İBDA Külliyatı 70’e yakın eserden oluşuyor. Bu külliyatın müellifi olan Salih Mirzabeyoğlu, son eserlerini cezaevindeki birkaç metrekarelik odasında, yaklaşık 16 yıl içinde ortaya koydu. Mirzabeyoğlu, eser üretimini çocuk doğurmaya benzetiyor. Ana rahminde olgunlaşmaya başlayan bir ceninin, zamanı geldiğinde sarsıcı ve büyük sancılarla doğuşundan mülhem, eserlerine “çocuklarım” diyor. Bu noktada ilim haysiyeti ve fikir çilesi sahibi her idrak ehlinin bu çabaya gereken takdiri göstereceğinden şüphe yok. Sokrates’in anne mesleğinin ebelik olmasından hareketle, muhatabının düşünce dünyasında yaptığı duygu ve düşünce sorgulamalarını ebeliğe benzetişi hatırlanacak olursa, söz konusu çilenin layıkıyla anlaşılması umulur.

Şahsiyet kavramının kök kelimesini, “acı çekmek” mânâsıyla “şahs” olarak işaret eden Mirzabeyoğlu, aynı kelimenin “işkence” mânâsını taşıdığına vurgu yapmış. Bu çerçevede hayatta karşımıza çıkan her kitap “eser” mahiyetinde sayılamayacağı gibi, her yazarın da yazmanın (Mirzabeyoğlu’nun vurgusuyla yaşamanın!) keyfiyetini hakkıyla ifadeye kavuşturma idrakine sahip olamayacağı gerçeği teslim edilmelidir. Nitekim günümüz “popüler kültür” rüzgârıyla mevcut vasata baskın yapan sayısız kitap müsveddesinin, bahsettiğimiz soydan eserleri üretici şartları kısırlaştıran, kültür seviyesi bakımından çorak bir iklim yaşatan alametlerden sayıldığı malumdur.

Külliyat merkezinde ifade edecek olursak; Mirzabeyoğlu için fikir, “kavga” ile eş mânâdadır. Kavgadan kasıt, kelimelerin kökenine inme ve fikrin olanca derinliğine nüfuz ve onu “dış oluş”ta zahire kavuşturucu intikal melekesine sahip şahsiyet olmak denilebilir. Mirzabeyoğlu’nun, eserlerini nefes kesici bir kafa disiplini içinde ürettiği reddedilemez. O, insanımızın ve inancımızın kavgasını müthiş bir tempo ve dinamizm içinde sergileyen, toplum hafızasında böyle yer bulan bir insan oldu.

Sürekli değişiklik ihtar eden hakikatin ifadeye kavuşturulması bakımından düşüncelerine kelimeleri yetiştirmek çilesi çektiğini ifade eden Mirzabeyoğlu, “kavga” kelimesinin fikir köküyle alakasını yenilerken, “kevg” esprisinden hareketle İbda Diyalektiği’nin kuruluşunu eserler boyu sergiler. Bu fikir sistemi, “21. Yüzyıl Diyalektiği” formunda müjdelenmiştir ve Mirzabeyoğlu, bütün hayatını bu “fikir kavgası”na adamıştır.

16 yıllık ağır tecrit şartlarından kurtuluşunun ilk saatlerinde, sevenlerinin arasında yine fikir konuşurken, öteden beri söylediği şu sözünü, onu henüz tanıma fırsatı bulamamış insanlara tekrar hatırlatmıştı: “Yaşamayı fikir, fikri de yaşamak bildim…”

Hayatı boyunca daima fikir haysiyetini aziz tutan tavrıyla Mirzabeyoğlu, şahsî yakınlıktan öte, fikri alâka ve bağı esas alan Müslüman aydın kimliğiyle temayüz etmiştir. Dolayısıyla İbda Külliyatı’na muhatap olan her kişi, mekân itibariyle nerede olursa olsun, onu doğrudan doğruya eserlerinden tanıma ve anlama fırsatını her zaman bulabilir.

