Binbir gece masallarından birinin kahramanı olan Aladdin’in, sihirli lâmbası... Mustafa adlı bir terzinin oğlu olan Alaaddin, bir sihirbaz sayesinde, çeşitli engelleri aştıktan sonra DÜNYANIN MERKEZİNDE bulunan bir sihirli lâmbayı alır. Bu lâmbanın içinden çıkan DEV CİN sayesinde, ülkelere ve bu ülkelerdeki anlatıcılara göre, asıl “sihirli lâmbadan çıkan Dev cin” ve ulaşılan veya çeşitli maceralara mevzu kaybolan “prenses veya halktan sevgili”nin aranıp bulunması şeklinde, hemen hemen ana kahramanları belli, bir masal... Uzunluğu ve kısalığı, çekiciliği veya sıkıcılığı, anlatanın hayâl ve hünerine kalmış bir klâsik.

*

(OĞLUM, elini hangi fikir madenine değdirsen, elini lâmbaya değdirince içinden çıkan DEV CİN’in “dile benden ne dilersin?” demesi gibi, karşında beni görürsün!)... Üstadım’ın Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne ithaf ettiği, O’ndan ilhâmla ve intibayla yazılmış olan ALLAH KULUNDAN DİNLEDİKLERİM isimli 2 ciltlik eserinin başlarında, “bu taife elini küfre değdirecek olsa Şeriat, cahil elini Şeriat’e değdirse küfür doğar!” hikmetine eş, doğanı O’nun feyzinden bilme, “eserde müessiri ve müessirde eseri” idrak şeklinde, bunu söyletir. “Her nakışta o mânâ” hikmetinin fikirde ifâdesi. Şeyhe bağlılığın, onun ruhaniyetine bürünmenin neticesi. Tam da, İBDA’ (İbza’) mânâsı: Kâr tamamen verilene âit olmak üzere, sermaye vermek... Feyz Efendi Hazretleri’nden, eser kendinin. Fikirde “zamanüstü” nasibine eren Üstadım’ın, benim için, “tek kelimemin boşa gitmediğine inandığım tek sen varsın!” sözü, kabak çekirdeği cinsinden fikirlerin FEYZ almanın bu türlüsüne misâl gelmeyeceğini anlamaya yeter. Birisinden, bir eserden faydalanılır, feyz alınır ama, o, bu değil. Tekrar edeyim: O eser, Üstadım’ın, O’nun ağzındanmış niyetine ve O’na ithaftır. BÜYÜK DOĞU İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nün temelleri, sözkonusu eserde atılıyor.

*

Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, Üstadım’a yazdığı mektublarda işlenmiş mevzular şeklinde bir kurgu ile ele alınan eserde, yukarıda gördüğünüz gibi, kendisine hep OĞLUM diye hitab edilir. Müessirini O bilme. Bu ilgi içinde meselelerin işlenmesi. Uzatmadan, bu tür ilgi beyanları ile okuyucuyu alâkadarlık hususunun telifi bir arada, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nden:
— “Ey dostum Ebu Muhammed Abdülaziz! Bu risâlede sana hitabediyorum! Allah’a yemin ederim ki, asıl maksadım benim nefsimdir! Senin dikkatini çekiyorum, kinâyeli olarak kendimi hedef alıyorum. Nefse sürekli hatırlatmada bulunmaya ara vermemek gerekir. Çünkü nefs zelildir!”

*

Muhayyelâttan kurulu kıyas hâlinde, hâdiseleri günlük hayata benzemeyen bir “olurlar ve olabilirler” dünyası çizen, gerçek, gerçek dışı ve hakikatlerin sızarak büyülü bir atmosferde dinlenmek üzere gölgeye çekilişi; nice bin yıl sonra ilmi bilgilerin öncüsü kurgu rolleri, şimdiki zamanı da bu soydan “masal” kurgusuna itmiştir. Burada, mevzuumuz değil, misâlimiz
masaldan: Alaaddin’in sihirli lâmbası.

