Geçtiğimiz hafta, Afganistan’ın Kunduz vilayetine bağlı Deşt-i Arşi bölgesinde, hafızlık diploması alan çocuklar için tören düzenlenen medrese ve çevresindeki etkinlik alanı, Afganistan Hava Kuvvetlerine bağlı uçak ve helikopterler tarafından hedef alındı. Yapılan saldırıda, 101’i hafızlık diploması almak için orada bulunan çocuk olmak üzere 200’ün üzerinde Müslüman şehid oldu.

Gerçekleştirilen bu saldırının teferruatına geçmeden evvel şu hususa dikkat çekmek istiyoruz; Afganistan’da gerçekleşen saldırıların neticesinde ortaya çıkan bilançonun vahameti ne olursa olsun, global medya tarafından ısrarla görmezden geliniyor. Daha geçtiğimiz hafta Almanya’da yayaların üzerine araç sürülmesi bütün dünya bültenleri için bir numaralı haber olma özelliği taşırken, Afganistan’da 200 kişi ölmüş, yarısından çoğu çocukmuş, kimsenin umurunda değil. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi isimli meşhur varakanın yalnız Batılı milletleri, yalnız küfür milletini muhatab aldığını, buna karşılık başta İslâm milleti olmak üzere onlardan olmayan hiç kimsenin bu bildirinin muhatabı olmadığını da artık izah etmeye gerek yok. Her platformda sivil ölümlerinden bahseden Amerikan sözcülerinin, kendilerine Kunduz’daki katliam sorusu yöneltildiğinde, “Bu soruların muhatabı Afgan Hükümeti’dir.” şeklinde yaptıkları açıklama zaten ikiyüzlülüklerini resmetmeye yeter de artar bile.

Amerikalı Terör Limited Şirketleri
Amerika Birleşik Devletleri’nin, resmî zayiatı düşük tutmak ve işlenen savaş suçlarına karşı paravan olarak kullandığı bir yöntem, Amerikalı Özel Güvenlik şirketleridir. Bu şirketler, katliam ve işkencelerde etkin bir şekilde istihdam edilmektedir. “Terör örgütü” tabiri, dünya üzerinde belki de en çok bu şirketleri tarif etmeye uygundur. İnsanlıktan çıkmış, vahşetten zevk alan, sadist tiplerin toplanmasıyla kurulan ticarî ordulardır bunlar. Katliam, sistemli işkence, tecavüz, gasp, yağma gibi savaş suçu addedilebilecek ne kadar fiil varsa bu şirketlerin faaliyetlerinde görmek mümkündür. Bu şirketlerin ödemeleri de Amerika Birleşik Devletleri tarafından değil, Amerika’nın işgâl ettiği ülkelerde kurduğu parya hükümetler tarafından yapılmaktadır. Irak’ta meşhur olan “Black Water” isimli terör şirketini hepimiz hatırlıyoruz. Şimdilerdeyse bu şekilde faaliyet gösteren bir sürü Terör Limited Şirketi var. 
Bahsin Afganistan ile alâkasına dönecek olursak... Gerçekleşen saldırıda, uçak ve helikopterlerin pilot koltuklarında muhtemelen bu şirketlerden personelin oturduğunu, bu başıbozukların da Afgan hükümetini falan takmadığı bilinen gerçeklerden. 

Afganistan’da Barış Başka Bahara Kaldı
Afganistan’daki kukla yönetimin başında olan Eşref Gani hükümeti ile son dönemde Taliban arasında görüşmeler sürüyor, müzakere masasına doğru da çeşitli adımlar atılıyordu. Anlaşılan o ki, Amerika’nın kiralık katiller sürüsü, gerçekleştirdikleri katliam ile bu süreci akamete uğratmayı da hedeflediler.

Resmî olarak şirket ünvânı taşımıyor olması dışında bahsettiğimiz teröristlerle aynı çizgide faaliyet gösteren IŞİD’in de son zamanlarda Afganistan’daki Taliban üyelerini hedef alan saldırılarını sıklaştırması elbette bir rastlantı değil. 

Gerçekleşen saldırıdan sonra Afgan hükümeti Taliban’ı sivillere ateş açmakla suçlasa da, görgü tanıklarının ifâdeleri, hükümetin aksine, törenin başından beri tepede gezen uçakların bir süre sonra bombardımana başladığı ve daha sonra da insanların yoğunlaştığı kaçış güzergâhının yine uçak ve helikopterlerce vurularak büyük bir katliama sebeb olunduğu şeklinde.
Bu saldırı neticesinde Afganistan’da barış görüşmelerinin daha başlamadan sona erdiğini söyleyebiliriz. Hak ve halk düşmanı hakiki terör, yani Batılı terörü, nemalandığı kanın durmasına müsaade etmiyor...

Diğer taraftan bu terör şirketinin çalışanı teröristler, bu saldırı vesilesiyle bir taraftan kukla hükümete haddini bildiriyor, dışarıya da burada kimin efendi olduğunun mesajını vermiş oluyor.

