Liderin fikir ve şahsiyetini bilmek olayları değerlendirirken lüzumludur. Bu açıdan bir devre damgasını vuran ve halen Batılılaşma tartışmalarına fidelik eden M. Kemal’i de iyi bilmemiz gerekir. M. Kemal’in nefsî zaafları üzerinde değil, düşünce yapısı ve onu güden saikler üzerinde duracağız.

M. Kemal bir İttihatçı idi. Kendisi İttihat ve Terakki’den ayrıldığını hiçbir zaman söylemedi. Ancak İttihat ve Terakki’nin üst kadrosuna ve bilhassa Enver’e muhalif idi. Sebebi ise ideolojik değil, daha çok askerî ve ikbal yolları amaçlı idi. Yani yükselme hırsını herkesin kabul ettiği M. Kemal, iyi bir asker olması yanında hırslı biriyidi ve en üst noktayı hedefleyecek kadar muhteris idi. Gerekirse padişah ve halife de olurdu. Kâzım Karabekir anılarında bu hususu tesbit etmiştir.(1) Çanakkale’de Anafartalar ve Arıburun cephelerinde askerliğini kanıtlamış ve yükselmesi önünde engel gördüğü İttihat liderlerine bilhassa Enver’e diş bilemiş idi. M. Kemal için baş olmak mühim idi, bu Ankara’da olabilir, İstanbul’da da olabilirdi. 

M. Kemal’in teşkilatçılığı ve komitacılığı yanında adam kullanmayı da iyi bildiğini söyleyelim. Önce dinî söylemlere başvurması yanında K. Karabekir, A. F. Cebesoy, Rauf Orbay gibi İttihatçı paşaları da kullanmasını bilir. Bu paşalar Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurunca da üzerlerinde yükseldiği o arkadaşlarını en şiddetli şekilde tasfiye eder. Onların Millî Mücadele’deki katkılarını görmezden gelir ve “tek adam”lığını ilan eder. Millî Mücadele’nin mimarları olan Kut’ul Amare kahramanı ve Millî Mücadele’de I. Ordu Komutanı Sakallı Nureddin Paşa ve Mersinli Cemal Paşa gibi zevatı da İslâmî kimliğinden dolayı tasfiye eder. Etrafında kurduğu bir çete ile muhaliflerini susturur. Bu hususta her taktiği (legal-illegal) uygular.

Kısaca özetlersek; M. Kemal, İttihatçı gelenekten gelen “parti içi” bir muhalifti. Yani İttihatçı zihniyeti taşıyan bir Osmanlı Paşası, bir askerdi. Hırslı ve iktidarı seven biri. Bu mevzuda Atatürk hakkında “Tek Adam” kitabını yazan Şevket Süreyya Aydemir’den şunu nakledelim:“Talât Paşa ve Dr. Nâzım, İttihat ve Terakki genel merkezinde bir gün tam bu işi konuşurken Enver Paşa içeri girer. Talât sözünü esirgemez. Neyi konuştuklarını ve bu işin artık yapılmasını Enver Paşa’ya bir daha hatırlatır. Enver Paşa’nın cevabı şudur: Mustafa Kemal’in mirlivalığa (tuğgeneral) terfi iradesi cebîmdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız bununla da yetinmez, padişahlık ister! 

Mustafa Kemal’e Enver Paşanın bu sözlerini naklettikleri zaman cevabı şu olmuştur: 
‘Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim…’”(2)

Atatürk, Enver Paşa’yı hem kıskanmış hem de onun gibi olmaya çalışmıştır. Erik Jan Zürcher, “Mustafa Kemal’de ‘Enver kompleksi’ olduğu anılarından bellidir. Bu belki de beklenebilir bir şeydir”(3) der. M. Kemal’in İttihat ve Terakki içindeki yerini de inceleyen Zürcher, M. Kemal’in İttihat ve Terakki’ye sonradan muhalefet etmesine rağmen Cemal grubuna mensup olduğunu ya da en azından ona yakınlık duyduğunu söyler.(4) Zürcher söz konusu eserinde Cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili belgelere ulaşılamadığını, M. Kemal hakkındaki biyografilerin tek yanlı olduğunu ve Avrupa’da da bunun tekrar edildiğini bir araştırmacı olarak söyler. Batılı tarihçiler ve biyografi yazarlarının “Ortodoks Kemalist görüşleri” aynen kullanmasını da örnekler vererek eleştirir. Ona göre Marksist tarihçiler de Kemalist bakışa dâhildir.(5)

