“En Büyük Tehlike Kendini Erdoğan’ın Yanında Konumlandıran Samimiyetsizler”
“İşgalin Yapı Taşları” isimli kitabınızda FETÖ’nün faaliyetlerini anlatıyorsunuz. Bu kitabı yazma maksadınız nedir ve hangi mevzuları işlediniz?
Fetullahçı Terör Örgütü, Türkiye sınırları içerisinde ayrı bir yeri olan örgüt. Diğer terör örgütlerinin tamamını inceleyin, FETÖ gibi olmadığını göreceksiniz. Bu terör örgütü çok komplike, her türlü yolu meşru görüp, amacına ulaşmak için anlaşma yapmayacağı, kişi ve düşünce yok. Bukalemun bunu tam ifade eder mi bilemiyorum. Bilimkurgu filmlerini düşünün, bir virüs herhangi bir canlının vücuduna sızmayı başarır ve onu tamamen kontrol etmeye yönelik hamleler yapar. FETÖ’yü de buna benzetebiliriz. FETÖ her dinî inanış ve fikir için tehlikelidir. Ben bunu dershanelerin kapatılmasının gündeme geldiği süreçte fark ettim. O süreçte toplum, siyaset ve ekonomide bir şekilde birlikte hareket ediyordu. FETÖ kirli yüzünü saklamayı başarabilen bir örgüt. Dershanelerle ilgili bir araştırma yaptığımda, inanılmaz bir kara propagandanın ve tahrifatın olduğunu gördüm. FETÖ toplumun zeki ve zengin çocuklarını kafesledi. Dershaneler FETÖ’nün can damarıydı, insan kaynağını bu şekilde sağlıyorlardı; dershanelerin kapatılması gündeme gelince bütün vahşiliği gözler önüne serildi. Ondan sonra peyderpey çalışmalarım oldu. Türkiye’nin birçok yerine gittim ve çalışmalarımı genişlettim. Türkiye açısından kırılma noktası 17-25 Aralık’tı. O zaman biz yargı alanında çalışan gazeteciler FETÖ’nün devletin her yerine sızdığını anladık. Bir elin parmağı kadar FETÖ ile mücadele eden kişi vardı. O süreçte çok kritik bir ifadeye ulaştım. Bir dönem Atatürk Havalimanı imamlığını yapan, Pensilvanya-Türkiye arasında istihbarat, para ve insan kuryeliği yapan birinin ifadelerine ulaştım. Akabinde bu şahısın kim olduğunu herkesin bilmesi gerektiğini düşündüm. O sıralar böyle şeyler gündemde durmuyordu, kayboluyordu. İki yıl kadar üzerinde çalıştım. O ifadeleri kullanan kişi 40-45 gün civarında sorgulandı. O kişinin iddialarını teker teker araştırdım, doğru mu acaba diye. Daha sonra 15 Temmuz’da yayınladım bu bahsettiğim şeyi. 15 Temmuz’dan önce de yayınlayabilirdim; fakat kitapta yüzlerce FETÖ’cü isim ve devam eden operasyonlar vardı. Soruşturmada sıkıntı çıkmasın diye 15 Temmuz’dan önce yayınlamadım. Devlet güvenliğiyle alâkalı mevzular vardı. 15 Temmuz’dan sonra savcı ve gerekli yetkililerle yapmış olduğum görüşmelerden sonra yayınlayabilirim diye düşündüm ve yayınladım.

