LEVHA: 20 Ağustos 1995… Üstadım’ın misafiriyim… Bir ayağını altına almış ve minderde oturur gibi uzun koltuğa oturmuş… Aynı vaziyette ben… Başbaşa samimi bir sohbet içindeyiz… Şair Celâl Sılay’dan bahsediyor ve “Çok duygulu bir insan!” diyor. Rahmetli Neslihan Hanım da öbür odada sofra hazırlıyor… Öbür odada, ev halkından ama, benim tanımadığım birkaç kişi var… Elimi yıkamak için alt kata iniyorum… Kaya Balaban’a benzeyen, pantolonunun paçaları sıvalı ve ayakları çıplak biri, bir sopaya bağladığı iple balık tutuyormuş… Ben bir yandan çoraplarımı arıyorum, öte yandan “Haydi çabuk ol, yemek yiyeceğiz!” diyorum… Yukarı çıktığımızda niye geç kaldığımız sorulunca, çorablarımı aradığımı söylüyorum!..
*
SİFAR-Sefer. Islah. Misafirlik: 341: SAFİR-Sefere çıkan. Elçi. Kâtib… Boşnak dilinde, GOST-Misafir: 1466: MEN’UŞ-Tabuta konulmuş. Hayırla yadedilen ölü. Yukarı kaldırılmış. Fakir olduktan sonra sevindirilmiş. (Üstadım, büyük çilelerinden birinde, Efendi Hazretleri’ni rüyasında görüyor ve ona, “Sıkılacaksın, daha çok sıkılacaksın!” dediğini ve “Sonunda çok servetin olacak!” buyurduğunu anlatır. Maddi mi, manevi mi olduğu belli olmayan servetin, “Bugüne kadar hep kahır şeklinde tecelli ettiğin söyler; sanıyorum 1970’in başlarında andığı bir eski rüyâsı"… Levha: 5 Ekim 1983… Uykudan uyanmışım… Rüyâ görmüşüm… Yatakta düşünürken, rahmetli Üstadım’ı görüyorum… Ve onun yazıları… Üstadım bana öfkeyle, “Bir kere yüzünü görmek için, her şeyden ayrılınır!” diyor… Bunu aynı zamanda bir sayfadan okuyorum… Üstadım bu lâfı, “Kelâm fuhşu” bahsiyle ilgili ve şarkıcı Barış Manço’nun “Memleketimden ayrı yaşayamam!” şarkısı için söylüyor… Aslında benim evden ayrılmamı imâ ediyor ve “yüzünü görmek” de, Allah ile ilgili… Üstadım’ın ifâdesinden sonra, yine bu bahisle ilgili bir yazısı… Ve bu sırada, şahsı gaib bir ses… “Servet bu ikisinin mi hiç?” diye soruyor… Üstadım’la ikimiz için… Bu söylenirken, arkadaşlarla birlikte Büyük Doğu’ya yürüyoruz!)… ÜSTAD: 466: KETUM-Sır saklayan… NÜÜTİ-Gemi Kaptanı: 466: TUNÎ-Külhanbeyi. Hırsız. “Gaibden kıvılcım çalan; gaibi kurcalayan şair”. (Yevmiye: Şarlo… N’oldu, onun cenazesini çalmışlardı?.. Tabut: Beden. Sebeb. Vesile… Tabut çalma: Tasarruf etme. Sebeb ve vesile çalma. Misâl ve mecâzlar da bu soydan… Tenzede-Sessiz, sakin, susmuş: 1466: Beste-Bağlanmış. Bitiştirilmiş… Üstadım’ın, “benlikten” kaçındığı son dönemini, bu vasfıyla eserlerimde bildirdim; bunun kuru bir tevazu olmadığı, atıfta Nakşî sırrı oluşu da zaten belli… Bu gözle, onun “sahte oluşlar” hakkında pek sık kullandığı Şarlo’nun bir filmindeki sahteyi, benim teşbih etmemle yeni yorumum olarak okuyun: “Onun kadere âit şeyleri korkunç! Bir işsiz adam, tesadüfen bir amele grevine katılır. Giderken yolda bir kamyonetten –küçük bayraklar var ya!– yola düşer. Onu eline alır, biraz sonra polisle karşılaşan kalabalık geriye dönünce, en arkadaki Şarlo en önde; haydi amele bunun arkasına!”