Batılıların Atatürk’ü ve devrimlerini yüceltmelerinin sebebi kendi eserlerini koruma ve halen Türkiye üzerinde siyasî emel taşımalarıdır. Bu yandaş bakış açısı Bernard Lewis’in eserlerinde çok belirgindir. Zürcher, müstakil bir makalesinde, Lewis’in “Modern Türkiye’nin Doğuşu” eserini devlet elitinin bakışına göre yazdığı için eleştirir.(6)

Dünya görüşü tarih yazımında ister istemez etkileyici olur. Bir de masabaşı tamamen düzmece tarih yazımı var ki o da Kemalist tarih yazımına denk geliyor. Zürcher’in “Ortodoks Kemalist tarih yazıcılığı” dediği durum. M. Kemal’in, doyumsuz biri olduğu ve iktidar hırsı taşıdığı söylenebilir. Keza bu husus Fevzi Çakmak, M. Kemal’i muhteris birisi olarak nitelemiştir.(7) Paşa’nın M. Kemal hakkında Sultan Vahdettin’e verdiği raporda da söz konusudur.(8) Mensubu olduğu İttihat ve Terakki Partisi’nde yükselmesine engel önemli liderler olduğu için muhalif pozisyona geçtiğini, fakat yine de onlardan iyi muamele gördüğünü belirtelim. Zira M. Kemal’in muhalif tavrına rağmen ona ceza verilip partiden uzaklaştırılmaz.

M. Kemal’in şahsiyetini nazarı dikkate aldığımızda onun yükselmek için her fırsatı değerlendirebileceğini söyleyebiliriz. Keza İstanbul’da sağlam bir koltuk peşinde gezdiğini (saraya damat olma hevesi dâhil) Anadolu’ya gitmekte önce ayak dirediğini biliyoruz. Ve kendi hırsına istikbal gördüğü için Anadolu’ya geçtiğini de ilave edebiliriz. Hırsının vatan duygusundan önde olduğunu söylüyorum. Olayların akışı ve işlerin neticesi bunu doğruluyor. M. Kemal mütareke yıllarında İstanbul’da beklerken Pera Palas’ta İngiliz gazeteci G. Ward Price aracılığıyla Anadolu’da İngiliz sömürge valisi olabileceği teklifinde bulunmuştur.(9) Enver Paşa’nın Panislamist fikirlerinden ve yurtdışında sürdürdüğü faaliyetlerden çekinen İngilizler için M. Kemal’in Enver muhalifliği ve İngilizlere yakınlığı da onun tercih edilmesinin sebeblerindendir.

M. Kemal Paşa, İngilizlerin hilafet ve şeriatın kaldırılması emelleriyle de paralel düşerek, başına geçtiği Millî Mücadele hareketi ile siyasî hadiseleri lehine çevirerek liderliğini pekiştirmiştir. İngilizler de M. Kemal’in bu hırsını kendi lehlerine kullanmışlar, adeta bir taşla iki kuş vurmuşlardır. Zira İngilizler Anadolu’ya laikliği getirmeye ve hilafeti kaldırmağa kalksalar bu sonu gelmez bir isyan doğuracaktı ve İngiltere’nin öbür sömürgelerindeki bilhassa Hindistan’daki Müslümanların da tepkisi onların başını ağrıtacak bir husus idi. Çünkü dünyanın en fazla Müslüman nüfusa sahip devleti İngiltere idi. M. Kemal İngilizlerin tarihî emelleri için biçilmiş bir kaftan idi.

Necip Fazıl’ın kaleme aldığı ve Atatürk’ü Koruma Kanunu’ndan dolayı yurtdışında Arapça olarak basılan “Put Adam” kitabında geçen iddialara göre M. Kemal, İngiliz komutan Allenby ile Filistin’de gizlice anlaşmış, Allenby galibiyetin ardından geldiği İstanbul’da M. Kemal’in Musul’a komutan tayinini istemiştir. M. Kemal Erzurum’da İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un kardeşi Rawlinson’la çok özel görüşmeler yapmıştır.(10)

Muhtemelen Allenby’nin M. Kemal ile yaptığı görüşme Türkiye’nin İngiliz himayesine girmesi ihtimali minvalindeydi ve Allenby’nin Musul’a M. Kemal’i komutan tayin ettirmek istemesi, stratejik olarak mühim bir noktada anlaşabilecekleri bir adamı görmek istemelerindendi. 