Ailesiyle birlikte korkunç zulümler altında yaşarken en ufak şikâyetine rastlanmayan Mirzabeyoğlu, ölümle burun buruna yıllar süren işkence ve zulüm süreci yaşadı. Son eserlerini kaleme alırken kaçınılmaz biçimde dikkat çektiği bu çetin süreçte, adını bizzat kendisinin koyduğu Telegram işkencelerini anlattı. Bu sürecin teferruatı, Telegram-Zihin Kontrolü adlı eserinde giriş mahiyetinde kaydedilirken, takip eden süreci olanca fikrî ve felsefi altyapısıyla Ölüm Odası adlı seri eserinde ele almış, davanın girift başlıklarını bütün yönleriyle insan ve toplum davası şeklinde arzetmiştir.
İlk eseri Bütün Fikrin Gerekliliği olan Mirzabeyoğlu, son eserine ve son nefesine kadar sabit ve şaşmaz bir çizgi hâlinde, çağın insan ve toplum meselelerini idrak ölçülerine kavuşturma çabası içinde olmuştur. Üstad Necip Fazıl tarafından “beklenen fikir kahramanı” olarak işaret edilen İbda Mimarı, böyle iddialı bir çıkışla Üstad tarafından müjdelenirken, Üstad’ın şahsı da Mirzabeyoğlu tarafından “Mütefekkir yetiştiren Mütefekkir” olarak mânâlandırılmıştır. İbda Külliyatı’nda Büyük Doğu, daima dış yüz kavrayışlardan öte, her zaman derinliğine vukufiyet çabası içinde, batınî terbiye, disiplini esas alan, bütün ilim şubelerini bütün fikirde bütünleyici sistem hassasiyetiyle dile getirilmiştir. Bu fikrin, çağın insanının aradığı “tatbik fikri” olduğunu anlatabilmek?  

Hapis hayatından önce de, ağır tecritten kurtuluş sonrasında da, şahsını “azat kabul etmez bağlılık” içinde muhatap bulduğu Büyük Doğu Fikriyatı’nın, İslâm Tasavvufu önünde İbda yenileyiciliğiyle an be an muhasebecisi olduğunu hatırlatan Mirzabeyoğlu, öte yandan Batı felsefesinin, kültürünün ve hayat tarzının dünyayı istila ettiği bir zaman diliminde şunu gerçekleştirmiştir:

Yepyeni bir insan ve toplumu bina edici fikir geleneğini kurmak, İslâm’a nisbetle dünya görüşü ihtiyacını karşılamak… Bu misyonu tek başına karşılama sorumluluğunu üstlenen Mirzabeyoğlu, aydınımızın dava temsilciliğini tüm yönleriyle misâllendiren köklü birikim ve soylu tecrübesiyle, dava kültürümüzü tükenmeksizin zenginleştirme imkânına kavuşturan kavram dünyasını ortaya koymuştur.

28 Şubat sürecinin 90’lı yılları 2000’e bağlayan kritik dönemecinde, ABD merkezli Yeni Dünya Düzeni dayatmasına Başyücelik Devleti-Yeni Dünya Düzeni eseriyle meydan okuyan Mirzabeyoğlu, Ehl-i Sünnet itikadının sıhhatini, iman ve fikir bağıyla pırıl pırıl ifadeye kavuşturmuş, İslâm inkılâbının çizgisini “ana cadde” halinde her kesimden insana açıklamıştır.

Mirzabeyoğlu, her türlü insani iş ve esere sahip olmanın keyfiyetini İbda çizgisinde verimlendirmek üzere davette bulunurken, maalesef beklediği seviyede ilgiyi görmemiş, “piyasaya sunduğu her eserin ciddi fikir tartışmaları başlatmasını, derinliğine eleştiri kültürünün hakim olmasını umarken yapayalnız kalmış, hayal kırıklığına uğramıştır: “Ne yapalım, vehmettirenler utansın…”

2014’ün 22 Temmuz akşamında gönüldaşları, sevenleri, dostlarının arasındayken meraklı bakışlar altında medya mensuplarının sorularını cevaplandırmaya çalışan Mirzabeyoğlu şöyle demişti:
“Cezaevinde geçen yıllarımı hayatımın kaybolmuş bir devresi olarak görmüyorum. Bana zehir yedirdiler ben onu bala çevirdim. Bundan dolayı yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilen bir insan olarak bu devreyi de bu şekilde verimli geçirdim. Bu yönden kayıp olarak görmüyorum. Bizi uçurumdan attılar biz yere sağlam indik. Paraşütü icat etmiş olarak indik. Sabah kalkar kalkmaz kaldığı yerden çalışmalara başlayacağım. Hayatımın hiç değişmeyen bir rutini vardır. Aynı şekilde devam edeceğim.”