… Şarlo’yu, Nasreddin Hoca’nın hemen arkasında gören Üstadım’ın bu misâlinde, hemen anlaşılıverecek “meccani, beleş” bir oluş sırrı yanında, hakiki bir “birdenbire tecelli sırrı” da var; neticede, ikisi de kader sırrı… Ön: Gördüğümüz… Gerçek ve gerçekleşmiş… Arka taraf: Görmediğimiz. “İstikbal”… Kalabalığın en arkasında giden, kalabalığın istikbâli; ve kalabalığın dönüşünde, en önde olan, en arkadan giden. Netice’de, ön ve arka, bir niteleme işi… Nasreddin-Dinin yardımcısı. Avn-i Şeriat: 435: Pazar yeri-Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin Pazar yerinde, kucağında bir çocukla görünüşü; “rüya’da gelen bu mânâyı hatırlayınız… Büyük Doğu. “En büyük ebcedle”: 435: Patala-Boşnak dilinde, “Konak”; Nakşibend Sarayı… Nasreddin Hoca: 1050: Polaritek-Arnavutça, “Kutbiyyet”… Yevmiye: “Öldükten sonra da tasarrufuna devam eden; Efendi Hazretleri’nin burcunda, Büyük İrşad Kutbu makamının bayrağı dalgalanıyordu!”… Barış Manço-Beste sahibi; bağlanmış, bitiştiren: 1602: Derviş Muhammed… Şarlo-Aktör. Temsilci. Aksiyoncu. Fikir Kahramanı. Aslı gösteren delil; keyfiyetince birlik ve bir: 536: Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Temsil edilen… Yevmiye: “Efendi Hazretleri’ni görsen iyi olurdu ama, bir şey fark etmez; seni ben yetiştireceğim!”… Ölçüsü belli: “Müridine bak, mürşidini anla!”; burada, müridlik iddia edenin mesuliyetini de anla… Tâbi olmakla farkını da… Levha: 4 Haziran 1986… Üstadım’ın tabutunu çalmışım… Bir odada sandalyeler üstüne koyuyorum… Üstadım, içinde oturur vaziyet alıyor ve hayatta… Tekrar yatıyor, kapak örtülüyor… Bu sırada evin içinde, uykudan kalkıp helâya girip çıkanlar ve namaz kılmak için abdest alanların o odaya girmelerinden çekiniyorum… Neyse ki girmiyorlar… Ben, daha önce abdest almadığım için üzülüyorum… Ama iki sandalye üzerine yerleştirilmiş Tabut’un başında Fatiha okuyorum… Galiba Faik anlamadı… Benim arabayla Tabut’u oradan kaçırmayı düşünüyorum… Araba: Nakil vasıtası… Arab: Tâbirci)
*
CELÂL SILAY-Üstadım’ın “Bâbıâli” isimli eserinde bahsi edilen gençlik arkadaşı bir şâir. (Celâl-Nihayet derecede büyüklük. Azamet. Beraat. Anlayıştan doğan hiddet, hışımlılık; seri anlayış. “Esma-i Hüsna’da, Allah’ın kahrının ve azametinin tecellisi”: 64: Mehdiyye-Hediye, armağan. Mehdi’ye âit ve müteallik olan… Hollanda dilinde, Geboor’teland-Vatan, memleket, sıla. “Sıla: Kavuşmak. Ulaşmak. Aşık maşûkuna kavuşmak. Doğduğu yer. Hısım akrabayı görmek. Bahşiş hediye; “Bütün bunların hasreti”: 691: Salih-Karayılan… Tearüf-Birbirini bilmek, tanımak: 4751: Arafet-Atâ, hediye, ihsan. Mehdiyye… Temaşî-Birbiriyle yürüyüşmek. “Büyük Doğu ve İbda”: 4751: Derviş Muhammed-442 mührü; en büyük ebcedle): 131: ESVEDEYN-İki siyah mânâsında, yılan ve akreb için kullanılır… PÎR: 212: ÇORAB-Ayağa giyilen bir nevi libas. “Sıfat”. (Balık Burcu, unsuru Su, tabiatı Soğuk-Nemli, türü Birleşik, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, simya’da Yansıtma safhası.)
