Gal Horozu Rene Descartes Üzerinden Örgüleştirilen 
ve Gayesine Erdirilemeyen Ruh ve Beden Düalizmine Dair (4)
Kartezyen Paradigma kendinden sonraki bütün ilmî ve fikrî gelişmeleri derinden etkilemiştir. Meselâ sosyoloji, büyük ölçüde Kartezyen paradigmanın etkisinde kalmıştır. Sadece sosyoloji değil, psikoloji ve dahi ana akım sosyal psikoloji de Kartezyen paradigmanın cazibesinden kurtulamamıştır. Aşağıdaki bilgi bu mevzuda yeteri kadar açıklayıcıdır:

Psikoloji ve sosyolojinin etkileşimi neticesinde ortaya çıkan sosyal psikolojinin felsefe ile olan yakın ilişkisi malûmdur. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında felsefe, özellikle de bilim felsefesine hâkim olan Post Pozitivist-Empirist anlayışla Kartezyen felsefenin tartışmasız hükümranlığı bugünkü ana akım psikolojiyi, dolayısıyla sosyal psikolojinin bilim anlayışını şekillendirip biçimlendirmiştir. Bu felsefî düşünce sistemi genelde Kartezyen paradigmaolarak bilinir. Adını modern Batı felsefesinin kurucusu Descartes’tan alır. Kartezyen paradigma, Avrupa medeniyetinde Aydınlanma döneminin ve onun daha sonraları tadil edilmiş hali olan Modernizmin kabul gören ve doğru bilinen felsefî faraziyeler grubunun adıdır. Psikoloji hemen hemen ilk dönemlerinden itibaren bu paradigmayı esas almış, varsayımlarını, teorilerini buna uygun şekilde kurmuştur. Meselâ zihin ile sosyal dünyanın ayrı olma kavramı, bu felsefî düşünme sisteminin temel esprisidir. Bugün psikolojide kullandığımız bütün kavramlaştırmalar, ortaya koyduğumuz bütün problemler ve önerdiğimiz bütün modeller, ortaya çıkardığımız bütün bilgiler bu Kartezyen paradigmanın faraziyelerinin bir ürünüdür.(1)

Tam da bu noktada mevzuumuzla doğrudan alakalı olarak şu şekil bir not düşelim: Descartes ile başlayan Kartezyen Paradigma nasıl ki 500 yıldır etkisini sürdürmüş ve önüne çıkan hemen her şeyi tarumar ederek bugüne gelmişse, aynı şekilde, Büyük Doğu MimarıÜstad Necip Fazıl tarafından topyekûn insanlık tarafından “500 yıldır beklenen mütefekkir” müjdesiyle karşılanan Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” paradigması da, bundan sonraki tüm ilmî ve fikrî gelişmelerde kendisini göstermeye başlayacak ve bu durum, her geçen gün daha bir ayan olacaktır. Bugün insanlıktan çıkmışların hakimiyetine bakıp aldanmayınız, insanlığa tekrardan insan olduğunu hatırlatan yeni bir süreç veya paradigma başlamış bulunmaktadır. “Beşer zekasının sekreteri İBDA” mottosu üzerinden 21. Yüzyılın İBDA çağı olacağı müjdeli haberi kulaklarda yankı bulsun! 

Descartes’ın Kartezyen felsefesinde üç temel töz (subtantia/cevher) vardır. Bunlar; Tanrı, ruh ve bedendir. Ruh (res cogitans) ve beden (res extensia), “mutlak töz” olarak kabul edilen Tanrı karşısında hükümsüzdür. Yani ruh ve beden tözlerinin Tanrı tözü karşısında toz kadar olsun bir kıymeti yoktur. Buna rağmen Tanrı, Kartezyen felsefede düşünce faaliyetinin tamamen dışında tutulmak istenmiştir. Descartes’ın bunu ne tür bir saikle yaptığı araştırmaya değer bir mevzudur. 