*

Hacegan silsilesinin 17. Büyüğü Alaaddin Attar Hazretleri anlatıyor: Hace Bahaeddin –Şah-ı Nakşibend– Hazretleri’ne yeni bağlanmıştım. Tarikat ehlinden biriyle Ramiten’de gönül bahsini açmıştık. Ben, gönlün içyüzünü bilmediğimi söyleyince, bu zât, “benim gözümde gönül üç günlük ay gibidir” dedi. Bu sözü Hâce Hazretleri’ne anlattım. O ânda ayakta idiler. Mübarek ayaklarını ayağımın üstüne koydular. ÖYLE BİR KAYBOLMA HÂLİNE DÜŞTÜM Kİ, ŞUUR DİYE BİRŞEY KALMADI BENDE; VE KÂİNATTAKİ BÜTÜN VARLIKLARI KENDİMDE GÖRDÜM. AKLIM BAŞIMA GELİNCE BUYURDULAR: GÖNÜL BUDUR, O DERVİŞİN SANDIĞI DEĞİL. GÖNÜL HÂLİNİ SEN NASIL KAVRAYABİLİRSİN Kİ, ONUN ULULUĞU SÖZE GELMEZ. O Kİ GÖNLÜ BULDU, MURADI BİLDİ VE BULDU.

*

İçinde bulunduğumuz âlemin aslı olan fiil ve işler, Allah’ın fiil ve işlerinin gölgesidirler. Gölge ise, asılla var olan... Bâtın ve zâhir, sır birliğinde bir olmak ve zâhir’in bâtına-aslına dönmesi şeklinde, birbirine zıttırlar. Bâtın kahramanları, bu dünya ahvaline dair ilimleri, bizim gibi öğrenmezler ve bundan uzak dururlar; onlar, eşyanın hakikatini, Allah Resûlü’nün ruhaniyeti ve inayeti yolundan, doğrudan Allah’tan öğrenirler. Öz ve asıl hâlinde. Biz, dünya nizâmına dair meseleler ve mücerretleri peşinde iken, “Kâinat’taki bütün varlıkları kendinde toplu gören”i, elimize aldığımız fikir ve işin gereği sıfatımızda bulursak, fikir ve işin aslına doğru “muradı kestirme” davasını da ondan olarak kapabiliriz... Misâlimiz de burada: Zamanüstü mahiyetiyle ruh ve nur, “bir yerde olan her yerdedir” hakikati içindedir. Bu âlemde bir âlem olan zât, eğer senin iş ve fikir üzere bir nisbetin varsa, elini sürdüğün her yerdedir: Bir nevi rabıta, ilm-i ledün karışımı bir meded... Yevmiye: “Sen artık kanıma girmişsin, içime, kanıma...” buyurdu Üstadım. Fikir ve iş üzere olan nisbetimle, galiba “lâmba içi” keyfiyetten paydayım. İsbatı fikir ve iş olan.

*

Alâaddin: 165.
Rahman Sûresi, 19-20. âyetler: (Meâli: Kararsız –durgun olmayan– iki denizi salmış birbirlerine kavuşuyorlar, fakat aralarında birleşmelerine engel bir perde vardır.): 3165.

*

Attar: Güzel koku veya iğne ve iplik gibi şeyleri satan: 280. Naka-i Salih: 281= 1280.

*

Alaaddin Attar: 445. Muhyiddin-i Arabî: 445.
Mehat: Maviye. Billur taşı. Güzellik. Güneş. Dağ sığırı. Menzil, konak: 446= 1445.
Aladdin’in Sihirli Lâmbası: 677= 1676. Ruhu’l Furkan: 676.
Mim. (En büyük ebcedle): 676. Telegram: 1676.