 
MALİK MAKAMI
(DOLMABAHÇE SARAYI)
 
LEVHA: 17 Nisan 1983… Zeyn-âb, annesi Nimet Hanım, temizliğe gelen 50-55 yaşlarındaki Hasibe Hanım… Hepsi benim çalışma odamdalar… Herkes ayakta… Onlara sinirli sinirli konuşuyorum ve o kızgınlıkla sokağa çıkıyorum… Durduğum yerde, önümde simitçilerinkine benzeyen bir tabla ve ben bir tabure üstünde oturuyorum… SARAY yavrusu bir binanın çok yüksek bahçe duvarı önünde, lâkayd tavırlı ve tüfekli iki kişi… Önümden geçerlerken, yiyip attığım kabak çekirdeğinin kabukları onlara geldi… “Kusura bakmayın, görmedim!” diyorum… Özrümü kabul etmiş hâlleri yoktu… Ama kızmak yerine, beni adamdan saymaz ve muhatab kabul etmezcesine homurdandılar. Bir tanesi, biraz ötede, yüksek çınar ağacının tepesine doğru sebebsiz yere ateş etti… Onları bıraktım… Gökyüzüne bakıyorum… Aman!.. Bir bulut ama, balık şeklinde, son derece güzel ve şeffaf kuyruk ve kanatları var… Dikkatimi teksif etmiş, hayran hayran seyrediyorum… Evet balık… Yerinde SABİT duruyor… Rüzgârda bir tül gibi hafif hafif oynattığı kanatları ve kuyruğu ne güzel!.. Zevk içindeyim… Zevk içinde!..
*
ÇINAR: 264: ARBEİN-Süryanice, “40 sayısı”. (Yevmiye: 33, Veli ve 40, Nebi yaşı derler!)… Süryanice, GABRO D’ALOHO-Nebi: 264: SABAR-Süryanice, “Haber verme”. (Hadîs: “Ümmetimin âlimleri, Beni İsrail Peygamberleri gibidir!”… Süryanice, Arbcinoyo-Kırkıncı: 278: Arvasî… Süryanice, Qesero-Gök mavisi. “Kelime-i Tevhid nuruna işaret eder”: 278: Qeryono-Süryanice, Mütefekkir)… Süryanice, SBAR-Ümid etmek. “İstikbal”. (Yevmiye: İstikbâl İslâmındır… Ne güzel bir mevzuun var!): 264: REZON-Boşnak dilinde, “Akıl”. (İslâm aklı: İslâma muhatab anlayış)… SINAR-Çınar. (Senar: Ulu kişi. Kedi. Kûn… Berceste-Çınar yaprağı: 671: Mehdî Derviş Muhammed): 341: MUSAVVİRE-Tasvir edilmiş. Suretlendirilmiş… ERKAM-Alaca yılan. (Erkam: Sayı. Rakam. Yazı): 341: FARİS-İran. İranlı. Binici, süvarî. Ferasetli, anlayışlı. (İran-Tabut. Neşeli ve mescur olma: 252: Bit-Zirve. Nokta. Sabitleme… Moro-Doğu. Batı. Sahib. “Malik”: 252: Moro-Hükümdar… Süryanice, Malyono Ganto Qatadromon-Dolmabahçe Stadyumu. “Rüya’da gelen mânâ; Üstadım’ın tarihe mâlik olma telkini ve makamı mekân”: 2252: Asa el-Mehdî-Mehdî’nin asası… Süryanice, Raqmo-Sayı. Kaftan: 252: Kumandan… Dolmabahçe: 565: Seyyid Abdülhakîm Arvasî… Farsça, Sitad-Durdu. Sabitlendi. Ayak üstü durmak mânâsından gelen istaden mastarından mazi olan istad: 465: Üstad… Levha: Üstadım, güleryüzlü ve vücutça dinç bir şekilde, ayakları hafif açık, dikilmiş bana bakıyor… Mirzabeyoğlu: 1302: Kaptan Kusto Müslüman. “Noktalı harflerle”… Noktasız harflerle, Derviş Muhammed: 302: Saray-Dolmabahçe… Farsça, Sohbet-i Seg-Uzunluğuna yapılmış sohbet