HALİCİ gören GÜMÜŞSUYU denen bir tepe, orada TARİHÎ bir dergâhta oturan ABDULHAKÎM Arvasî Hazretleri, Nedimî ŞAKİR Efendi ve ev efradı, ehl-i beyti… EFENDİ Hazretleri, burada yeri geldikçe HAKÎM ve HAYALÎ usulünün hakikati ile vasıflandırmaya çalışıyorum, “ben kimim?” ezelî ve ebedî hakikatinin bana vasıtası ÜSTADIM’dan nakil, HASIR Koltuğu üzerinde “uzun yıllarda bir gelen” olarak öldükten sonra da İRŞAD’ı devam, oturmaktadır… O’nun en yakını, Nebî ehli’nin en yakınının yakını Üstadım; “Nebî ehlinin en yakınlarından” demiyorum, çünkü Şeyh birdir - müridlerin nazarında bağlanma yönünden ayrı görünse de… O’nun en yakını Üstadım - özel bir memuriyet sahibi: İslâma Muhatab Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştirmek… O, gençliğindeki hâlini hatırlatıyorum hâlimden olsa gerek bir lâfızla, “başka kimin için ne?”, YEVMİYE bahsine giriyor: “Efendi Hazretleri’ne intisabım, bağlanışım ve bu başlanışı İDEALİZE ederek gidişim!”… Gerisi ruhum: Ben, Efendi Hazretlerini gördüğüm zaman, –tam mizanını yapacağım ve bunun not edildiğine memnunum–, Fransızlar’ın “Et’le miracle ca complire-ve işte MUCİZE meydana geldi!” dedikleri hâl oldu… İnfilâk!
*
GÜMÜŞSUYU: (Savlec-Gümüş. Misk. “Ruh”: 129: Menkuha-Nikâhlı kadın. “Dişi-nefs”… Aynı ebcedte olanlar… SEBZİN: Yeşil renkli. Rengi yeşil. “Hak gaybı. Allah için, Allah aşkına. Bir ismi de MEŞHUDE olan Allah Sevgilisi’nin mertebesi, CUMA günü ile ilgili - İNSANÎ Hakikatin mertebeleri mevzuunda”… LÂTİF: Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. Çok lütuf edici. Derin, gizli. “Üstadım’ın AFFET isimli şiirinden: Sende letâfet, bende kesafet, — Allah’ım affet!”… NAT’: Zâhir olmak, aşikâre olmak. Deri döşek… MÜCEVVEF: İçi boş şey. İçi oyuk… NİGİN: Yüzük. Mühür.Hatem… HENDESÎ: Şekil. Suret. “Tab’ ”… SEYEHAN: Gölgenin güneşle beraber dönmesi… CESSASE: Harb gemisi. “Cessase-Tecessüs. Araştırma. Cess, EL ile araştırmak, soruşturmak, tahkik, yapışmak, koparmak.”… REVAK-I UHREVİYE: Mezar. Ahirete açılan yer. Cennet Bahçesi.): 458.
NÜBÜVVET: Peygamberlik: 458.
BEHANET: Nefesi iyi olan kadın. (Allah Sevgilisi’nin, HAKKI nefsinde dişi olarak görüşünü ve topyekün kâinatın ve kadın-insanın O’nda toplanışıyla NEFSİ’nin “iki dişi, bir erkektir” hakikatini doğrulayışını hatırlayınız. Bu mânâ İNSAN’da idrakin dişi olması, faaliyet –aksiyon– olarak da NEFS’in “dişi ruh” mânâsındadır; EMR’i kabulden kıyas… Uygunlukça, RUH’un ruhla kabulü, idrakı… Allah Sevgilisi’nden başlayarak, Peygamberler, Sahabiler, seçkinler, veliler, bütün müminler, bütün insanlar bu hisseden derecelerde. Neticede, İradelerinin seçme vasfıyla, imân ve inkâr kutbunu gerçekleştirenler; Allah Resûlü’nün kadrosudur.): 458.
