Levha: 4 Mayıs 1991… Milliyet gazetesinde (1) Mayıs ile ilgili olarak, benim bir gemide başaşağı ayaklarımdan asılmış hâlde güleryüzlü bir resmim var… Bu resim, (1) Mayıs günü çıkan çatışmaları gösteren bir resmin üstünde!..

*

Milliyet: 480.
Mer-Mer: İki deniz. İki ilim. Madde ve mânâ. Kemmiyet ve keyfiyet. Beden ve ruh: 480.
Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2480.

*

Gazete: 1070.
Büyük Doğu - İBDA: 1069= 70.

*

Milliyet Gazetesi: 1962.
Azlal: GÖLGELER: 962.
İstikrar: Karar ve sebat üzere olmak. Yerleşmek: 962.

*

Başgûn: Başaşağı, ters: 379.
Münfatır: Yarılan: 379.
Für’al: Sırtlan eniği. Kuvvetli adam. (Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 169: Kassah-Sırtlan): 379.
Müfesser: Tefsir edilmiş. Açıklanmış: 379.
Kenan Evren: (Ken’: Tilki eniği. Gönül. Cem eden… Evre: Suret.): 379.

*

Dervah: Başaşağı asılmış. Lâzım, zaruri. Şaşkın, şaşırmış, hayran: 211.
Muciznüma: Mucize gösteren: 211.
Müstahlef: Başkasının yerine geçirilmiş: 1210= 211.
Yera’: Sığır buzağısı: 211.

*

Dervah: Hastalıktan yeni kurtulan. Doğru, asıl, gerçek. Cesaret, şecaat: 811.
Ahir: En son. Sonraki. (Nakşbend: 506: ERDİŞ): 811.
Tebeyyüt: Geceleyin yağma etmek. TAHT: 812= 1811.

*

Terör: Tedhiş, yıldırmak: 811.
Tehatih: Boş ve abes sözler. Tamamlanmamış söz: 811.

*

Rec’: Geri döndürmek. Döndürülmek. Yağmur - suyun buharlaşarak gökte bulut olması ve yağmur olarak geri dönmesi. Menfaat, fayda: 273.
Secir: Dost. (Secîr-Posa: 713= 1712: Bursa… Posa-Artık. Asıl: 68: Hikem: Sacid-Secde eden.): 273.
Sipahdar: Kumandan: 273.
Bari’: Tam üstün. Mükemmel: 273.
Hükümdar: Hükmeden, hüküm koyan: 273.
Mircel: Kazan. (Heytale: Helva kazanı… Heytal: Tilki… Haytel: Kedi. Ulu kişi. Millî.): 273.
Ârib: Halis Arab cinsinden: 273.

*

Rec’a: Geri gelme. Dönüş. Öldükten sonra dirilme: 278.
Arvasî: 278.
İbare: Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. İbretli söz: 278.
Arub: Erkeğini seven kadın: 278.
Rahman Sûresi, 20. âyet. (Noktasız): 278.
Raabe: Büyük olmak: 278.

*

Reca: Emel, ümit, dua. İstek, arzu, dilek: 205.
Recca: Hörgücü büyük dişi deve: 205.
Sefine: GEMİ. Çeşitli mevzulardan bahseden kitab. Bir yıldız ismi. (Deve. NEFS): 205.

*

Reca: Kenar, yan. Taraf: 204.
Mahkun: Suçsuz, masum. Çocuk: 204.

*

Rici’: Hades. Necis, pislik. Terslemek. Abdest almayı gerektiren maddi ve manevî hâl. Şimdi. Sonradan olan. Vücuda alınan gıdanın, posasının atılması - topraktan alınanın, toprağa dönmesi: 283.
İzafet: Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek. İsnad etmek. Katmak, katıştırmak. Bir şey üzerine meylettirmek. Maletmek: 1282= 283.
Ric’i: Geri dönmeye âit ve mensub. Üç talâkla boşanmamış kadın: 283.
İfra: Kesmek. Yarmak: 283.
İfrag: Bir hâlden başka bir hâle sokmak. Kalıba dökmek. Şekil vermek. Boşaltmak. Akıtmak. Dökmek. Cari kılmak, geçer kılmak, geçerli kılmak: 1282= 283.
Kindir: Kaba eşek. (Mishel: Lisân. Eşek.): 284= 1283.
Recf: Şiddetle sarsmak veya sarsılmak: 283.
Arube: Cuma günü. Hatasız Arabça konuşmak: 283.
Merdüm: İNSAN. Adam: 283.
Cürüf: Uçurum, yar: 283.
Cifr: Harflere verilen sayı değerleri ile, geleceğe veya geçmişe âit ibarelerden tarih veya isme dair işaretler çıkarmak ilmidir: 283.

*

Gerden: Dönen. Dönücü. BOYUN. Şeci’. Pehlivan. Kahraman: 274.
Raci’: Geri dönen, RİC’AT eden. Dair, aid, alâkası olan. (Levha: 17 Aralık 1983… Filistin… Halk bölük bölük toplanmış, konuşmalar yapılıyor… Hicret edilecek… Ric’at hâli… Bir genç kız yanıma gelip, hüzünlü ve mütebessim bir çehre ile, “sen hiç değişme, böyle kal!” diye iltifat ediyor!): 274.
Kürend: Al at: 274.
Çengar: Yengeç. (Piç-a-piç): 274.
Ader: Çok su. (Deniz. Nehir.): 274.
Red’: Geri verme. (İspanyolca bir kelime RED: Balık ağı… İngilizce, RED: Kırmızı.): 274.
Dirin: Eski, kadim. (Kadim: Ayak basan. Ulaşan. İnsanın kafası: 145: Rahman Sûresi, 19. âyet… Kadim: Eski zaman. Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet: 154: Mehdî Muhammed.): 274.
Aric: Yukarı çıkıp inen. Topal. (Sır. Ay.): 274.
Arca: Topal ve aksak kişi. Sırtlan. (Leng: Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması: 101: GUSTO: Müna-Birinin yerine kaim olmak.): 275= 1274.

