutsal olan hedef Arz-ı Mevud. Bunun kavgasını veriyor.

Yeniden bize, kendimize dönecek olursak. Biz neyin kavgasını veriyoruz? Bakanı, vekili, belediyecisi ve bürokratı bir olmuş, ceplerine bir dolar daha fazla nasıl girer onun peşindeler. Şimdi bu adamların hepsi mi kötüydü? Değildi elbet. Belki de birçoğu idealist tiplerdi. Ne var ki düzen öyle bir şekilde kurulmuş ki, idealist olanın bünyede barınmasına müsaade etmiyor, kusuyor. Hâl böyle olunca da bir davanın kavgasını vermenin de meşakkatli olması dolayısıyla pek çokları yaşanan hayatın bir müddet sonra inandıklarını şekillendirmesine ister istemez razı geliyor. Bu da insan fıtratının bir hakikati. Zaten bu yüzden topyekûn fert ve toplum meselelerini sistemli bir şekilde çözüme kavuşturacak bir sistemler sistemine ihtiyaç var. Yoksa herkesin kendi kafasına göre çaldığı bir orkestra gibi, siyaset, hukuk, ekonomi, eğitim ve sairenin ahengi tutturulamaz.

Bugün meselâ ekonomi her geçen gün daha kötüye gidiyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere ekonomiden sorumlu olan herkes muhtemelen bu vaziyeti doğrultmak için seferber olmuş, bir başına ekonomiyi çözmeye çalışıyorlardır değil mi? Muhakkak ki böyledir; fakat biz de buradan söyleyelim ki bir bütün hâlinde meselelerimize yaklaşılmadıkça ve bir bütün hâlinde meselelerimiz hâl ve fasl edilmedikçe ekonomideki kötüye gidişe dur denemez. İçinde bulunduğumuz şu devirde, senelerdir iktidarda bulunan bir siyasî partinin bunu anlaması hakikaten bu kadar güç müdür? Biraz daha detaya girecek olursak, senelerdir arazilerden elde edilen rant dolayısıyla bilhassa Arab ülkelerinden Türkiye’ye dolar akıtıldı da, bu kadar para nereye gitti? Hakikaten nereye gitti? Bu soruya bile verecek sağlıklı bir cevabı olmayan yahut bu sorunun cevabını bilip de gereğini yerine getirmeyen adamlarla değil ülke aşiret bile idare edilemez.

15 Temmuz’u hatırlayalım... Onca şehit verdik, yüzlerce vatandaşımız gazi oldu... Batı’da 15 Temmuz’u tezgâhlayanlar o günlerde hakikaten de korkuya kapılmışlardı. Çünkü işledikleri cürmün bir karşılığı olması gerekirdi ve millettin sergilediği refleks Türkiye’yi bu karşılığı vermeye muktedir göstermişti. Fakat aradan birkaç ay geçtikten sonra gördüler ki, korkuları yersizmiş. Vatandaşımızdaki değil ideolojinin, psikolojinin bile siyaset sahnesinde bir aksi yokmuş. Bunu görür görmez hemen yeniden işe koyuldular. Geldiğimiz nokta bugün açık seçik ortada. Hemen güneyimizde bizim topraklarımızı ele geçirmek üzere kurulmuş bir ordu.

Gelelim Suriye’de Amerika ile iş tutan Kürtlere. “T.C. şöyle”, “T.C. böyle”, demeyi bir kenara bıraksınlar da söylesinler bakalım; şimdi dedeleri çıkıp gelse, hangi yüzle suratlarına bakacaklar? Beyaz Türkler, Kemalistler ve sair hainler için bu soru tabiî ki geçerli değil. Dedeleri olan hainler bugünkü hıyanet şebekesinden olsa olsa gurur duyarlardı. Bu sebeble sorumuz da onlara değil, tarihî İslâm sancağı altında şan ve şerefle dolu olan Kürtlere. Dedenizin suratına nasıl bakacaksınız? “Biz Yahudilerin hizmetine girdik.” diye utanmadan, sıkılmadan nasıl söyleyeceksiniz?
***
Teşhisi doğru koymak, vaziyeti sıhhatli bir şekilde kavramak gerekir ki hakikaten de çözüm üretilebilsin. Türkiye’de bugün Müslüman Anadolu İnsanı’nın kalbinde kökleşmiş iman ve kâfire karşı takındığı hâkim tavırdan başka hiçbir şey yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu vaziyeti peşin kabul hâline getirip, buradan başlamak suretiyle yeni bir devlet inşa etmek gibi bir mesuliyeti vardır. Öyle ya, madem ki o makamda sen oturuyorsun, o zaman mes’ul olan da sensin.
Artık yalnız bizim için değil, bütün Müslümanlar için bir ölüm kalım mücadelesi başlamış vaziyette. Bâtıl dinine sarılmış düşmana galebe çalmanın tek yolu, hak olan dinimize sımsıkı sarılmamızdan ve o dini eşya ve hadiselere tatbik edecek sistemler sistemi fikrin emrine neyimiz varsa hepsiyle beraber girmemizden geçiyor.
***
Tarihî bir dönemeçteyiz. Müslüman Anadolu İnsanı, Arz-ı Mevud peşinde koşan Yahudi’yi de, onun hizmetkârlarını da Fırat’ta boğar, leşini Nil’e atar. Bundan şüphemiz yok. Biz diyoruz ki, devlet bu işin neresinde olacak? Ona karar versin ve verdiği kararın gereğini de yerine getirsin. Biz sadece artık şartları da açık olduğu gibi milletimize layık bir devlet istiyoruz, başka bir şey değil. 15 senelik iktidarları boyunca, hiç değilse bu işlerin nasıl ve kimle olmayacağını öğrenmişlerdir herhâlde...

Baran Dergisi 575. Sayı