Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk baskısı 1996 yılında yayınlanan “Yağmurcu-Gerçekliğin Peşinde” isimli eserinin ikinci baskısı geçtiğimiz günlerde çıktı. Kitab, ismini, Carl Gustave Jung’un Çin’de yaşayan arkadaşından naklettiği bir “Yağmurcu” hadisesinden alıyor. Eserde, akıl ve mantıkla açıklanamayan ve Batılıların “Parapsikolojik” olarak adlandırdığı hadiseleri örneklendirerek, bunların İslâm tasavvufu ve tefekkürü zaviyesinden “hakikatini” ortaya koyuyor. Bu tür “mistik-sırra dair” hadiselerin (Batı’da bile çoktan aşılmış olan fakat bizdeki “kuru akılcı”ların hâlâ kumda oynadığı) olabilirliği üzerinden, hem insandaki “din ihtiyacının” merkezî rolünü, hem de insan ruhunun derinliklerinde olan bitenlerin hakikatini işaretliyor. Kuru akılcılığın, önünde apışıp kaldığı bu tür olağanüstülüklerin mânâsını, yine İslâm aklıyla-selim akılla ortaya koyuyor Mirzabeyoğlu. Böylece “ruhçuluğun hakikati”ni de…

Akıl ve mantıkla açıklanamayan “olağanüstü hâller” deyince, elbette “keramet ve istidraç” bahislerini de davet ediyor bu mesele. Bilindiği üzere Allah dostlarından sadır olan olağanüstü hâllere “keramet” deniyor. Salih Mirzabeyoğlu, bu konuyu; “Velilerde tecelli eden kerâmetler, bağlı oldukları Nebilerin tasarrufundadır; bu yüzden iradesi Allah’ın iradesi olmuş velilerde tecelli eden kerametler, onların şahsî isteği ve ihtiyarı ile olmuş değildir… ” şeklinde açıklar. Malûm olduğu üzere Allah dostları “keramet”e değil istikamete kıymet verirler. İstidraç, “sahte keramet” olarak adlandırılır ki, Mirzabeyoğlu “keramet ve istidraç” arasındaki farkı da şu şekilde açıklar: “Biri Allah’a ve Allah’ta seyr istikametinde tecelli eden bir harika, diğeri tümevarımın zafiyeti ile malûl ve kendi kendinden ibaret hiçlik mesabesinde bir hüner…”

İslâmcı geçinen “kuru akılcıların” İslâm Tasavvufu’nu reddindeki sahtelik de, “istidraç” nevinden bir olağanüstülük olsa gerek. Nitekim onlar, “olağanüstü” hâllere, hatta Resul’den sadır olan mucizelere burun kıvırıp, yan gözle bakarken, Batı’da veya Doğu’da “istidraç” nevinden meydana gelen olağanüstü hadiselere bir “Müslüman”(!) olarak yapacakları açıklama nedir? Öyle ya Müslüman çağından sorumludur, “halife”dir ya?

Yukarıda bahsini ettiğimiz “Yağmurcu” hadisesi şöyle anlatılıyor eserde:
- “Kiautschau bölgesinde korkunç bir kuraklık oluyor ve yöre halkı umutsuzluk içinde… Katolikler, Protestanlar, yağmur için dua ediyorlar, Çinliler kutsal ateş yakıyorlar… Fakat hiçbiri işe yaramıyor… O zaman “Yöre Konseyi”, iç bölgelerden, Schantung’dan bir uzman, bir YAĞMURCU getirtmeye karar veriyor…

Kendisini şehir kapısında karşılamaya geliyorlar ve soruyorlar:
- “Sizin için ne yapabiliriz? Arzunuz nedir?”
- “Şehir dışında küçük bir ev verin ve beni rahatsız etmeyin!”
Yağmurcu, küçük bir bahçeyle çevrili evine çekilip üç gün ortalıkta gözükmüyor… Dördüncü günün sabahı lâpa lâpa kar yağmaya başlıyor; bu mevsimde kar, en iyimser umutları bile aşan bir hâdise… Halk büyük bir coşku ile sokaklarda bağırıyor:
- “Yağmurcunun işi bu, yamurcunun işi!”

Şehirden geçen arkadaşım, bu adamı görmeye gidiyor ve kendisine bunu nasıl becerdiğini soruyor… Çinli, büyük bir tevazu içinde cevap veriyor:
- “Oh! Bunu çok kolay açıklayabilirim. Ben Schantung’tan geliyorum; orada yağmur düzenli yağar, her şey düzenlidir, bu sebeple ben de düzen içindeydim. Kuraklığın hüküm sürdüğü Kiatschau’ya geldim, burada herşey düzensizdi, benim de düzenim bozuldu. Bu sebeple, sakin kalabileceğim ve DERİN DÜŞÜNCEYE DALABİLECEĞİM bir ev istedim. Üç gün-üç gece kendi kendime çalıştım ve eksik olan düzen yeniden kuruldu; kurulunca da yağmur yağmaya başladı!”