*

SALB: Asmak. Darağacına çekmek: 122.
Esas: Temel. Kök. Şart. Hakikat ve mahiyetler: 122.
Enasî: İnsanlar. Basar. Göz-İdrak: 122.
Halife: Su içinde biten “kandıra” dedikleri ot: 123= 1122.
Esmak: Balıklar. (Ninan-Balıklar: 161: Keselân-Tembellik; yağmur, yetim, ahir, zanî, Kust.): 122.
Gavsele: Bir yaşına girmiş SIĞIR YAVRUSU: 122.
Salig: Altı yaşındaki sığır: 1121= 122.
Fahamet: Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek: 1121= 122.
 

CANKURTARAN

 
Levha: 5 Mayıs 1986… Cumhurbaşkanı Kenan Evren… Küçük yaşta Askerî Okula girmişim… Kenan Evren bana birşeyler soruyor… Üstadım’ın karşısında duyduğum tedirginlik içindeyim… Evren, yüzmek üzere suya giriyor… Suda, sanki boğulalı epey olmuş iki insan cesedi… Kenan Evren de boğulacak… Hemen suya girip onu kurtarıyorum… Arkadan birini daha kurtarıyorum… Sonra birini daha… Sanki cesetler siliniyor… Daha sonra Kenan Evren’i, siyah smokin bir elbise ve smokin şapka giymiş görüyorum… Yanında iki kişi var… Deniz kenarında resmî protokolle ilgili birşey… Elindeki bastonu, sanki incinmiş olan sağ kolunu talim ettirir gibi havada ileri geri hareket ettiriyor!..

*

Kenan Evren: (Evre: Elbisenin dış yüzü. Suret’in görülen yüzü… Evre: Semavî. Suretin öbür yüzü.): 448.
Muharrir: Yazan. Kitab telif eden: 448.
Müteehhib: Kendi kendini hazırlayıp yetiştirmiş kimse: 448.
Halît: Buz. Kırağı. Dolu. (Meser: Kar. Buz… Meser: Sevinç, sürur.): 448.
Mübteda: Başlangıç, baş taraf: 448.
Ehl-i Beyt: 448.
Mehabet: Heybet: 448.
Musa Mirzabeyoğlu: (Dedemin babası Musa Bey… Elinde, saksıdan sökülmüş bir çiçek… Bir yazı sözkonusu ve bunun çiçeğin kökleriyle bir alâkası var… KEN: Söken. DELEN): 448.
Tedekdük: Zelzele olup yerin deprenmesi. (Racife: İlk nefha. Dünyayı yerinden oynatan hâdise. Deprem.): 448.

*

ASKERÎ OKUL: (Berf: Asker. Güzel söz. Kar… ASKERÎ OKUL izafeti, hikmetli ve güzel söz söyleme disiplinidir.): 497.
KONFERANS: (1965-66’da, ESKİŞEHİR’de Üstadım’dan dinlediğim ilk konferansı: Yolumuz - Hâlimiz - Çaremiz.): 497.
Mütevakil: Birbirini vekil eden: 497.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1497.

*

NECV: Yüzmek: 59.
Mehdi: 59.
Nehhac: Kılavuz. Mürşid. Doğru yolu gösteren: 59.
Kulab: Büyük dalga. (Kulb-Bilezik. Bir yılan cinsi: 132: İslâm: Kalb.): 59.
Cihan: Dünya, kâinat, âlem: 59.
Mahya: Hayat. Canlılık: 59.
Cündeb: Yağmacı. (TAHT: Alt. Derin. Yağma. Fani olma.): 59.

*

Garik: Suda boğulmuş: 1310.
Şebah: Ceset. Cüsse, cisim. Şahıs, nefs. Karaltı, gölge: 310.
Paguş: Suya dalma: 1309= 310.
Huş: Akıl, fikir, zekâ. Ruh, can. Ölüm. Zehir. (Huşş: Huşu içinde olma.): 310.

*

Cankurtaran: 1012.
Hev’: Himmet: 12.
İbt: Koltuk: 12.

*

Cankurtaran: 1012= 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 1013.
Abî: Suda yaşayan ve suda meydana gelen. Çok mavi. (Hayat suya işledi ve herşey sudan yaratıldı. İlim sıfatı da hayat sıfatından. Bu bakımdan, Halk âlemindeki en alt derece toprakda da kendine mahsus vehbî bilgi.): 13.
Vav: Vav harfi. (Allah’ın “Refiüd derecat - Derece ve itibarı yüksek” ismine ve yüksek derecelere işaret eden harftir… Vavî: Tilki… İngilizce bir kelime: vow-Üste verilen söz… Okunuşu VAV.): 13.

*

Asâ: Baston. (Asa: Sükûn-Kusto. Vakar. Ciddilik. Süs, zinet: 62: Mehdî.): 162.
Ben Kimim?: 162.
İNSAN: (Bir meçhul, bir tükenmez ben, bir BAKÎ; hakikate ereniyle, “mevzuunu bulamaz ki ben desin” diyen, kesrete müstagni-ihtiyaçsız.): 162.

*

İDMAN: Bir şeye meleke kazanmak için yapılan tekrar. Jimnastik. Beden terbiyesi. (Zurhâne-İdman salonu: 869: Mektubat: Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu.): 96.
Mihan: Ulular, büyükler: 96.
Memzuc: Bitişik. Karışık. Birbirine mecz olmuş. Oynamak-yapmak: 96.
 

