Her ne kadar bu işin merkezinde ben varsam da, METRİS CEZAEVİ’nde 1999’da meydana gelen hâdisenin, bereketi(!) ve bereketi hâlinde, etrafımızda örülen sağırlık duvarı içinde, 2000- 2002 ve 2005-2007 arası öldüresiye şiddetle, 2000’den bugüne kesiksiz devam eden TELEGRAM hakkında, benim anlatabildiğimi anlıyan, anlamayan, yahud anlamak istemeyen ahmaklıklar içinde, bugünlere geldim. Dikkatinizi çektiyse, hadiseyi bereket(!) ve “bereket” diye niteledim. Bu arada, doğrudan mevzu veya onun davet ettiği meselelerin muhasebesi olarak, SEFİNE’den başlayıp, 15 cilt eser yazdım. Bütün cehdim, en azından “bir şey yapılıyor, ne ve nasıl olduğunu bilmesek de” şeklinde bir alâka oluşturmaktı; çok şükür oldu. Bugün ise, eğer ben beklenen isem, bunun şartları cümlesinden olarak bu iş şöyle veya onu bitiren ve beni getiren şartlarla bitecek; eğer ben değil isem, eserlerimin yolda temel taşı olma mânâsı bâki, yine şükür makamındayım ki, Allah bana sahte bir geliş vermeyecek. Üstadım’ın bana tâ 1982’de bir YEVMİYE bahsi olarak söylediğinin Hakk-el yakîn’ini yaşıyorum: AKSİYONLARINI BİZDEN ALIYORLAR... Bize yakın veya düşman, kim ne yapıyorsa yapıyor veya yaparsa yapar, Allah’ın dediği olur. Daha önce söyledim: Bu, “mademki ben varım, bu dava var!” diyebilene kendini verimleriyle veren bir mânâdır. Biz bunu, dünya çapında bir oluş içinde seyredeniz, göreniz.

*

“Zor günlerdi” diyeyim; henüz tasvirine girmiş değilim. Kuru kuru hâdise anlatmak, hiç anlatmamaktan beter bir anlayışsızlığa ve soytarı yorumlara döndüğü ve dönebileceği gibi, kimseye bir faydası da yok: Bana bir şey yapıldığına inananlara bile. İşin bu tarafı, etrafımda uyandırılmaya çalışılan “kafayı yedi” çabasını kırmak içindi, o iş Allah’ın izniyle hezimete döndü. METRİS, bir milletin, beklenen bir tarih için dünya çapına gebe bir çekirdek hâlinde uyanışının MÜJDESİDİR!

*

Evet; zor günlerdi. Şu ânda elimde, Avukat Ahmed Arslan’ın getirdiği, 17 Temmuz 2007 tarihli bir gazete makalesi var: Yazı Güler Kazmacı’nın ve kendi internet sitesinde de yayınlanmış. Başlığı BEYİN KONTROL. Bizim mevzudaki pek çok uyduruk, yahud beyin kontrolü adı altında değişik amaç ve mevzulu pek çok şeyin, ona karıştırılması yüzünden, Güler Kazmacı’nın yazısını benimkine en yakın gördüm ve o günlerde bir ilâç gibi geldi. Eğer anlatılan ben olsaydım, sorulsaydım, daha gerçeğe yakın olurdu. Makalenin üstüne, BİR ADAM YARATMAK diye, Üstadım’ın piyesinin ismini yazmışım: Şimdi NYMPHALAR’ın elektronik dikizi altında bunları yazarken, hatırladım. 2004 yılında, bu piyesin mahkûmlar tarafından oynanacağı, bunun için adam seçileceği anons edilmiş, kapalı spor salonu bir seneye yakın düzenlenme faaliyetlerine mevzu olmuştu. Başkasını bilmem, bizim için haftalık spor programı askıya alınmıştı. Uzatmayayım: Cezaevi’ndeki gürültülü patırtılı işleri, o piyesin oynayıcılarına âit bir çalışmaya gidiş gelişler ve salondan gelen gürültüleri bununla ilgili sanırken, tek kişilik hücreye alınmamdan sonra bunların, benim etrafımdaki kurguya âit, koridor çalışmaları olduğunu anladım. Sözkonusu piyesin oynanmamış olduğunu öğrendiğimde, böyle bir faaliyet yapıldı diye bir kaset çekimini, çalışma grafiklerini yüksek gösterici diye edindiklerini sandım: Meğer öyle değilmiş. Miş vezninde bildiğim böyle: Tam bildiğim, benim etrafımdaki kurguya âit, koridor çalışması yapıldığı. Piyes olmasa da, çalışmaya yakışan isim: BİR ADAM YARATMAK. Ve sözkonusu piyes çalışması kamuflajına bu ismin seçilmesi, benim için espri olurken, onlarda bir niyet ve alay belirtiyor. Bir insanın alay ediyorum zannederken, alay edilecek duruma düşmesi ne fena!

