Esselâmü aleyküm.
Dün gerçekleştirdiğim telefon görüşmesi beni çok mutlu etti. Çünkü benimle konuşan Kumandan Mirzabeyoğlu’nun sesini işitebilme, O’nunla konuşabilme, bu vesileyle O’na mesajımı iletebilme şansına kavuştum.
(Carlos, 29 Kasım 2014 Cumartesi günü, saat 17:30’da, İstanbul’daki Haliç Kongre Merkezi’nde Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun verdiği tarihî konferans sırasında Kumandan Mirzabeyoğlu’yla gerçekleştirdiği ve tüm misafirlerin de dinleyebildiği aşağıdaki telefon görüşmesini kastediyor.
Salih Mirzabeyoğlu: “Şimdi bütün dostlarım burada. Sevgili dostlarımın çoğunluğuyla toplandığı bu yerden, kitabımda sana imzaladığım şeyi söylüyorum: Sen, hayatı lüzumsuz geçmeyen nadir insanlardan birisin. Ve Filistin davasının hapiste de olsa hâlâ seslendiricisisin. Aynı gönüldaşlık bağı içinde senin de kurtulmanı diliyoruz. Ama, içeride de olsan, dışarıda da olsan, seni taşıyan, seni anan yürekler var, bunu hiçbir zaman unutma! Bir devrin gurur kahramanıydın ve onun da ne kadar kıymetli olduğu bugünlerde daha güzel anlaşılıyor. Sana hayırlı ömürler diliyorum. İnşallah buluşuruz!”
Carlos: “Kumandan Mirzabeyoğlu’nun sesini işitmekten dolayı büyük şeref duydum. Kendisi büyük bir devrimci lider olduğu kadar, sadece İbda bağlıları için değil, dünyadaki tüm İslâm devrimcileri için de referans olan örnek bir liderdir. Türkiye’deki münafıklar tarafından zındana atılıp, yıllar yılı adaletsiz biçimde zından hayatı yaşatılan ve bugün zındandan çıkmış olan bu insan, hem Türkiye’de ve hem de komşu ülkelerde yaşayan halkları bilgisiyle yeniden inşâ etmeye inşallah hep devam edebilir. Allahü Ekber.”)
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl şimdi?
(Av. Güven Yılmaz, kendisinin iyi olduğunu söylüyor; konferans salonunun çok kalabalık olduğunu, yaklaşık 5000 kişinin Kumandan Mirzabeyoğlu’nu dinlemeye geldiğini vurguluyor.)
Oo, çok iyi.
Kendisi İstanbul’da, değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)
Peki mahkemesine dair bir gelişme oldu mu?
(Av. Yılmaz, o konuda herhangi bir problemin sözkonusu olmadığını, mahkemenin de gelecek Mart ayında başlayacağını belirtiyor. Peşinden, “dünkü” telefon görüşmesi sırasında Carlos’un bir başka “konferans”tan daha bahsettiğini, ancak kalabalığın gürültüsünden dolayı meseleyi tam anlayamadığını ifâde ederek, bu çerçevede konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
OPEC Konferansı’ndan bahsediyorsunuz. Elbette konuşabilirim. Dün özel bir gündü, malûm; bu yüzden hakkında konuşmak mümkün olmadı.
Geçen Perşembe [27 Kasım 2014, Viyana] OPEC Petrol Bakanları Toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıda Venezüella da, aynı zamanda OPEC büyükelçisi olan Venezüella Dışişleri Bakanı tarafından temsil edildi. Bu durumu görünce, insan meraklanmadan edemiyor. Bir dışişleri bakanı, hâlâ OPEC büyükelçisi kalmaya devam ediyor! Bu adam, Rafael Ramirez’dir ve Venezüella’nın belki en üst seviyedeki petrol ve gaz uzmanıdır.
12 yıldan fazla bakanlık görevinde kalmıştır Ramirez. Hattâ erkek kardeşim Lenin bile başlangıçta onunlaydı ve o dönem petrol bakanlığındaki ikinci adamdı. Bunca zamandır petrol bakanlığı yapmış olan bu adam, birkaç ay önce dışişleri bakanı oldu ve petrol bakanlığından da bu şekilde ayrıldı.