KABİRDEN GELEN SELÂM

 
Levha: (…) Mayıs 1983… Yanında İLKOKUL olan bir KÖY MEZARLIĞI… Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin biraz yüksekçe kabri… Mezarlığın önündeki yoldan, yanımda tanımadığım bir gençle geçerken, Efendi Hazretleri’nin kabrinden bize “Selâmünaleyküm!” diye bir ses yöneliyor… Korku ve haşyetten, dikkatli bir nazarla o yöne bakamıyorum… Yürüyoruz!..

*

Köy: 116.
Muhasebe: Hesablaşmak. Hesab görmek: 116.
Pesend: Beğenmek, kabul eylemek: 116.
Süluk: Bir tarikate bağlanma: 116.
Mübdî: 116.
Gusale: Sığır yavrusu: 116.

*

Gam: Köy, karye. Adım. Ayak, kadem. (Gama: Örtmek): 61.
Büyük Doğu: (Üstadım’ın bir şiirinden: Ateş çubuklarla kalbin mühürlü, — Bizim köyde ara pörsümeyeni.): 1060= 61.
Üss: Esas, asıl, temel. Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı. Askerî karargâh: 61.
Müdavî: Tedavi eden. İlâç veren: 61.
Avend: Taht. Yüksek mertebe. Evvel, önce, ilk. Hayâlî. İp. Delil: 61.
Bedene: Kurbanlık deve: 61.
Tunub: Ağaç kökleri: 61.
Niya: Dede. Cedd. Talihli olmak. Kesmek. Yeni olmak: 61.
Cünabe: İkiz çocuk: 61.

*

İBTİDAÎ: Başlangıca âit. İlk, evvelâ. İlkokul: 418.
Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418.
Musa Mirzabeyoğlu: 1418.
Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik: 418.
Ciyadet: Tazelik, yenilik. İyilik, güzellik: 418.
Hayat: Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sıhhat: 419= 1418.
Hayyat: Yılanlar. (Yılanların hastalandığını hiç duymadım!): 419= 1418.
Tedehhî: Dâhileşme: 419= 1418.

*

İLKOKUL: 273.
Hundure: Gözbebeği: 273.
Kincer: Büyük fil. (İngilizce okunuşu, ELEFANT-FİL: 572: İstima-işitmek: Şuera-Şairler.): 273.

*

Köy Mezarlığı: 1404.
Kabkab: BATN: 404.
Ebrar: Özü sözü bir olanlar. Sadıklar: 404.
İrtiza’: Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Beğenme, seçme: 1403= 404.
Rebreb: Yaban sığırı sürüsü: 404.
TAC: 404.

*

“Selamün aleyküm”: Size selâm!: 238.
Zekeriyya: Beni İsrail Peygamberlerin’den birinin ismidir. Hazret-i Süleyman ile aynı nesilden. Beyt-il Makdis’te kurban kesen ve Tevrat yazan reis idi. Zevcesi, Hazret-i Meryem’in annesi olan Hanna’nın kardeşidir. Zekeriyya Aleyhisselâm’ın YAHYA isminde bir oğlu olmuştur. Yahya Aleyhisselâm’ın oğlu da Hazret-i Yakub’tur. KEN’AN, onun memleketi olarak anılır… Zekeriyya Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet, aynı zamanda Allah’ın 99 güzel isminden biri olan MALİK’tir: Kudret ve tasarruf sahibi… O, tam bir himmet ve MÜESSİR bir kudretle belirdi. Hem RAHMET, hem de AZAB ile imtihan edildi. Allah’tan gelene selâm eyledi. Nihayet ihtiyar çağında, testere ile kesilerek şehid edildi… Allah’ın rahmeti, varlık ve hükümde herşeyi kapsar, umumidir. Varlık ve hüküm olarak GAZAB bile, mevcud olmasını, RAHMET’e borçludur. Âlemlerin ve varlıkların zıddıyla kaim olmalarını hatırla… Zekeriyya Aleyhisselâm’ın oğlu da Peygamber; önce Tevrat’a göre, İsâ Aleyhisselâm’dan sonra ona göre amel ederdi. Bu yüzden O da babası gibi ŞEHİD edilmiştir: 238.
Bekurî: İLK EVLÂT: 238.
Kerrubî: Meleklerin büyüğü: 238.
Gahvare: Beşik. (MEHD): 238.
Harîk: Erkekliği olmayan adam. (Bu husus, kâmillere âit mânâ içinde bakınca, “cinsî iktidarı olmayan” değil de, behimî açıdan ihtiyacı bulunmama nazarı dikkate alınmalıdır. Nitekim HARİKA sözünde bu anlaşılıyor; olağanüstü. Hani Allah Sevgilisi’nin, “Benim, sizin gibi kadınlara ihtiyacım yoktur!” buyurmaları. Bu hikmet, başta O’nda, yâni murad İNSAN’da. İnsanî hakikati yerine getirebilen her NEFS, kadın veya erkek, kendi cinsiyetinin iktidarsızlığı değil de aşkınlık olarak, HARİKA’dadır… Harık-Yakan, yanan, ateş, sırr: 309= 1308: Rakde-Secde. Berzah: Haş-KALB: Huşş-Şimdi. Hâlâ: ARVASİ: Ashab-ı BEDR.): 238.
İstiaze: “Euzu bemele” okuyarak Allah’a sığınmak: 1237= 238.
Birdozi. (Kürtçe): İdeoloji: 238.

*

İkbar: Ulu görme, görülme. (İkbar: Kabre koyma veya koyulma): 224.
Tahtaha: Bir şeyi doğrultmak. Beraber etmek. Bazısını bazısına katmak. (Tahtah: Aslan.): 1223= 224.
Derk: En aşağı kat. Anlamak. (Taht: Alt. Aşağı. Gelecek olan zamir, hüviyet, sır.): 224.
İlm-i Ledün: 224.
Muhammed. (Büyük ebced): 224.