*

Güler Kazmacı’nın makalesi, kısaltılmış olarak şöyle:
— Malûmunuz, artık elektronik icadlar “büyü gibi”, ama korkarım bizim gündelik hayatımızdan çok, “savaşçılar”a yarıyor.
— Bakın, internette yayın yapan resmi istihbaratçılardan “beyin kontrol” yapıldığı üzerine nasıl bir bilgi geldi, okurken şaşkınlıktan “gözleriniz büyüyecek”... KURBAN’IN BEYNİ: Kurbanla herhangi bir temas olmaksızın, uzaktan yapılan nöral (nörolojik) denetimle beynindeki görme korteksinin-kabuğunun faaliyetleri, istenildiği şekilde plânlanabilir. Ve kurbanın beynindeki görüntüler de bir videonun monitöründe görülüp izlenebilir. İstihbarat ajanları kurbanın gözlerinin gördüğü her şeyi görürler, hafızasındaki görüntüler de görülebilir. Üst ve alt şuurdaki her kayıt, hafıza sensörlerine kodlanmış algılayıcılar ve bilgisayar ortamında depolanabilir. Ayrıca uzaktan nöral denetimle kurbanın gözleri ve optik sinirleri devre dışı bırakılarak doğrudan görme ile ilgili kortekse istenen görüntü gönderilebilir.
— İstihbarat ajanları, beyin programlama amacı için gözetim altındaki kişi REM uykusundayken, onun beynine gizlice görüntü yerleştirebilirler. Hattâ sadece kurbanın duyabileceği tonda sesler ve görüntüleri kalabalık bir ortamda bile sıfır hatâ ile aktarabilirler.
— Gördüğünüz gibi, beyni kontrol edilen kişiden sözederken, KURBAN kelimesi seçilmiş.
Beyin Kontrol(ü): 854. Çarmıh: 854.

*

Beyin Kontrolü: 860.
Mütekerrir: Tekrar. (Hatırlama, hatırlatmanın, geçmiş bir hâdisenin tekrar canlandırılması olduğu
malûm.): 860.

*

Bizim TELEGRAM diye nitelediğimiz zihin kontrolünün, elektronik terapi, yahud hipnoz, veya farmakoloji (zihni etkileyen ilâç tedavisi veya ard niyetli uygulama) ile bir alâkası yok; onlar, ister karşılıklı konuşma, isterse kendi kendine konuşmayı sağlayıcı olsun, netice suskun kişinin düşüncesini alabilici bir usul değildir. TELEGRAM’la aralarında kurulan benzerlikler, ayniyete yorumlansın.