Nasıl oluyor da Venezüella’da başka o kadar uzman varken, bu adam Bolivarcı devrim iktidarında, neredeyse en başından beri hep petrol bakanı kalabiliyor? Bu tuhaf durumun sebeb-i hikmetini herkes merak ediyor elbette.
Venezüella devletine dışarıdan gelen dövizin ana kaynağı petrol ve gazdır ki, işte bunun başında bu insan.
Niçin böyle olduğunu daha yeni yeni anlıyoruz: Petrol bakanı iken yabancı ülke hükümetleriyle sınırlı bir temas imkânı bulan ve sadece petrol bakanlarıyla görüşebilen Ramirez, dışişleri bakanı olarak şimdi daha yüksek seviyedeki yabancı ülke temsilcileriyle, hattâ devlet başkanlarıyla görüşebilmektedir.
Venezüella, dünyanın en büyük petrol ve gaz rezervlerine sahib ülkesidir. Sadece Venezüella hükümeti böyle dediği için değil, yabancı şirket ve hükümetlerin de tesbiti bu yöndedir, yâni ABD bile dahil olmak üzere, herkesçe kabul edilen, resmî bir veridir bu.
(Carlos, “dün akşam” okuduğu New York kaynaklı bazı son dakika haberlerinden bahsediyor ve petrolün varilinin 65 dolar seviyesinde olduğunu öğrendiğini, bunun ise petrolün bir günde 6-7 dolar düşmesi anlamına geldiğini, üstelik altı aydan bile kısa bir zaman zarfında petrolün fiyatının yarı yarıya düştüğünü söylüyor; tüm bunların, pazarın manipüle edilmesi sebebiyle gerçekleştiğini vurguluyor; bu durumun da, Çin’den sonra ikinci büyük petrol ithalatçısı olan ABD’nin işine geldiğini ifâde ediyor…
Bu petrol oyunlarında, başta Suudî Arabistan olmak üzere, ABD’nin ajanı-uşağı-kölesi “petrol ihraç eden” kimi ülkelerin pazara hâkim olmasının ve mevcut aşırı petrol üretimini kısmaya yanaşmamalarının etkili olduğunu belirtiyor…
Bu arada, gerek Venezüella dışişleri bakanının, gerekse danışmanlarının, ülke içinde bile olsalar hiçbir zaman ofislerinde oturmadığını ve çoğunlukla yabancı ülkelere seyahat etmekte olduklarını belirterek, bunun çok acayib, endişe verici ve daha önce görülmemiş bir hâdise olduğunu; kardeşi Lenin vesilesiyle bazı şeylere vâkıf olsa da, şu ân için bunları konuşmayacağını söylüyor…
Venezüella’nın ise petrol fiyatlarındaki bu düşüşe karşı koyamadığını; tam tersine, –dışişleri bakanı dolayısıyla- oyunun bir parçası olduğunu; ancak bu şekilde, sadece Venezüella’nın gelirine değil, bu gelirden kendilerine yardım yapılan –Latin Amerika ve Karayib ülkeleri başta olmak üzere- çok sayıda dünya ülkesine de zarar verilmiş olduğunu belirtiyor…
Ne var ki, Batılı emperyalistlerle siyonistlerin, bu çerçevede edindikleri geliri, kendilerine ajanlık yapmayan başka devlet ve toprakları bombalamakta, tahrib etmekte ve insanları katletmekte kullandıklarını vurguluyor…
Arkasında siyonist karar alıcılar olmak üzere ABD’nin petrol fiyatları üzerindeki tüm bu manipülasyonlarının altında, Batılı emperyalistlere boyun eğmeyen ve İsrail’e dost olmayan bağımsız rejimlerin imhasının yattığını ifâde eden Carlos, böylesi bağımsız ülkelere darbe indirmenin en iyi yolunun, onların ceplerini vurmaktan geçtiğini düşündüklerini söylüyor…
Venezüella dışişleri bakanının da, devlet ve hükümet başkanları seviyesinde yürütülen bu kumpasa hem üst seviyede bir bakan ve hem de üst seviyede bir petrol uzmanı olarak dahil olmasının, Bolivarcı Devrim açısından büyük bir başarısızlık olduğunu belirtiyor…