Sübjektif gibi görülen bu ve benzeri olaylar üstüste getirilip, M. Kemal’in şahsiyeti ve yaptıkları ile birleşince objektifliği doğru varır.

Atatürk’ün siyasî bakışını ifade eden Nutuk üzerinde duralım. Atatürk’ün muhaliflerini karaladığı ve kendisini öne çıkardığı, 7-8 saatlik bir parti konuşması olan Nutuk, bir fikir veya tarih kitabı olmadığı gibi esasen bir parti programı bile değildir. Aslında Nutuk bir kitap amacıyla kaleme alınmamıştır ve asker olan Atatürk’ün kitap yazacak bir kültürel altyapısı da yoktur. 
Zürcher’in Nutuk hakkındaki şu tesbitleri yerindedir:

“Mustafa Kemal eski çalışma arkadaşlarını gözden düşürmeye çalışırken, onları baştan sona tereddüt içerisinde, yeteneksiz ve hain olarak sunar ve kendisini ise hareketi başından itibaren yöneten kişi olarak tanımlar. Nutuk’ta, M. Kemal’in Mayıs 1919’da Anadolu’ya varışıyla başlanıp, ulusal direniş hareketinin önceki aşamasının gözardı edilmesi anlamlıdır. Nutuk, tarihsel gerçeği açıkça başkalaştırarak bağımsızlık mücadelesini Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalarını muhafaza etme mücadelesi olarak değil, yeni bir Türk devleti kurma hareketi olarak sunar.”(11)
Zürcher Nutuk’ta yapılan çarpıtmaları üç ana başlıkta toplar:

Birincisi: Millî Mücadele, M. Kemal’in iddia ettiği gibi Samsun’a çıkışıyla başlamamıştır. Atatürk katıldığında direniş altı aydır devam etmekteydi. Atatürk onları gaspçı olarak niteler ama gerçekte kendisi onların kurdukları teşkilatları yavaş yavaş kendi eline geçirir. İkincisi: Atatürk bağımsızlık hareketini yeni bir Türk devleti doğrultusunda bilinçli bir hareket olarak sunar, ancak böyle bir şey yoktur. Hareket üyelerinin büyük bir çoğunluğu şüphesiz Allah, padişah ve vatan için çarpıştıklarını düşünüyorlardı. İçkerya’daki son zafer ertesinde dağıtılan savaş madalyalarının Osmanlı madalyası olması ve tüm Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara’da padişahın doğum gününün kutlanması da bunu göstermektedir. Üçüncüsü: CHP sanki 1919’da kurulmuş gibi gösterilerek Millî Mücadele ona mal edilir ve Millî Mücadele’nin maddî veya maddî olmayan her türlü varlığı ona devredilir. Partiden ayrılan İstiklâl Savaşı liderleri de haksız bir şekilde komplocu ve vatan düşmanı olarak ilan edilir.(12) 

M. Kemal’in inanç dünyasını inceleyelim. M. Kemal kanaatimce ateist biri ve inançsızlığında samimi. Yani günümüz laikleri gibi “hem Müslüman’ım, hem laikim” diyen biri değil. İngiliz kadın yazar G. Ellison’a (Turkey Today, s.24) şöyle demiş: “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.”(13)Mustafa Kemal’in Kuran’ı Kerim’e “Arapoğulların yaveleri”(14) demesi yanında, ekibiyle beraber “din ve ahlak inancını kaldırmalıyız”görüşünde olduğunu Kazım Karabekir naklediyor.(15)

