“O koğuşta, kafanı duvarlara vura vura, Allah’a söve söve gebereceksin!” diyordu Kartal Cezaevi’nde ARAR. Dışarıda onca okuma ve dua, benim bunca tesbihatımla böyle “korkutucu” alay ediyordu salak herif. O bir tarafa, duanın mânâsının bilinmediği kişilerde, bizzat dua itikadla çelişir bir durum arzeder. Duanın kabul edilmemiş olması yanında, bir de karşı tarafa koz verme kaybedişi. Kendi kırıklığın da yanında.
Ziyaretlerde, ziyaretçilerimden sadece dua istiyordum; geçen ziyaretten beri “hâlâ” ayakta duruşumu bu sebepten bilerek. Benim söylememe lüzum yok, hepsi benim için dua üzerindeydiler. Ama benim günden güne kötüye gidişim, onlarda da “boşuna” hissiyle kırıklığa sebeb oluyordu. Bire bir TELEGRAM cihazının ve TELEGRAM yandaşlarının kurgusu içinde gördüğüm hasardan başka, arkadaşların yaşamamış ve bilgisizlikten doğan durumları da, o gün duacıların müşterek tarafları. Sonradan, yaşamadan ve bilmeden “bizzat tecrübe edilmiş” gibi anlatımlarının beni zora sokucu oluşu ayrı bir dava. “Mühim adam olma” rütbesini takınıyor sanma. Takınmıyanlardan, en yakınımda bulunmuş birinin hâli, KARTAL’daki feci durumumu göstermeye yeter. Aradan 10 sene geçmiş, yanımdan ayrılışının üstünden de 6 sene, tekrar BOLU Cezaevi’nde: “Kumandan’a söyleyin ben de TELEGRAM’a inanıyorum!”... Yeni inanıyormuş!” DUA; bu yüzden ayaktayım. Üstadım, sık sık vurgulardı: “Allah, kabul etmeyeceği duayı ettirmez, yeter ki istemeyi bilelim!”... İSTEMEYİ BİLMEK; bütün mesele burada. Meşru olmayan şeyler hakkında dua edilmez; malûm. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, “duanın kabul edilmemesinden büyük BELÂ olmaz!” buyuruyor. Hâlimiz fena; iradesi Allah’ın iradesi olmuş olmayan, ne yapsın, ne eylesin? Bu da, korku ve tereddüd, duadan kaçınıcı, yahut şaşkın bir psikoloji doğuruyor; hani “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!” misâli... Evvelâ, ibadet için yaratıldık ve dua ibadettir; çeşitli mânâlarıyla. Sonra: Biz samimiyetle dua edelim de, kabul olup olmaması Allah’ın bileceği iş, hiç olmazsa “O’na sığınıyoruz” şuuru. Bu şuur mühim. En mühimi de şu: “Allah hakkımızda hayırlı olanı versin!”... Bu şuur da, en başta lâzım gelen ve her duanın sonunda hatırlanması gereken. NYMPHALAR’a söylediğimi daha önce yazdım: “Eğer ben FALANCA isem, Allah o şartları verir ve kimse mani olamaz; eğer değilsem, o zaman da beni sahtesi olmaktan korumuş olur!”... Kurtuluşum hakkında duanın merkezinde bu var. Hakkımızda hayırlı olanın ne olduğunu Allah bilir. İmân’dan ayırmasın.
HAYRET: İlmin-bilme’nin ortasına yerleştirilmiş VEHİM ve TEREDDÜT, tam TESLİMİYET ve HAKKIN RIZASI’ından başka çare bırakmaz bir ruhî istilâdır. Demek ilimden doğar, bir bilmedir; şapşal taacüb değil. Çeşitli derece ve mevzulara dağıla dursun, asılda HAYRET budur. Benim KARTAL’daki hâlim, BELÂ cihetinden bir İSTİLÂ idi; tutulacak ve geçilecek zamanı olmayan bir hâlde, sonsuza kadar sürecek bir belâyı saniye saniye yazdım. ÜMİT, sadece “Allah’tan ümit kesilmez!” inancından kopmama şeklinde “hâlâ yaşıyor olmaktan ibaret bir izâhsızlık”ta; HİÇ’in ortasında birşey, atan bir nabız. Sadece dua istedim, istiyorum. Gayrı; gerçekleşmesi olsun olmasın, çaresini de bilerek. Dua ve gereğini yerine getirme şuuru bir arada. Çeşitli suretlerde Allah’ı idrak eden ve bu çeşitlilikte hep O’nu-BİR’i idrakin HAYRET’i ile aczini anlayan-boğulan velinin, O’nun idrak edilemez oluşu içinde silinmesine mukabil, TELEGRAM meselesi bir yana, benim eşyanın hiçliğini yaşayarak, “YAŞAMAK?”, cesedimle Allah arasında ruhumun âidiyetini Allah’ta idrakim, bu tercih-bir imân, yalınız. Bu hâl, eşya ile bütünleşen “zaman dışı” şuurdan farklıdır. Sonrasına âit korkusu varlıktan yana, cesetsiz bir CAN hissinde, o imân. Galiba tam sınır. Hani, ümitle korku arasında, günahların sorulacak hesabı korkusu da içinde, bir hâl-hâlsizlik. Şu bildik hayatı, ne gördün ve bildinse, bir daha eskisi gibi yaşayamayacaksın. Belirli zamanlarda esintiyle gelip geçen fanilik hissi, ciğerinde
müşahhaslaşmış bir kılçık - o durumun olarak, hep kalacak. Bu anlattıklarım, o gün yaşanana âit bir şerhtir. O gün anlatılabilecek düşünceye fırsat NERDEEE!
HİÇ’İ YAŞAMAK; çelişkili bir söz. Cesedte tecelli etse de, ondan mücerret bir hâle dönen AŞK. İkisi de, yok ve var olarak farklı keyfiyetler ama, AYNA’da tecelli bakımından bir oluyorlar. Beşeri aşka dair bir söz: “Aşk, hiçbir zaman pişman olmamaktır!”; doğrusu, surette tecelli eden keyfiyetin, imân ve ibadete dönüştürecek ASIL’a âidiyetinin görünüşünde. HİÇ’İ yaşamak; YAŞAMAK, hiçten başka, onu hiçe bağlamamak. O zaman da, her varlığın yanıbaşında sözü edilen hiçlik, bir lâfızdan ibaret kalır. Olan, sadece varlık ve kasıd da Allah’ın Sevgilisi’nin nefsi; YAŞAMAK O’ndan, O’nun YAŞAMASI Allah’tan. Herşeyde görünen O. “Allah’tan başka herşey bâtıl!” dedikten sonra, kulun durumu? “Nefsini bilen Rabbi de bilir!”... Nefsini bilen ve Rabbini bilen arasında, MUTLAK TEVHİDİ gerçekleştiremeyen, idraki bu ikisi arasında ŞEKİLLENEN ve ebediyen kul kalacak olan.