FETÖ devleti ele geçirirken, bu örgütün faaliyete geçtiği ilk dönemden beri, itikadi problemleri olduğunu, İslâm diye bir davaları olmadığını dile getirdik. Buna mukabil FETÖ’cüler hem devlette, hem de toplumun kılcal damarlarına sirayet edebildi; bunun müsebbibi kim?
FETÖ, sadece bir alanda yapılanmadı. Siyaset, sivil toplum, dernekler, ekonomi vb. yerlerde boy gösterdiler. En alttaki bir FETÖ’cü ile en üstteki FETÖ’cü koordinasyon içinde çalışır, birlikte hareket ederler. Basit bir mahalle derneği düşünün, o mahalle derneğinde FETÖ’nün gerçek yüzünü anlatmaya çalışan biri olduğunda, mevzu hemen merkeze iletilir, o insanın susturulması için devreye girerler. Bunu yaparken de o kadar sinsice hareket ederler ki, kimse farkına varmaz. FETÖ’nün gerçek yüzünü bilen, hisseden insanları da korkuttular. Canlı bir örnek, Nurettin Veren. FETÖ’yü yıllarca anlattı. Siz de biliyordunuz ve korkmadan anlattınız. Fakat bilip görmezden gelen kişiler de vardı. İtibar kaybından korktular, ekonomik olarak insanları korkuttular. Veren, bangır bangır bağırdı ve adamın sesini duyan olmadı. Dershaneler sürecinde bir gazeteci olarak Diyarbakır’a gittim. Orada üç bin 500 ailenin 600’ünün icralık olduğunu öğrendim. Avukatlardan da teyit ettim ve dosyaları aldım. Akabinde mağdurlarla görüştüm. Ertesi gün FETÖ’cüler aynı kişilere gitti ve onlara benim cumhurbaşkanı adına taahhütte bulunduğumu söylettiler. FETÖ lehinde beyanda bulundurup bunu televizyonda konuşturdular. Bu açıdan toplumun korkmasını gayet net anlıyorum. 15-25 Aralık’tan sonra bir şehre gittim. Bürokrasi ve işadamlarından bir toplulukla sohbet ettim. Bana şunu soruyorlardı, “bu kavgayı Erdoğan mı kazanacak yoksa FETÖ mü?” Kendilerini üçüncü bir taraf olarak görüyorlar. Bir gün konjonktüre göre taraf belirleyecekler... Kendini FETÖ ya da Erdoğan’ın yanında konumlandırmıyorlardı. En büyük tehlike de bu. Bugün de bu tehlike devam ediyor. Menfaatlerini gözeten insanların yarın bir terslik olduğunda safını değiştirmesi kaçınılmaz. Kırılma noktasından sonra saf belirleyen insanların, aslında hiçbir zaman dürüst ve samimi olmadıkları ortaya çıkıyor.

Kırılma noktası olarak 17-25 Aralık’ı mı görüyorsunuz?
Bana kalırsa 17-25 Aralık kırılma noktasıdır... O zaman tasfiye süreci başladı FETÖ’cülere karşı ve hâlâ da devam etmektedir.
 
“Koç Ailesi de Bu İşin İçinde”
Bu terör örgütünün uluslararası çaptaki tesiri nedir? Mesela Kırgızistan’da ve Afrika’nın bazı ülkelerinde çok etkin olduğu konuşuldu.
FETÖ’yü güçlü kılan sadece Türkiye’deki yapılanması değil. FETÖ’yü güçlü kılan uluslararası yapılanması ve lobicilik faaliyetleridir. Bu yapı Türkiye’de yeşerdi, beslendi, ancak gittiği her ülkede oranın kültürüne etki etti. İşte bu yüzden FETÖ ile mücadele zor geçiyor. Asıl mücadelenin de bundan sonra uluslararası çapta olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü FETÖ oralarda sosyal, siyasî ve kültürel faaliyetler yürütüyor. Nabza göre şerbet veriyor. Avrupa, ABD, İsrail istihbarat örgütlerine inanılmaz hizmet sağlıyor. Herhangi bir coğrafyada, ABD ve İsrail’in politikalarına aykırı herhangi bir şey olduğunda FETÖ o politikaların önüne geçmeye çalışıyor. Bunu yaparken de, o ülkenin bürokratlarını eğitiyorlar, eğittikleri kişileri ehemmiyetli konumlara getiriyorlar. Böylelikle, hizmet ediyormuş gibi görünüp, devletler içerisinde daha fazla genişliyorlar. Genişledikleri gibi bazı yatırımlar da yapıyorlar. Mesela biz bunun acısını çok net bir şekilde çekiyoruz. 2013’ün son haftasını hatırlarsınız, Mali’de Fransız müdahalesi oldu. Ortalık toz dumandı, o sırada 17-25 Aralık soruşturması akabinde, Mali’ye gittim... Mali ile alâkalı Türkiye’de sadece Zaman gazetesi haber yapıyordu. Diğer haber ajansları standart haber yaparken, Zaman oraya ekip gönderdi. İnanılmaz bir propaganda; “Mali’deki Radikal İslâmcılar ülkenin tarihî mirasını yakıp yıkıyor, Fransız müdahalesi meşrudur” denildi. Zaman, sadece Türkiye’de faaliyet gösteren bir gazete değil. Dünyanın birçok yerindeler. Batı müdahalesini, meşru kılıp İslâm ülkelerini bastırmak istiyorlar. Gittiğimde şunu gördüm, insanlar tarihî şeyleri yakıp yıkmıyordu...