Mete Tunçay, Mustafa Kemal Paşa’nın ateist (Tanrıtanımaz) eğilimler duymuş bulunmakla birlikte deist (Yaradancı) olduğunu söyler. 18. yüzyıl Aydınlanma Çağına ve 19. yüzyıl pozitivizmine uygun bir tür “akılcı dinbilim” ve “doğal din” inancı vardır der ve İslâm’ı da “aklî ve tabiî din” çizgisinde yeniden yorumladığını söyler.(16) Bu tesbitlere pek katılmıyorum. M. Kemal öyle ince muhasebeler ve derin tahliller yapacak çapta biri değildir. Devrimlerden de anlaşıldığı üzere satıhçı ve inkârcıdır. Tüm İttihatçılarda görülen özellik, satıhçı ve komitacı olmalarıdır. Şunu ifade edelim ki, Peygamberi tanımadığı için, İslâm karşısında deistlik ile ateistliğin bir farkı yoktur. Bizce, esasen ateist olan M. Kemal’in eğer doğru ise deistliği, Batıdan gelme ulus devlet formülasyonu için bir araç hükmündedir. Onun için Tanrıtanımaz pozitivist de diyebiliriz. Cumhuriyet döneminde dinin yerine ikame edilmek istenen bilim anlayışı da bu çerçevededir. M. Kemal için ateist (Tanrıtanımaz) mânâsına gelen natüralist ve determinist diyenler de vardır.(17)

M. Kemal’in Cumhuriyet ilanına kadar siyasî çizgisi zikzaklarla doludur. Onda istikrarlı olan tek şey hırsıdır. Önce saraya yanaşıp damat olmak istemiş, sonra Harbiye Nazırlığını almak istemiş, bu tavrı Şişli muhitlerinde alay konusu olmuş. Anadolu’daki mücadeleye önce soğuk bakmış, sonra ikna edilmiş. Bir ara Bolşeviklere yanaşmış ve en sonunda kendisinin başında olacağı bir Cumhuriyet karşılığında Lozan’da İngilizlerle anlaşıp, hızlı bir şekilde inkılâpları yapmış. Karabekir Paşa’ya göre, bir ara hilâfet ve saltanatı kendi uhdesine almaya da niyet etmiş.(18)
M. Kemal Paşa’nın gözü kara ve komitacı (teşkilatçı) olduğu kesin. Adam kullanmayı ve zamanlamayı çok iyi biliyor. Oldu bitti ile iş yapıyor. Anadolu ahalisinin savaştan kırılmasını da fırsata çevirerek, toplumla taban tabana zıt devrimler yapıyor, Millî Mücadele kahramanlarını da insafsızca harcıyor ve “tek adam”a ayarlı bir tarih yazıyor. Hâlâ da bundan tam kurtulabilmiş değiliz, çünkü dünyada emsali olmayan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Yasası bizde var. Birçok akademisyen ise kanunların zoru ve devlete yaslanmanın rahatlığı ile ve Batı hayat tarzına alışmanın verdiği kolaylıkla tarihî ve ilmî hakikatlere kıyılmasına sesini çıkarmıyor. Aydın ve entelektüel tavrı ise gerçekler için risk almayı gerektirir.

Falih Rıfkı Atay Çankaya eserinde Atatürk’ün “metod”u olarak şöyle diyor: “Atatürk’ün askerlikte ve inkılâpçılıkta başarı sırlarından birincisi tam zamanını beklemek, ikincisi fırsat kaçırmamaktı. İlk defa Erzurum’a gittiği vakit halka mukaddes saltanat ve hilâfet makamlarını yabancıların baskısı altından kurtarmayı başlıca hedef arasında göstermişti. İnkılâpçılık davalarından hiçbirini zafere kadar kimseye sezdirmemişti.(19)

M. Kemal’in kafasında tutarlı bir dünya görüşü vs. yoktur. Zaten askerdir ve fikrî bir çabaya malik değildir. Parti konuşmalarından ibaret siyasî bir kitap olan Nutuk’tan da ideolojik seviyesini anlamak mümkündür. Yanında mütefekkir ve büyük sanatçı da yoktur. Bunun için hukuk, eğitim vs. birçok şey çilesi çekilmeden Batıdan kopya ile alınmıştır. Tanımlama kolaylığı olarak “Kemalizm” dense bile bir Kemalist ideolojiden bahsedilemez. 