*

Bazihane: Oyun yeri, eğlence yeri. (Oyun ve eğlence, alay ve şaka dışında, zihin ve bedenimi ihtimaller alanı gibi tecrübe tahtası rahatlığıyla kullanan Telegramcılar için sözkonusu olabilir. Bu satırları yazdığım sırada, sağ göğüs üstüme bir ikaz acısı gerçekleştirdiler. Japonca gibi bazı dillerdeki oyun mânâsıyla söylersem, “acı vermeyi oynadılar” demem lâzım... Kuvantum fiziğinde ise, bu alanın-âlemin ihtimâller Cenneti olması bakımından “Alice’in Harikalar Dünyası” masalına benzetilmesi, “elektromanyetik dalgalarla” beyni etkileyen Telegramcılar için ayrıca veya aynı mânâda yine ben.): 676.
İrtiad: Izdırablı ve sıkıntılı olmak. Deprenme. Titreme: 676.
Haz’: Muhalefet etmek. (Haza’: Ameliyat, kesme, yarma): 677= 1676.
Tesvir: Koluna bilezik yapma. Büyük derecelere yükselme. (Tesvir: Toz kaldırma. Derin ve ince mânâyı araştırma): 676.
Salih İzzet Erdiş. (1 ekleyerek): 1675= 676.

*

Aladdin’in Sihirli Lâmbas(ı): 667.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler - Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 3367.
İstare: Perde, zar: 667.
İstare: Yıldız: 667.
Hanife Erdiş: Babaannem, Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin yeğeni: 668= 1667.

*

Aladdin Cennet(i): 619.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler - Cennet: 3619.
Hubbazi: EBEGÜMECİ isimli çiçek: 620= 1619.
Türk: 620= 1619.
Kürt: (İlm-i Ledün: 224: Kürd): 620= 1619.
Hayt: İp. Bağ. İki şeyi birbirine bağlayan. Terzi. (Hayat: Dirilik. Canlılık... Hayyat: Dikiş diken sanatkâr... Hayyat: Yılanlar.): 619.
Büzürgmeniş: Yüksek fikirli, fikirleri değerli olan: 619.

*

Aladdin Cennet(i): (Rahman Sûresi 19-20. hatırlayınız): 619= 1618. Hakikat: Bir şeyin aslı, esası. Sâbit, vâki. Sadakat. Doğruluk: 618. Hürriyet: 618.
Hayret: 618.

*

Hakikat: 618= 1617.
Tecrid: Soyma, derinleşme. Bir şairin kendisini mücerret bir şahıs farzederek ona hitabetmesi: 617.

SEYYAH SORUYOR

Levha: 22 Aralık 1991... Bir yabancı turist kız... “Ğ” harfini soruyor... Ona, bu harfi “g” gibi bir harfle karıştırdığını söylüyorum... Sonra o kız, sinema salonu gibi bir yerde ve seyirciler arasında İlâhî söylemeye başlıyor, hisleniyorum... Sonra ayrı bir bölmeye gidiyorum... Almanya’dan gelmiş olanların topluluğunda, türkü söylüyor!

*

Gayn: Bir harf. Susuzluk. Harfin ebced değeri (1) ekleyerek: 1001.
Dad: Bu harfin, “da’va cetvelinde” Allah’ın Dara-Hükümdar ismiyle ilgisi vardır. Sayı değeri:1001.
Dârr. (1 ekleyerek): Dilediğine belâ verici mânâsında, Allah’ın 99 güzel isminden biridir. (Belâ, nefs hastalığı ve tezkiyesinde, idrak sahibi için şuura en büyük şifâ.
Velinin, bu şuuru ifâdesi: “Aydın, kendi eliyle dünyayı kendine zindan edendir!”... Üstadım’dan: “Belâ, belâ, bende yakıcı şehvet, — İpten inerim yine uslanmam!”... Bir şarkının güftesinden: “Dertleri zevk edindim, bende neş’e ne arar!”... Yevmiye: Allah sana bu çileyi çekebildiğin için veriyor, sevinmelisin!): 1001.

*

Gayn: 1000= 1999.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1000= 1999.

*

Gayn. (En küçük ebced): 10. Ebced: 10.
Zavarib: Nabız damarları. (MÜNŞEAT isimli eserimden, 1981 tarihli “Yeniden Doğuş”: Pencereden baktım boz bulanık deniz — bostancı semti telâşede evler — ne varsa göze gelen belli belirsiz — yürekleri nabzımda atıyordu — heceliyordum bu böyle gitmez!): 1009= 10.
Çav. (Kürtçe): Göz. (İdrak): 10.
İBDA. (1 ekleyerek): İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numunesiz birşey yapmak: 10.