ELEKTRONİK TERAPİ

Bilgisayarlı “psikoterapi-psikolojik tedavi”nin kurucusu Roger Gould’a göre, ananevî yüzyüze tedavi seanslarında hastalar, hayatlarıyla ilgili hikâyeler anlatıp mevzuyu dere tepe dolaştırmaya meyilli oluyorlar, bu onların o ân için kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlıyor, ama terapinin amacına ulaşmasına da bir yardımı olmuyor. Hastalar bir terapiste görünmeden önce, bilgisayarla çalışarak daha sonra insan terapistin üzerinde duracağı mevzuları tanımlayabilirler. Program, hastaya şu soruyu sorabilir:
— “En ciddi gerilim ve bunalımları hayatınızın hangi ânlarında hissediyorsunuz?”
Cevab, oğlunun veya kızının madde bağımlılığı, eşinin sadakatsizliği, içkisi veya patronuyla ilgili meseleler olabilir. Gould, bir bilgisayarla konuşmanın terapist bir insanla konuşmaktan farklı şeyler olduğunu söylüyor. Hastalar bilgisayara ensesti, tacizi veya geçmişlerindeki utanç verici buldukları hâdiseleri, çok daha kolaylıkla söyleyebiliyorlar; çünkü o, bir insan değil. Utanç yok; yapılan tek şey bilgisayarın tuşuna basmak. Aynı bilgiler, doktorla yapılan çok sayıda seanstan sonra elde edilebiliyor, bu da bilgisayarı ekonomik ve değerli bir terapist yapıyor.
Uzaktan yapılan “beyin kontrolü”, gayet tabiî ki rıza dışı ve yapılan aleyhine korku ve şantaj
unsuru sağlamak için, yine aynı amaçla temin edilmiş verileri hatırlatma, sağlamasını yapma, yahut bu yönde yönlendirme –ki, bu yönden elde edilebilcek verileri, tekrar onun aleyhine kullanma– şeklinde, nihaî amaçları çeşitli çıkar ve siyasî olan bir iştir. Bunun duyurulmasına yönelik her iş de, yapılanın anlatılabilememesi yahud anlatmaması için, maruz kalanın aleyhine olan durumlardır. Peki sen bunları nasıl anlatıyorsun diyecek olan varsa, onun macerası burada tek başına geçmesin, bütünün içinde asılla beraber görünsün; kalemimizin keyfiyeti ve “imkânlar” nisbette.

*

Şiddetli bunalım, –majör depresyon– tedavisinde, bunun en şiddetli biçimlerinde en son başvurulan tedavi, beyne elektrik akımı verilerek uygulandığından dolayı şok tedavi de denilen terapidir. Bu metod, genelde “Guguk Kuşu” filminde SADİST bir hemşire tarafından hastalara boyun eğdirmek veya onları cezalandırmak için kullanılan iğrenç bir tedavi olarak bilinir. Filmdeki olaylar geçmişte yaşananlara çok da uzak değildir... Bu anlatılanlarda bizim altını çizmek istediğimiz husus, uzaktan beyin kontrolünde de, kanundışı bir iş olması ve amaçları bakımından KURBAN diye nitelenen kişinin, kendisinden istenilen davranışın gerçekleşmesi için, sözkonusu şoklara uğraması-uğratılması içindir; amaç doğrultusunda yönlendirme ve ceza niyetiyle... Benim, KARTAL’dan Bakırköy Akıl Hastahanesi’ne, bu işi gerçekleştirenlerin alayları altında –ki yolda gördüğüm marifetleriyle– kaldırılmamdan sonra, erkek doktora durumu özetleyici “beyin kontrolü”nden bahsedince, “sen düşüncenin okunabileceğine inanıyor musun?” dedi; hâliyle benim anlatacağım bir şey kalmadı. KARTAL’dan daha şiddetli, uzaktan yapılan Telegram; düşünün Hastahanedeyim, yâni zaten bunalım geçirmiş(!) diye. Bana, anlatacaklarıma uçuk-kaçık demesinler diye susmam üzerine, ELEKTRO ŞOK yapmak için, eşimden istenen izin; ve benim bunu gayet tabiî ki tasvib etmeyeceğimi bildiği için, onun kabul etmemesi. Neticede, feci hâlde hırpalanmış bünyemin kuvvetlendirilmesini sağlayan bir tedaviden sonra, MAJÖR DEPRESYON teşhisiyle, işin aslı değil de, aslın neticesi bir yerde değerlendirilebilecek bir teşhisle, oradan ayrıldım... Bunlar, 2000 senesinin işleri; devamıyla, o günden bugüne 11 sene geçti.