M. Kemal, kültürel olarak İngilizler ile işbirliği ederken, tek adamlığı gereği, Musul gibi meselelerde onlara karşı durmuş ve güç bulsa çatışacak olduğunu da belirtelim. Kısaca M. Kemal, ruhî ve ahlakî temellerden yoksun olarak Batı Medeniyetini körü körüne taklit ederek bir ulus yaratmaya kalkışmıştır. Batı’nın “ulus devlet” projesine uyumlu bir devlet kurmuştur.
Mürekkep yalamış ve işin kültür şartının farkına varmış olmasına rağmen Atatürkçü olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir gün Atatürk’e şöyle demiş: “Paşam, bu her bakımdan inkılap partisidir. İnkılap partisi ise bir ideolojiye, bir doktrine dayanmaksızın yürüyemez.” Atatürk ise şöyle cevap vermiş: “O zaman donar kalırız”(20) Atatürk’ün ideolojik meselelerin idrakinden aciz olduğu görülüyor. Karaosmanoğlu ise taptığı lideri temize çıkarıcı bir yorumla Atatürk’ün fikirsizliğinin üstünü örter. “Atatürk’ün hür iradesini demir kafeslere hapsetmek istemediği ve daha ileriye gitmek istediğinden” dem vurur.(21)

Sonuç ve değerlendirme olarak şunları söylemek istiyoruz:

M. Kemal bir düşünce adamı olmadığı gibi umumî kültürü de zayıftır. Askerdir ve pratiktir. Ordunun politikaya karışmasından dolayı asker ocağında politikayla ilgili olmuştur. Yıkmayı bilir ama yapmaya dair bir fikri, bir düşünce sistemi olmadığı için Batı’dan kopya seviyesinde devrimler yapmıştır. “Gardırop devrimleri” denilen husus.

M. Kemal’in halk adamı olma diye bir kaygısı yoktur. Halk tarafından seçilen biri de değildir. Onun tepeden inmeci tavrı çok iticidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okunun üçü Fransız devriminden, üçü Sovyet devriminden alınmıştır. Yerli ve millî bir şey yoktur, halkın değerlerinden bir şey yoktur. Ancak CHP’nin altı oku arasında, “halkçılık” diye bir madde vardır. Ancak halk devamlı aşağı görülür. Bu husus “Cumhuriyet” maddesinin cumhurla ilgisi olmadığı gibi bir şeydir. Aralarında laiklik maddesi de olan partinin altı oku 1937 yılında Anayasa maddesi hâline getirilmiştir. Ancak halka sorulmamıştır. Kendisi diktatörlüğü bilinçli olarak tercih etmiştir. Onun diktatörlüğü askerî kişiliğiyle ve hırsıyla uyuşan bir husustur. Bir de Müslüman halkı ve İslâmî değerleri “geri”, Batı’yı ise “ileri” görmesi bunda âmildir. 

M. Kemal’in temel hak ve hürriyetler diye bir davası olmamıştır. Hak ve adalete saygısı da yoktur. Siyasette tam bir Makyavelisttir. Babasını bile tanımaz. Gerçi babasının kimliği şüphelidir ve nesebi hakkında kuvvetli şüpheler vardır. Yahudilerin yoğun yaşadığı Selanik doğumlu olup kendisi hakkında da değişik iddialar vardır. Sefahate düşkünlüğü ise meşhurdur. İçki sofralarında devleti yönetmiştir. Her ne kadar çalışmamızda şahsiyetini ele alsak da fikrî ve ilmî bir seviye gözettiğimiz için sefahat hayatına girmiyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki, yaşayışıyla örnek bir lider değil idi ve 58 yaşında içkiye bağımlı siroz hastalığından ölmüştür. Cumhuriyet devrimlerini gençliğe ısmarlamıştır ama hiçbir aile çocuğuna onun yaşayışını emsal göstermez. 

Kemalizmden anlaşılan ise körü körüne Batı’ya bağlılık ve Batı hayat tarzını benimsemek olmuştur. Batının Türkiye üzerinde birçok oyununa rağmen Kemalistlerdeki Batı hayranlığı laikliğe din gibi inanmaları ve İslâm nefretinden kaynaklıdır. Devrimlerin hiçbir orijinal fikir yönü olmadığı için Kemalizm daha çok şekilde kalmış ve içki, dans, balo, Batı müziği dinleme ve onlar gibi eğlenme tarzında anlaşılmış, maymunvarî taklid seviyesini aşamamıştır. Kendi ilkel hallerine bakmadan “gerici” diye İslâm’a ve Müslümanlara saldırmaktan da geri kalmamışlar ve böylece Cumhuriyet ilkelerinin zaaflarını örtmeye kalkışmışlardır. Yürüyemeyen rejimlerini ise sık sık askerî darbelerle  (1960, 1971, 1980, 1997) ayakta tutmaya çalışmışlar, Batı ve ABD’den de destek almışlardır. Ancak Müslüman ahali tarafından mesele Batı saldırısı olarak görülmüş ve 1950’den itibaren İslâmî gelenekten gelen partiler iktidara taşınmıştır.