*

Be harfi, Allah lâfzının remzi ELİF harfinin eğilerek altına nokta konulması şeklinde. Hazret-i Ali’nin, “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı!” derken işaretlediği nokta budur. Anlamaya
çalışır ve tahkik ederken, anlatmaya çalışırken çoğalan. Maddî-mânevî topyekûn varlık; tür ve ferd hâlinde her insan, Dehr, kâinat, dünya, her şey, cemaat, halk, cemiyet, hususî hâl ve keyfiyet, hayvanlar, bitkiler vesaire, kendini kendinden olmayanlardan ayırıcı her küll, bir âlemdir... Allah, olmuş ve olacak herşeyi, ezelî ve ebedî olarak bilir. Her varlık, topyekün varlığı kuşatan Allah’ın ilminde, vücud-u ilmiye mazhardır, Allah’ın kudret ve iradesiyle yaratılır. Herşey Allah’tan, Allah değil... ŞEKİL-SURET bahsini hatırlayınız. Topyekûn Kâinat, bütün varlıklarıyla, KUR’ÂN-MUTLAK FİKİR’in gerçekleşmesidir. Allah’ın kuluna, onun var oluşundan sonra, O’nun varlığını bilmeye delil ÂLEMLER’den edindiği bilginin son tecridde MUTLAK hakikatini gösteren. Bu mesele, insan çabası ilmin gayeliliğinin MUTLAK olarak bildirilişi bakımından, kendi kendinden ibaret bir lâfız hâlinde söylenen “MUTLAK FİKRİN GERÇEKLEŞMESİ” veya aynı sırada bir deyiş hâlinde “KAOS” teorisinden farklıdır. Varlığın muhtevasını gösteren ŞEKİL, insan düşüncesi ile varlığın muhtevasından şuurun kendileştirdiği olurken, işin bu HAKK ve kul yönü, “şeklin kendisinden olduğu, ama kendi o şekil olmayan” tâbirine denk gelir. Dikkat: ŞEKİL, insan tabiatına uygun olandır... Herhâlde anlaşıldı: “Şeklin kendisinden olduğu ne?” sualinin cevabı, onu rastgele bir mihraksızlıkta bırakanlara mukabil, yalnız İslâm’da, Allah’ın bildirdiğinde. (Bu husus, kaba saba bir kullanma kılavuzu sahtekârlığına âlet edilmemelidir. Her mevzu bulunacak kendi esas, usul ve kurallarına göre ele alınır ve ister istemez, hükmün, duyu verileri dışında kalan ve eşya düzenini temsil eden AKLI aşan –aklın ruha âit yönünde kalan– kısmı bakımından, belirtilmesi kendini empoze eden durumlar için bir zarurettir.)... Şekil-form-norm-diyalektik vesaire; hem ilim ve düşünce, hem varlık için aynı sırada, herbiri gerektiği yerde ve kullanıldığı yere göre mânâ ifâde eden kavramlar. Bizi, bizden olmayanlardan ayırıcı olma mânâsında, (diyalektik, aynı zamanda dışta bırakma düzeni ya!), İBDA Diyalektiği... Bu ara nottan sonra: İlim, bir noktadır. Mekân, zaman, ruh, nefs vesaire gibi, kemmiyetlerin kendisine irca olduğu bütün keyfiyetler, kemmiyetler dünyasına âit “uzak, yakın, büyük, küçük, az, çok, yükseklik, alçaklık, basamak” vesaire tarzında, müşahhas