Seçimlerin 24 Haziran’a çekilmesindeki saikler nelerdir?

Ak Parti’nin erken seçim istemediğini hemen herkes biliyor. Fakat Türkiye gibi ülkelerde bir gerçek var ki; erken seçim kamuoyunda konuşulmaya başlandığında devlet çarkı yavaşlıyor, iş dünyası frene basıyor ve ekonomik operasyonlara açık hale geliniyor ve bu süre uzadıkça ülke olarak ödediğimiz maliyet artıyor. Ak Parti buna rağmen erken seçimi istemiyordu, fakat “Cumhur İttifakı”ndaki müttefikimiz olan MHP’nin Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin geçtiğimiz grup toplantısında erken seçim talebini dile getirmesiyle beraber kamuoyunda bu beklenti en üst seviyeye çıktı. Ak Parti de gelişmeleri doğru okuyarak bu talebe evet dedi. Bir de, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin dolmasına 19 ay vardı ve parti olarak bu sürenin de sonuna kadar kullanılması taraftarıydık. Tabii ki basında, sosyal medyada birçok senaryolar yazılıyor, bunları takip ediyoruz, fakat bu senaryoların dikkate alınacak hiçbir tarafı yok. Dediğim gibi erken seçim kararı alınmamış olsaydı bu uzun sürenin ülkeye maddî manevî zararları olacaktı şüphesiz.

Seçimlere bir tarafta Cumhur İttifakı, diğer tarafta da adı konulmamış bir cephe var; topluma bunun yansıması nedir, toplum neyi istiyor?

Açıkçası bu duruma cepheleşme olarak bakılmasını doğru bulmuyorum. Aksi takdirde bunu iddia edenin bana CHP, İP ve Saadet Partisi’nin nasıl aynı cephede yer alabildiğini açıklaması lâzım. Bu bir cepheleşme değil, tamamen pragmatist bir yaklaşım sonucu oluşan bir durumdur. Bahsi geçen partilerin ilkeleri var fakat güncel siyasette yeri gelir bu ilkeler kenara konulabilir; şunu diyebiliriz ki Türkiye’ninbaşkanlık sistemine geçişinden rahatsız olan bir kesim var ve bu kesim önümüzdeki seçimi son şansları olarak görüyor. Dolayısıyla bir takım stratejiler izlemeleri, bu doğrultuda birbirilerine destek olmaları normaldir. Fakat bu partiler için strateji tabiri de doğru olmaz, bu olsa olsa trajedidir; strateji ise bir gaye uğrunda akıl ve mantıkla örülmüş yol demektir. Partilerini satan gördük, partisinden istifa edeni gördük ama ilk defa Türk siyasî tarihinde bir partinin bir diğerine ödünç milletvekili verdiğini görüyoruz, buna çok şaşırdık açıkçası. Bu hem seçmen iradesini hiçe sayan hem de şık olmayan bir gelişme… Bundan sonra millet sandığa oy kullanmaya gittiğinde partilerden “ben sana oy veriyorum ama benim seçtiğim vekilleri başka partilere verme” şeklinde taahhüt mü isteyecek, oldukça trajik, hatta trajikomik bir vaziyet bu… Zaten muhalefet, Türkiye’de ciddi ve sistemli muhalefet yapamadığı için, açık söylemek gerekirse Ak Parti de çok rahat bir şekilde çalışmalarını sürdürebiliyor. Muhalefet her ne kadar hodri meydan diyerek efelik taslıyorsa da içinden “inşallah evet demezler” diye dua ediyormuş, son derece hazırlıksız yakalandıkları da ortada. Transfer edilen 15 vekil meselesi de CHP’nin veya İP’in aklı değil de bir üst aklın oyunu olduğu belli. Karar alındığı zaman iki partinin de genel başkanlarının suratları sanki anaları babaları ölmüş gibi düşmüştü, oysaki kendi iradesiyle bir karar alan insanın yüzü güler, gözlerinin içi parlar; bu da bize, vekil meselesini bir üst aklın bu partilere dayatması olduğunu gösteriyor. Hamd olsun milletimiz üst aklın oyunlarını basireti sayesinde bozmasını bilmiştir. Seçimlerde devlet başkanlığı hususunda zaten bir tereddüdümüz yok; fakat Türk siyasetinin bu derekeye düşürülmesi, bu kadar çamur içine çekilmesi yarınlar için tehlikedir. Seviyesiz bir siyaset, muhalefette dahi olsa ülkeye zarar veriyor ne yazık ki… Bunların zaten milleti anlama gibi dertleri yok, milleti bir kere anlayabilseler, kendilerini de murakabe edecekler; fakat muhalefet hala Batı’daki şarkiyatçıların kafasıyla Türk milletini anlamaya çalışıyor, buna göre de Türk milletinden destek istiyorlar… Böyle bir muhalefet iyi ki de var diyesim geliyor bazen, fakat Üstad Necip Fazıl’ın bir sözü var ya “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.” İşte Türkiye’nin kaliteli bir muhalefete ihtiyacı var ama o muhalefetin hâlihazırdaki muhalefet olmadığı meydanda…

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan metal yorgunluğundan bahsetti, bir takım bürokratik aksaklıklara değindi; millet de bundan şikâyetçi. Malûm, bir savaş içerisindeyiz bundan kaynaklı ekonomik bir takım problemler var… Seçim buna bir çözüm getirebilecek mi, seçimden sonra bu hususlarda ne gibi adımlar atılacak?

Türkiye’nin iki taraflı malî sıkıntısı var; birisi zorunlu olarak Irak ve Suriye’de girdiğimiz savaşlardan kaynaklıdır, ki bu savaşlar Türkiye’ye biçilen kefeni yırtma girişimidir. Bunun yanında yaklaşık üç buçuk milyon mültecinin bakımını da Türkiye üstleniyor, bunlar altından kolayca kalkılacak işler değil… Öte yandan son bir yıldır ekonomik anlamda bir saldırıyla karşı karşıyız. Özellikle döviz kurları üzerinden yürütülen bir saldırı var. Bu seçimler malî sıkıntılara çözüm sağlar mı derseniz, ilk etapta sağlamaz. Ancak bu saldırılarla başa çıkabilmenin tek yolu içeride istikrarı sağlamaktır. Önümüzdeki seçimde inşallah 5 yıllık istikrarlı bir yönetimi karşılarında gördüklerinde, düşmanlarımız bir kere değil bin kere düşünmek zorunda kalacaklardır. Erken seçim elbette ki ekonomik sıkıntıların daha da büyümesinin önünü alacaktır, fakat ekonomik sorunlar ancak kendi ekonomik önlemlerimizle çözülecektir, bir seçime inhisar etmek zordur bunu da…

Geçtiğimiz haftalarda 28 Şubat davaları neticelendi. Bir takım generallere müebbet hapis cezası verildi…

Beklediğimiz kadar olmadı, kısıtlı sayıda oldu; fakat bu bile bir gelişmedir Türkiye için. Ağırlaştırılmış müebbetten daha ağır bir ceza yok Türkiye hukukunda; fakat 28 Şubat failleri sadece generallerle sınırlı değildi. Bu darbenin ekonomik, basın vesair ayaklarının da üzerine gidilmesi lâzım. 28 Şubat mağdurları içinse ümid ediyoruz ki önümüzdeki günlerde ciddi adımlar atılabilir; çünkü bu mağduriyetler Türkiye açısından bir hukuk yarasıdır, bir adalet yarasıdır, bu yarayı dindirmemiz lâzım.


Baran Dergisi 589. Sayı