TEVAFUK
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “yeniden yargılama” mahkemesi için Çağlayan Adalet Sarayı’nda mahkemenin başlamasını beklerken, bir yandan da aklımız 20 kişilik salona girip giremeyeceğimizdeyken, yanımıza, mahkemeyi izlemek üzere gelmiş bir beyefendi yaklaşıp, müzikten bahsetmeye başladı. Sonra da kartını verdi: Murat Taner… Mahkemeden birkaç gün sonra, aklıma geldi, karttaki numaradan Murat Taner’i aradı arkadaşlar; kendisini, Akademya’nın her hafta düzenlediği Üsküdar’daki programlara davet ettiler. Kendisi de memnuniyetini belirtip, geçtiğimiz hafta Akademya’nın programına teşrif etti. Hatta bizi kırmayıp, bir de “müzik kaç çeşittir?” başlıklı, müzik hakkında bütün bildiklerimizi hırpalayan bir konuşma gerçekleştirdi. Tanışma hikâyemiz işte böyle bir tevafukla gerçekleşmiş oldu. Bundan böyle her hafta “Akademya Müzik Sohbetleri” başlığı altında sohbetler gerçekleştirecek.
 
MURAT TANER KİMDİR?
Aslında Murat Taner ismini, üç-dört yıl evvel Aylık Dergisi’nin kendisiyle gerçekleştirdiği röportajlardan hatırlayacaksınız.  Hayatını müziğe adamış, müziğin hikmetle buluştuğu bazı noktaları keşfetmiş birisi Murat Taner. Hayat hikâyesi de hep müzikle içiçe:
1953 İstanbul, Laleli doğumlu olan müzisyen Murat Taner, ilk çocuk ruh sağlığı (pedagoji) profesörü olan dedesi Ali Haydar Taner tarafından dört yaşına kadar yetiştirildi. İlkokulu Şişli 19 Mayıs‘ta, ortaokulu Teşvikiye Işık Lisesi’nde, liseyi Robert Koleji‘nde, üniversiteyi Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde ve lisansüstünü ise İskoçya Stirling Üniversitesi Teknoloji Yönetimi’nde tamamladı ve bu arada uluslararası bankacılık formasyonu kazandı. Beş yaşından beri müziğin çeşitli alanlarında ve enstrümanlarında eğitim alan, kendini yetiştiren, fakat kendisini hâlâ müzik bilimi öğrencisi, kendi ifâdesiyle “şakird-i fenn-i musikî” olarak gören ve bu arada konserler veren Taner, Başbakan Turgut Özal‘a bir günlük danışmanlık yaptı,  ancak 1983 seçimlerinde milletvekilliği, maliye bakanlığı ve başbakan danışmanlığı yapma teklif ve imkânlarını reddedip, kendisini tamamen bilime, sanata, dinler tarihine ve müzik alanlarına hasretti. Caz üstadı ve Free Jazz’ın babası Ornette Coleman ile tanışmak, Gretsch gitarlarının üretimini yeniden başlatmak ve Amerika’nın ruhunu anlayabilmek için sokakta yaşama kararlılığı ile Manhattan-New York‘a gitti, Coleman ile dost oldu ve müziğini iki sene orada icra etti. Gitarı sedef ve manda boynuzu pena, tambur ve udu ise kartal teleği (tüyü) mızrabla çalıyor. Gitarıyla 50 senedir Blues ve Free Jazz, ud ve tanburuyla 6 senedir Osmanlı musikisi çalıyor, kontrbas ve davulun yanı sıra, trombon, saksofon ve zurnayla ise 20 senedir bu müziklere eşlik etmeye çalışıyor, 58 yıldır şarkı söylüyor, kafasındaki müziği yapmak için 16 yaşından beri tam 33 senedir yürüttüğü özel çalışmalarının neticesini almaya başladığına inanıyor. Şu ân, bir yandan müziğini icra ederken, diğer yandan da organik tarım, geleneksel tıp ve dilbilim alanlarıyla ilgileniyor.
 
MÜZİK KAÇ ÇEŞİTTİR?
Murat Taner, geçtiğimiz hafta tüm dinleyicileri mest eden bir konuşma yaptı. O konuşmanın videosunu “Akademya Kültür Youtube Kanalı”ndan izlemek mümkün, fakat biz yine de, o konuşmadan bazı çarpıcı bölümleri aktarmak istiyoruz.
 
NOTA
“Hemen sorarlar ya, “nota biliyor musun?” diye… Osmanlı, müzikte notayı reddetmiş. Itrî’yi, Dede Efendi’yi, Cumhuriyet’e kadar aklınıza gelecek bütün bestecileri sayın, bunların hiç birisinin aklı yok muydu? Niye nota yazmadılar? Osmanlı müziğini notaya ilk çeken isim, Hamparsum Efendi… Dede Efendi’nin aklına gelmemiş, Hamparsum Efendi’nin aklına gelmiş. Neden?.. Çünkü müzik gözle değil, kulakla yapılır. Müzik göze değil, kulağa hitab eder… Osmanlıdan da önce, aslında Doğu müziğinde diyelim, eğitim “meşk usûlü” denen usûlle olur. Yâni talebe oturur, hoca bir nota üfler veya çalar, öğrenci aynı notayı üfleyene veya çalana kadar uğraşır, onu çaldığı vakit ikinci notaya geçer. Kulakla… Şimdi Osmanlı müziğini de Batı tipi notaya çekmeye çalışıyorlar, olmuyor. Birbirlerine giriyorlar, öyle mi olsun, böyle mi olsun, onu da beceremiyorlar. Batı notasyonunun amacı ticarettir… (…) Bundan 30 sene evvel Batı notasını öğrendim ben. O zamanlar Blues çalıyorum. Blues’u Batı notasına çekemezsin. Blues’u Blues yapan şey, o Batı notasında olmayan, o ara notalardır. (…)
 