*

Akıl hastalıkları, beynin fizikî yapısıyla mı, yoksa hafıza ile mi ilgili? Hafıza, hafıza ve fizikî beyin, fizikî beyin diye, her üçününde mahiyetleri değişik, veriler bulabiliriz. Her üçü de tıbbın, mustakil veya içiçe geçmiş, ele aldığı mevzular... Her üçü de, hem bizzat kendi, hem de fizikî veya ruhî çevre şartları ile de ilgili. Bizim kendi durduğumuz ruhçu anlayışımızla, mütefekkir ve ilim adamının, verileri değerlendirmenin nihayetinde durulan noktaya göre olması ve ayrı usullerin aynı amaca hizmet edebilmesi gibi bir örtüşme içinde görünebilmesi sözkonusu olsun olmasın, netice insanın beyinde aradığının ve bulduğunun kendi olduğuna inananız: Bu mânâda, beyin hakkındaki düşünceyi de doğrudan beyin değil, bizzat beyni düşünce doğurmaktadır. Beyin ve düşünce, ilgileri içinde ele alındığında, bütün bir vücudu ele alma genişliğine kadar gider. KARTAL’da “yaşadığım” bakımından bir imân bahsi olarak gördüğüm, BOLU’da da NYMPHALAR’ın mıncıkladıkları bir mesele olması bakımından, FİZİKÎ tesirle gerçekleştirilen Telegram’da bunlara temas, benim için bir zaruret: “Sanki burnum, değdi burnuna yokun!”... LOGOTERAPİ’yi, Nazi kamplarında yaşadığı bir hiç olma içinde varlık hâlinden tecrübeleri ışığında ortaya koyan Doktor Frankl’ın, oradaki yaşadıklarını anlatışındaki sadelik, bana verdiği intibâ, benim dışyüzden anlaşılmaz hâlim ve bulunduğum alelâde yalnızlık içinde, hiç olmazsa anlaşılabilir bir çile diye, “daha aşkın bir yalnızlık ve çile içindeyim!” dedirtmiştir... Allah şahidimdir! O’nun, nasılsız ve niçinsiz bizimle beraber olması, nasılsız ve niçinsiz kurtuluşum hakkında sebeb diye gösterilen-gösterilebileceğim püftenleri kendine bağlar. Herhâlde Frankl anlar: Sadece inandığım ve inandıklarımın duası... Dönelim BEYİN ve DÜŞÜNCE meselesine:
Akıl hastalıkları üzerinde dururken, ister istemez bu yönden o anlatılmaktadır. O zaman da şu misâl, onu gayet güzel gösterici: Eğer akıl hastalıkları, sadece beyin arazıyla ilgili olsa idi, “akord-düzeltme” oradan sağlanmaya çalışılır ve ayrıca Psikoloji diye bir ilmin doğmasına lüzum kalmazdı!

*

KARTAL’da, kalb atışını hiç hissetmediğim demlerde, Avukat mahallinde ve ziyaretlerde, pek çok kere, “kalbimi uyku düzenine getiriyorlar, şu ânda öyleyim!” demişimdir; kalbim uyku düzeninde de, ben uyanıkım, böyle bir anormallik hissi. Bu arada, hem normal olduğumu göstermek, hem derdimi anlatmak derdim. TELEGRAM, en çok neye mi benziyor? HİPNOZ’a... Zihni okuma bir yana, telkin ve yönlendirme, “sünuhat-kalbe âni doğan mânâlar”, yakaza ve zuhuratı, serabı andıran görüntüler vesaire, hem uyku ile uyanıklık arası birşeyler.

*

Nevm-i Sınaî: Hipnoz. Uyutma: 317.
Berkiyye: Telgraf. TELEGRAM. Elektrik. Şimşek gibi: 317.

HİPNOZ: NEVM-İ SINAÎ

Beyin kontrolü deyince, onun yollarından biri, eskilerin “nevm-i sınaî; sun’i uyku” dedikleri, uyutma, hipnozla yapılandır; NLP, nasıl kendi amacı yönünde bir programlama çalışması ise, hipnoz da, uyutulan kişinin kendisine yöneltilen sorularla, şuuraltında yatan psikolojik rahatsızlığın sebebini tarama yollarından biri. Mesele, bizzat hipnoz ve psikoloji ile uğraşanlar bakımından da, hem bilinen, hem bilinmeyen bir mahiyet arzediyor. Genel mânâda ise, hemen mürekkeb yalamış herkesin “hem bildiği, hem bilmediği”... Bu iki kesim arasında, elbette büyük bir keyfiyet farkı var. Bizim böyle bir giriş yapma ihtiyacı duymamızın sebebi, her iki bakımdan da HİPNOZ’un çeşitli meselelerde karışıyor olmasına dikkat çekmek için.
Hipnozla hususi olarak ilgilenmiş değildim. HİPNOZ deyince, bir insanın uyutularak konuşturulması, bunun psikolojide de kullanılması çerçevesinde bir genel bilgi sahibiydim. KARTAL’da “zihin kontrol” işi başladıktan birbuçuk-iki ay kadar sonra, hâlimi anlatmak için, “bu sanki elektrikle uzaktan yapılan bir hipnoz; hani uyutuyorlar ya! Sanki şoförlerin gözü açık uyumasına benziyor!”... Avukat mahallinde bunu söylediğimde, bir bilir(!) kişi, “öyle hipnoz olmaz!” dedi; “yüzyüze olmak lâzım!”... Benim hipnozdan kasdım bir yana, asıl derdim olan elektriklenmenin ve benimle bu yoldan yapılan konuşmalar ve gerek kafamda, gerekse dışımda olan görüntüler meselesi de gürültüye gidiyor; yâni sıhhatli bir ruh ve kafa yapısı içinde, olanları anlatıyor olmam da... Sıkıntım burada!