binası: 1560: Büyük Doğu Sohbeti… Farsça, Seg-Öküz boynuzu. “Zaman ahenk helezonuna teşbih edilir; ve zaman, kadans dedikleri ahenk helezonuna, kemmiyetleri değil de keyfiyetleri yerleştirmekten başka gaye tanımaz”: 1060: Büyük Doğu)… Farsça, RAKM-Boy bos. (Bir bayi’nin (Büfe) önüne geldim… Bayi ve dışarıda duran bir adam… Birden görüyorum ki, özel günlere mahsus büyük puntolar ve siyah başlıklı bir gazete… YENİ DEVİR gazetesine benziyor… Yılana bakarken içimize kurbağa imiş hissi doğması ve o suretin bu mânânın olması gibi, başlıkta içime ŞERİAT doğuyor… Gazeteyi aldım… Bayi, memnun ve mesut… Ben oradan uzaklaşırken, benim hakkımda yanındaki adama muhabbetle “şunun boyuna bosuna bak; işim olmasa, ben de onunla giderdim!” diyor… Eskişehir’de, sokak aralarında dolaşıyorum… Bayi-Satıcı. Mal satan: 83: Nabil-Üstad… İfraz-Vazifeye tayin etmek: 83: Siyahe-Farsça, “Hesab, eşya, müfredat defteri. Fahişe”; Fuzûlî, zamanı, beklenmedik tecellileri bakımında “şuh bir fahişe”ye benzetir… Fica-Birdenbire, ansızın: 1083: Tlaî “Csar Forsuyo”-İbranice, Süryanice, “Mehdî’yi Hamil On Süvarî”… Yengeç: 1082= 83: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu): 1341: RAKM-Yazmak. Mühür yapmak. “Üstad”. (Hatm-ı Hacegan-Hacegân mührü: 7726: Derviş Muhammed Semerkandi-442 mührü… Kısakürek: 1441= 442: Salih Mirzabeyoğlu… Süryanice, Hato Hfuğyo-Yeni Devir: 3525: Seyyid Taha Cizro + Seyyid Fehim Arvasî + Esseyyid Abdülhakîm Arvasî “Üçışık” + Necib Fazıl Kısakürek + Salih Mirzabeyoğlu… Süryanice, Metalun-Maden: 528: Şuroyo-Süryanice, “Takdim”… Derviş Muhammed Semerkandi-332 mührü: 2108: Siyyum-Farsça, “Üçüncü”… Fransızca, Mineral-Maden filizi: 1332: Mirzabeyoğlu… Kore dilinde, Kim-Soy, kabile, topluluk isimlerinden biridir ve tek başına bir mânâsı yoktur. Çince’den alınan karakterlere göre, “metal, demir, altun” mânâsına gelir: 1069= 70: Büyük Doğu-İbda… Müselles-Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: 566: Stilus-Lâtince, “Kalem”… Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Şalituto Tabco-Süryanice, Hükümdarlık Mührü)
*
Süryanice, OFADNO MALYO FARDOYSO-Dolmabahçe Sarayı: 592: KASR-I BAB-ÜL MİDFA-Arabça, “Topkapı Sarayı”… Her mekânın kendine mahsus bir mânâsı vardır; ve büyüklerin teveccühüyle, makamı… Hazret-i Ali’nin “Filan yerde makamı var!” denmesi gibi, Üsküdar’daki Ana-Baba evinin komşusu aslı Bağdatlı ve Kadirî tarikatine bağlı Zinet Hanım teyze de, herhâlde sabah ezanı öncesi, bizim evin koca pencerelerini “güm güm” vurarak annemi uyandırıyor ve müjde veriyor: “Müjde, müjde! Hâlid bin Velid Radıyallahu Anh, İstanbul’a tâyin olmuş! İzzet’in işleri yoluna girecek inşallah!”