Enişte, seninle biraz konuşmak istiyorum. Hâlin bana hiç de iyi gelmiyor. Çok erken yaşta şeker hastası oldun. Kendince Üstad’ın da şeker hastası olduğunu, ona benzer bir yönünü ifade edip teselli arıyorsun. İnsanoğlu olarak sen, ben, aslında hepimiz teselli arıyoruz. Bu teselliler bizi zaman zaman rahatlatsa bile çoğu zaman insanın kendini kandırması. Ağlayan çocuğu susturmak için ağzına verilen, hiçbir gıdası olmayan, yalancı meme hükmünde. Hayat yolunda rotamızı düzeltmemizi engelleyici sahte avuntular. Bir Amerikan atasözü bu durumu ne güzel anlatıyor: “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir.” Enişte, farkında mısın çok zayıfladın? İnsülin hap-map faydası yok, bir türlü düşmüyor şekerin. Çok üzülüyor ve endişeleniyorsun. Belli etmesen de biz farkındayız. Senin bu hâlinden çok kaygılanıyor, hepimiz çok üzülüyoruz. Yemene içmene dikkat etsen de sinirlenmen ve üzülmen seni bu hâle koyuyor. Senden isteğim, üzülme ve sinirlenme. Kendi camianla ilgili birtakım hakikatleri kabullen. Ona göre hâl ve tavır sahibi ol. Ümitlerin vardı, istikbâle dair. Kumandan’ın vefat etti. O güzel insan, İslâm uğruna canını ve malını ortaya koymuş yiğit biri ahirete irtihal etti. Biricik sevgilisi Üstad’ın arzusu doğrultusunda, karıncalar gibi çalışarak devler gibi eser verdi. 28 Şubat’ta hemen hemen bütün camia ve gruplar suskun kalıp, zalimleri izlemekle yetinirken, o güzel insan, “Dik durun, karşınızda leşler var!” diyerek direndi. 28 Şubat’ın zalimlerine hedef olarak, tutuklanıp idam cezası aldı. Dik durdu, af dilemedi. Cezaevinden çıkarken bile nefsini bir kenara atıp, cezaevinde kalan insanlar adına hak talebinde bulunuyordu. Enişte, inan bunları görüp de ağlamamak mümkün değil. Senin kadar o insanın yanında olamadım. En azından onu sevdim, bana hediye ettiğin kitaplarını okudum. Ne güzel kitaplar. Derin tefekkür ve açılımlara vesile olan kitaplar. Enişte, ablam söyledi ağzından şöyle bir söz çıkmış, ‘Hanım, nedense İbda mensubu iddiasındaki insanlar ülkücü ve Menzil’e bağlı arkadaşlarım kadar bana cazip gelmiyorlar.’Ne acı bir söz. Halbuki bir yere mensup olmanın hakikati olmalı. İnsan, mensup olduğu yerin bağlısı iken daireyi geniş tutarak diğer cemaat ve gruplarla diyalog içerisinde bulunmalı. İnsan, içe doğru derinleşirken dışa doğru açılarak bulunduğu yeri tahkim etmeli. Bu durum seni daha da üzüyormuş. Merhamet ve edep timsali Salih MİRZABEYOĞLUgibi bir insanın etrafındaki insanlara karşı menfî duygular içinde olman, ne manidar. Enişte, evinde bulundum ve bu bulunmalarda birçok İbda mensubu kişilerle tanışma fırsatı elde ettim. Doğrusu bu sözünü inan hiç yadırgamadım. Evinde tanıştığım, konuşmalarına kulak misafiri olduğum birçok kişi de bana oldukça iğreti gelmişti. Birçoğuna kanım ısınmamıştı. Enişte, insan bir şey severse bazen gözü kör olur. Sevdiği yerin zaaflarını ve eksikliklerini görmekte yetersiz kalır. Bu hüküm, bütün İslamcı camia için umumîleştirilebilir. Benim de kanaatim senle aynı. Evet, iyileriniz çok iyi; fakat birçoğunuz İbda davasını temsil etme makamından çok uzakta. Enişte, buna maalesef sen de dahilsin. Bunun sebebini çok düşündüm. Kendimce şöyle bir tespitte karar kıldım. Diyelim ki, bir yere mensup olmak için asgarî üç vasfa haiz olmak gerekirken, İbda mensubu olmak için en az on vasfı haiz olmak gerekiyor. Adam üç vasıftan ikisini bünyesinde tezahür ettiriyor ve bunun o hâli onda sırıtmıyor. Fakat İbda mensubu olmak kolay mı?On vasıftan üç vasfı bile donanmamış tipler meydanda dolaşıyor. Edep de yok, hem de en üst yere göz dikmiş. İşte bu yüzden, İbda mensubu insanlar çok iğreti tiplermiş gibi geliyor. Ağızlarında fosur fosur sigara, ellerinde bardak bardak çay, konuştukça konuşan ağzı laf yapan kişiler. Kumandanının, Kumandanımın, Kumandanımızın hiçbir hâl ve keyfiyetine malik olmayan insanlar. İçtiği sigara ve çay sayısından başka hiçbir şeyleri ona benzemeyen garip yaratıklar. Enişte, bunlar İbda davasına karşı hep engelleyici oldular. Sen sık sık dersin, “halkın aklı gözündedir”diye. İnsanlar size baktıkça, o büyük insanı da anlama ve okuma cehdinde bulunmadılar. Kumandanımızı dar bir yere adeta hapsettiler. Kim bilir, Kumandanımız hangi acılara gark olmuştur? Sakın Kumandanımızın bu dünyadan göçmesine bu tutum ve davranışlar da sebep olmuş olmasın? Sakın Rabb’im, bu iğrençliklere daha fazla şahitlik etmesin diye Kumandanımızı bizden kurtarmasın. Enişte, yürekten inanıyorum, bu büyük dava elbet yürüyecektir. Bu bayrak içinizdeki samimi, edepli ve kafa sahibi insanlarla birlikte Büyük Doğu-İbda külliyatının manasını anlayıp, yeni katılanlarla beraber mutlaka devam edecektir. Tabiî ki içinizdeki pisliklerden arınma şuuruyla. 