OPEC’te tüm kararların oybirliğiyle alındığını ve tek bir ülke bile karşı olduğu takdirde onun hayata geçirilemediğini söyleyerek, Suudî Arabistan’ın bulunduğu bir yerde –vereceği karşı oy sebebiyle- petrol üretiminin kısılamayacağını, zaten petrol fiyatlarının hep bu şekilde düşük olmasının da bir ABD ve İsrail politikası olduğunu ifâde ediyor…
Düşmanın Venezüella’ya nasıl bu kadar nüfuz edebildiğini hep merak ettiğini söyleyen Carlos, bunu da bugün Venezüella devlet başkanlık sarayında yuvalanmış 10’dan fazla Fransız danışmana ve onların da CIA’nın Fransa’daki Troçkistlerinin teşkilâtı olan “Lambertist” kimliğine dayandırıyor. Bunların malî olarak da çok ama çok güçlü olduklarını vurguluyor…
21 Aralık 1975’de, Suudî Arabistan’ın tutumu sebebiyle petrol fiyatlarının düşmesine tepki gösteren Albay Kaddafî’nin teklifiyle, kendisi liderliğindeki beynelmilelci komandolarca Viyana’da bulunan OPEC merkezinde süren “OPEC Petrol Bakanları Toplantısı”na yönelik olarak gerçekleştirdikleri OPEC baskınına atıf yapan Carlos, avukatlarıyla da yeri geldikçe paylaştığı gibi, kendisine yönelik bütün saldırganca davranışların kökeninde sözkonusu OPEC saldırısındaki rolünün bulunabileceğini çok ciddi olarak düşündüğünü söylüyor…
1994’ten beri, sadece uluslararası hukuka göre değil, Fransız kanunlarına göre bile illegal biçimde Fransa’da hapsedilip cezalandırılışını, sürekli saçma gerekçeler icad edilerek birbiri ardınca yargılanışını, şahsına özel aleyhte kanunlar çıkarılışını, Fransa ve Venezüella cumhurbaşkanları seviyesinde varılan bir mutabakatla serbest bırakılması gündemde iken bunun hiçbir zaman gerçekleşmemesini, yine OPEC saldırısındaki liderliğine, tüm operasyonel plânlamayı yapmak yanında infaz kararlarını da şahsen kendisinin almasına ve baştan sona bu eylemin bir numaralı sorumlusu olmasına bağlayan Carlos, perde gerisinde ABD’nin rol oynadığı bu zından zulmünün işte bu yüzden bitmediğini, bitirilmediğini ifâde ediyor…
“Belli ki, Amerikan emperyalizminin dünyaya yönelik saldırganlığının sinir merkezine, yâni petrol oyunlarına dokunmuşum!” şeklinde bahsi mühürlüyor Carlos ve sözkonusu aşırı saldırganlığın sadece kendisini hedeflemediğini, hem o dönem Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’nin liderliğini yapan insanların farklı yollar kullanılarak öldürüldüğünü, hem de yakın zamanlarda Albay Kaddafî’nin metal bir çubukla âdice tecavüz edilerek katledildiğini hatırlatıyor…
Kendisinin hapisten çıkıp hakikatleri serbestçe dünya basınına anlatmasının ve Venezüella’daki iktidar yapısına uzanmasının bu yolla engellenmek istendiğini belirtiyor…
Sonuç olarak, “petrol meselesi”ne burnunu soktuğu için ve bundan sonra bir daha sokmaması için tüm bu aşırı ve gereksiz saldırıların hedefi olduğunu, bunun ardında Fransa’nın falan değil, doğrudan ABD’nin rolü olduğunu söylüyor…)
Türkiye’ye gelince; Kumandan Mirzabeyoğlu’nun yargılanması bittikten sonra; resmen aklanıp hem Türkiye’de ve hem de bölge siyasetinde daha güçlü bir pozisyon kazandıktan sonra; Nakşibendî kardeşlerimizin Türkiye kadar, Irak, Suriye ve Kafkaslar başta olmak üzere bölgede artacak büyük rolüne bizzat siyasî istikamet verdikten sonra, tüm bunları yapabildikten sonra, inşallah her şey daha da iyileşecektir.
Yaşayıp göreceğiz.
Konuşacak ve -inşallah çok yakında olması dileğiyle- buluşup görüşecek daha çok zamanımız olacak.
Her ne olursa olsun, İslâm davasının ve dünyanın sömürülen halklarının gelecekteki zaferine güvenim tamdır.
Allahü Ekber.
Baran Dergisi 412. Sayısı