Kendisi için fayda devşirmeye mi çalışıyordu?
Evet. Önce Fransızlara hizmet edecek, sonra da ne koparabilirse... Güney Afrika Üniversitesi’nde biriyle görüştüm. Bana dedi ki, “o 700 yıllık tarihî el yazmalarının hiçbiri zarar görmedi. Onlar depolarda kalan eserlerdir.” Ben bunu yazdığımda inanılmaz rahatsız oldular. FETÖ, Avrupa’nın yüzyıllardır sömürdüğü topraklarda yeni bir sömürge düzeni oluşturmaya çalıştı. Nitekim Afrika ülkelerinde kuryelik yapan kişilere ulaştım. Sonra öğrendim ki, Afrika ülkelerinden Türkiye’ye elmas ve altın getirtiyorlarmış. Akın İpek’in, Koza’sı üzerinden bunu piyasaya sürüyorlardı.

Koç ile birtakım telefon görüşmeleri de gerçekleşmişti o zaman...
Koç da var işin içinde. Kitabımda yazıyor. Dolayısıyla FETÖ’nün uluslararası çaptaki yapılanması istihbarat ve para amaçlıyor. Bunu yaparken de ABD gibi ülkelerin korumasını alıyor. Dolayısıyla FETÖ’nün uluslararası bağlantıları deşifre edilmeden, etkisiz hâle getirilemez.

Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin FETÖ’nün uluslararası ayaklarıyla mücadele edeceğini söylediniz. FETÖ bağlantılı ABD Başkonsolosluk çalışanı Metin Topuz FETÖ’den tutuklandı. ABD-Türkiye arasındaki yaşanan kriz de mâlum... Metin Topuz’un tutuklanması ABD’nin Türkiye’de operasyon yaptığının bir göstergesi.
Evet.

Somut delillere rağmen uluslararası platformlarda ABD’nin Türkiye üzerinde oynamış olduğu oyunları niçin anlatamıyoruz?
Erdoğan’ın iktidara geldiği ilk dönemi saymazsak, sonrasında Türkiye bağımsızlık adına çok büyük adımlar attı. Şu anda Türkiye’nin, Avrupa-İsrail ve ABD’ye posta koymasını on yıl önce hayal bile edemezdik. On yıl önce yurt dışında üçüncü sınıf insan muamelesi gören bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydım. Havalimanlarında bile bunu anlardınız hemen, insanlar size bir başka bakardı. 2010 yılından sonra Türkiye tarihî misyonuna yönelik adımlar atmaya başladı... Sonra itibarı arttı. Türkiye dört bir koldan işgal altındaydı; hâlâ da bunu kırabilmiş değiliz. Üst düzey hainler ortalıkta geziniyordu. 17-25 Aralık, 15 Temmuz derken Türkiye tabiri caizse yeniden kuruldu. Devlet yeniden inşa edildi. Yeni süreçte, ABD-NATO ve diğer dış güçlerin elleri ayakları kesildi. Dış güçlerin istihbaratları Türkiye içerisinde budandı. Şimdi Türkiye dik durarak, mazlumların hakkını savunuyor. 15 Temmuz gecesi, yeni Türkiye’nin inşasını hazırladı. Bu da cumhurbaşkanının ve halk arasındaki sevgiyle alâkalıdır. Her alanda kuşatılmış bir Türkiye varken, Allah’ın yardımıyla da darbe teşebbüsü bertaraf edildi. Onların bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı var. ABD’nin Türkiye üzerindeki operasyon ağı çok daha eskilere dayanır. FETÖ soruşturmaları kapsamında, bizim öğrenebildiğimiz kadarıyla şunu söyleyebilirim; profesör doktor İhsan Yılmaz vardı Ergenekon sürecinde... Bu adam Fatih Üniversitesi’nde profesör, kendisi FETÖ’cü. Bu adam CIA ajanlarını Türkiye’ye getirip, FETÖ’nün polislerine eğitim verdiren kişi. Ajanlık nasıl yapılır, adam nasıl kaçırılır, nasıl devlet himayesindeki ehemmiyetli bilgiler sızdırılır yahut götürülür; bunları öğrettiler. Sonra da CIA ajanlarıyla birlikte, Türkiye’nin yüzyıllık hafızasını tamamen yurtdışına kaçırdılar. ABD Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz’un tutuklanmasından sonra ortaya bir şey çıktı; Zekeriya Öz ve ABD, koordineli bir şekilde çalışmışlar. Ergenekon’da gizli tanık oluşturmaya çalışmışlar. Bu gizli tanık gelip itirafçı oldu. ABD ve FETÖ, Erdoğan’ın tasfiyesi için birlikte çalıştılar. Her bir operasyon, yeni bir operasyonu doğurdu. Her operasyonun başarısız olmasıyla beraber, yeni taktikler çıkarttılar. 17-25 Aralık kumpas sürecinde Metin Topuz ile görüşen emniyet müdürlerinin tamamı FETÖ’nün operasyonlarında yer alan kişiler... Bu kişiler ABD’ye gidip, oranın savcılarıyla görüşüyorlardı. Yasadışı, montajlanmış ses kayıtlarını da ABD’ye teslim ediyorlardı. ABD’nin Türkiye üzerindeki operasyonları sadece FETÖ ile sınırlı değil. Doğu ve Güneydoğu’da da operasyonlar yürütüyorlar. Adana Konsolosluğu mesela, hendek meselesinde, Kobani olaylarında, Suruç patlamasında birtakım temaslar gerçekleştiriyor. Birisi bana, “Kobani olaylarında, ABD Büyükelçisi bir gün Diyarbakır’a geldi. Buradaki STK’lar ile toplantı yaptı. O toplantılarda, çözüm sürecinin bozulması gerektiğini söyledi” dedi. Bunu bugün öğreniyoruz. Mete Cantürk ve Metin Topuz’un bu soruşturmalardaki kilit rolü ortaya çıktı. MİT tırları kumpası, 17-25 Aralık, 15 Temmuz derken geldiğimiz süreç bu. Adana’daki konsoloslukta çalışan bir kişi vardı, o da FETÖ’den tutuklandı. İzmir’de Brunson denilen papaz da FETÖ’den tutuklandı. Ses kayıtları ortaya çıktı. Dolayısıyla ABD Türkiye’de suçüstü yakalandı.
 