Tanrı dışında, kâmil mânâda tüm tözlerin (ruh ve beden) insana has ve hususiliği üzerinde duran Descartes, “varlıklar bütünü” içerisinde yer alan insandan başka tüm varlığı, meselâ hayvan ve bitkiyi birer makine (otomat) olarak değerlendirmektedir. Bu duruma insan bedenini de dahil etmektedir. Hal böyle olunca, Descartes, bedenin (res extensia) içerisine ruhu (res cogitans) yerleştirme sıkıntısı çekmektedir. Descartes’ın bu çıkmazı üzerine Gilbert Ryle, “makinedeki hayalet” ironisi yapmaktadır. Beden (res extensia) bir makine olunca, onun içerisinde inkârı mümkün olmayan ruh bir hayalet olarak dolaşmakta ve bu durum, bir türlü izah edilememektedir. 
Akıl “ruh ve beden” arasındaki ilişkiyi peşinen kabul etmektedir. Temel soru şu: Nasıl oluyor da iki töz uyumlu bir şekilde bir arada durabiliyor? Her ikisi de töz olan ruh ve beden nasıl oluyor da herhangi ciddi bir sorun çıkarmadan bir arada durabiliyor? Bir problem olarak ortaya çıkan bu durumun bir an önce çözülmesi gerekiyordu. Amma velakin düalist yaklaşım bu sorunun çözümünde yetersiz kalıyordu. Gerek Descartes ve gerekse Kartezyen muhibleri tarafından bu sorunun derinliğine ve genişliğine doğru mahiyetinin tam olarak çözüldüğü söylenemez. Çözülemediği gibi, bugünkü Batı kaynaklı buhranın tam kaynağında yatmaktadır.

Descartes, hayvan ve bitkinin yanı sıra insan bedenini de bir makine olarak kabul eder. Descartes’ın bu düşüncesinden pek çok filozof etkilenmiştir. Bunlardan biri de filozof Julien Offray de la Mettrie’dir. La Mettrie (d.1709- ö.1751), Hollandalı olmasına rağmen daha çok Fransa’da etkili olmuştur. Descartes’ın Augustinusçu yönünü görmezden gelen La Mettrie, bütünüyle materyalist bir bakış açısı geliştirmiştir. İnsanı bütünüyle bir makine olarak gören La Mettrie, düşüncelerini “İnsanda Bir Makine” isimli kitabında toplamıştır. La Mettrie, insanı insan yapan ruhun varlığını inkâr etmekten büyük bir zevk duymuş olmalı ki, Descartes’ın iki töz (substantia) olarak kabul ettiği ruh ve bedeni sadece beden tözüne indirgemiştir. Böylece doğanın mekanistik veya bir makineymiş gibi tasarlanması ve yorumu modern dönem felsefesinde Descartes ile başlamış oldu. Gerçi Descartes ile başlayan bu süreç, kendisinden sonra gelen birçok filozof tarafından tenkid edilmiştir. Meselâ Leibniz, Spinoza, Nikolai de Malebranche, Geulincx gibi düşünürler ruh ve beden düalizmi mevzuunda Kartezyen problemini aşmaya çalışmışlardır. Descartes iki töz (substantia) kabul ederken Spinoza bunu tek bir töze (Tanrı tözü) taşımıştır. Bu tek bir tözü de “Deus sive natura: Tanri ya da doğa” şeklinde nitelendirmiştir. Spinoza, tanrıyla doğayı özdeşleştiren panteist (veya monist) bir yorumla karşımıza çıkmaktadır. Spinoza’da tözün tanımı, kendi kendisinin nedeni olan ama başka hiçbir şeyin nedeni olmayan şeklindedir. Dolayısıyla iki farklı töz olan ruh ve beden arasındaki ilişkiyi kendince açıklamakta ve sorunu ortadan kaldırdığını düşünmektedir. Spinoza’da ruh ve beden tek tözün iki farklı yönüdür. Tanrı ya da doğa dediği tek bir tözdür. Hal böyle olunca da sorun büsbütün ortadan kalkmaktadır. 
Descartes’ta tözler (ruh ve beden) sorunu La Mattrie’de beden tözü, Spinoza’da ise Tanrı tözü üzerinden çözüme kavuşturulmak istenmiştir. Ama gelin görün ki sorun, sorun olmaktan çıkartılamamıştır. Tam da bu noktada matematikçi filozof Lebniz’i hatırlatmak gerekiyor.  

Descartes’ın Kartezyen hamlesine cevab verenlerden biri de Gottfried Leibniz (d.1646- ö.1716) olmuştur. Leibniz, daha farklı unsurlar ortaya çıkararak farklı bir yol izlemiştir. Meselâ ruh ve beden sorununu çözmek için Monadoloji düşüncesini ortaya koymuştur. “Bölünmez güç öğretisi” olarak da bilinen Monadolojinin kökleri eski Yunan’a kadar gider. Leibniz’in Monadoloji düşüncesinin Demokritos’un atomlarının bir benzeri özelliğini taşıdığı iddia edilmektedir. Monad kelimesi daha ziyade Pitagorasçılar ve Yeni-Eflâtuncular tarafından kullanılmıştır. Felsefesini “bölünmez yetkin birim”, “maddedeki bölünmez güç” ve “atom” mânâsında olan Monad kavramı üzerine bina eden Leibniz, bütün iddialarını Monadoloji isimli eserinde toplamıştır. Leibniz’e göre kâinattaki tüm varlıkların özü ve hülasası, Monad denilen birimlerde saklıdır. Monadların en önemli özelliği, dış algılara karşı kapalı olmasıdır. Bundan dolayıdır ki Monadlar hakkında “monadların pencereleri yoktur” ifadesi kullanılmıştır. 