NABİTE: Bir kabilede yeni çıkan çocuk. “Nebat. Secde. Rüyâ. Düş”. (Şecere: Ağaç. Nesl. Soy… “NUR âyetinde işaret edilen İNSAN-I Kâmil”, Allah’ın KÜN-Ol emrindeki NUN’u… Âyet meâli: “Ne doğuya, ne batıya nisbet edilen mübarek ZEYTİN ağacından tutuşturulur”… Sufîler, Allah’ın VÜCUT sıfatına âit isimlerin birbirine zıt ve karşılıklı olması hasebiyle, ŞECER-Ağaç kelimesini bunun bir ve bütünlüğüne misâl olarak kullanırlar… “Topyekûn varlığı”… Veli’nin, kendi nefsinde Allah ve Resûlü’nü isbatlayan şu hâdise, İNSAN-I KÂMİL’e teşbih edilen VARLIK AĞACI’nın, Kâmil insanlarda onların NEFS’inde tecelli eden mânâya nisbet bütünlüğünün görünüşünü de izâh eder. Allah Resûlü …… veliler, malûm, VAHİD ile VAHÎD’in renklerinde VAHÎD, HAKK’ın Allah ile Kul yüzleridir. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, “mübarek bir ağaçtan tutuşturulur” ayetinde geçen AĞAÇ’ın mahiyetini bir keşifte Allah Sevgilisi’nden sorunca, şu cevabı almış: “Bu ağaç, Allah’ın bilinemez olan Zâtı’nın bir remzidir, bu bakımdan O’ndan yönler nefyedilmiştir - bildiğimiz mânâda yan-yön-cihet O’nun için bahis dışıdır. HAKK ise, maddeleri-mevcutları ve bunların asıllarını yaratmış olandır, yaratandır. O olmasaydı, hiçbir varlık olmazdı!”… Varlık, mümkün için arızîdir; ve MÜMKÜN, varlığı yokluğuna tercih edilerek var olandır!; hani, Allah Sevgilisi’nin “Allah’tan başka herşey bâtıl!” diye belirttiği hakikat olarak, Allah’tan gayrının O’nunla var ve varlığını sürdürmesi meselesi… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, Allah Sevgilisi’nin, onun sualine cevab vermeden önce, “sen ağacın ne olduğunu bilirsin!” dediğini, o ânda zaten Allah Resûlü lâfza dökmeden önce o mânâyı kendisinde bulduğunu, ama yine ayrı bir kıymet, “evet biliyorum, fakat sizin ağzınızdan duymak istiyorum!” dediğini aktarıyor… Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirindeki şu beyti, “anne ve çocuk” yerli yerince mânâlandırılarak hatırlanmalı: “Annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk, — Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk!”… Allah ve Allah Resûlü… Allah, Allah Sevgilisi, Peygamberler… Allah, Allah Sevgilisi, Peygamberlerin hakikati izinde Allah Sevgilisi’ne tâbî olan sahabîler… Allah, Allah Sevgilisi, sahabîler… Allah, Allah Sevgilisi, sahabîler, tabiler, veliler… Böylece, önünde öncü olmayan ilk ve sonunda son olmayan son Allah Resûlü’nün kul plânındaki HAYAT AĞACI mânâsı, ŞECER’in “nesl” mânâsının “ağaç içinde ağaç” mecazını ve giderek bu kabilenin içinde görünen “yeni çocuk”dan kasdı, MÜRİD olarak belirler.): 458.
MUHAZAT: Yüzyüze gelme, karşılaşma. “Halef”: 458.
MUSA Mirzabeyoğlu: (MUSA Mirzabeyoğlu: 1418: NECİB Fazıl Kısakürek. “Gizli müessir”…): 458.
TEMHİD. (Mehd’den): Döşeme, yayma, düzeltme. İskân etme, yerleştirme. İhtiyaç sahibinin ihtiyacını kabul ve tasdik etmek. Serd etme, izâh etmek, arz etmek. MUKADDEME yapma. TAKDİM etmek. Hazırlama.): 459= 1458.
NECİB Fazıl Kısakürek - VELED: (DELV-Kova. 12 burçtan biri: 40: HALEB-Süt sağmak… HABEL-Musallat fikir. Ana rahmindeki çocuk: 40: DAHİL-Hayrette kalan… EZKİYA-Saf. Temiz. “Kürtçe’de Ezkiye-BEN KİMİM?”: 40: CEZL-Kâmil adam. Güzel ve muhkem fikir. Düzgün ifâde… YEL-Ruh. Rüzgar: 40: HAİL-Berzah. Perde. Mania. iki şey arasını ayıran… İLGAZ-Sözde maksadı gizlemek: 40: DÜVEL-Devletler. “Siyaset”… VELED-Erkek çocuk. Çocuk. Döl, yavru: 40: HÂLÂ-Şimdi. Henüz. Elân. Şimdiye kadar.): 458.