TEKNO MÜZİK
Bilgisayarlar, tekno müzikte bir ritim veriyor. Ritim verirken ne kullanıyor? İçinde ufak bir saat var onun. O saat üç kuruşluk bir hikaye… İnsan yapısı en inanılmaz saat, Cambridge Üniversitesi’ndeki atomik saat hata payıyla çalışıyor. İnsan yapısı… İnsan yapısı hatalıdır… O bilgisayarın içindeki o saat, belli bir hata payıyla çalışıyor. Diyelim ki bir burada vuracak, bir de 100’de vuracak. 99’da vuruyor. Dolayısıyla ritim doğru olmuyor. İnsan onu farkeder mi? Farkediyor… Bunu farkeden üstün ritim uzmanları falan değil. Tekno müzik konserlerini izleyin. İnsan müzikte danseder değil mi? Burada insanlar dans edemiyor, oldukları yerde sallanıyorlar. Gidin bakın, 15 bin kişi, 30 bin kişi, dans diye bir şey yok. Ama bir kemençe çaldığın vakit, hemen ne yapıyor insanlar?... (…) İnsan makineden üstün bu konuda…  (…) Piyano alacaksanız akustik alın. Herhangi bir notaya her bastığımda farklı bir ses çıkıyor. Öyle olması lazım, çünkü o ândaki benim ona basışıma reaksiyon gösteriyor.
 
GÖZLER KAPALI DİNLEMEK
“Gözlemlerim sonunda, sekiz çeşit müzik vardır dedim, yarı şaka yarı ciddi. Müzisyenin notaya bakarak çaldığı müzik. Koyuyor önüne notayı, çalıyor, parasını alıp gidiyor. İkincisi, müzisyenin şefe bakarak çaldığı müzik. Herkes şefe bakıyor korku içinde. Üçüncüsü, müzisyenin enstrümanına bakarak çaldığı müzik. Ben onu zaman zaman yaparım. Dördüncüsü, müzisyenin beraber çaldığı arkadaşlarının gözlerinin içine bakarak çaldığı müzik. Bu beraber çaldığı arkadaşlarının ellerine bakarak çaldığı müzikten farklıdır. Sonra, müzisyenin dinleyicinin gözünün içine bakarak çaldığı müzik. Ayrıca, müzisyenin bunların dışında bir yere bakarak çaldığı müzik. En sonuncusu da müzisyenin gözleri kapalı çaldığı müzik. En iyisi odur bana sorarsanız. Çünkü göz o kadar çok bilgi gönderiyor ki beyne, müziğe kendisini bırakması gereken beyin, başka şeylerle uğraşmak zorunda kalıyor. Müzik, özellikle dinlerken, gözler kapalı dinlenmesi gereken bir şeydir. Nereye geldik? Sahne şovu, sahne kıyafeti falan, bunlar müzik dışıdır. Bir yerde bir şey yapmışlar: Müzik tamamen karanlıkta çalınıyor. İster gözünü kapat, ister kapatma hiçbir şey görmüyorsun.”
 
RİTİM
“Biz bugün makine seslerinin hâkim olduğu bir dünyada, alt seste, motor, uçak bilmem ne, bunlarla yaşıyoruz… Makineler, hata payıyla ritim verir. Oradaki o hata payı delirtir insanı… Ben sekiz ay hiçbir makine sesinin olmadığı bir yerde yaşadım. Orada başka bir ritim duydum. Hayvanların birbirini boğazlamasından tutun, zeytin ağaçlarının arasından geçen rüzgar, akan derenin sesi… Bir tanıdığım söylemişti, İstanbul bu kadar şehirleşmeden, akşam su veriyormuş, sabaha kadar, kabakların ve biberlerin büyürken çıkardığı çatırtıları dinliyormuş adam. Böyle bir ritim var. İnsanların zaman algısı, dünyanın kendi etrafında dönüşüne bağlı değil mi? Dünya yavaşlıyor gibi oluyor mu kendi etrafında dönerken? Öyle diyorlar. Demek ki, aslında mutlak ritim, doğru ritim, bizim algıladığımızdan biraz farklı… Caz ritminin tarifini yaparken, hızlanıyormuş gibi gelen, ama hızlanmayan ritim derler. Çok karışık işler yani… İbni Sina’ya atfederler: “Adam burada, ilim nerede?” derken, müzikle tanışınca, “ilim burada, adam nerede?”ye gelmiş…”
Murat Taner’in bu güzel müzik sohbetlerini dinlemek isteyenler, her hafta Cumartesi günü Üsküdar Doğancılar Semt Konağı’na davetliler…

Baran Dergisi 471. Sayı