“NATO Türkiye’ye Gözdağı Veriyor”
Türkiye’nin işgal altında olduğundan bahsettiniz. Bu işgalin belki de en önemli emarelerinden birisi İncirlik Üssü. 15 Temmuz darbe girişiminde de aktif olarak İncirlik’in kullanıldığına dair deliller var. İncirlik’in kapatılması yahut İncirlik’le alâkalı herhangi bir değişikliğe gidilmesini bekliyor musunuz?
Hayır. Yakın zamanda böyle bir şey olmayacaktır. Türkiye NATO üyesi bir ülkedir, uluslararası birtakım sözleşmeler var. Sayın cumhurbaşkanının çizdiği vizyon var. 2023 hedefleri, coğrafî hedefler İncirlik’in kapatılmasına müsaade etmiyor. Dengeler değişti, Türkiye artık Ortadoğu’da aktif bir rolde. Türkiye’ye sorulmadan coğrafyada adım atmak bir takım sonuçlar doğurur. ABD terör koridoru açmaya çalışırken bunu net bir şekilde gördü. İran, Rusya gibi dengeler de var. Zor bir oyun dönüyor, ancak Türkiye bu oyunda kilit rolü sürekli elinde tutmayı başarabilmiş bir ülkedir. Zaten o özgüven ile dünyadaki zulümlere meydan okuyabiliyoruz. Uluslararası dengelerin üssü sadece İncirlik de değildir. Türkiye’de 100’ün üzerinde askerî üs var.

NATO tatbikatında M. Kemal ve Erdoğan’a yönelik bir tacizde bulunuldu. Bu hadisenin ardından Türkiye’nin NATO’dan çıkması yönünde tartışmalar meydana geldi. Bu çerçevede neler söylemek istersiniz?
NATO öteden beri Türkiye’yi dizayn etmeye yönelik çabalar sarf etmektedir. Türkiye’de gerçekleşen darbelerin ön ayağında hep NATO bulunmuştur. Bugün de FETÖ ile beraber hareket eden ana güçlerden bir tanesi bu örgüttür. 15 Temmuz’dan sonra tasfiye edilen TSK yetkililerine yönelik, “rahatsızlık duyuyoruz” diye açıklama yapmıştı NATO. Norveç’teki tatbikatta Mustafa Kemal ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef gösterilmesi, bir bakıma düşmanlığın dışa vurumu gibi gözüküyor. Türkiye büyük bir devlettir, ben hâlâ kısa vadede NATO’dan çıkacağımızı düşünmüyorum. Türkiye’nin dik duruşu, NATO ve Avrupa’ya sesini yükseltmesi, NATO’nun geri adım atmasını sağlıyor. NATO gözdağı veriyor, içerideki unsurlarını toparlama sürecine girdi. NATO krizi devam edecektir.

