“Demokrasi”, kitle iletişim vasıtalarıyla, kurnazlığın paraya erişmek için arkadaşına kazık atabilmenin, yalan ve dolanın, acımasızlığın, yüzsüzlüğün ve onursuzlaşmanın savunulmasıyla (meşrulaştırılmasıyla) beraber “insanı insanın kurdu” kılmak isteyen modern kapitalizmin adıdır.

“Efendi-köle ilişkisi” içinde yaşatıldığı toplum hayatına geçişten itibaren başka insanlarla kendisini özdeş sayabilmesini sağlayan yanlış bir algılama oluşturulmuştur. Efendi-Köle ilişkisini gözden saklayıp, aynı ülkenin yurttaşı olma özdeşleşmesi ile eşitsizliği temel almış toplumsal sistemlerin içinde tutunabilmeyi sağlayan bir yapı kurmuştur. Bu yapının efendi-köle ilişkisini kendisine temel almış bulunan bütün sosyal sistemlerde değişik kurumsal düzenlemelerle oluşturulmuş okul, kışla, hapishane, kitle basını ve modern medya aracılığıyla şekillendirilip sunularak sistemin meşruluğu sağlanmış olur. Bu sosyalizm olsun, demokrasi olsun, faşizm olsun hiç değişmez.

Uzunca bir süre sonraki daha iyi bir geleceği hayal edebilmek, isteyebilmek, böyle bir “gelecek” için yola çıkanlara katılabilmek, yaşanan günde de belirli bir maddi ve kültürel düzeye gelmiş olmayı gerektirmektedir. Köle statüsünde olanlar için bütün bir insanlık tarihi boyunca “başkaldırmak” bu nedenle zor olmuştur. Tarih boyunca görülen odur ki, “köle” kesimindeki insanlar bir yandan köleliğin acılarını yaşarken bir yandan da “efendilerine” hayran olmakta, onların “büyüklüklerini” kendi büyüklükleri saymaktadırlar. Yani cellatlarına âşık olmaktadırlar.

Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu, gazeteci Şükrü Sak’a verdiği röportajda “demokrasi” için şunları söylüyor:

“Uluslararası emperyalizmin çıkarları ve hedefleri için bir “vasıta” olmaktan öte bir anlamı yok! “Demokratik rejim” dedikleri Batı dışındaki İslam ülkeleri ve 3. Dünya ülkeleri için çukulatayla kaplanmış bir zehirdir.”

“Batı toplum ve yaşayışının içinden doğan demokrasi, Batı’nın ayrılmaz parçası SÖMÜRGECİLİĞİNİN uzantısı olarak ihraç ediliyor. İhraç edildiği ülkelerde, gördüğünüz gibi “altı kaval üstü şişhane” oluşumlara vücut veriyor. –işin diğer yanı da, bu vaziyet hem onlara –Batı’ya- demokrasi adına müdahale hakkı hem de dolaylı ve dolaysız yollardan bolca imkân sağlıyor, malum. İşlerine gelen yerde müdahale ettiklerini ve askeri güç de kullandıklarını biliyorsunuz, işlerine gelmeyen yerde ise seyirci kaldıklarını da”.

“Kaba bir bakışla bile hemen görüleceği üzere çarklar şöyle işliyor, bir yandan ‘ferdi hak ve hürriyetler’ kapsamında ekonomi alanının ‘kâr’ ve ‘çıkar’ ilişkilerine dayalı düzeninde TAYİN EDİCİ MEVKİYE GEÇMEK, öte yandan para gücüyle ‘iç’ ve ‘dış’a bakışta kamuoyu oluşturucu işbirlikçi basını gütmek, demokratik kitle örgütleri adı altında kamuoyu baskı gruplarını temsil eden ve oluşturan kuruluşlar vasıtasıyla işi milletler arası alan ait kılmak, her biri her birinin içinde ve birbirleriyle alakalı buna benzer çeşitli tesir unsurlarıyla SİYASİ İKTİDARI TAYİN etmek”.

Batılı emperyalistler önce bizi dilsizleştirdiler, sonra da bizim beynimizi köleleştirmek suretiyle, onlar’ın diliyle konuşan, onlar’ın beyniyle düşünen gönüllü köleler haline getirdiler.

Kendi beynimizle düşünmeyi, kendi dilimizle konuşmayı ve kendimizi özgürleştirmeyi bize ilk önce Kumandanımız öğretti. Sömürgeciler tarafından dilsizleştirilip, köleleştirilen tüm mazlum milletlerin dili ve kurtuluş meşalesi oldu.

Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nu rehber ve kurtuluş yolunu gösterici olarak kabul etmeden hiç kimse ne vatansever, ne antiemperyalist, ne devrimci, ne milliyetçi ne de bağımsızlıkçı olamaz.

Batılı emperyalist güçlere karşı Ordu-Millet ele verip işgalcileri yurdumuzdan kovmak için 1919-1922 arası tarihin en büyük direnişlerinden birini gösterdik ve neticede kazandık. Sonunda ne oldu? Sömürgecilerin bize zorla yaptıramadıklarını biz gönüllü olarak kendimiz yaptık.

İçimizden birileri bize kendi dilimizle konuşmayı, kendi harflerimizle yazmayı unutturdular. Sonra da beyinlerimizi esir alıp köleleştirdiler. Kendi yaşam tarzlarını zorla bize dayattılar. Okullarımız bizi köleleştirmenin vasıtası olmaktan öte bize hiç bir şey vermedi. Kölelikte o kadar ileri gittiler ki, yerli ve milli olan her şey “çağ dışılık” gericilik olarak vasıflandırılırken, bize yabancı olan, Batılı emperyalistlerin bize dayattığı her şey “çağdaşlık” ve uygarlık oldu.

Kesin olan bir şey varsa o da Türkiye’de bugün iki cephenin var olduğudur. BD-İBDA ve ona karşı olanlar. Artık bizim değerlendirmelerimiz bu diyalektik temel üzerinden olmalıdır. 


Baran Dergisi 596. Sayı