MEHDÎ Muhammed Mirzabeyoğlu: (Levha: 2 Haziran 1990… Rahmetli ATİYE Hala. (…) Sakin, mutlu, mesud, sıhhatli bir hâli var… Gelmem ve bunu ummuş olması dolayısiyle, “hüküm kesilmiş, geldin!” diyor… ATÎ: İstikbâl. Önde. Sonra. Vaki olan. “İBDA”… ATİY: Hediye. Lütuf. İhsan. MÜHDÎ-Allah Sevgilisi’nin, Alemlere rahmet olarak gönderilmesi bakımından bir vasfı.): 458.
*
HASIR KOLTUK: (Levha: 12 Nisan 1988… “Oturma yeri HASIR olan, taştan bir koltuk… Oturma yerinde, oturarak koyulabilecek yuvarlak bir DELİK var… Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin koltuğu böyle imiş.”… HASIR: Saz ve ottan örülen yaygı, vesaire… HASIR: Muhasara eden, etrafını kuşatan, hasreden… HASR: Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma. Askerle etrafını kuşatma. Sıkıştırma. Kısaltma. Okurken tutulup kalma. Zaman ayırma. Bulma. Vakfetme… HASR: Noksan olmak. “Nefs - mânâda ne kadar açlık, o kadar feyz alma”… HASR: Keşfetmek. Yorulmak. “Gayret etmek. Kusto”… DELİK: Gül tohumu… DELK: Oğuşturmak. El sürtmek. Meshetmek. “Mesh-Oğuşturmak, bir şey üzerinde el yürütmek. Suret değiştirmek”… DELK: Dervişlerin giydikleri eski aba, elbise. “Hırka-i Tecrid”… REMS: El ile meshetmek. Islah etmek. Düzeltmek… REMS: Mezar, kabir. Aynı ebcedle FİKR… KABR-Mezar: 302: MİRZABEYOĞLU.): 941.
TE’SİL: Sermaye vermek. (İBDA’: Hisse hisse etmek. Sorulan şeye güzel cevab vermek - ihtiyacı karşılamak. Kandırmak, doyurmak. Birisine, kâr tamamen kendisine âit olmak üzere sermaye vermek… HAKÎM-Allah’ın herşeyi yerli yerince eden mânâsında güzel isimlerinden biri. Kulda, varlığın hakikatini muttasıf, bununla vasıflanmış mânâsına gelir. “Nizâm”: 78: İBDA-Allah’ta benzersiz yaratma, kul için benzersiz icâd, ihtira, keşif mânâsına gelir… 12 Nisan 1988 tarihli rüyâda tarikate kabulümle ilgili olarak yaptırdığım ABDÜLHAKÎM Koltuğu, Üstadım’ın TAKDİM edişi ile ilgili yazıyı bulma gayretimde beni KUŞATAN’ın bu suret oluşunun keşfidir… Hatırlayınız: Allah Resûlü’nün “sen hayat ağacının ne olduğunu bilirsin!” der demez o mânâyı kendinde bulan veli misâli, “bilinen ve mevcut olan bulunur!” hikmetindeki kasda da uyar… Fikirde “ifrat hâlde tecrid”, derin duyuş ve hissedişin, musallat olanın zikredilişidir… Böylece, VARLIK Ağacı’nın “insan ve toplum meselelerinin halli davasında” bu buudunun görünüşünü verme çabası: Yürüyen BÜYÜK DOĞU olarak İBDA bu!): 941.
*
HASIR KOLTUK: 936.
AĞAÇ isimli mecmuanın çıkış tarihi: (Üstadım’ın Efendi Hazretleri’ni ilk ziyaretinin ardından geçen sürede çıkardığı mecmua.): 1936.
Maznun: Meâl. Mânâ. Mefhum. Nükteli, sanatlı, ince söz. Ödenmesi lâzım olan: 936.