ölçülere mevzu olmadığı gibi, bu mantık yürütmeyle de anlaşılamaz. Kemmiyet dünyasına âit kavramlarla konuşmalar, bir benzeriyle, misâl olarak, bir bilinenle bilinmeyeni hissettirme şeklindedir. Sözkonusu nokta, Allah’ın KÜN emrinin, vücud bulan veya sırasını bekleyen “olacak olan”ını gösteren, bir SIRR noktasıdır. Allah’a nisbetle topyekün varlık cahil iken, herkes, bütün âlemlerin kendisinde CEM olduğu o NOKTA’dan hisse ile, o TEK’e doğru harekette, davette. Hani bir velinin, “Allah de ve sus” demesindeki hikmet; bir şeyde boğulmak, o şey olmak değildir. Bu hikmet, kul için ebediyen bâkidir... Baştan söylemem lâzımdı: Ebced’in değerinin 10 olması, Kur’ân alfabesinde bu rakamın nokta ile gösterilmesinden dolayıdır. Tek sayılar 9’da biter ve gerisi 1 sayısının 9’dan sonra ifâdesi hâlinde sıfır ile basamak atlar; sıfırdan başlayıp, sıfır ile basamakları atlayarak, sonsuza giden sayılar. Allah’ın varlıktaki sırlarından biridir sayılar. (1-10-20-30...100-1000-10.000-100.000 vesaire)... Elif, yâni Allah remzinden, BİR’den sonra, topyekün varlığı ihtiva eden O’nun ilmi sıfır-nokta. Bunun yanında, Arab alfabesinde, 5 sayısının sıfır şeklinde olması ve HE harfinin Allah lâfzındaki HE olarak nefes harfi oluşu, bunun da ebced değerinin 5 olması üzerinde durduğumuzu hatırlatalım... Allah Sevgilisi’nin, “ebcedi öğrenin!” demesindeki sırdan bir zerre, bu âlemi bizzat lâfzından göstermeye çalıştım.Önemli: MUTLAK FİKİR’in gerçekleşmesi denilen sistem, teori, bu gerçekleşmeyi MUTLAK FİKİR’e delil diye gösterirken, birbirini çelen sayısız sistem ve teoriye, parçalanmaya gider. Tecrid hâlinde, “terk, terk, terk...” hâlinde giden fikir de, terkin terkini göstermezse, birbirine zıd olan “mutlaklık” ve “izâfî” meselesinde, “izafi-dünya”yı terkinde, mutlaklığı dünyadan tahliye etmiş olarak onu kayıtlamıştır ki, bu tür terk fikri “mutlak” olamaz. İSLÂM, hem terki-Mutlak’a gidişi, hem de dünya meselelerini vazedişi ile, MUTLAKLIK adı altındaki beşeri sistemlerden ayrıdır. Bu bakımdan, TASAVVUF’taki “terk-i dünya” ile sair
mistik yolların hiçbir benzerliği olmadığı gibi, kendisine nisbet edilecek MUTLAK ÖLÇÜLER’i bulunmayan havada bir “mutlak fikir” farzedişiyle insan ve toplum meselelerinin halline dair ona delil niyetine serdedilen sistem ve teorilerin de, İSLÂM’la hiçbir benzerliği yoktur. Tasavvuftaki “terkin terki” meselesindeki mânâ: Fizik ve metafizik hayatı, İSLÂM’ın seyyahlarına sunmuş olmasıdır. Birbirinden pay zaruretini gösteren “ruh ve beden” bütünlüğü gibi. Her mizaç, hakikatini bulur.