Enişte, ben, bazen de çocuklarım Facebook’ta İbda’ya mensubiyet iddiasındaki kişilerin küfürlü iğrenç yazılarına şahit oluyoruz. İsimlerinden birçoğu takma. Gerçek kimliklerini gizliyorlar. Zaten Facebook’ta birçok insan gerçek kimliği dışında. Seni bu hususta takdir ediyorum, bu iğrenç âlemden kendini uzak tutup, boş yere vakit harcamıyorsun. Kendini lider zanneden şahıs da bu alemde geziyor; gerçek kimliği olmadan, sahtesiyle. Enişte, ne kadar iğrenç insanlar başka kimlikte konuşuyor. Sen, sen olmaktan başka isimle bu alanda geziniyorsun. Tam münafıkça bir tutum. Korkak ve sinsiler. Gerçek kimlikleri dışında yılan gibi hareket ediyorlar. İnsanlar bu alemde münafıklaşıp alçaklaşıyor. İnsan niçin kendini gizler ki? Ya korkaktır, yahut sinsi. Enişte, çok yakından tanıdığım biri, daha doğrusu bir soytarı, yine İbda adına ona buna lâf yetiştirip, Kumandan’ı anlatıyor. Soytarı dediğim de soytarılara kurban olsun. Kumandan’dan hiçbir kitap okumamış, kulaktan duyduğu bilgilerle öttükçe ötüyor. Yine İbda mensubu iddiasındaki zavallı biri, saatlerce ona buna lâf yetiştirip, cihad ettiği sahte avuntusuyla vakit geçirip duruyor. Sadece dursa iyi; bir de bu yaptıklarını ballandıra ballandıra büyük iş yaptım kuruntusuyla bir başkasına anlatıyor.Kendi vaktini öldürmek bir yana, başkasının da vaktini çalıyor. Evet, bunlar içinizde olmamalı, silinip gitmeli, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmalı. Yoksa her biri ayak bağı. Bu tür insanlara tahammül edilmemeli.  