Muhasara: Bir kimsenin, diğer bir kimsenin elini tutup yürümesi veya ellerini birbirlerinin kuşağına sokup yürümeleri: 936.
BÜYÜK Doğu - İBDA: 1061+874= 1935= 936.
*
“Hüküm kesilmiş geldin!”: (Salih Mirzabeyoğlu: 1013= 14: Üstadım’ın AĞAÇ mecmuasını çıkarmasının üstünden geçen bu süreden sonra, 1950’de doğdum.): 602.
Amene’r Resûlü’de: (Meâl: Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez… Yevmiye: Allah o yükü çekebildiğin için sana veriyor, sevinmelisin!): 602.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1601= 602.
*
HIZIR: Meded eden. Yardım eden: 1600.
HI harfinin ebced değeri: (Bu harf Da’va cetvelinde Allah’ın HÂLIK ismine işaret eder ve sayı değeri: 731: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’ne göre HI harfi, Allah’ın EL-HAKÎM ismine işaret eder ve mertebesi ŞEKİL-SURET’tir… HI harfinin en büyük ebced değeri: 512: TETABUK-Birbirine uygun ve münasib olmak… Almanca BİTA: Pürüzsüz. “Uygun”… BİT: Gıda. Kut. “Kut’a-rüyâ; ot, canlı”… Kırgızca BİT: Kehle-Otuz yaşını geçmiş, saçına aklık karışmış kimse… KEHL: 59: MEHDÎ… Terkib olarak, “kabili tarif olmayacak şekilde sevinme” için Kırgızca’da söylenen BİTİ BİTİNE BATPAYT sözü, bizde “hüvesi hüvesine uygun” tâbirine - hissenin hisseye mutabıklığı mânâsına geliyor denebilir; bir bilye ile onun kumdaki tamı tamına uygun yatağı misâli… 2 NUR. “Esseyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek”: 512: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu.): 600.
*
Üstadım: “Çözdük her müşkülü derlerse de ki, — Sonunda var olmak müşkülü kaldı!”
 
XWEKUJİ - KERAMET
 
KÂZIM Albayrak: Arafat’ta Hatm-i Hace’den sonra Nedim Hoca’ya soruyorum — “Allah Resûlü’ne 3 yıl Vahy’in kesilmesi ve hatta kendisini kayalıklardan aşağıya bırakmak istemesi ve meleğin dur ihtarı. Hikmeti nedir?”… NEDİM Hoca cevab veriyor  — “Vahy’e iştiyakını arttırmak için ara verildi. Buna kendine kıymak denemez!” diyor… Ben de — “Seven ile sevilen arasında, tâbiri câizse cilveleşme ve fedakârlık tarzı olarak yorumlayabilir miyiz?” diyorum… Nedim Hoca — “Aynı şeyler; Resûlullah’ın aşkını arttırmak için!”… MUSTAFA Efendi ise, Allah Resûlü bir işinde İNŞALLAH demeyi unuttuğu için VAHY’e ara verildi!” diyor. (…) Bu suali sorarken, Kumandan’ın Cezaevi’ndeki intihara teşebbüslerini belirtmeliyim. (…) Mahmud Efendi’nin en ileri müridi HASAN Efendi’den, MEKKE-Mina’da KURBAN Bayramı’nın üçüncü günü (8.11.2011) Salı sabah namazından sonra Kumandan Mirzabeyoğlu için dua istiyorum ve HASAN Efendi onun için şunları söylüyor: “Allah şifa versin. Allah muradına göre versin. O kazanıyor, biz kazanmıyoruz. Çilesi kadar, yaptığı iş kadar kazanıyor. İslâm için SECCADE imâl eden ile, ticaret için İPEK imâl eden bir değil. Sarraf ile amele bir değil. Herkesin yaptığı iş ve hizmetine göre. Bu hükümet devrinde hâlâ ona İŞKENCE yapılmasına hayret ediyorum!”