*

Münacaat: Dua. Allah’a yalvarmak. Allah’tan necat için dua. Yalvarmak için yazılan dua veya manzume. Sürurlaşmak, neşelenmek: 495= 1494.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 494.
Fütaha: Hükmetmek. (Davud Aleyhisselâm’da tecelli eden HÜKÜM HALİFESİ hikmeti hatırlanmalı): 494.
Fütuh: Açılmak. Yardım. Lütf-u İlâhiye ulaşmak. Zafer, galibiyet. Açıklık. Gönül ferahlıkları. (Salih Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet: FÜTUHÎ. Bu hikmetin O’na nisbet edilmesinin sebebi, HİÇ BEKLENMEDİK BİR ZAMANDA dağın yarılarak içinden bir deve çıkması mucizesi, bu suretle fethe mazhar olmuş olmasıdır... Üstadım’ın 1979 yılında Akıncı Güç dergisinin çıkışı ile ilgili olarak bize IŞIK başlıklı ithafından: Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı.): 494.
Taziz: Bir adamı aziz kılmak. Hürmet ve muhabbetle sevmek: 494.
Ta’yid: Bayram etmek: 494.
Cümanet: Tek inci: 494.
Dimne(t): Duvar temeli. Ters. (Hades: Yeni olmak. Taze. Yiğit. Genç. Abdest almayı icab ettiren hâl. Pislik... Hades: Süratle idrak etmek. Zan ve tahmin eylemek. Fikrini bildirmek. Bir sözün mânâ ve mefhumunda, bir hususun vaz’ ve üslubunda başka tarz tasavvur eylemek: KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN gibi... Dimne: Tilki): 494.
İsabet: Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek. Doğru düşünmek: 494. Fatiha: Bir şeyin başlangıcı. Karar vermek. Kur’ân’ın birinci sûresi: 494.