Mirzabeyoğlu’nun hayatı gerçekten destanlık bir mücadeleyi tablolaştırıyor. Gıpta edilesi dolu dolu bir hayat, her cümlesinde güçlü tesirinden anlaşılıyor. Bu da, “İslâm kalbin yoludur” hakikatinin her mevzuda İbda diline kavuşturulması olsa gerek… Bu külliyat Batılı okurlarıyla karşılaştığı zaman, hiç şüphesiz bambaşka bir hidayet ikliminin zuhuruna vesile olacaktır. Müslümanlar için ebedî gurur verici, bahtiyar bir öncülük…

Kumandan Mirzabeyoğlu ile ilk kez karşılaşan okurlara mümkün mertebe sade ve onu yakinen tanıtma amacını taşıyan bu yazıda, İbda’nın birbirinden kıymetli eserlerinden bazılarını öne çıkarmayı da düşündük.

Mirzabeyoğlu’nun eserlerinin önemli bir kısmı, kesintisiz elektromanyetik taciz ve işkence altında kaleme alınmıştı. O, şahsını yıllarca “delirmiş, aklî dengesini yitirmiş” biri olarak karalamaya çalışan, kitleleri manipüle etmek sûretiyle aldatıcı haberler uyduran sistematik karapropaganda karşısında, kalemini daima üstün ve galip gelecek biçimde aksiyon niteliğinde kullanmış, her satırında hücum belirten aksiyon şuurunu muzaffer kılmıştır. Nitekim Telegram adlı eserinin girişinde soyuna hiçbir şekilde leke sürülemeyeceğini savunan Mirzabeyoğlu, eserlerine hiçbir şüphe ve tereddüt lekesi bulaştırılamayacağını da ispatlamıştır.

Mirzabeyoğlu okurları için ciddi mânâ ve önem arzeden şu hususu hatırlatmakta fayda var;

İbda Külliyatı, Üstad Necip Fazıl’ın Müslüman gençliğe miras bıraktığı Büyük Doğu Külliyatı’na bitişik, Büyük Doğu’yu lif lif açan, içinde bulunduğumuz 15. İslam Asrı’nda İslam’a Muhatap Anlayış’ı dirilten, yeniçağa “fikir çağı” damgasını vurmak üzere güncelleyen, yeni zaman ve mekân meseleleri önünde ileri görüşlülüğe çağıran, her biri yepyeni eserlerin doğumuna zemin teşkil eden bir külliyattır.

İbda Mimarı’nın hatırlattığı bir başka hassas nokta ise şu:
“Büyük Doğu olmadan İbda anlatılamaz, İbda olmadan Büyük Doğu anlaşılamaz…”

Doğu insanının müzmin bir fikirsizlik ikliminde bocaladığını vurgulayan Necip Fazıl, Mirzabeyoğlu’ndaki fikir kumaşını görür görmez, “İnşallah seni ben yetiştireceğim…” demişti. Bir cemiyet adamı olarak Üstad’ın şahsına gösterilen ilgi, uzun yıllar boyunca büyük ölçüde “edebî şahsiyet”i etrafında belirirken, genç fikir adamı kimliğiyle Büyük Doğu Mimarı ile buluşan Mirzabeyoğlu, henüz hayattayken Üstad’a takdim ettiği İstikbal İslamındır, Bütün Fikrin Gerekliliği, Kültür Davamız adlı eserleriyle Üstad tarafından büyük bir heyecan, takdir ve iltifatla karşılanmıştı.

Bu anlamda okur, İbda Külliyatı’nın kurduğu düşünce dünyasında gezinirken adım adım Büyük Doğu’ya nüfuz ettiğini, potansiyelindeki ideal kıvılcımlarının tutuştuğunu, kabuğundan aşina olduğu meseleleri özünden kavramaya başladığını, Şems-i Tebrizî’nin ifadesiyle, “Bir şahsiyetin davasını anlamak için mânâsını, mânasını anlamak için davasını bilmek isterim…” düsturundan pay sahibi olarak öz şahsiyetini yeniden inşaya başladığının şuuruna varacak ve şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesinde de değişimini (keyfiyet farkını) yaşarken, Büyük Doğu-İbda’nın hediye ettiği “idrak zevki”yle dolacaktır.

Bu idrak, derinliğine inanış, hissediş ve ifade çetinliğini aşma bakımından Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle “zevken idrak” müessesesi olarak açıklanmıştır. Anlayarak yaşayanlar için gerçek ve derin müminin oluş prensiplerini ve idrak ölçülerini yerli yerinde aydınlığa kavuşturan “mümin feraseti”nin tanımı...