*
XWEKUJİ. (Kürtçe): İntihar. (Kartal Cezaevi’ndeki kendimi bilek ve dirsek içinden kesmem, asmam, toptan hapları yutmam, neticede Hastahâne fasılları vesaire, hem TELEGRAM isimli eserimde, hem ÖLÜM ODASI dizisinde muhtelif defalar ŞEHADET eylemi olarak yazıldı; savunmaya yönelik bir işti ve sebebleri burada tekrarlamama lüzum yok. “Beklendiğime Kâni İdim!” başlığı altında işlediğimiz “Hayat Ağacı” mevzuunda de misâl teşkil eder bir husus, tam da Kâzım Albayrak’ın Allah Sevgilisi ile ilgili olarak naklettiği hâdisenin, –elbette kıyas olmaz ama– gölgeciği gibidir: Bir çınar ağacı, bunun normal bir insan gözüyle idrakı, biyolojik seviyede iç dokusuyla idrakı, KUVANTUM seviyesindeki hakikati, sonra bütün bunların her seviyesine uygun iç duyguyla sanat olarak idrakı, nihayet onun yanıbaşında “önce hissederiz, sonra fikrederiz!” hakikatini gösteren müşahhastan mücerrede bakan-akan hikemiyatı… Kısaltalım: Normal bir gözle günlük hayat içinde bakılan ağaç ve KUVANTUM dünyasının bir atomaltı parçacıklar cümbüşü içindeki seviyesi - Ağaç aynı ağaç da, şuur seviyesinin değişiminde iki ağaç tasvirî… İkincisi, birincinin içyüzü… Kâzım[’ın] naklettiği hâdiseyi okurken KARTAL’ı hatırlamıştım ki, yazının devamında ONUN bunu hatırlamasına gelince daha da memnun oldum. Bana, çevreme çok anlattığım ama yazarken vesilesi pek düşmeyen meseleyi ifâde imkânı sundu: Anlattığım hâdiselerin zâtî mahiyeti bir yana, beni asıl yıkan şey dipteki temelin kaybı hissi idi ve kararımı onsuz bir muhasebe içinde verdim ki, şu — “bütün bunlar başıma, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve elbette Üstadım’ın himmeti üzerimden kesmesi yüzünden geldi!”… Cihazdı, cindi derken, mahkemeler, şunlar bunlar, anlatmış olduğum hâdiseler, en yakınlarımdan başlayarak, arkadaşlarımı, 500-800 kişinin kurtuluşunun benim hayatımı iptalle gerçekleşebileceği kanaatinin oluşması, diğer siyasî oluşumlara karşı kullanılacağım tehditlerinin elle tutulur şekilde söz ve görüntülerle bana yansıtılmasının rolü vesaire; yapayalnızdım ve haysiyet sahibi… Bütün bunların git geli içinde, ümitle ümitsizlik arası, o kararı verdim: Defaatle arzettim, hatayı-eksikliği hep kendimde ve kahramanlarıma asla eksiklik kondurmaksızın… Himmet ve duaya hep böyle inanarak: Neticede, kader… Muhteşem MUCİZE Metris’ten sonra, yine orada asil bir devamı, ardından yüce dağın en tepesinden en dibe yuvarlanma gibi birşey… İnandığım yoldan da yine aynı iple çıkış-kurtuluş… Pek nazik bir ifâde olmayacak ama, onca birinci sınıf eserin ardından B-2 YEDİ’nin ikinci faslı, ÖLÜM Odası’nı, ağacın günlük hayat bakışından içyüze sarkışında, yâni “ölmek için yaşıyoruz aslı” çerçevesinde bir FİKİR izi olarak veriyor… Şu ân TELEGRAM, düpedüz bilinen ve parapsikoloji karmaşıklığından kurtulmuşum olarak devamda; “zehir yese onu şifaya ve sunulan küfrü ŞERİAT’e tahvil edebilen bir kumaş”ın isbatı hâlinde!”… KADER’e rızadayım… Komik bir durum: Üstadım’ın bir YEVMİYE bahsinde JAPONLAR’ı örnek vererek, “bu makine gide gide insan emeğine yer bırakmayacak!” demesini yaşayarak, kendine mahsus KABZ ve BAST âletinin beni kuşatmasına almasıyla elbette “bülbülü altun kafese koymuşlar, VATANIM demiş!” hesabı aslıyla KABZ, buna mukabil herşeyi kuşatanın ve kuşatanların mevhibe ve ihsanlarıyla VARİDAT’ın - bu ruhî neşemin BASTI göstermesi arasında, VAHDET sırrını görüyorum: “Allah’tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur!”… Yine Üstadım’dan: “Heybem hayat dolu, deste ve yumak, — Sen bütün dalların birleştiği kök, — Biricik meselem sonsuzu bulmak!”… İşte günlük hayata yansıtılması gereken iç duygusu da bu… ALLAH Sevgilisi’nin uçurum başındaki hâlini en güzel tâbir eden de, Kâzım Albayrak’ın ÜSTADIM’dan pek yerinde sunduğu üzere şu: “Belki de İlâhî hikmet, Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber’in üzerinden ilk VAHY yükünün kalkmasını gerektiriyordu. Belki de ikinci bir yüke dayanamazdı. Sır…”… METRİS, bir mucizeydi; misilsiz bir mevhibe… Sonra, bünyenin kaldıramayacağı kadar kuvvetli gıdanın dengelenmesi de orada oldu… KARTAL ise, acıklıkta acıkan ve sonra bu hissin iptaline kadar giden bir bünye; ve ardından VEHBÎ ve KESBÎ bir arada, dengelenen bir bünye-BOLU’da. NYMPHA Ser ile birlikteyim.): 135.