Enişte, Kumandan’ın bir sözü vardı, “Benim şiirim fikrimin gölgesinde kalmıştır.” Aslına bakarsak, Kumandan’ın bütün davası nefsanî ihtiras ve kütüklüklerimizin gölgesinde kaldı. Büyük Doğu-İbda davasının nihai hedefi “Başyücelik Devleti”ni kurmak değil miydi? Peki bu devleti kimler oluşturacaktı. Her biri birer ahlâk abidesi, Allah ve Resûlü aşkında erimiş, insanın arayıcı sahalarında çilekeş, eser sahibi insanlar. Allah aşkına, bu meclise girecek sizden kaç şahıs var?Kaç kişi eser sahibi oldu da okuduk, kıymet ve hükümde bulunduk. Ki sayfalarca safsata yapıp onu matbaaya bastırınca ortaya çıkan şey de kitab olmuyor elbet. Eser keyfiyetini haiz eser. Kumandan’dan en yakın yaşlardan size ve geriye doğru bir bir taradığımızda, bana en az üç isim sayar mısın? Boynunu büküyorsun. Herkes başkasına ‘okumak gerek’ diyor. Kendi okumuyor. Herkes ‘eser sahibi olunmalı’ diyor. Kimsede bu ahlâkîlik ve cesur davranış yok. Emin ol, Kumandan’ı, dediğim gibi belki de Rabb’im daha fazla bu ıstıraba katlanmasın diye ansızın aramızdan aldı. Enişte, Kumandan’ın vefatından sonra okumalarını ve yazmalarını artırdığının farkındayım. İki şiir kitabının yanına yeni şiir, hikaye ve eğitimle ilgili kitaplar yazacağına da canı gönülden inanıyorum. Dediğin gibi Kumandan’ın gölgesinde kendini adamdan sayma devri bitti. Vakit iş ve eserle görünme, doğru yerde, doğru tavırla hareket etme zamanı. Bütün temennim nice Kumandan sevdalıların büyük bir aşk ve vecd içerisinde hep beraber kervanı düzercesine yola koyulmaları. İbda davasındaki üç kağıtçı, engelleyici, sahte ve kütük tiplerin lâyık oldukları çöplüğe atılmaları.  

Enişte, Kumandanımız tarafından da ifade edilmiştir. Meâlen hatırlatacak olursam, en iyi kanunlar bile kötü insan elinde başarısız olabilirken; en kötü kanunlar, iyi insanlar elinde cemiyete huzur verici bir mahiyet arz edebilir. Son kertede bütün düğüm noktası insanda. Bizzat Kumandan, İbda hareketinin legal ve illegal tarzda birbirinden bağımsız hareket etmesini istemişti. Her iki hareketin mensupları birbirini inkâr yoluna gitmeyecekti. Bana kalırsa mükemmel bir hareket tarzı. Tarihte eşi ve benzeri olmayan bir yapılanma örneği. Birbirinden habersiz, herkesin ortaya koyduğu verimle gözükeceği, tembel ve çalışkanların belli olacağı bir hareket tarzı. Fakat bu hareket tarzı kimin nerde duracağını bilmemesinden, bulunduğu yerin hakkını layıkıyla doldurmaması dolayısıyla ideal hedeften oldukça uzakta kalmıştır. Teori ve pratik arasında derin uçurumlar doğmuştur. Cephe esprisinde herkes birbirine şevk ve heyecan verecekti.

Maalesef kitap okumaktan aciz tiplerle, mafya tipli kendini ‘Kumandan’ zanneden, çilekeş ve vefalı aileye hakaret etmeye cüret eden hainler eliyle hareket inkıtaya uğratılmaya çalışıldı.
Enişte, hatırlar mısın? İstanbul’a bir tatil yerine gitmiştik. 98-99’lu yıllar, bir büyüğümüzü davet etmiştik bize; dava, İbda ve Kumandan’ın misyonunu anlatsın diye. Yanımızda da misafirlerimiz vardı. Asıl hedef onları davaya kazandırmaktı. Ne yaptı o büyük dediğimiz şahıs gelince, kendi aralarındaki dedikoduları anlattı, kendi dışındaki grup ve oluşumları karaladı durdu. Oysa bizim duymak istediklerimiz bu değildi ki. Bunu yapmayın enişte; birçok genç var, susuz ve açlar. Onların yanık yüreklerini ancak Büyük Doğu-İbda ile doyurabilirsiniz. Emin olun bu kapıdan başka o insanların dertlerine merhem yok. Ruhsuz Vahhabiler ile Takiyyeci Şiilerin iç yüzü ortaya çıkmışken. Şucu, bucuların ne idüğü gözükmüşken, meydan sizin de içinde olduğunuz bağrı yanan Müslümanlara kaldı. Bu zaman ve mekân sürecindeki imkânı da değerlendiremezseniz, tarih bunun hesabını sizden sorar.