 
BÜYÜK DOĞU - İBDA
(ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU’NUN SIRRI)

 
TAHTANÎ: 869: Mektubat: “Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu”

*

Abdülhakîm Koltuğu - KÜN. (Ol emri): 902.
Abdülhakîm Koltuğu - KEN: (Kuh-ken: Dağ delen… Bu misâlde olduğu gibi, “yapan, eden” mânâsına gelen, “delen, koparan, söken” - ek kelime.): 902.
Abdülhakîm Koltuğu – “B.D.-İBDA”: (Topal Şükrü Efendi isimli bir zâtın, Said-i Nursî Hazretleri’ne âit Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Sikke-i Tasdik-i Gaybi” isimli eserde mevcut, şiirinden: “Ya ileri, ya geri, takrib ederim üç otuza”… Ebcedi: 1441: KISAKÜREK: Salih Mirzabeyoğlu: Teslis-Üçleme… HAKÎM, Allah’ın 99 güzel isminden biri. Sonra Allah Resûlü’nün. Sonra malûm, Efendi Hazretleri’nin… Şeriat ile Tasavvuf’un birbirine nasıl örtüştüğünü ve Şeriat’ın bir şifreler manzumesi olduğunu belirtilen şekilde gösteren BAŞ ESER de MEKTUBAT: İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin… Bâtın yolunun sistem çapında gösterilmiş diğer eseri, VAHDET-İ VÜCUD esası üzerinde, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin eserleri… Allah Resûlü’nden sonra gelen derece ve eserler baki, verdiğimiz bu işaretler, işin küllüne dairdir ve hiçbir şeyi dışarda bırakmaz. Eser verip vermeme bir VELİLİK nişânı olmadığı gibi, makam ve mertebe ölçüsü de değildir; İMAM-I RABBANÎ Hazretleri, Sahabîler’den sonra ümmetin en üstün ferdi, buna rağmen HANEFÎ Mezhebi’ne bağlı… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’ne gelince, “gelmiş geçmiş bütün fazıllardan üstündür!”; bu söz de Abdülhakîm Hazretleri’nin… ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU, BERZAH makamına âit bir nitelemedir; bu belli… Üste doğru derinlik, alta doğru derece; yahud, üste doğru derece, alta doğru gelecek… Üç Otuz: Üç Lâm: Üçışık… Demek ki, Topal Şükrü Efendi’nin sözkonusu mısraında, üç isim ortaya çıkıyor… BÜYÜK DOĞU-İBDA, “Abdülhakîm Koltuğu”nun sırrıdır, delilidir… Üçışık - Kısakürek – Salih Mirzabeyoğlu: HÜNKÂR: Delik, menfez, nüfuz edecek yerler, sırlar, şifreler.): 902.
Bezr: Tohum. Çekirdek: 902.
Cezr: Kök, asıl, temel. Derya, deniz. Kendi misline çarpımla bir sayı meydana getiren sayı. (21x21= 441.): 903= 1902.
Kaza: Allah’ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. Hâkimlik, hâkimin hükmü. Birşeyi birbirine lâzım kılmak. Beyan eylemek. Ahdini yerine getirmek. İcâb. Ölüm: 902.
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münasebetleri, meydana gelişleri. Çatallaşmak. Yarılmış şeyin bir şıkkını almak. Misâller: 902.
Habş: Cem etmek. Toplamak: 902.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Tahsil etmek. Mülk: 902.
Püşter: Arka. Sırt. (Ahir; Mazi. İstikbâl): 902.
İstimrar: Devam edip gitmek. Kuvvetli ve daim olmak: 902.
Büzr: Herkesin sözünü dinleyen. Dinleyici. (SEMİ’: İşiten, duyan. Allah’ın 99 güzel isminden biri: 180: Mehdî Salih İzzet Erdiş… Da’va Cetvelinde, SİN harfinin sayı değeri 180 ve Allah’ın SEMİ’ ismi ile ilgili… SİN: İNSAN… “Sin, iki kişi demektir!”: ALLAH ve ALLAH RESÛLÜ… İnsan’ın bâtını, Allah’ın bilinmez kendi sureti sıfatındandır; en başta Allah Sevgilisi, kendini bildikçe O’nu bilmiş, her bilinen kendi nefsi HALK ve bilinecek olan HAK, O’nu kendinde bulmuştur… “Allah her ân bir şe’ndedir”; aynası en başta o… İlim tükenmez… Allah’a, Resûlü’nün gösterdiği yoldan imân ediyoruz; Resûle inanmayı da Allah veriyor kullarına… “Allah, insanları tek bir nefsten yaratmıştır”; tek nefs, kul plânında Allah Sevgilisi’nde tecelli eden bir keyfiyet. Âlem’de insan olarak, bütün insanlar, Adem ve O’ndan yaratılan Havva’dan, bu ikiliden türedi. NEFS, ruh yönüyle ele alınınca, NEFS birdir ve âlemde insan bedeniyle birleşince, senlik benlik doğar. Beden, âlemin unsurlarından mürekkeb olduğu için, Âdem ve Havva’dan gelen insanoğlu, Âdem Aleyhisselâm’ın şahsında tecelli eden beden sureti ve âlemin hakikatleri olan unsur müşterekliğinde birdirler. Böylece nefs, beden yönünden bakılınca da, birbirlerinden farklı da olsalar birdirler. Bunun böyle olması zaruridir, çünkü bedenlerin bâtını birdir; eğer bir olmasa, nefse eklenen ve çıkan hesabı, BİR olan RUH da azalır çoğalır, neticede parçalardan müteşekkil birşey, BİR olmazdı. Giderek, –haşa!