SAHİL: At kişnemesi. Denizin dalgasının karaya vurmasının çıkardığı ses. (Rüzgâr-ruh ve Deniz-ilim… Şeriyy: İyi, kıymetli at… Şer’iyyet: Şeriata uygun.): 135.
LEHAK: Çok beyaz. “Mücerret. Ölüm”. Öküz, sevr. (Sevret: Hiddet. Anlayış… Cevn: Kara ve beyaz. “Âlemde insan ve ölüm”: 59: KEHL-Akı karasına karışmış saç. “Şiir idrakı”…): 135.
FELKE: Ayın Dolunay şekli. “Güneş’e nisbetle Allah Resûlü’ne teşbih edilir”. (BEDR: Dolunay. Mekke ile Medine arasında bir yer ismi. Bir şeyin tamam olması. Sür’at yapmak. Bir işin ansızın zâhir olması. Tam ve münasib âzâ. Dolu şey. İyi hizmet eden tâbi… BADİR: Hemen yapmak isteyen. Birdenbire vuku bulan. Büyümüş çocuk. Olgun meyve. “Miv-Şi’r, kıl. Mive, meyve”… BADİRE: Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Kabahat. Birden zahmetsizce söylenen söz. Kılıcın, nebatın ucu. Zor geçit.): 135.
*
İNTİHAR: İdam-ı Nefs: 660.
KERAMET: 661= 1660.
RAST: Doğru. Müstakim. Sağ. Uygunluk. Haklı: 661= 1660.
MÜSTEYKIN: Yakînen ve kat’i olarak bilinen: 660.
HILAL: Dostluk: 660.
HASS: Marul. (MEHDED: Acı marul… Yevmiye: Marulun göbek yapraklarından  olmak isterim!): 660.
 
ÇİFT BAŞLI
SELÇUKLU KARTALI
 
SELÇUKLULAR’ın son devirleri… Merkez ve çeşitli şekilleriyle çevre meseleleri… Gürcülerin, bundan istifade AHLAT Şahı Sökmen ile ERZURUM Hanı Saltuk’un üzerine gelerek onları müthiş bir yenilgiye uğratması… Tarih: 1161… Ertesi sene Duvin’in işgali ve yapılan zulümler… SULTAN Arslan Şah’ın önderliğinde ATABEG İldeniz ve ERZEN Beyi Devletşah’ın birleşerek mukabil zaferleri… Devam eden süreç: GÜRCÜLER Anî Şehrini ŞEDDADİLER’den alınca, SULTAN Arslan Taş’ın, tâbileri ATABEG İldeniz, AHLAT Şahı Sökmen ve  ERZURUM Saltukluları’ndan mürekkeb SELÇUKLU kuvvetlerinin, NAHÇİVAN’da toplanmaları… Sonra Gürcistan’a girmeleri, AHALKELEK’i (Akşehir) yakmaları, LORİ ve DUMANİS ovalarını istilâ ederek, GAG Kalesi’ni kuşatmaları… ŞİMDİ tarihe ara vererek, HALİHAZIRIMIZ’a malzeme niyetine, birkaç kelime ve tedâileri yolundan birkaç hakikate işaret edelim… AHALKELEK-Akşehir. “Osmanlıca’da Ahâl, bir şeye yaramayarak kenara atılan şey mânâsına gelir ki, bu tamı tamına TARİH kelimesinin iki ayrı yazılışından birisinin karşılığıdır. AKŞEHİR’e gelince, SELÇUKLULAR’ın ANADOLU’da  merkezlik etmiş şimdi KONYA’nın büyük bir kazasının ismidir.”: 702= 1701: OSMANLI… Akşehir deyince, akla gelen elbette SEYYİD Mahmud Hayranî: 451: Salih Mirzabeyoğlu… LORÎ: Lurî-Cüzzam veya miskinlik denilen hastalık. Fare avlayan bir kuş. “Telegram’ın KARTAL safhasında, çocuk çizgi romanı TOMMİKS’in, arkadaşı İtalyan asıllı Ranger Geraldo’ya gitarıyla LORİ LORİ diye şarkı söyletirken, SUZİ karşısında diz çökmesi, hafızamın tazelenmesi cümlesinden olarak bunun canlandırılmasını da anayım.”