… Sene 1980… MAHZUMOĞULLARI-Halid bin Velid Hazretleri’nin mensub olduğu bir Kureyş kolu: 1976: MALYO FARDOYSO-STADYON-Dolmabahçe stadı, Dolmabahçe talim alanı. (Mektubat-İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin baş eseri: 869: Zurhâne-Spor salonu. Talimhâne)… SEYYİD-Abdülhakîm Arvasî Üçışık: 976: NECİB FAZIL… NECİB Fazıl Kısakürek: 1417= 418: MUSA Mirzabeyoğlu. (Levha: 5 Nisan 2003… Biri bana, dedem İzzet Bey’in babası Musa Bey hakkında, “Musa Bey 10 vilâyetin Mirliği’ne terfi etti!” diyor. Ben onun “Mir” olduğunu ve 10 vilâyetin Mirliği’ne ne dendiğini düşünüyorum!)… MALİK: Kahr ve lütfu, iyi ve kötüyü birlikte yaşayan. Hükümdarlarla birlikte, alelâde ve muvazaacı insanı da ifâde eden bir mânâ… Vahid-üd din: Din vahidi. Özel olarak veli ve hükümdar, umumî olarak ümmetin her ferdinin, Allah ve Resûlü’nün ölçülerine uyduğu kadar, “Malik” hikmetinin hakikatini yaşadığı mânâ. En başta Allah Resûlü, Hilâfet’te Hükümdar’a kadar, Küllün vahidi. İçyüzde, Veli… VAHİDÜTTİN. (Tîn-İncir. İnsan topluluğu. Mânevî. Küllî ruh: 460: Taganni-Ahenk. Muhtaç olmamak. Kâfi bulmak. “Malik”… İncir-Küllî şeylere işaret: 264: Çınar… Süryanice, B’uron-Kaynaktan çıkmak: 264: Basar-Süryanice, “Cisimlendirmek”… Tîn-Balçık. Mektub gibi şeyleri mühürleme: 69: Neyt-Ölüm. Kalbin asılı olduğu damar. Derinliği adam boyu olan çukur. “Mezar”… Sad-Bu harf, Allah’ın “Mümit-Ölümü Yaratan” ismini ve Toprak mertebesini işaret eder; Kamer menzillerinden “Belde”yi: 100: Sad harfinin ebcedi… Miat-Yüz sayıları: 1440: Tahattüm-Hatem, yüzük takınmak. Ariflerin gönlüne Allah’ın vurduğu mühür… Kısakürek: 1441: Salih Mirzabeyoğlu… Dâhim-Taç: 69: Hâkîm-Haklı ile haksızı ayırt eden, Hak üzere adaletle hükmeden. Galib): 1518= 519: DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ-442 mührü… SULTAN VAHDETTİN –Vahiddüdin– vesilesiyle, Dolmabahçe’nin, niçin Malik hikmetinin orada bulunduğu tamı tamına pekişmiş oldu: Bâtını ve zâhiri ile, Hilâfet meselesi de. Zirve, mekân hususiyetiyle de, yıkıldığı yerden yükselecektir… 17 Kasım 1922’de Sultan Vahdettin’in İngiliz zırhlısıyla Dolmabahçe’den alınıp, vatandan uzaklaştırılması… Sonra maket Hilâfet’in 3 Mart 1924’te kaldırılması… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin sözü: Biz Sultan Azîz’in ahını çekiyoruz, Sultan Hamîd’in ahına daha sıra gelmedi. Biz bu Hanedan’a yapılan zulme kayıtsızlığımızın cezasını çekiyoruz. Hanedan bedduası müthiştir. Bizim ecdadımız, Hanedan bedduasından korkardı. Çünkü onların Emirlikleri –ve Hilâfetleri–, Allah’ın tensibi, takdiri ve kendi bileklerinin hakkıydı. Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi kimse onları Milleti’nin başına memur olarak koymamıştır.