İncirlik konusunda Almanya ile de bir kriz yaşadık.
Alman istihbaratı birtakım kaotik eylemler yaparak Türkiye’yi masada zorlamaya çalıştı. Hatırlarsınız, Suruç patlamasından iki gün sonra Merkel geldi. Bölgede görüştüğüm üst düzey bir yetkili, “Merkel’in sadece mülteciler için mi geldiğini düşünüyorsun” dedi. Bana Suruç patlamasını işaret etti. Türkiye, Almanya-İsrail-ABD’nin yapmış olduğu karanlık şeylerin farkında. Türkiye tarihi boyunca ilk kez Alman ve ABD ajanlarını hapse atabiliyor. Hadiselerin akışı esnasında fark edemiyor olsak da, bu çok önemli bir şey… Batı karşısında, Türkiye’deki sinmişlik-ezilmişlik duygusundan çıkıldı artık; güç dengeleri de bunla beraber alt üst oldu. Bugün her şey sadece Erdoğan’dan bekleniyor. Bu yanlış bir tutum, hükümetin belirlemiş olduğu politikalarla ayakta duramayız. Aynı zamanda toplum olarak şuurlu bir şekilde değerlerimize sahip çıkmalıyız. Özellikle uluslararası arenada bunu sürekli kılabilmek için, mücadeleye inanan ve ne için mücadele ettiğini bilen devlet kadrolarına ihtiyacımız var. Bizim en büyük sıkıntımız yeterli kadrolarımızın olmaması. Toplumun her ferdi bunu dert etmeli.

30 yıllık bir proje “ılımlı İslâm”. ABD tarafından tasarlandı, icraya geçildi. 30 yıllık emek birkaç senede yerle yeksan oldu. Şimdi ABD ne yapmaya çalışıyor?
Henry Kissinger diyor ki, “biz içimizdeki hainleri anında öldürürüz, ama başka ülkenin hainlerini de kahraman ilân ederiz.” Bunu yapıyorlar İslâm coğrafyasında. ABD politikalarının belirleyicisi İsrail’dir. Arap Baharı’nı kendi tarafına çevirerek halkların meşru taleplerini kendi menfaatlerine kanalize ettiler, durumu içinden çıkılamaz hale getirdiler. Kaostan besleniyorlar. Ancak şimdi Türkiye ve Rusya birlikte hareket ediyor. Dolayısıyla bugün ABD’nin yapmak istediği şey en yakın zamanda Erdoğan’ı bertaraf etmek. Zaten son yıllarda Erdoğan’ı Saddam’laştırma politikası güdülüyor. Avrupa’da insanlar Erdoğan’ı “Saddam’a benziyor” diyerek tanıtıyor. ABD’nin bir ülkeyi işgal etmesine gerek yok, o ülkenin yönetimini ele geçirmiş olması yetiyor. Bugün bölgedeki bir çok devlet bu bakımdan ABD’nin kontrolü altında, kontrolü altında olmayanlarla ise uğraşıyorlar, bunların başında Türkiye geliyor.
 
“Ak Parti Müslümanları Rahatsız Eden Söylemlerine Devam Etmemeli”
İçeride her haliyle ihanet içerisinde olan, bu milletin öz değerlerine karşı Batılılaşma’yı ve Batı’ya bağımlı yaşamayı savunan insanlar var. Mesela CHP zihniyeti-Kemalizm. Kendi devletinin ve toplumunun yanında olamayan zihniyet... Hainliği tescilli bu zümreye niçin hak ettikleri muamele yapılamıyor?
Türkiye’nin tarihî misyonunu üstlenmesini isteyen ve çoğunlukta olan bir kitle var. Diğer taraftan, bu milletin değerlerine düşmanlığı Erdoğan düşmanlığı üzerinden ifade eden bir kitle de var. Bazıları Erdoğan nefreti yüzünden, gerçekleri göremez hâle gelmiş durumda. Erdoğan karşıtlığında ABD, FETÖ ve CHP bir safta. CHP 2010 yılından sonra tamamen ele geçirildi. Deniz Baykal’ın tasfiyesi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun başa geçmesiyle beraber CHP taşeronluğa soyundu. 2012 MİT krizinden bu yana CHP’nin stratejisine bakın. Tamamen FETÖ’nün belirlemiş olduğu yönde hareket ediyorlar. Topluma kendilerini kabul ettirebilmeye dair misyonları yok. Zaten, Türkiye’de CHP ve zihniyeti toplum tarafından asla kabul görmemiştir. CHP toplumu aşağılayan politikalar üretmiş, insanların dinî inançlarını bastırmak istemiştir.