… GAG: Bu kelime bana, herhâlde size de, GAK, yâni KARGA ötüşünde çıkan sesi hatırlatıyor. Derken, KARGA’nın SİYAH ve bu rengin de ululuğa işaretinden dolayı, mecaz olarak anıldığı. Sonra KÜLLÎ Cisme ve bunun da HAK-Toprak’ı hatırlatmasının uygunluğu: KARA toprak deriz ya… KERAKER-Kuzgun. Karga: 441: DAHM-İri, kocaman cüsseli. “Nefs. Dahme-Mezar, kabir”… DAHM: Şiddetle def etmek. “Neşr etmek, saçmak, yaymak”… DEHM: Ansızdan gelmek. Çok sayıda asker. Çok adet-ELF… DEHMA: Belâ, zahmet. Çok adet, sayı çokluğu. KADÎM, eski. Koyu kızıl. Halis kırmızı koyun. “Feraset. Ateş. Fürfür, besili koç: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî”… KISAKÜREK: 441: Salih Mirzabeyoğlu… TEVALÜD-Doğma, doğurma: 441: DEVLET… Çağlar Üstü bir remz: ÇİFT BAŞLI SELÇUKLU KARTALI.
*
CİSİM-Varlığı bilinen şey. Mekânı, yönü, uzunluğu ve genişliği olan şey: 103= 1102: MUHAMMEDÎ. “İLYAS”… CESÎM-İri vücudlu. Kebir. Ehemmiyetli: 114: Kur’ân’daki Sûre sayısı…GAYN harfinin ebced değeri 1000’dir-ELF; 1 sayısının bütün sayılarda katlanan olarak var olması bakımından 1’dir de. Allah’ın EZ-ZÂHİR ismine işaret eder ve mertebesi de KÜLLÎ CİSİM… Demek ki topyekûn varlık, MUHAMMEDÎ NUR’dan bir nefs, KÂMİL İnsan… Allah’ın isimlerine nisbetle MERTEBELER, hep bu mânâdandır… KÜLLÎ CİSM’in renginde dolayı “kuzgun ve karga”ya benzetilmesi, aynı niyetle KARTAL’a da uygundur. Fakat Allah Sevgilisi ile, O’ndan olma arasındaki fark, MUHAMMED ve MUHAMMEDÎ arasındaki farkı göstermek üzere, KARTAL ve KARGA… Allah’ın bütün isimlerinde ZÂTI’nın murad edilmesi ve bu bakımdan her birinde her birinin bulunması gibi, bütün mertebelerin yaratılışından murad, Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber’dir. Allah’ın ZAHİR isminin ZAHİR ve BÂTINI, ilk ve son olarak, ezel ve ebedte böyle, hakikati erildikçe kaçan bir mânâda O’nda… O’nun ZÂHİRİ ve BÂTIN’ı da, Küllî Cisim mertebesi itibariyle, Şühudî Alem’le (şu görünen Kâinatla) BERZAH Âlemi olarak, ÇİFT BAŞLI KARTAL - bir yön o, bir yön bu, kudret ve irade sembolü olarak görünüyor - bana.