*

Levh-i Mahfuz: Her şeyin hayatının İnd-i İlâhî’de yazılması. İlâhî İlmin bir ünvanı; sureti Kur’ân: 1078= 79.
Vahdanî: Allah’ın birliği ile alâkalı: 79.
Milt: Nesebi bilinmeyen. (Babasız ve anasız Âdem ve çocukları. Bunun yanında, topyekün Kâinat’ın yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Resûlullah Efendimiz’in, Kur’ân’da KUL diye anılması ve bir isminin de ABDULLAH olduğu hatırlanmalı... Abâdile: Abdullah isimliler: 112: Salih İzzet Erdiş.): 79.
Seyyah: 79.
Mellah: Kaptan. Denizci: 79.
Elmah: Her gördüğü şeyi tetkike meraklı kişi: 79.
İdad: Saymak. Sayı. Hesab etmek. Ölüm vakti. Fark. Vergi. Bahşiş. Denk. Delilik emaresi. (Cinnet; gizlilikler, cinler, cinlenme.): Parmakla hesab etmek: 79.

*

Gayn: (Büyük ebcedi): 1060.
SİN: İnsan. “Sin, iki kişi demektir.” (Bu harfin DA’VA cetvelinde sayı değeri 180’dir ve Allah’ın “Semi’ ” ismine tevafuk eder... Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1180... Muallem: Talim görmüş: 180: Muallim: Öğreten... Kuta’: Düş yormak, rüyâ tâbir etmek. Başka yere gitmek. Su kesilmek- zamanüstü... Nefyetmek: Olumsuzlama. Reddetme. Gayrını bırakma... SEMİ’-işiten: Hazret-i Ömer, camide kürsüde vaaz verirken, Halid bin Velid Hazretleri komutasında sefere giden ordu, muharebe etmektedir. Bir ara, sıkışırlar. Hazret-i Ömer birden vaazı keser, “Dağa doğru çekil Hâlid” diye seslenir. Sonra vaaza devam. Cemaat, ne olduğunu anlamaz ve sorar; O da sebebini söyler. Günler sonra şu kadar kilometre ötede cereyan eden savaşın muzaffer ordusu geri gelince, hâdisenin tam da Hazret-i Ömer’in dediği gibi cereyan ettiği anlaşılır... Bizim anlamamız gereken de, Allah’ın Ahlâkıyla ahlâklanma-sıfatlanmanın, O’nun Resûlü’nün ruhaniyetine- sıfatlarına bürünmekle mümkün olduğunu anlamak. GERÇEK İNSAN, Allah ve Resûlü’nün buyruklarını can kulağıyla duyanlardır.): 60.
Gayn: 1060= 61.
BÜYÜK DOĞU: 1060= 61.
Gayn. (En büyük ebcedi): 111.

*

Elif: Birinci harfin adı: 111.
Ahkab: Uzun zamanlar. (Dehr. Lisân.): 111. İns: İnsan: 111.
Mekân. (Kevn’den): 111.

MERYEM ANA

Levha: 25 Haziran 1985... SAPANCA gölü... Televizyon dizi filmindeki Emniyet Müdür Yardımcısı Komiser Enrayt ile bir sandaldayız... Ama garib birşey; SU AYGIRI’nın çektiği tuhaf bir sandal... Su aygırının BOYNUZLARI var... Komiser, suyun içindeki batık şehir enkazını gösteriyor ve “Hind-Çin karışımı bir medeniyete âit şehri araştırıyoruz!” diyor... Göl, Batı ülkesinde... Batı’da Hind-Çin medeniyeti karışımı bir şehrin bulunuşuna şaşıyorum... Eski çağlarda... Gölün kıyısında, tarihî binaların enkazı var... Ve yan tarafına uzanmış, büyük bir tepe cüssesindeki muazzam Meryem Ana heykeli... Komiser Enrayt, “EBEGÜMECİ” dediği MARUL benzeri bir çiçeği koparıyor ve “bunu Büyükannem çok sever, iyi bakar!” diyor... Büyükannesi, Hanife Sübhandağı, yâni Babaannem imiş!

*

Sapanca: 147= 1146.
Rahman Sûresi, 19. âyet: (Meâli: İki denizi salmış, birbirlerine kavuşuyorlar.): 1145= 146.
Komiser: 417.
Necib Fazıl Kısakürek: 1417.
Bernik: Su aygırı: 362.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 1361= 362.

*

Hind-Çin. (Mehdî-Cîn ile ebcedi aynı): 59+63= 122.
Enasî: İnsanlar. Basar. Göz: 122.
Baim: Heykel. (Nur’un tecessümü hâlinde, İslâm büyükleri için “nurdan heykeller” tâbiri hatırlanmalı; İlâhîlik, mevlâna gibi.): 122.
Heykel: 65.
Necib: 65.
Enbiya: Nebiler, peygamberler: 65.
Hindu: Yüzde veya vücuttaki siyah noktalar. Ben, benek: 65. Yedan: İki el. Eller: 65.
Babeyn: İki dünya. İki âlem. Dünya ve ahiret: 65.