–, eksilen, çoğalan bir Allah mânâsı doğar ki, mutlaklığa aykırıdır. Kul plânında da MUTLAK BİR, Allah’ın Sevgilisi. Peygamberler, sahabiler, veliler, bu mânânın kendi mertebelerinde sahibleri… Bu son cümle üzerinde duralım: Taşa toprağa kadar inen bir seviyede, MUTLAK BİR, o seviyedeki varlığa kaimdir. Topyekün varlığın toplandığı hakikat budur; toprağın, madenlerin, bitkilerin, hayvanların, insanların bâtını, elbette insana nisbetle ve kendine kıyasla aramaya mevzu, hep bu hakikate şahitlik eder. MUTLAK BİRLİKTE, BİR OLMAK. Hangi varlık derecesinin kaderinin neticede ne olacağı ayrı dava, neticede hepsi İNSAN İÇİN ve İNSAN unsurunda toplanır. İnsanlar, İMÂN eden ve İNKÂR edenler. Kâfir, Allah’a inanmasa da, Allah’ın kulu ve Resûlü’nün kadrosudur. Allah, kâfir için küfrü yaratmış, ama küfre rızası yoktur… Allah’ın bütün isimlerinde bütün isimleri vardır ve hepsiyle Zâtı murad edilerek istenilir, anılır. Bu demektir ki, kâfirin, her ân dönmesi muhtemel olarak, bâtını inanılacak olan HAKK’tır. Demek BİR olma hakikati, bu mânâda yerli yerindedir; Allah’ın “Mudill-Yoldan çıkaran” ismi dairesinde hatırlananlar bunlar… Şimdi, imânı zâhir olanlara, MÜ’MİN’lere bakarak, İMÂN’ın BİR oluşuna gelelim: İMAN, imân olunan yönünden bakılınca BİR’dir. Allah, nasılsız ve niçinsiz olarak bizimle beraber; bize “şahdamarımızdan daha yakın” iken, ne ki O sanırız O değil, O’na perde… İmân, ya tamdır, yahut yok; yarım imân olmaz, bunun için ruhun yarım olması gerekir ki, İş Allah’a varır… İmân, imân edilen bakımından BİR iken, daha önce söylediğimiz varlık tabakalarının MUTLAK BİR BİRLİĞİ’ndeki durumu misâl, her mü’min tek tek farklı keyfiyette imân sahibidir… YEVMİYE: “Nefsimizin bir hakikati var!”… Nefs BİR’dir, şu bakımdan, NEFS farklı farklıdır - bu yönden… Bütün Peygamberler, ALLAH SEVGİLİSİ’nde toplu mânânın temsilcileridir; ve onlarda tecelli eden her hikmet, her birinde her biri var mânâsındadır, hem de her biri farklı farklıdır… Kur’ân’da, Adem Aleyhisselâm’dan beri gelen bütün VAHY’ler bulunduğu, onda TEK NEFS göründüğü gibi, onun tatbiki ve tefsiri HADÎSLER, bu cümleden olarak İCMA-I ÜMMET, kıyas, “Ümmetin âlimlerinin Beni İsrail Peygamberleri gibi olması”… Bahsi edilen Peygamberler ve umumun bilemedikleri, Allah Sevgilisi’nin ümmeti çerçevesinde, yol ve izleriyle O’na tâbilik hayatları-hâlleri içinde olanlara rehber… Genel olarak bir velideki mizaç herhangi bir Peygamber’de tecelli edene benzetilebilse de, bu demek değildir ki her veli filâna benzer, derecelenir. Veli, kendi seyri içinde, şu hakikati şurada, bu hakikati burada müşahede ederek, neticede Allah’a Allah Sevgilisi’nin gösterdiği yoldan bağlılıktadır: Her bulduğu da, Allah Resûlü’nün olarak, O’dur, O’nun nefsidir… Hükmü kaldırılmış kitablardan sonra, hâliyle başka dinlerde velilik de bitmiştir. Bütün Peygamberler, öz hakikatleriyle İslâm’da, İslâm ümmeti içinde temsildedir… Burada, TERKİN TERKİ bahsinde de birkaç söz edelim: Biz fikir adamıyız ve insan ve toplum meselelerinin derinliğine ve genişliğine halli davasını güdeniz. Misâlimiz çok basit: Brezilya ormanlarında eskiden yerlilerin kullandığı BUMERANG denilen araçların, atıldıktan sonra bir kavis çizerek sahibine dönmesi gibi, teşhisten tecride ve tekrar teşhise dönme… Yahud, cambazın yaylı zeminde zıplayıp yükselmesi, yüksekten aşağı düşme etkisiyle, daha da yükseğe sıçraması gibi… Bâtın yolcularına gelince, yolculuğu harekete ve molayı hareketsizliğe benzetirsek, her mola, mola olmak bakımından bir, ama her molanın keyfiyeti başka, demem o ki, ne her “terkin terki” sahibinin derecesi birdir, ne de tek bir “terkin terki” vardır. Tecelli ateşinde yandıkça gölgeye sığınma. Eğer TERKİN TERKİ bir olsaydı, bütün veliler ALLAH SEVGİLİSİ ve Hazret-i Ebubekir’le aynı olurlardı. TERKİN TERKİ, velâyetten sonra bu hakikate nisbet bir mânâdır… SON BİR NOT: Savh, “dinlemek, kulak vermek, yer” demek: 696… SURET: 696: Fikir Kahramanı.): 902.
 