*
SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin nedimi ŞAKİR Efendi anlatıyor: Bir Ramazan-ı Şerif ayında Sultan Vahidüddin Han, Hırka-i Şerif’in bulunduğu odayı ziyaret etmek için Efendi Hazretleri’ni de davet etmişti. Diğer ileri gelen Din büyükleri ve Devlet’in ileri gelenleriyle beraber… Sultan, Hırka-i Saadet’in bulunduğu kapıya gelince, “Abdülhakîm Efendi nerededir?” diye sordu. Orada bulunan kalabalık, “O kim?” diye birbirlerine bakıştılar. Arka taraflara doğru haber verildi ve Efendi Hazretleri “Benim!” deyince “Sultan sizi istiyor!” deyip hemen yol açtılar. Sultan kendilerini bekleyip, –Mavera Sultanı ile–, birlikte odaya girdiler; Sultan-ı Enbiya Peygamber Efendimiz’in saadetli Hırkası’nı öpmek üzere… Çıkınca, Hırka’nın üstüne konularak öpülen Destimaller, Sultan tarafından bereket sayılarak oradakilere hediye olarak verildiği için, Efendi Hazretleri’ne de verildi. Ben dış kapıda onu bekliyordum ve geldiğinde olanları anlattı: “Sultan, herkese bir Destimal verirken, bana iki tane verdi; biri senin!” dedi… Farsça, DESTİMAL-Mendil benzeri, ince havlu: 1535= 536: SEYYİD Abdülhakîm Arvasî. “Sin ile”… AFİNİTE-Aşk-ı kimyevi: 536: MÜŞTE’HİL-Lâyık ve ehil olan… HEFTAN-Kaftan: 536: MÜTENEVVİM-Rüyâ gören… DEST-İ MAL: 1535: DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ-442 mührü. “En küçük ebcedle”… DESTAR-ÇE-Destimal: 673: MEHDÎ DERVİŞ MUHAMMED… RÜYA TÂBİR ETMEK: 673: TECRİS-Doğru fikirli etmek… DESTİMAL’in çerçevesinde nakışlı, bir Beyit de var. Mânâsı: “Peygamberin medhine semanın Atlası ayak yaygısı olamaz / Eteğine yüz sürüp ümmetlerin şefaatçisine arzı niyaz et!”… BEYTİN Toplam Ebcedi: 919: QOYUMUTO HİYUTO-Süryanice, “Hüviyet Kontrolu”. (Ümmet olarak hüviyetimizi kontrol ölçüsü, en nihayetinde “Başyücelik Devleti” olmak üzere, Beyt’in ruhunda mevcut; gayesi saptırılmış savaş, bitmemiş demektir!)… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Hazretleri anlatıyor: İşgale karşı savaşın başladığı günlerdi. Beşiktaş’ta Sinanpaşa Camii’nde vaaz edip çıkarken, kapı önünde duran bir Saray arabasından kibar bir adam çıkıp, “Sultan size selâm ediyor ve iftara çağırıyor!” dedi. Araba ile Saraya gelince, İstanbul’un tanınmış imâm ve vaizlerinin orada bulunduklarını gördüm. Yemekten sonra Ser Muhasib geldi ve “Sultan’ın selâmı var! Hepinizden, kâfirlerle çarpışan Kuva-yı Milliye’nin galib gelmesi için duâ etmenizi, Anadolu’daki mücahidlere para yardımı için çalışmalarını, eli silâh tutanların onlara katılmaları için teşvik etmemizi ricâ ediyor!” dedi. Bu emir üzerine, yakınlarımdan da kimseler olmak üzere, çok kimseyi Anadolu’ya gönderdim. Çok yardım yapılmasına sebeb oldum! (Allah rızası olunca, hoş; gerisi boş!)