Dr. Eymen El Zevâhirî’nin Ard Arda Yaptığı Açıklamalar
Mücahid Eymen El Zevâhirî, geçtiğimiz aylarda, Arab Baharı’nı “İslâm Baharı” olarak ele aldığı geniş bir değerlendirme serisi yayımladı. Bu açıklama dizisinin mahiyeti ve hattâ yapılabiliyor olması bile Amerikalıları çıldırtmaya yeter de artar bile. Taliban ve Zevahirî’nin mücahidleri karşısında çaresiz kalan, bizim evdeki çekmecenin içinde ne olduğunu bile bilirken, Zevahirî’yi Afganistan’ın bağrında bulmaktan yana aciz kalan Amerika, Medrese Saldırısını, sırf bu açıklamalar karşısındaki hıncıyla, intikam için bile yapmış olabilir. Çünkü biz biliyoruz ki, her Müslüman, tıpkı Firavun’un ülkesinde doğan çocuk Musâ Aleyhisselâm gibi Batı ve küfür hâkimiyeti için potansiyel tehdit olarak görülmektedir ve Müslüman çocuklarımızın öldürülmesinde onlar için hiç bir sakınca yoktur.

Binali Yıldırım
Bu saldırının hemen haftasında Afganistan’a resmî bir ziyaret gerçekleştiren ve çeşitli düzeylerde temaslarda bulunan Başbakan Binali Yıldırım’ın, gerçekleşen bu katliam hakkında tek kelime bile etmeden, bir de “Afganistan’da barış yakın” tarzı açıklamalar yapması kabul edilebilir gibi değil. Başbakan’ın ya dünyada cereyan eden hadiselerden haberi yok, yahut da o hadiselere bakıp değerlendirme yapabilecek bir kapasitesi... Türkiye’nin bugün izlediği dış politikanın temel prensibi “mazlum kim olursa olsun onun hakkını mümkün olan her platformda savunmak” üzerine bina edilmişken, Binali Yıldırım’ın Afganistan gezisi tam bir fecaat örneğidir.

Her hâl ve kârda Türkiye’de başkanlık sistemine geçilmesinin ne kadar isabetli bir karar olduğu da bir kez daha bu vesileyle görülmüş oluyor. 

Batı Dünyasının Tescilli İki Yüzlülüğü
Suriye’de, Doğu Guta’da Esad bilmem kaç yüzüncü kere sivillere kimyevî silahla saldırı düzenlemiş, Amerika da bundan pek rahatsızmış, müdahale edecekmiş...
Biz buradan soralım o vakit; nasıl öldürmek gerekiyor? Meselâ İsrail’in Filistinli sivilleri fosfor bombasıyla katletmesi, meşru mu? Irak’ta hâlen çocukların sakat bir şekilde doğumuna sebeb olan, Amerikan askerlerinin mühimmatlarındaki seyreltilmiş uranyum kullanılması, meşru mu? Yahut, uçaklardan sivillerin üzerine tonlarca bomba yağdırarak yapılan katliâm, meşru mu? Peki, yıllardır kullanılmıyor ama bir hidrojen bombasının sivillerin yerleşim bölgesine atılması, ne kadar meşru? Hangisinin daha meşru olduğunu söyleyin ki, mazlumun intikâmını alma vakti geldiğinde, biz de sizin meşru yöntemlerinizle intikamımızı alalım. 

Batılı liderlerin fıtratını meydana getiren sahtekârlık ve ikiyüzlülükleri de dünya nizâmın yıkılmasındaki başlıca faktörler arasındaki yerini şimdiden almıştır.

Ya Bundan Sonra
Uzun uzadıya Batı’nın iki yüzlülüğünü ve Birleşmiş Milletlerin “Domuzlar Diktatoryası” olmaktan öte bir mahiyeti olmadığını izah etmeye lüzum yok. Herkes, her şeyi görüyor. 

Amerika Birleşik Devletleri hükümeti ve bürokrasisinde meydana gelen değişiklikler bize gösteriyor ki, Amerika, tarihinde hiç olmadığı kadar Yahudi güdümündeki bir devlet hâline gelmiş bulunmaktadır. Son olarak Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un istifâsı ve bundan sonra Amerikan dış politikasında meydana gelen değişim de bize bunu göstermektedir. 

Suriye’de yaşanan savaşı da yalnızca Suriyelilerin savaşı olarak ele alan büyük bir yanlışa düşer. Beyt-ül Makdis’in hemen eteklerinde cereyan eden savaş, daha uzun yıllar sürecek ve muhtemeldir ki Haçlı saldırılarının da son halkası olarak tarihe geçecektir. Büyük savaş artık kapımızda değil, içeride. 

Yahudi’nin Arz-ı Mevud için hesab ettiği vakte kalan süre gün geçtikçe daralıyor ve bu sebeble de Arab Baharı’nın başından beri saklandığı mevziden başını çıkartmakta artık bir beis görmüyor. 

Müslüman olarak biz elbette ki savaş istemeyiz; fakat savaş çıkartmakta ısrar edenlerle savaşmakta da tereddüt etmeyiz. Batı hâkimiyetinin çöküşünden kaynaklı çatırtılar artık dünyanın her bir yanından işitilirken, son büyük hesablaşma da beklendiği yerde başlamış bulunuyor. 

Buradan şu hususu da hatırlatmakta fayda var, hesablaşma, Batılı ordular pes edip evlerine döndüklerinde değil, senelerdir işledikleri cürmün bedelini her nerede olurlarsa olsunlar ayniyle ödedikleri zaman sona erecektir.

Baran Dergisi 587. Sayı