*

Meryem: Babasız Hakk Peygamber, RUHULLAH sıfatlı Hazret-i İsâ’nın annesi: 290.
Resel: Topluluk, cemaat. (Unsurları insan, bir âlemdir.): 290.
Hanife Sübhandağı: Babaannem. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, dayısı olur. (Levha: 12 Aralık 1983... Eskişehir’deki ev, ama çok güzel... Babaannem’i görüyorum; on yaş daha genç ve güzel bir hâli var... Bunu düşünürken, boynundan öpüyorum... Rüyâ tâbirinde boyun, MÜRŞİD’e tevafuk eder... Allah Ekber: 289: Racife: İlk nefha, nefes. Dünyayı yerinden oynatan vakıa: Fart - ifrat - ansızdan gelmek.): 1289= 290.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1289= 290.
Kürsî: Koltuk. Kaide. Merkez. Kudret. Mülk. Başşehir. Arş’ın altında bir makam. Arş’ın altında bir sema tabakası. (Abdülhakîm Koltuğu bahsini hatırlayınız.): 290.

*

Temime: Heykel: 495= 1494.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1493= 494.
Fatiha: Kur’ân’ın birinci sûresi. Bir şeye başlamak: 494.
Fütuha: Hükmetmek. HÜKÜM sahibi: 494.
Cümane(t): Tek inci: 494.
Ta’yid: Bayram etmek. (Levha: 3 Mayıs 1991... Elimde “Mektubat” isimli ve alt başlığı “Bayramlık” olan kalın bir kitab var... Benim eserim imiş ve onun ikinci
baskısı imiş... Not: MÜNŞEAT’ın alt başlığı, ÖNSÖZ - BAYRAMLIK.): 494.

*

Ebegümeci: Bir çiçek ismi. (Zehre: Çiçek. Beyaz, berrak... Ezhar: Çiçekler... Ezher: Ay. Cuma.): 84.
Ledün: Garib ve lâtif bir ilmin ismi. İlâhî esrara ıttıla kesbetme, örtülü ve gizliyi farketme: 84. Daiyy: Şu kimseye derler ki, bir kişi ona “oğlumdur” demiş olsun. (Daiye: İnsanı bir şeye candan bağlanmaya sürükleyen iç duygusu. Mucib ve sebeb. Bais olan husus, vakit ve zamanın bir haleti. Arzu, hırs. Dava. Bahane.): 84.

*

Mehded: Hindiba otu. Acı marul. (Yevmiye: “Marul’un göbek yapraklarından olmak isterim”... Şairliği ve şiirleri hakkında...): 53.
Ahmed: Allah Sevgilisi’nin, çok hamdeden, çok hamdedilmeye lâyık olan, beğenilmiş, sevilmiş” mânâlarında bir ismi: 53.
Cin: (Zaman-mekân kaydından azade, düşünen ve iradesiyle hareket edebilen, bazen görünür plâna çıkabilen bir varlık türü olmasının yanında, gizliliğinden dolayı bazen ruhî varlıklara cin, cinlere de umumî mânâda “ruhlardan bir varlık” denebilir. Mecazî olarak, açıkgöz, akıllı mânâsına bir insana “cin gibi adam, o ne cindir!” denmesi gibi... Allah Sevgilisi, onlara da tebliğ göreviyle gönderilmiştir. Rüyâların tasnifinde, onların telkin veya surete bürünmeleri şeklinde bir bahse de girerler. Müfti-üs Sakaleyn - “İnsan ve Cinlerin Müftüsü” sıfatlı, fetvalarıyla meşhur Ebu-Suud Efendi gibi, onlara da müftülük eden âlimler vardır. Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin de böyle olduğu... Suud: Yükselmek... Suud: Mübarek. Mübarek sayılan yıldızlar... Suadî:
Topalak otu, kust... Allah Sevgilisi’nin cinler arasındaki ismi, “Rahîm olan’ın kulu” mânâsına, ABDÜRRAHİM’dir.): 53.


​Baran Dergisi 216. Sayı