“Yeni Nizam-Yeni İnsan-Yeni Yurt” davasının üstün yorumu halinde bu külliyat, eserler boyu insan hassasiyetinin yanaştığı her hadisede, külliyat çapında belli başlı terkiplerle müthiş bir “kıvam” belirtmektedir. Her bir terkip, bahse mevzu meselelere el atışta filizlenmesi beklenen eser çekirdeği barındırdığı gibi, anlayana müthiş özgüven kazandırıcı keyfiyettedir. Büyük Doğu ve İbda külliyatları, dünya çapında insanî oluş ıstırabını izaha kavuştururken, öteden beri aydın topluluğuna şu tavsiyede bulunmuştur:

Yeniçağın önüne getirdiği her ideoloji ve hadise karşısında, bu külliyattan pay sahibi olmaksızın meselelerin üstesinden gelinemeyeceği bilinmelidir.

Mirzabeyoğlu, cezaevinden tahliye olduktan sonra aynı masada buluştuğu bazı yazar, araştırmacı, gazeteci, kanaat önderlerine şu hitapta bulunmuştu: “Hepinizin haysiyeti için hapis yattım…”
Her şeyden önce onun bu muazzam kahramanlığı ve alicenaplığı unutulmamalıdır. Gençliğe, yeni nesillere daima hatırlatılmalı, tanıtılmalı, eserleri tavsiye edilmelidir. O, yurdumuza, bölgemize ve tüm İslâm âlemine mal edilmesi gereken “köprübaşı” bir şahsiyettir.

Önümüzdeki yıllarda insanımızın karşılaşacağı her türlü hadiseye hazırlıklı olmak bakımından, İbda’nın teklif ettiği sistem fikri ihmal edilmeksizin hareket edilmelidir. Bu dava, Allah Resulü’nün davası olarak ilân edildiğine göre, hiçbir dönemde temsil plânının başıboş bırakılamayacağı akılda tutulmalı, Türkiye merkezli İslâm sancağını dik tutma ukdesinden tek gencimiz mahrum bırakılmamalıdır. Davanın telkin vasıtaları, tüm unsurlarıyla nakşedilmeye hazır, bütün kurum ve kuruluşlar arasında canlı ve kesintisiz faal olmalıdır.

Anladığım kadarıyla bu davaya mensup olmanın gerekliliği odur ki, “gerekeni gerektiği yerde yapma” şuurunu Mirzabeyoğlu, elimizdeki İbda Külliyatı ile en güzel, en estetik biçimiyle ifadeye kavuşturmuştur. Üstad Necip Fazıl, “Benim biricik korkum, Salih’imin ademe mahkûm edilmesidir” demişti. Onun vefatını takip eden yıllarda Müslümanlar şiddetli saldırılara maruz kalmaya devam ederken “Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var” ihtarında bulunan Mirzabeyoğlu’nun İslâm davasını fikir ve aksiyon plânında devralışı, Üstad’ın son yazılarında açıkça takdim edilmişti.(Bkz; Raporlar)

Akıncı Güç Dergisi kadrosuyla İslâm gençliğinin aksiyonunu “Akıncı” ismiyle ete kemiğe büründüren Mirzabeyoğlu, mensup olduğu 68 kuşağı dışında, halen yaşayan birçok siyasi isim tarafından da yakından takip edilmiş müstesna şahsiyetti. İki dönem halinde çıkan Gölge Dergisi’nde ise, dönemin Müslüman gençliğini Büyük Doğu fikir teknesinde yoğurma çabasını sürdürmüş, her türlü risk ve tehlikeyi göze almaktan yılmayan, üstün mücadele kültürüyle gözü kara iman fedailiğini örnekleştirmişti.

Mirzabeyoğlu anlatmakla bitmeyecek “derya” bir şahsiyet… Onun ilim, fikir, şiir, edebiyat, sanat ve hikemiyat bahisleri etrafında, insanımıza olağanüstü şartlar altında örgüleştirip sunduğu İbda Külliyatı’nı, “başlangıç” sayılabilecek bazı eser isimleriyle sıralayıp kıymetli okurlarıyla başbaşa bırakalım;

Yaşamayı Deneme… Gölgeler… Necip Fazıl’la Başbaşa… Damlaya Damlaya… İdeolocya ve İhtilâl… İbda Diyalektiği… İslâm’a Muhatap Anlayış… Telegram… Dil ve Anlayış… Münşeat…


Baran Dergisi 696.Sayı