*
Allah’ın BATINI’nı kendi sureti üzerine yarattığı İNSAN, bu İNSAN’ın ZÂHİRİ, O’nun ZAHİRİ ve BATIN’ı olarak da topyekün varlık âlemi - Küllî Cisim, Küllî Cesim… Allah’ın bütün istivagahı-tecellisi ve Saltanatı bunun üzerine kurulur… Küllî Cisim-Küllî Cesim, önünde kimse olmayan öncü, ardında kimse olmayan ahirdir… BERZAH Âlemi ve KAİNAT’ta, aslıyla idrak edilen ve idrak eden bu İNSAN’dır: Çift başlı KARTAL da bunu sembolize eder… DEVLET de, “saadet” mânâsıyla içyüz gayesi ve teşkilât olarak bu içyüzün temini için çalıştığını ifşâ eden gayreti, sözkonusu sembolde ifâdelendirilmiştir.
*
SELÇUKLU - OSMANLI - MERKEZ ANADOLU’dan başlayarak beklenen ruh ve fikir, gıdası… ARM-CHAİR. (Lâtince): KOLTUK… ARM: Kafa tutan. RAKİB. İngilizce’de ise KOL-EL. (Allah’ın eli topluluk üzerindedir - HADÎS)… ARMA’: Alaca yılan. “Hayat. Terzi-bitiştiren. Berzah”: 312: MİRZABEYOĞLU… İslâm’ın çekilmiş kılıcı lâkablı Halid bin Velid Hazretleri’nin kılıcının ismi, KURTUBÎ: 312… Kılıç. “Kalem”… ARMY. (Lâtince): Ordu… CHAIR: Koltuk. MAKAM… Chair’in okunuşu ÇER ki, Çerî, Osmanlıca’da “öncü, cesur, yılmayan” demek… ARM-PİT. (İngilizce): KOLTUK… BİT. (İngilizce): Batırma. Müdahil olan, dahil olan. Hisse. Lokma. Isırma. “Azm-ısırma. Azim”. Yakma. (Şecere-AĞAÇ bahsinde, KÂMİL İNSAN’ın, hiçbir yöne tahdidi olarak çekilemez bir ağaca telmihini — “Ne doğuya ne de batıya nisbet edilemez mübarek bir ZEYTİN AĞACI’nın tutuşturulması ile topyekûn varlığa vücudu” bahsini hatırlayınız.)… BİT: Gıda. Kut. “Rüya”… RABB: Gıda veren. Besleyen. Büyüten. Terbiye eden… BİTTE. (Fransızca): Geminin bağlandığı iskeledeki “iskele babası” denen nesne… Rüyâda gelen mânâ: “Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin, benim için BİT hakkında en çok yazan odur diye bir yazısını okuyorum!”… Çok hoş: KIRGIZ dilinde BİT’e, SİPİH deniyor. Bizde de SİPAHÎ, AT’lı asker demek - yâni süvarî, yâni GEMİ KAPTANI mânâsına da sarkıyor. Elbette “Kaptan Kusto Müslüman” terkibini hatırladınız… Son söz olarak: Herhâlde İBDA’nın baş ve şehadet parmağı açık yumulu EL sembolü ve selâmının mânâsını da farkettiniz.
 
[Not: Geçen haftaki yazının; (FATİH’İN TALEBESİ) başlığı altında bulunan (Tedessür) maddesindeki bir cümle, sehven atlanarak basılmamıştır. Başta Sayın Salih Mirzabeyoğlu’ndan ve bütün okuyucularımızdan özür dileyerek yayınlanmayan cümlenin de içinde bulunduğu paragrafı aşağıda takdim ediyoruz:
Tedessür: Elbise giyme. Dişiye nazaran erkek. Kişinin sıçrayarak AT’ına binmesi. (Talak: Atın sıçrayarak kalkması… Talak: Dil açıklığı. Düzgün sözlülük. Güler yüzlülük… Talak: Bağlı olan bir şeyi çözmek. Boşanmak. Kadından ayrılmak. “Nefste nefs kutbunu ve terk meselesini hatırlayınız; ve türlü çetin riyazetlerle nefs meylini tüketerek MEKÂNET yüksekliğinin en üstününe eren İDRİS Aleyhisselâm bahsini”…): 105.]
 


Baran Dergisi 258. Sayı