TAHT - ŞÜERA
 

Levha: 5 Mayıs 1988… Üstadım, yanında yaşlı bir adam, Ahmed Güvenli ve ben… Ben HELÂ’da iken, yaşlı adam Üstadım’a, “senin yazında…” diye onun feyzine dair birşeyler söylüyor… Ben de kendi kitablarım kasdıyla, “efendim, bir kıymet varsa, sizin feyzinizle oluyor; buna inanıyorum!” diyorum… Üstadım da nazlı bir tasdik edasıyla, “eee işte!” diyor… Ben elimi yıkamaya davranıyorum… Bu sırada yaşlı adam benim sözümü destekliyor ve “bizim için fikir, İZZET’in!” diye methediyor… Üstadım da, pek benim duymamı istemez bir tavırla, “hani sonra da davul, derler!” diye bir ATASÖZÜ söylüyor; “ceket tamam, şimdi de pabuç ister!” diye, ikramın arttırılmasına dair… Sonra da bana dönerek, takdir ve medih için, “sen o yazıyı yazmasan, o ORUC’u zor tutarsın!” diyor… Kastettiği yazı, benim “Ufuk ile Hafiye - Tilki Günlüğü” isimli eserime âit yazı!..

*

Helâ: Kenef. Boş. ŞİMDİ. (Maziye göre istikbâl, istikbâle göre hâl; şimdi, ân.): 632.
Müstakbel: Karşılanan, İSTİKBÂL edilen. Gelecek zaman: 632.
TERKİB: Birkaç şeyin karıştırılması, - halitası. Tahlilin zıddı. Gayesine nisbetle tahlilin neticesinde meydana gelen HÜKÜM: 632.
İstislaf: SELEF olma. Eskiden olan. Yerine geçilen. Önde olan: 632.
Hula’: Büyük emir, iş: 632.
Tekbir: 632.
Müstakbil: İstikbâl eden, karşılayan. Kıbleye dönen: 632.
Hıla’: Göze çekilen sürme. (Ekhel: Gözü sürmeli. Baş ve gövde damarı: 59: MEHDÎ): 632.
Ahillâ: Sadık ve samimi dostlar: 633= 1632.

*

“Bizim için fikir İzzet’in!”: (Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 1476= 477: İzzet.): 980.
Mehdî Salih izzet Mirzabeyoğlu: 1980.
Şerafet: Şereflilik, şeriflik. Hazret-i Hüseyin soyundan olan: 981= 1980.
İSTİKBÂL İSLÂMINDIR: 980.
Teşri’: Yolu açık, doğru ve anlaşılır kılma. Şeriate isnad ve nisbet eyleme: 980.
Azîr: Özür sahibi, af dileyen, tevbe eden. (Azîre: Kadınlara mahsus özür hâli, hayz: 976: GÖLGE dergisinin çıkış tarihi: Necib Fazıl.): 980.

*

“Sen o yazıyı yazmasan, o orucu zor tutarsın!”: 1922.
İştirak: Ortak olmak. Hissedar olmak. Bir işde yer almak. Bir lâfızda birçok mânâlar bulunması. (Yevmiye: Senin de bizim davamızda bir hayli hisse sahibi olarak görünmen lâzım): 922.
Muâvaza: İki tarafın da anlaşarak yaptıkları akid: 922.
Tahdis: Söylemek. Görülen iyiliği herkese bildirmek. Şükür ve teşekkür ile bildirmek. Allah Resûlü’nün sözünü tekrarlamak: 922.
Mevzu: Üzerinde durulan mesele: 922.
İzkar: Hatıra getirmek, hatırlatmak: 922.

*

“Sen o yazıyı yazmasan, o orucu zor tutarsın!”: 1922= 923.
Nakşî Necib Fazıl Kısakürek: 1923.

*

ORUÇ: 216.
Musalefe: Birine refakat etme, yoldaşlık. İleride ve önde olma. Biriyle birlikte seyretme: 216.
Pervaz: Nur. Ayna. Karargâh: 216.
İtare: Uçurma veya uçurulma. Hızla gönderme. (İtare: Bir şeyin peşini bırakmayıp takib etme. Dikkat ve hiddetle bakma: 602: “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” meâlindeki âyet: Sakb, DELME, DELİNME. Çok kırmızı: Habb-Denizin kabarması, MED.): 216.
Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Halid bin Velid Hazretleri’nin ünvanı: 216.
Beyder: Doğru lûgat. İlim, irfan: 216.

*

Darb-ı Mesel: Atasözü. Misâl olarak söylenen meşhur söz. Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz: 1572.
Şuera: Şairler. Kur’ân’ın 26. âyeti: 572.
İ’tinan: Bir kimsenin iç yüzü meydana çıkma, bâtını görünme. Önde durma: 572.
Ba’s: İHYA: 572.
İ’tisam: İstediğini vermek: 572.
Âkıbet: Bir şeyin sonu, AHİRİ. Netice. (Şerca’-Taht. Cenaze: 573: Şehsüvar-Süvari): 573.
A’raş: TAHT. Arş. Gölgelik. (Ariş: Mânâ, mefhum: 401: TAHT: İrfan: Minkarî-Gaga ile alâkalı, gagaya benzer. Hatm. Son.): 572.
Ta’sib: İHATA ETMEK. Bir kimsenin başına TAÇ koymak: 572.