İslâm’a, yani ruhçuluğun hakikatine karşı olanlar, misâl Batılı bir ilim adamından gelince hemen mayışıyorlar. “Ah ne harikulade!” “Allahsız ruhçuluk” onlara daha “hoş” geliyor. Çünkü “İslâm’ın tekliflerinden nefs hoşlanmaz”.

Ancak İslâm’a değil de “ruhçuluğuna” karşı olanlar (nasıl oluyorsa), Batı’dan veya Doğu’dan bu tür olağanüstülükleri “kuru” akılları ile nasıl izah ediyorlar acaba? Öyle ya “miraç mucizesini” bile türlü çeşit açıklamalarla akla uygun hale getirmeye uğraşanların, ona nisbetle bu “alelâde” hadiseler karşısında söyleyecekleri ne var?

Şöyle yazar Mirzabeyoğlu:
- “Batı’da Psikolojinin üç büyüklerinden biri ve hattâ en büyüğü olarak karşılanan C.G. Jung, uzun süre Çin’de yaşamış bir arkadaşından naklen anlatıyor” kaydıyla, “Yağmurcu” vakıasını vermiştik… Kâfirin de zıddından ruhçuluğun hakikatine bağlılığını gösteren bu güzel misâl, aynı zamanda düpedüz basitliği temsil eden maddecilere karşı, her işin ruhta olup bittiğini göstermesi bakımından ne kadar mânâlı!

Her şeyi bir iç âlem düzeni peşindeki tertip gayesine bağlı bilen ve bunun hakikatini temsil eden biz, kaba maddeciliğe karşı, zıddımızı temsil eden bir ruhçuluktan misâl veriyoruz ki, İslâm’a karşı olanların birbirlerini görebilmeleri için ayrıca mühim!

Olur olmaz “gerçekçi, gerçekçi değil” klişesini geveleyen dört köşe kafalar, kendi anlayışları içinde de anlaşılabilecek gerçeklerin buudlarını anlasınlar: Söz konusu hâdise, belirli saatlerde belirli şeyler yapmaya, meselâ belli saatte saatin ziliyle uyanmaya alışmış bir adamın, zil çalmasa da o saatte uyanmasına benzer şekilde ruhî bir programlamanın eşyaya yöneltilmiş şeklidir.

Efendim bu, Batı’nın, mevzuundaki en büyük bir ilim adamının tasdik ettiği bir hâdise, bir hakikattir!”

Yağmurcu’da, tenasühten-reenkarnasyondan uzaylılara, aniden kaybolan insanlardan Bermuda şeytan üçgenine, zaman kaymasından kara deliklere ve simyaya kadar, pek çok “açıklanamayan” olağanüstülüklere dair, İslâm tefekkürünün getirdiği mânâlandırmaları okuyacaksınız. “Allahsız ruhçuluğun” sınırını, ilk insanın cennetten yeryüzüne gönderilen Hazreti Âdem olduğuna inanmayan ama “uzaydan gelen adamlara” inananları, “Miraç”ı yalanlayan ama kurgu filmlerinde Miraç hadisesini yağmalayanları, türlü çeşit temelsiz mistik görüşlere kapılan ama İslâm deyince, “akla mantığa aykırı” bulanları enselerinden yakalıyor İbda Mimarı bu eserinde. Böylece tâ 1996 yılında, bugün Kuantum vesilesiyle ayyuka çıkmış “Allahsız ruhçu” görüşleri nasıl değerlendireceğimizin ipuçlarına yer veriyor.

Son olarak eserin “takdim”inden şu bölümü aktarmadan geçemeyeceğim:
- “Her türlü başıboş arayış verimini ve tesbit olunmuş her hakikati yerli yerince koymak; bir nevi ruh kamaşması uyandıran ve küfre geçit veren harikalara dair hâdise nakillerindeki telkin gücünü, misliyle geri döndürecek gerçek imân ve din kutbundan pencere açmak… Bunu misâllendirdik; misâllendirmek istedik!..”
Son bir not: “Yağmurcu-Gerçekliğin Peşinde”, İbda Yayınları’nın satış noktalarından, Fatih’teki Gölge kitabevinden temin edilebilir. (0212 511 00 65)

Baran Dergisi 539. Sayı