Netice olarak; Mustafa Kemal’in, İttihatçı zihniyette ve karakterde olduğunu, yükseliş sebebimizin İslâm olduğunu unutup, başta din sınıfında meydana gelen bozulmadan yola çıkarak, çöküşümüzün sebebini İslâm’a bağladığını ve bir ideoloji-sistem getirmeyip, her şeyiyle Batıyı taklid edersek kurtulacağımıza inanan, tarihi şartların da yardım ettiği teşkilatçı, ihtiraslı ve teşebbüsçü biri olduğunu söyleyelim. 

Kemalist devrimler, bazı miadını doldurmuş müesseseleri ortadan kaldırmış ve Batı kültürünü içimize kadar sokarak onlarla hesaplaşmak için daha iyi zemin hazırlamıştır. Ancak Batı değerlerine gönüllü teslim olmuş bir kitle de doğurmuştur ve bu topraklarda İslâm-Batı çatışması hâlen sürmektedir. Kendi kültürünü, ahlâkını terketmek, İslâm’ı ve Osmanlı’yı inkâr etmek bu çatışmanın sebeblerindendir. Kemalizm’in en buğz edilecek tarafı ise, “Batı’yı bile anlamamış olmalarında olduğu gibi, idrakleri iğdiş etmeleridir.

Kapitalist yoldan sanayileşme zorunda olmadığımız gibi, yenilenmek manasındaki modernleşmeyi de Batılılaşarak sağlamak zorunda değiliz. Batı medeniyetine üstün çıkmak ve bir milletin yeniden yükselmesi için İslâmlaşmak zorundayız. Ancak her örgüsü tezatsız bir ideoloji ile bir nizam kurulur, aynı hedefe doğru yürünür, yücelme ve yükselme sağlanır. Bu ise sistemli bir dünya görüşü ve cemiyet modeli olan BD-İBDA İslâm’a muhatap anlayışının bize özgü teklifi olan Başyücelik Devlet modelidir.Zira ideolojik bir temeli/izahı olmayan bir devlet ve nizam kurulamaz.
 
Kaynaklar:
1-Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 47-48.
2-Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, (YAYINEVİ YOK) İstanbul, 1999. Birinci Cilt, s. 260 .
3-Erik Jan Zürcher, Millî Mücadelede İttihatçılık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 80.
4-Zürcher, a.g.e., s. 89-107.
5-Zürcher, a.g.e., s. 56-58.
6-Erik Jan Zürcher, Savaş Devrim ve Uluslaşma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 81-99.
7- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2011, s. 258.
8-Necip Fazıl Kısakürek, Vatan Dostu Sultan Vahidüddin, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2012, s. 162.
9-Erik Jan Zürcher, Millî Mücadelede İttihatçılık, Tercüme: Nüzhet Salihoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 163.
10-Zabıt-ı Türkî Sabık, er-Reculü’s-Sanem, Tercüme: Abdullah Abdurrahman, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1982, s. 98-115-148.
11-Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 11-12.
12-Erik Jan Zürcher, Savaş Devrim ve Uluslaşma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 11-12.
13-Andrew Mango, Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 447.
14-Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınları, İstanbul, 1994, s.98.
15-Mumcu, a.g.e., s.86.
16-Mete Tunçay, Eleştirel Tarih Yazıları, Liberte Yayınları, Ankara, 2005, s. 209.
Bkz. M.Kemal’in ateist olup olmadığı hakkında Mete Tunçay’ın Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması eserinin (Yurt Yayınları, Ankara, 1981) s.213 ve 219-221de 5, 17, 18, 19 nolu dipnotları zengindir.
17-Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Cilt.5, Eser Matbaası, İstanbul, 1977, s.1673
18-Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası-İnkılap Hareketlerimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 2000, s. 200-204.
19-Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2011, s. 258.
20-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 143.
21-Karaosmanoğlu, a.g.e., s. 144.

Baran Dergisi 603. Sayı

02.08.2018