*

Şuâra Sûresi 224. âyet: (Meâli: Şâirlere ise sapıklar tâbi olurlar.): 2230…
Şuâra Sûresi 225. âyet: (Meâli: Görmez misin onlar, her vâdide şaşkın olarak dolaşıyorlar.): 1039…
Şuâra Sûresi 226. âyet: (Meâli: Ve onlar, yapmadıkları şeyleri söylerler.): 622…
Şuâra Sûresi 227. âyet: (Meâli: Ancak imân edip yararlı işler görenler, Allah’ı çok ananlar ve zulmedildikten sonra öçlerini alanlar müstesnadır. Zulmedenler, hangi inkılâb ile döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.): 7768…

*

Şuâra Sûresi’nin, 224’den 227. âyete, TOPLAM ebcedi: 11659= 670.
Destur: İzin. Müsaade: 670.
Mütenassıs: Tetkik edilip incelendikten sonra karar verilen. Delil ve hüccetle sabit olan: 670.
Hink: Kır at. (Şehba: Kır at. Kır katır. Kır renkte olan şey. Tam techizatlı asker birliği: 308: Arvasî: AKAN YILDIZ.): 670.
 

UNUTULMAMASI GEREKEN…

 
Levha: 17 Ocak 1984… Soba… Üstüne küçük bir çöp atıyorum… Sonra Üstadım’ı görüyorum… Bana, “unutulmaması gereken şey, GÜNEŞ’in doğuşu ve BATIŞI arasında eksilmeyen ve eskimeyendir!” diyor… Ben de ona, “Büyük Doğu ve Tasavvuf Bahçeleri!” diye cevab veriyorum!

*

Esleb: Çerçöp. Vücutta veya yüzde olan ben. Gemi dümeni: 2532= 1533.
İntifa’: Birşey ortadan yok olma. Aradan çıkma: 533.
Mülabeset: Karışma. İki şeyin birbirine benzemesi: 533.
İstimla: Birşey yazılmasını istemek: 533.
Müstedell: Bir delil ile isbat edilmiş: 534= 1533.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2532= 1533.

*

“Unutulmaması gereken şey, Güneş’in doğuşu ve batışı arasında eksilmeyen ve eskimeyendir”: 4650.
Müstakim: Doğru istikametli. Hilesiz, temiz: 650.
Tefelsüf: Felyesoflaşmak. Hakîm olmak: 650.
Mehdi-i Muntazar: 1649= 650.

*

“Unutulmaması gereken şey, Güneş’in doğuşu ve batışı arasında eksilmeyen ve eskimeyendir”: 3651.
Hayalî: Hayâle dair. Tahayyül. Muhayyel. Tasavvur olunan. Taht, ileride: 651.
Amiriyyet: Kumandanlık hâli. Âmir, emredici olmak: 651.
Han: Hükümdar. Hakan: 651.

*

“Unutulmaması gereken şey, Güneş’in doğuşu ve batışı arasında eksilmeyen ve eskimeyendir”: 4650= 2652.
İstiksa: Birşeyi inceden inceye araştırmak, künhüne varmaya çalışmak: 652.
Mevsuk: Kendisine inanılır olan. Sağlam. Vesikalı. Delile dayanan hakikat: 652.
Nebh: Toprak. Kabarcık: 652.

*

“Unutulmaması gereken şey, Güneş’in doğuşu ve batışı arasında eksilmeyen ve eskimeyendir”: 4650= 1653.
Mürteca. (Reca’dan): Ümit ve rica olunan şey: 653.
Zahme: Üzengi kayışı. (Rikab: Üzengi. Büyük bir kimsenin huzuru, makamı.): 653.
Mürteci: Geri dönen: 653.
Türban: Topraklar: 653.

*

“Unutulmaması gereken şey, Güneş’in doğuşu ve batışı arasında eksilmeyen ve eskimeyendir”: 4650= 654.
Muhtıra: Hatırlamak veya hatırlatmak için yazılan tezkere. (TAKDİM yazım: Kaptan Kusto Müslüman - Dünya Çapında Bir Hâdise.): 654.
İnsikab: Delinme. (Farz: Bir şeyi delmek, gedik açmak. Takdir etmek, hüküm vermek, beyân etmek.): 654.
İbrinşak: Ağaçta çiçek açmak: 654.