*

Kısaca temas edeyim, şu CİN mevzuuna da bahaneyle girmiş olayım: Midem ağrıyor. Çektiğim sıkıntı ve stresten mi, yoksa sıkıntı ve stresin sebebi o ağrı mı? Bu iki sebeb birbirinden rahatça ayrılabileceği gibi, öyle ân ve durumlar olur ki birbirine karışır. Menfi bir tesir hâlinde cinlerin kullanılabildiği, ahmaklar için hariç, malûm bir dava; neticede cinlerle gerçekleştirilen bir zihin kontrolü de, bir kontrol nevi. Yaraya sinek mi konuyor, yoksa sinek mi yaraya sebeb oluyor? Bu misâlde, elektromanyetik dalgayla beyne tesir ve yorgunluk, neticede de cin tesirine müsait hâle gelerek o görüntüler ve konuşmalar mı, yoksa doğrudan elektrik tesirini andıran cin tesiri mi? Hipnozu andıran durumlarda, bir takım olup bitenlere cihaz kullananların tam olarak nüfuz sahibi olamamaları, yahud hiç bilememeleri, böyle düşünmemi de haklı çıkarıyor. KARTAL’da başlıbaşına bir dert olan bu mesele BOLU’da 2006’da, “yalnız cihaz” diye neticeye bağlandı. İkisi de kurgu olarak, “o mu, yoksa bu mu?” diye uğraşmak, başlıbaşına çıldırtıcı bir dava. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin buyurduğu gibi, “marazın tedavisi için, illetin bilinmesi şart!”... BOLU
mu? Cihaz işi. Cin, oyun ve alay malzemesi niyetine, zannettirilmek istenende kaldı.

*

Ökültizm (gizli ilimler, sihir, büyü) vesaireden, şaman RİTLERİ’ne ve mitolojiye, HADİM davasına, hepsinden önce KUVANTUM fiziğine ve nörolojiye kadar, nerelerden ne misâllerle meseleye el attığım, geçen zaman boyunca görüldü; BEYİN KONTROLÜ deyince, ne çeşit sorusunun doğacağı da.

HİPNOZ: TELKİN, ŞARTLANDIRMA

NYMPHALAR, beni yakmaları dahil her işin, sözlü telkinle olduğunu söylüyorlar; sevinç veya korku gibi, değişik vücut reaksiyonlarını sözsüz olarak gerçekleştirmelerine ne buyurulur? Burak Çileli’nin gönderdiği kitabları tetkik ederken, KARTAL’da kendi hâlimi anlatmaya dair verdiğim misâlin de, ne kadar doğru imiş olduğunu hatıladım:
— “İlkeller nasıl tamtam ritmiyle transa girip bazı şeyler görüyorlarsa, bana verilen elektrikle sanki transa girmişim gibi bazı şeyler görüyorum...”
Eskilerin “nevm-i sınaî” dedikleri “hipnoz”... Artık “nevm-i sınaî”, yâni sun’i ve yapma uykuyu, bilindiğini addettiğimiz “hipnoz” kelimesiyle açıklıyoruz.