*

Dua: Allah’a karşı niyaz, yalvarış. Namaz. Salavat getirmek. Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek. Birisini çağırmak. Söz, kelâm. Okumak: 76.
Lehüma: O ikisi için, ikisi hakkında: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1075= 76.
Ayine: Ayna. Mir’at: 76.
Bid’: Yeni. İlim, şecaat ve şerafette yegâne: 76.
Saye: GÖLGE. Himaye, arka çıkma. Yardım. (Yevmiye: Gölge dergisinden elinizde bir takım bulunması doğru olur... 1975’de çıkan dergi...): 76. Kûn: Delik. Arka. (İstikbâl): 76.
Kâhin: Âlim. Haberci. Hekim. İstikbâlden haber verdiği iddia edilen. Falcı: 76.
Nuk: Kuş gagası. (Son): 76.
Lamme: Cin çarpması: 76.

*

Salat: Dua. Namaz. Salavat. Rahmet. İstiğfar: 521.
Tatbik: Bir kaide, kanun veya hükmü yerine getirmek. Yakıştırmak. Karşılaştırmak. Kıyas ve tahmin etmek. Benzetme, uygunlaştırma: 521.
Hipnotizma: 521.
Taktib: Kaş çatıp, yüz ekşitme. (düşünmek): 521.
Te’lif: Eser yazmak. Ülfet ve imtizaç ettirmek. Barıştırmak: 521. Tengna: Dar yer. Geçit, boğaz. Sıkıntılı yer. Mezar: 521.

*

Salat: 521= 1520.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 520.
Derviş: 520.
Sittin: 60 sayısı. (Sin: Ebced değeri 60 olan harf. İNSAN): 520. Müskit: Söyleyecek söz bırakmayan, susmaya mecbur eden: 520. Afşelil: Sırtlan. (Çok doğuran: Çok eser veren. KUST): 520.

*

Ed’iye: Dualar: 90.
Men: Ben: 90.
Men?: Kim?: 90.
Melik: Mülk ve melekut sahibi. Hükümdar. Bir kavmin başı. Mâlik: 90.
Vaîd: İyiliğe sevk ve kötülükten kurtarmak için ileride olacak kat’i hâdiseleri haber vererek korkutmak. Cehennemi haber vermek: 90.

*

Kunut: Yatsı ve sabah namazlarında ayakta okunan dua. Dua. Taat. Şükür eylemek. Namazda dünya kelâmı etmemek: 556= 1555.
Serdar men?: Kumandan-kaptan kim?: 555.
Serdar men: Kumandan-kaptan ben: 555.

*

Serdar men: 555= 1554.
Zihin kontrolu: 1553= 554.
TAKDİM: Arzetmek. Sunmak. Öne geçirmek. Bir büyüğün önüne geçip birşey vermek: 554.

“COVER”...