*
 “ZAMAN Bendedir Ve Mekân Bana Emanet”-Üstadım’ın “Gençliğe Hitabe”sinden “Malik hikmeti”: 1027= 28: HARF-Dört hafta ve bir ay; İnsanî Hakikatin Gayb Perdeleri ve Kamer Menzilleri.
 
SOHBET-İ SEG
(ŞATRANC-I UREFA’DAN)
 
Şatranc-ı Urefa’nın 20. Kabı, SOHBET-İ SEG-İz süren tazı sohbeti. “Tabirci sohbeti”. (Seg-Köpek: 1060: Büyük Doğu… Tazi-Arablar. Eski Arabca’da “Arab”, tâbirci demek: 1418: Tazi-Tazı. Av köpeği. İz süren… Necib Fazıl Kısakürek: 1418: Musa Mirzabeyoğlu… Süryanice, Kalbo-Köpek. Kelb. “Kalb gözü. Basiret. Sezgi”. Tâbirci: 2136= 138: Süleyman Mahzumoğulları-Süleyman bin Hâlid… Mahs-Hâlis olmak: 138: Hanef-İstikamet. Doğruluk; eğrilik. “Allah’tan geldik, Allah’a meyille ona dönüyoruz”. Ayak eğriliği; istikamet ve doğruluk meyli… Akzel-Topal. “Çıkıp, inen”; zıplamak, aşağı inince eşya ve hâdiseye o irtifanın mührünü vurmak: 138: Hılk-Hükümdar mührü. Mal; meyil kelimesinden gelir. “Mallarınızı Allah’ın yanında toplanıyor biliniz ki, meyliniz Allah’a olsun!”; Veli sözü… Yevmiye: “Çok mücerrede dalıyorsun, anlamazlar. Canbazın zıplayıp yaylandıran bez zemine düşünce tekrar zıplaması gibi, çıkıp ineceksin!”… Süryanice, Mdito Soruto-Medine yazarı: 1138: Cayno D’cuzaylo-Süryanice, “Ceylân gözü”; hassasiyet… Süryanice, Taşcit Hayo-Biyografi. Hayat hikâyesi: 138: Köklük Çiçek-Kıpçak dilinde, “Neseb, soy, sop”… Levha: 27 Haziran 1992… Rahmetli Musa Bey… Elinde, saksıdan sökülmüş bir çiçek… Bir yazı sözkonusu ve bunun çiçeğin kökleriyle ilgisi var… Levha: 26 Şubat 1985… Tiyatro eseri gibi bir “Biyografi-Hayat hikâyesi”… Üstadım’ın imiş ve Büyük Doğu yayınlarından yeni çıkmış… Üstadım, “Benim dostum 37 yaşında!” diyor… Doğum tarihi filân var… Bir not: Avukatlarımdan Ali Rıza Yaman, geçen ay bana bir İngiliz gazetecisinin çektiği 1890 tarihli Musa Bey fotoğrafını yolladı. Musa Bey’in doğum tarihi 1853; yâni 37 yaşında iken… Arnavutça, Femije-Çocuk: 1138: Luyofo-Süryanice, “İttihad-Birlik”… Üstadım’ın “Çocuk” Şiirinin Toplam Ebcedi: 28.709= 737: Hâlid bin Velid… Güvahî-name-Şehadetnâme. Diploma: 1138: Qonunoyo-Süryanice, “Hukukçu”… Yevmiye: Üstadım, okul durumumu soruyor, Hukuk Fakültesi 4. sınıftan terkettiğini söylüyorum. “Sana birşey vereceği yok; ama bitirsen iyi olur, bir diploman olur!” diyor): 1560= 561: MÜSTEBTİN-Bir şeyin ledünnüne, içyüzüne vakıf olan.