*

Tamtamların büyüleyici ritmi... İlkel topluluklar veya benzerleri, tamtamla kendilerinden geçiyor; bu tam bir çılgınlık ve taşkınlık verirken, her türlü şiddetin görünmesi ihtimali doğuyor. Ateşin üzerinde yürüyorlar, güçlü hançer darbeleriyle karınlarını parçalıyorlar. Acı duymuyorlar, artık ıstırab yok; aslında, hiçbir şey yok, hiçbir mevcut yok, var olan sadece RİTMİN-AHENGİN büyüleyiciliği.
Kendisine adapte olunan büyüleyici ve uzun bir ritmik parçanın birdenbire susması, gösteriyi histeri krizlerine benzetecek; histeri krizi hareketlerine, müzik vasıtasıyla getirildiği misâline dikkat... Bunun yanında, müzikte ona ait durakların da müzik ahengine âit olması, – sessizliğin de bir ritm barındırması–, insanın belirgin sesliliklerle ve sessizliklerle şartlandırılması, çeşitli medeniyetlerde her zamanki bir gerçektir.
ŞARTLANDIRMA VE TELKİN, HİPNOZDUR; bu, onu kabul eden kişi için hipnozdur.
Müziğe istiyerek duyarsız olunabilir; eğer beynimiz onunla aynı frekansta (dalga uzunluğu) titreşmezse, müzik hissedilemez. Genel olarak hastalara ve özel olarak psikolojik rahatsızlık ve akıl hastalıklarında, çok eski tarihlerden beri müziğin kullanılması - telkin gücü, bilinen bir husustur, kullanılan bir metodtur.
Gelelim doğrudan TELEGRAM’ın başlangıcından itibaren, 15-30 gün kadar devam eden bir usulün, hipnoz bahsinde gösterilmesine:
— “Bu, hipnoz şifâcısının, şuuraltını emredici bir şekilde uyandırmadan önce, –şuuraltını uyandırmadan önce!–, şuuru uyutmak için tekdüze tonla sürekli aynı kelimelerle tekrarlayışıdır. İnsanı güzel sözlerle iyileştirme, yüzyılımızın yeniden keşfettiği, yeni bir bilim mevzuudur. Esrarı, Eski Yunan’ın uyku tapınaklarının, antik Mısır tapınaklarının harabeleri altında yatan tıbbî şifacılık ve şaman ritleri, Galli ve Keltli rahiblerin ve büyücülerin sihirli sözler söyleme metodları ile çok yakındır...”
Adem Aleyhisselâm’dan Allah Sevgilisi’ne gelen O’nda kemâle eren semavî dinler-İslâm tarihi boyunca, nihayet onun içinde Osmanlı Devleti zamanında, söz ve ritmin gücünün, müziğin, tıbta da kullanıldığı biliniyor.

*

Söz büyüsü, bizim özel olarak da hassasiyetimiz... Birkaç kelime etmek gerekti:
— “Öldürücü olmaktan, şifâya kadar, zararlı ve yararlı olabilen bu müthiş ve garib güç nedir?”
Her şeyin –varlığın– başlangıcında söz olduğu mukaddes ölçüyle sabit:
— “Her şeyden önce kelâm vardı!”
Bir idrak buudu ve edebiyat nevi ŞİİR, Kur’ân idraki ve onun içindir; Allah’ı arama için var, onun için. Bu asıl çerçevesinde, şiir üstü söz sahibi Allah Sevgilisi, şiirin tesir ve rolünü söylüyor:
— “Şiir vardır ki sihirdir, şiir vardır ki zehirdir, şiir vardır ki hikmettir, şiir vardır ki şifâdır!” Şiir filân bir yana, şöyle zeki ve bu bakımdan güzel söz yerine, TELEGRAMCILAR’dan beklenecek olan, zehir ve sihirdir; istisnalar kaideyi bozmaz. Mevzuyu şiir bahsi içinde işaretlemem, ŞİİR İDRAKİ’nin aklı teshir eden ve bu bakımdan olmazı olmaz bir idrak buudu olması, bu mânâda telkin ve RİT-MÜZ doğurucu şartlanmalara âit bir beyin fonksiyonu bölgesine de işaret edebilmesi bakımındandır; elektromanyetik dalgalarla tesir hedefi... Uyku hâlinde aklın iptâli malûm, akıl denetiminden kurtulma hâli; şiir ve uyku-rüyâ andırışı; bu da diğer sebeb!

*

Hipnoz, TELEGRAM’ın anlatılmasında en çok malzeme ve imkân veren bir mevzu olarak, başlıbaşına ele alınmalı; öyle yapacağız.


Baran Dergisi 178. Sayı