Enişte, dikkatimi çeken en önemli hususlardan (hastalıklardan) biri de cephe esprisinin anlaşılmaması. Zaten nefsanî hâl ve hareketlerin cezasız kaldığı, kendine alan bulduğu durumda ne yerli yerine oturur ki? Herkes kendi istidat ve mizacına göre hareket edecek ve cephelerin çalışmaları birbirine katalizör görevi görecekti. Bakıyorum, adam nefsini putlaştırmış, güya faaliyet yapıyor. Yaparken başka cephenin altını oyuyor. Adam bir mevzudan şahsiyet bulmuş, yanına gelen herkesi kendi mevzuuna yönlendirmeye çalışıyor. Arkadaş sen mühendissin, o adam iktisatçı veya psikoloji meraklısı. Niye o insanları o sahalara yönlendirmiyorsun? Kendini kalabalık gösterme adına mensubu olduğun davanın en temel vasfını çiğniyorsun. Enişte, daha söylenecek çok şeylerim var, lâkin şimdilik bu kadar yeter. Bir davamız varsa, bu dava uğruna samimi ve fedakâr olalım. Her yaptığımız hâl ve hareketi derin bir nefs muhasebesinden geçirelim. Bütün sahte oluş ve sahteliklerin zemin bulmasına mani olalım. Şimdiye kadar beni sükût içinde dinlediğin için teşekkür ederim. Bu kadar acı lokmadan sonra, biraz da serinletici kelâmla sözlerime son vereyim.

15 Temmuz
Bütün dünyaya kan kusturup, her yeri kan gölüne çeviren, mazlum halkların yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan eden, o halkları acı ve sefalete sürükleyen, kimliklerini yok ederek iliklerine kadar sömüren Amerika ve İsrail’in baş çektiği, onların yanında Almanya, İngiltere ve Fransa’nın, kısacası Yahudi-Hıristiyan deccal tayfasının arkasında olduğu, sınırları emperyalistlerce çizilmiş kukla Orta Doğu devletleri Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın da bunlarla hareket ettiği, kendini ‘Marksist’ olarak ifade eden TİKKO, THKPC ve PKK’nın Yahudi deccal tayfasının kucağında devlet rüyaları görerek destek verdiği, yine Pensilvanya’da bir çiftlikte Amerika-İsrail tarafından semirtilen, tarihin en büyük haini Fettoş domuzunun el verdiği düzene, 15 Temmuz’da, İBDA hareketinin mührünü vurduğu Anadolu insanı, büyük bir cesaret ve direnişle tarihin en büyük destanını yazarak, zafer kazanmıştır. Bu zafer, kırklı yılardan beri Anadolu insanına ihtilalci ve inkılapçı şuuru aşılayan, Büyük Doğu-İbda ruh ve anlayışıyla olmuştur. O gece bu ruh ve anlayışın yerinde, ‘Provokasyonlara gelmeyelim’, ‘Müslüman sokağa çıkmaz’ diyen mızmız tiplerin dediği olsaydı, maazallah hâlimiz nice olurdu? Halkını savaşa davet eden lider meydanda gözükmeseydi, mazlum ve mağdur halkaların yeri cezaevleri ve kölelik olmaz mıydı? İslam dünyası Anadolu merkezli şahlanışını bir daha elde edebilir miydi? O gece dört duvar arasında gaza getirilen halk ve vaazcı tipler yoktu. O gece fevc fevc meydana atılan Halil Kantarcılar vardı. Bir Batılının yıllar önce, “Türkiye’de zulme vesile olan her türlü çarpık anlayış var lakin halkı bu çarpık anlayıştan kurtarıcı ihtilalci şuur yok.” tesbitini berhava edici ihtilalci şuurun ta kendisi vardı. Bu ihtilalci ve inkılapçı şuur, nice zorluk ve işkencelerle yoğrulan bu hareket, nihayet eserini o gece görmeye muvaffak oldu. Evet, o gece, Büyük Doğu, Gölge, Akıncı Güç kadrosunun aşk ve vecdi vardı. Rabb’im, o gecenin şehitlerine rahmet yağdırsın. O şehitlerin şefaatlerine bizi nâil eylesin. Yolları yolumuz olsun. Rabb’im, Resûlüne ve kendisine sevdalı Üstad Necip Fazıl Kısakürek (k.s) ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan (k.s) razı olsun. 

Baran Dergisi 601. Sayı