Levha: 17 Şubat 1992... Hayran Hanım’ın önünde, İngilizce ve Türkçe âyet meâlleri. O, âyetleri okurken, arkadan sesli olarak duyuyor; Allah’ın sesiymiş gibi... İngilizce bir meâlde, “Ben eşya ve hâdiseleri ihata edenim” diye âyet meâli... Ve “ihata etmek, kuşatmak” mânâsında COVER kelimesi, işaretlenmiş-çerçevelenmiş... Bu sırada ben de, daha önce söylediğim şeylerin âyetle teyid edilmesinin imâsı hâlinde tebessüm ediyorum.

*

Kelâmullah: Allah kelâmı. Kur’ân: 157.
Namus: Cebrail. Şeriat. Melâike. İlâhî İrâde’nin tecellisi. Nizâm. Bir kimsenin sırlarına vakıf olan kimse. Irz, iffet, hayâ. Mahir. Av ve tuzak. Birisinin hilesine siper ettiği şeye ve aslan yatağına da denir. Temizlik, doğruluk: 157.
İnaka: Aşırı güzelliği ve cazibedarlığı ile hayret verme: 157.
Feza’: Korku. Havf. Sığınma. Uykudan şiddetli korkuyla uyanma: 157.
Enuk: Kartal: 157.
Nasibe: Yollara dikilen işaret taşları. Bir yere dikilen taş: 157.
Ulvan: Mektub ve yazı başlığı. Övünme, tefahur: 157.
Za’f: Derhal, hemen öldürmek: 157.

*

Cover. (İngilizce): İhtiva etmek, şâmil olmak. Kaplamak, kapamak, örtmek. Korumak, müdafaa etmek, saklamak. Yol katetmek. Teminat vermek: 216.
Raise Sultan Barier: 1215= 216.
Muanven: İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı: 216.
Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Halid bin Velid’in ünvanı: 216. Tarz: Usul, şekil, üslûb. Yol, heyet: 216.
Bedrî: Bedre âit ve onunla alâkalı: 216.
Mukayese: Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma: 216. Avrupa: 216.
Zorba: Bir işi zorla yaptırma. Güçlü, kuvvetli: 216.
Hücre: Oda. Odacık. Canlı varlıkların en küçük yapısı. (Hücre: Medine’nin bir ismi): 216. Beyder: Doğru lûgat. Ekin harmanı: 216.
Buhur: Denizler. (İlimler): 216.
Ervah: Ruhlar. Canlar: 216.
Ordu: (Üstadım’ın Noktalama’sı: Ruhlar iki saf asker, kin ve aşkı bölüşür — Bir olanlar elele, ayrılanlar dövüşür): 217= 1216.

*

İhata: Etrafını kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak. (Allah’ın ilmi, bütün varlığı kuşatır. İlim, O’nun bir sıfatıdır ve HAYAT sıfatından KUDRET ve İRADE sıfatı ile birlikte görünüyor ise de, ZAT’ında gölgesi vardır. “Yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım”dan kasıd budur.): 24.
Vahy: Allah tarafından Peygamber’e bildirilen. Kelâm, kitab, işâret, irsal, ilhâm, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i’lam, bazı hususları tebliğ gibi mânâlara gelir: 24.
Salih Mirzabeyoğlu: 1023= 24.
Hediye: 24.
Vedid: Sevgisi çok olan: 24.
Ahadî: Tek, yalnız. Birlere âid, bire mensub: 24.
Keç. (Kürtçe): Bit. (Fely: Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kesmek. Kılıç ile vurmak): 24.

*

Cover: 215.
Zebur: Kitab. Mektub. Davud Aleyhisselâm’a vahy ile gelen kitab. (Davud: 15: B.D-İBDA): 215. Derya: Bilmek: 215.

*

İstiab: Kaplamak. İçine almak. Toplamak. Tamam etmek. Tutulmak. Zapteylemek: 544. Merec-el bahreyn. (Rahman Sûresi, 19. âyetten): (Meâli: Kararsız iki deniz.): 544.
İfrat hâlde tecrid: 1543= 544.
İntisab: Bir mansaba tâyin olunmak: 544.
Merşed: Hakiki maksada ulaştıran yol: 544.
Te’sid: Tebrik etme. Sevinç ve sürurla bayram yapma: 544. Tasmid: HÜKMETMEK. İçini doldurmak: 544.