*

Matla’: Güneş ve yıldızların doğdukları yer. Kaside ve gazelin kafiyeli ilk beyti. (Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirinden: Annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk, — Ağaç içinde ağaç, geliştiren tomurcuk.): 149.
Ud-u Hindî: Kust otu çeşitlerindendir: 149.
Tahliz: Bir kimsenin koluna bilezik takmak. (Tesvir: Koluna bilezik takma. Büyük derecelere çıkma, büyük işler yapma: 676: TELEGRAM: Müstevki’-Bir şeyin vukuunu bekleyen. Olacak diye endişelenen: Müsafene-Devamlı meşgul olma, devamlı meşgul edilme… TESVİR ile TELEGRAM’ın karşı karşıya olan bu durumu, işin “niçin?” tarafını da aynı ebcedte mahsusen gösteriyor: ŞERAFEDDİN-Dinin şerefi… Aynı ebcedle, HAKDAN-Dünya, arz, yer: 676: Avrat-KADIN… Dünya - Kadın - Nefs - TELEGRAM; hepsi dişi mânâda… TESVİR: Derin ve gizli mânâyı araştırma. Toz kaldırma… Tesvir’in bu mânâsı çerçevesinde: NEFS, küll veya cüz’i, küme yahud tek, kemmiyet veya keyfiyet ifâde eder bütün varlık nevilerinde, bir “öz, asıl, hakikat, mahiyet” belirtir zâtîliktir. O şeyi O şey yapan. “Derin ve gizli” mânâ, VARLIK idrakı olunca, İNSAN’dan başlayarak maddeye kadar her şeyde, kendini eserleriyle göstermiş olan RUH’un “nasılsız ve niçinsiz” hakikati önünde, “yokluk”un her “varlık”ta onun zıddı olmak bakımından kaim olması gibi, bir BİRLİK belirtirler: HAKİKAT BİR’dir… Son tecrid’te, hakikatin hakikati hâlinde derinleşilirken varılan NOKTA budur. Şuna dikkat: Suyun bütün canlılar için hayatî rolünü idrak ettikten sonra, her birinde ne ifâde ettiğini aramak, bir çelişki değil, derinleşmedir. HAKİKAT BİR’dir meselesinden bakalım: Bizzat bunda derinleşmedir… DERS: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” hakikatini öğrendikten sonra sırtüstü yatan adamla, bizzat bu hakikat üzerinde “bilinen ve bulunan aranır!” hikmetinin bir yüzünü gösteren arama içindeki adam farkını anlamak için, fazla bir zekâ istemese gerek. Bizi ister anla, ister anlama, ama bunu karalama sebebi sanmak ahmaklıktır… BİR NOT: Bolu Cezaevi’ndeki TELEGRAMCILAR’a NYMPHA ismini ben verdim. Ne kadar isabetli olduğunu görüyorsunuz. NYMPHALAR, “su kenarlarında yaşayan, tabiatın dişi esprileri-nefsleri”dir. Tabiat’ın bir nefsi var, bunlar da o nefsten… NEFS, zâtı ile ne ise, odur. Değer yargısına girince, RUH ile muaşereti, onu iyi veya kötü yapar. Bu, Allah’tan HALİFE insana tevdi edilmiş bir husus. “Bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı RUH’tur, kötülüklerin kaynağı da madde ve yokluk!”; HAKİKAT, kendisinden neş’et eden varlık ve hakikatlerinin toplanışı, HAKİKATİN HAKİKATİ-BİR OLAN HAKİKAT olunca, YOKLUK, bunun dışında kalanlar diye anlaşılır ki, İNSAN uzaklaştığı nisbette onların durumuna düşmüş bir rütbe tenziline girer. BEDEN ve RUH alışverişinde tecelli eden, bir yönü ona, bir yönü buna bakan ŞUURLU BENLİĞİMİZ-NEFSİMİZ; ki, bakıldığı yöne âit bir BERZAH. Ruhtan yana göründüğü ve bedeni bütün bir hayat davranışlarını kapsayan İBADET’e uygun kullandığı kadar makbul, tersiyle rezil… NEFS’i, bir şeyi o şey yapan “öz, hakikat, mahiyet” olarak arama işi, mevzu olarak TELEGRAM’ı ele alınca, günlük hayat idrakının ötesine çıkan bir yolda, “atomaltı parçacıklar dünyası” meselesine kadar daldık; malûm. NYMPHALAR, “sun’i telepati, beyinde görüntü oluşturma, sun’i rüyâlar, sun’i duygular oluşturma” vesaire derken, MİTOLOJİ ilgisinden bir “müşterek şuuraltı” sembolleri içinde çıktı. Bahsi geçen NEFS, eşya ve hâdiseye dönük bir mahiyetin, her toplum ve tarihinin kendine, bir “müşterek” içindendir; ama neticede, insandan… Velhasıl, NYMPHA’yı, insan davranışları ve tutumlarıyla ilgili bir nefsî-dişi ilim olan psikoloji ilgisi içinde, yakıştırdığım için aldım. TELEGRAM, zihin ve beden üzerinde tesirle kontrola alma ve yönlendirme, bu amaçla ağırlıklı eziyet, yok etmek amacıyla da bedene zarar ve şuuru bozma işi ya; toplamda psikolojik araç ya, onlar bunu kullananlar. HAYVANLIK ve İNSANLIK olarak onlara verdiğim not belli. İkinci yönlerini, zekâ kasdı ile kullandığımı söyleyeyim, yazdıklarımı bütünü hissederek ve yer yer muziplik etmek üzere girerek, anlıyorlar; kararı siz verin.): 1148= 149.
Havleka: “Lâ havle” çekmek: 149.
Mahık: Yok eden. Silen. Ortadan kaldıran: 149.
Hasan: Namahremden korunur üzere olmak, korunmak: 149.

*

İşrak: Güneş doğmak. Kalbe mânâların doğması: 602.
“Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” meâlindeki âyetin ebcedi: 602.
İftisal: Memeden kesilme. Fidanı başka yere dikme. (Levha: 11Şubat 1985… Bir çukur kazıyorum; sonra da onu sular gibi hacet gideriyorum… Biraz ötede Üstadım, hüzünlü bir çehreyle beni izliyor!): 602.

*

Tuful: Güneş’in batmaya yaklaşması. Çocuklar: 125.
Mu’cize: Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise: 125.
Adan: SAHİL. Deniz kenarı. (Adn: Vatan tutmak, Cennette bir makam adı… Adin: Otlakta bulunan dişi deve… Adine: Cuma günü.): 125.

*

Tıfl: Batmaya yakın Güneş. Her şeyin cüz ve parçası. Kıvılcım. Çocuk: 119.
Nates: ÜSTAD: 119.
Halif: Yemin eden: 119.
Desen: Suret. Süs amaçlı çizili şekiller: 119.
Nihas: Asıl. Tabiat: 119.
Tafel: Güneşin batmaya yaklaşması. Karanlık. Yağmur-rahmet: 119.
Hısan: Güzel kadınlar: 119.

*

“Büyük Doğu ve Tasavvuf Bahçeleri”: 1896.
“Büyük Doğu ve Abdülhakîm Koltuğu”: 1896.
Fevzâ: Karışmış, muhtelit: 896.
Füyuz: Feyizler. Keremler. Suyun çoğalıp taşması. İnsanın içindeki gizli şeyleri izhar etmesi. Bir haberin fâş olması: 896.
Suhur: Kayalar, büyük taşlar. (Sahire: Yer, yeryüzü… Mehd: Yeryüzü. Beşik. İnsanın kâr ve fayda edineceği dünya.): 896.


Baran Dergisi 236. Sayı