(Tedaisi, Üstad Necip Fazıl’ın Zindandan Mehmed’e Mektub isimli şiirinde geçen, “Garib pencerecik, küçük daracık, Dünyaya kapalı, Allah’a açık” mısraı...Cezaevi şartlarında kaleme alınan bu şiir baştan sona mecaz yüklüdür. Var olan, daha doğrusu görünüşe çıkan hemen her şey sûret ifadesine kavuşur ve bunun en kesif hâli beden olarak ifade edilir. “Ruhun meskeni beden” esprisi üzerinden meskenin cezaevi mânâsı dikkate alındığında, Üstad Necip Fazıl’ın “Dünyaya kapalı Allah’a açık” mısraı daha bir anlamlı olmaktadır.)

Monadoloji düşüncesine göre töz/cevher ne iki ne de tektir, sonsuzdur. Hemen her şeyin Monadlardan meydana geldiğine işaret eden Leibniz, Monadların sonsuz olduğuna hükmederken, Tanrı’yı da bir Monad olarak düşünmektedir. Bu tür bir düşünceye Leibniz, İslâmî literatürde Allah’ın “sonsuz varlık” olduğu düşüncesi üzerinden mi ulaştı, bilinmez. 

Monadlar, dışarıya açılmış pencereleri olmayan “kapalı birimler”, “odalar” olarak değerlendirilmektedir. Demişlerdir ki, Leibniz, bütün her şeyi maddi atomlarla açıklamaya çalışan atomcuların aksine, bütün her şeyi Monad kabul ederek aslında maddeyi de ruhlaştırmıştır. Descartes’ın Kartezyen sorununa karşı Leibniz’in çözümü, idealizmin de tipik bir çözümü hâlinde, tıpkı Spinoza’nın tözleri tekleştirerek Tanrı tözünde birleştirdiği gibi, Leibniz de hemen her şeyi ruhlaştırarak veya spritüal hâle getirerek Monadlarda birleştirmiştir. 

Leibniz, bilgilerimizin sonradan ve duyular yoluyla değil de, doğuştan olduğunu iddia eder. Bundan dolayıdır ki Monadlar ancak yaratmayla başlayabilir ve yok olmayla bitebilirler. Hal böyle olunca da, Leibniz’e göre Tanrı, “Monadlar Monadı” olarak ortaya çıkmaktadır. Dıştan hiçbir etkiye maruz kalmayan ve kendi kendini etkileyerek değişen ve hareket eden Monadların her birinin müstakil ve eşsiz olması gerekmektedir. Yani her bir Monad, diğer Monadlardan farklıdır, çünkü tabiatta birbirinin aynı olan iki şey yoktur. Bundan dolayıdır ki Monadlarda değişim süreklilik arz eder. Doğum ve ölüm, Monadların sonsuz değişiminin birer görünümüdür. Monadların Monadı olarak kabul edilen Tanrı, ilk birim ya da başlangıçtaki ilk basit (yani mürekkeb olmayan) tözdür. Yaradılmış ya da birbirinden çıkmış olan Monadların hepsi ondan meydana gelmiştir.
Son olarak “Vesileciler”e değinmek gerekiyor. Oratorya tarikatının mensubu olan Nikolai de Malebranche ve Geulincx de çözüm olarak okasyonalizm (vesilecilik) düşüncesini ileri sürerler. Yani Tanrı’nın araya girip sorunları çözmesi şeklinde bir açıklama yapıyorlar. Leibniz de beden ile ruh arasındaki uyumu Tanrı tarafından önceden kurulmuş bir uyum olarak görmüştür. İki tane saat düşünelim, bunları kuruyoruz ve bunlar aynı zamanı gösteriyorlar ama birbirlerini etkilemiyorlar. Lakin yine de aynı zamanı gösteriyorlar. Dolayısıyla evren Tanrı tarafından kurulmuş bir saat gibi tasarlanmıştır.
 
Dipnotlar
1)AUZEF Felsefe 3. Sınıf Sosyal Psikoloji-I ders notlarından.
2)http://www.felsefe.gen.tr/monad_nedir_ne_demektir.asp

Baran Dergisi 632. Sayı