TALÂK-NÂME

Levha: 18 Şubat 1990... Hayran Erdal... Mahkeme önünde arabalar... Mahkeme... Büyük bir
dosya... Benim boşanma kâğıdım... Zeyn-âb’dan boşanmam... Sinema perdesinde ismim
çıkıyor!

*

Mahkeme: 113.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1112= 113.
Münzevi: Yalnız başına çekilip kimseyle görüşmeyen. (Üstadım’ın bana ithaf ettiği “Noktalama”lardan: Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda — Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda): 113.
Sicn: Hapis, zindan: 113.
Mücemmil: Güzelleştiren: 113.
Bâki: Ebedî. Sonsuz. Ölmez. Artan. Geri kalan. (Kalan ve sonu olmayan Allah’ın, güzel isimlerindendir): 113.
İtbak: Kaplamak. Kapamak. Kapaklanmak. İttifak etmek: 113.

*

Salih İzzet Erdiş: 113= 1112.
Hadîs-i Şerif: 112.
İmkân: Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Gayb örtüsü altında, şühud âlemine çıkacak olan... Mümkün olma özelliği ile var olan): 112.
Zatî: Zât’a âid, zât ile ilgili: 112.
Esamî: İsimler: 112.
Mikail: İbrahim Aleyhisselâm, Halîl ismi verildiği mertebe sabit olunca, 4 büyük melekten biri olan Mikail Aleyhisselâm ile birlikte erzak üzerine memur edilmiştir. Canlı varlıkların gıdası erzak iledir. ERZAK, YİYENİN VÜCUDUNA DAHİL OLUNCA, HİÇBİR PARÇASI BÂKİ KALMAMAK ÜZERE BÜTÜN BEDENE YAYILIR, BEDENİN HER ZERRESİNE SİRAYET EDER. Böyle olunca, İlâhî isimlerle adlanan bütün makamlarda, O bu niteliğiyle - manevî gıda hükmüyle gizlidir. O, ALLAH’IN DOSTU sıfatlı, 4 büyük Peygamberden ikincisi: 112.
Abâdile: Abdullah isimliler. (Hazret-i Ebubekir’in asıl ismi: Abdullah: Allah Resûlü’nün bir ismi): 112.
Münekkib: Yüzüstü düşen, kapanan: 112.
Veliyullah: 112.
Hilâfet: 1111= 112.
Ved-dua: “Dualarımız sizinle birliktedir” mânâsına gelen bu tâbir, eskiden mektubların altına yazılırdı: 112.

*

Tesrih: Talâk. Boşanma, ayrılma. Halâs etme, kurtarma. Kolaylaştırma. Kıl tarama. (Şiar: Kıllar. Şa’r - şehir - ateş yakmak - cenk koparmak. İz, belirti, nişân, ayırd edici âdet. Üstünlük veren işaret. Ölüm.): 678= 1677.
Telegram: 1676= 677.

*

Telegram: 1676.
Hakdan: Dünya, arz, yer. (Mehd: Yer, yeryüzü, beşik, döşek): 676.
Ruh-ul Furkan: Kur’ân’ın bir ismi. Kur’ân ruhu. (Mahmud Efendi Hazretleri’nin, Kur’ân tefsirinin ismi): 676.
Salih İzzet Erdiş. (1 eklenerek): 1475= 476.

*

Ruh: 214.
Dürud: Dua, medih, tahiyye, selâm. Ekin biçme: 214.
Haver: Gözün karasının çok kara, beyazının çok beyaz olması: 214. Rubah: Tilki: 214.
Cevher: Bir şeyin özü: 214.
Dery: Bilmek: 214.
Hukuk: (Fıkıh): 214.