Kemalistlerin takındığı gayr-ı millî tutum sadece CHP yönetimiyle alâkalı değil kanaatimizce, bu kuruluşundan beri süre gelen bir zihniyetin ürünü.
Evet, zihniyet aynı; fakat yönetim de şu anda eskisinden daha vahim bir hâlde. Bugün Kurtuluş Savaşı için, “Atatürk milleti cepheye sürdü, her şehidin sorumlusu Atatürk’tür” diyemeyenler, İdlib ve El Bab için bunu söyleyebiliyor? Bir savaş içerisinde olduğumuzu görmemek için salak olmak lazım. Bizi parçalamaya yönelik politikalar üretiliyor ve bunu önlemeye çalışıyoruz.

CHP zihniyetinin Türkiye’ye karşı operasyon yapan konsorsiyumun iç ayağı gibi çalıştığı malûm. Kemalist rejimin Müslüman Anadolu halkına reva gördüğü zulüm de malûm. 28 Şubat sürecinden sonra milletin öz değerlerine düşman olanlara bir cevap olarak Ak Parti iktidara getirildi. 15 yıl aradan sonra, gazete manşetlerinden de gördüğümüz gibi, bir Atatürkçülük furyası başladı. Böyle bir tutum Türkiye’nin faydasına mıdır yahut bunun siyasî birtakım manevralara bağlanması ne kadar doğrudur?
Ak Parti, Türkiye’nin merkez partisidir. Ak Parti sadece muhafazakârların partisi değildir. Hatta zaman zaman, “muhafazakâr kesim Ak Parti zamanında sekülerleşti” gibi ifadeler kullanılır. Açıkçası Ak Parti’nin böyle bir misyonu hiçbir zaman olmadı. Evet, Ak Parti dindar bir toplum inşa etmek istiyor. Anadolu insanının özünü yansıtmaya çalışıp, iktidarda kalmak istiyor. Ak Parti Mustafa Kemal’in, iyi kötü toplumda bir değere sahip olduğunu düşünüyor ve CHP tabanına da hitap etmeye çalışıyor olabilir. Siyasî bir manevra gibi algılanabilir. Anlaşılan, Atatürk mevzuunda da, Atatürk’ün CHP’nin tekelinde olmadığını göstermeye çalışıyor. Mustafa Kemal’in sevabıyla, günahıyla nasıl birisi olduğunu biliyoruz. Bu mânâda eleştiriler oldu, fazla abartıldı.

Ak Parti’nin iktidara geliş sebebi de, milletin Erdoğan’a sahip çıkma sebebi de ortada. Erdoğan’a saldıranlar da İslâm’ı vehmettirdiği için saldırıyor. Ak Parti’yi buraya kadar taşıyan Müslüman halk, Ak Parti’yi tenkid ediyor. Buna rağmen Ak Parti, Atatürk üzerinden destek toplayacağını mı düşünüyor acaba?
Böyle düşünüldüyse bu yanlış bir düşünce… Kemalistlerin önüne istediğini ser, sana karşı tavırları değişmez. İdeolojik kör bir bakış açısıdır bu. Kabul etmek lazım ve ayrıca kabul etmek lâzım ki Mustafa Kemal kemikleşmemiş diğer kesimde de bir değere sahip. 10 Kasım ile beraber cumhurbaşkanının söyledikleri, kraldan çok kralcı gözükenlerin abarttığı bir şeydir. Bazı aydınlar, yazarlar, hiçbir şekilde söylenmeyecek şeyleri söyleyebiliyorlar. 15 Temmuz’a kadar FETÖ ile alâkalı hiçbir şey yapmayanlar, 15 Temmuz’dan sonra rengini değiştiren kesimleri biliyorsunuz... Ancak şunu söylemeliyim ki, Ak Parti Mustafa Kemal hakkında bu tür söylemlerine devam ederse, kaybeder. Destekçilerini küstürecektir.

Teşekkür ederiz.
İyi çalışmalar.

Baran Dergisi 567. Sayı