*
MEVLÂNA Celâleddin-i Rûmî: Bil ki, içi İlâhî aşk ve muhabbetle dolu olmayan insan, zavallıdır; belki hayvandan daha aşağıdır. Zirâ Ashâb-ı Kehf’in, köpeği bile aşk ehlini aradı, buldu; ruhanî bir safâya erişti ve o has kullarda fâni olarak Cennet kazandı.
*
ÜSTADIM’ın 1952 tarihli “Sonsuzluk Kervanı” isimli şiirinden: Sonsuzluk Kervanı, “peşinizde ben / Üç ayakla seken topal köpeğim!” / Bastığınız yeri taş taş öpeyim / Bir kırıntı yeter kereminizden / Sonsuzluk kervanı peşinizden ben!
*
BİRİNCİ Mısraın Ebcedi: 984: MELHUZ-Mülâhaza ve tefekkür olunmuş veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir… MÜLÂHAZA-Mütalâa. Dikkatle bakmak. Düşünce ve tefekkür: 984: OSYUTO KİNDİT-Süryanice, “Adlî Tıbb”… Süryanice, ZOKUYO MSAFARTO-Zafer Takı: 1983: SEYYİD Abdülhakîm Arvasî + NECİB Fazıl Kısakürek… İZZET ERDİŞ: 983: CUBO LUMODO LİKATYUNO-Süryanice, “Haliç Konferans Merkezi”.
*
İKİNCİ Mısraın Ebcedi: 423: TAVATU’-Muvafık olmak. Uygun gelmek… EHADİYET-Allah’ın herşeyde birlik tecellisi: 423: GAYUTO-Süryanice, “Azamet”… Süryanice, ATOYO-Gelen: 423: TARTACESRO BCİRO YALDO NOS-O DMİRO FROŞO-Oniki sığır yavrusundan biri mucize beyanıdır.”
*
ÜÇÜNCÜ Mısraın Ebcedi: 2078: HAKÎM-Herşeyi yerli yerince eden Allah. “Allah Sevgilisi’nin ve Efendi Hazretleri’nin ismi”; varlığın hakikatiyle muttasıf, hikmet sahibi… İBDA’-Allah’ın yoktan, benzersiz ve misilsiz yaratışı. Kulda, benzersiz icad, örneği olmayan bir eser koyma. Benzersiz oluş: 78: MELE’U-Taşma. Taşkın. “Asıldan olan”… İspanyolca, CIENCIA-İrfan: 78: RONUYUTO-Süryanice, “İdeolocya; İdeal fikir dokusu”… Boşnak dilinde, OPİS-Tasvir: 1078: TAZİSTE-Boşnak dilinde, “Çarşı, Pazar”. Muhasebeye çekilen, İslâm tasavvufu karşısında, dünya irfan yemişleri.
*
DÖRDÜNCÜ Mısraın Ebcedi: 1507= 508: DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ-442 mührü… HASS-Teşvik: 508: SEVB-Kaftan. Geriye dönüş… BEVS-Bahsetme: 508: VESB-Sıçrama, zıplama… TESLİH-Silâhlandırma: 508: ŞERH-Açma, genişletme. Açıklama. Bir şeyi dilim dilim kesme. Bollaştırma. “Bir kırıntı yeter kereminizden!”… Süryanice, UMONUT-Dokuma sanatı: 508: TAHVA-Kıpçak dilinde, “Böyle”.
*
BEŞİNCİ Mısraın Ebcedi: 1013: SALİH Mirzabeyoğlu… Süryanice, HAD-Bir: 13: HAD-Bilmece, bulmaca… Moğol dilinde, HAD-Beden, vücut: 13: MALYOTO BUSTONO-Süryanice, “Dolmabahçe”… TOPLAM EBCED: 6005= 11: HÜDÜB-Havlu. (Destar-Çe-Havlu. Mendil: 673: Mehdî Derviş Muhammed)


Baran Dergisi 529. Sayı