*

Furkan: Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. Kur’ân. Kur’ân’ın 25. sûresinin ismi: 431.
Kaside-i Ercuze: Hazret-i Ali’nin, İstikbâl’den haber veren meşhur kasidesi: 432= 1431. Bedihiyyat: Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler: 432= 1431.
Lûgat: Dil. İlim: 431.
Mustazilli: Gölgelenen, gölgede oturan. Birinin koruyuculuğu ve himayesi altında bulunan. (Murakabe eden... Veli’nin, “her hâlde Allah’ı zikreden Allah Resûlü”nün, istikameti terkederek, şuhûd âleminin iş hikmetlerine bakması gibi, süreksiz oluşta dinlendiği hâl. Şeyhin mürid- gölge’ye sığınması.): 431.
Yekta: Tek, yalnız, eşsiz. Bir kat: 431.
Salih Mirzabeyoğlu: 1431.

*

Talâk-nâme: Boşanma kâğıdı: 236.
İndifak: Su birdenbire ve şiddetle dökülmek: 236.
Nusus: Nasslar: 236.
Menfus: Yeni doğmuş çocuk: 236.
Mukayefe: Firaset etmek. Bir kimsenin ardınca gitmek: 236.
Kamus: Arslan, esed. (Kamus: Büyük lûgat kitabı. Derya, deniz. Denizin derin yeri): 236. Erike: TAHT. KOLTUK. KÜRSÎ. Hükümdar tahtı. (Erk: Uykusuzluk hastalığı... Erk: Kuvevt, kudret, iktidar, nüfuz... Erka: Ziyâde yükselen, çok yükselen.): 236.

*

Guşad-nâme: Boşanma kâğıdı. Padişah fermanı: 421.
Kaside-i Bürde: Hırka kasidesi. Allah Sevgilisi’nin huzurunda, meşhur Arab şairi Ka’b bin Züheyr’in okuduğu kasidenin O’nun tarafından beğenilmesi ve iltifat olarak kendi hırkasını giydirmesinden dolayı, bu isimle meşhur olmuştur: 421.
Tecdid: Yenileme. Yenilenme. Tazelenme. (Üstadım’ın 1980’de: “Büyük Doğu İdeolocyası’na ek – AKINCI GÜÇ kadrosuna ithaf– İSLÂMI YENİLEMEK” mevzuunun başlığı.): 421.
Hüviyyet: Asıl. Mahiyet. Birisinin kimliği, kökü, esası ve ne olduğu. Allah’ın varlık sıfatı: 421. Hücciyet: Salih olma, delil sayılabilme: 421.

*

Hüküm-nâme: Hüküm ihtiva eden kâğıt. Mahkeme veya hey’etin verdiği vesika: 164. Rahman Sûresi 19-20. âyetleri: (Takdim yazımda mevzu iki âyet.): 3165= 4164. Mecmua: Dergi: 164.
NOKTA: 164.

İSLÂMI YENİLEMEK - ANLAYIŞI YENİLEMEK

İslâmı Tecdid: İslâmı yenilemek: 563.
Sipariş: Ismarlamak: 563.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1562= 563.
Necis: Gizlenen sır, nişân. Gizli olan şeyi halk içinde ifşâ etmek. Bir nevi yeşillik. Yavaş hareketli insan veya hayvan: 563.
Mütecessis: Meraklı, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan. Casusluk eden: 563.
İsti’la: Yükselmek. Yüce olmak. Terfi’ eylemek. Galib olmak. (Üstadım’ın KAFA KÂĞIDI isimli eserinin sonu: Aynı MOĞOL istilâ... Tutulmuş asil bir köşe...): 563.

*

İslâmı Tecdid: 553.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1553.
Ümmet: (İbrahim Aleyhisselâm’ın Kur’ân’da ümmetlik çapta bir fert diye bildirilmesi hatırlanmalı): 553. Nekabet: Muayyen zümrelerin başları: 553.
Münasebet: İki şey arasındaki uygunluk, yakınlık. Bağlılık. Vesile, alâka: 553.
İ’lânat: İlânlar: 553.


Baran Dergisi 211. Sayı