HÜVİYET: “Nerede nasıl doğmuşum, yetişme şekillerim, hattâ nerede ve nasıl öleceğim, bunlar önemli değil. Diğer eserlerimde hayat hikâyeme dair bazı şeyler yazılı olsa da, asıl ruhumun Kafa Kâğıdı’nı şekillendirmek isterdim!” —Üstadım.

*

ENGARE: Baştan geçen bir olayı tekrarlama. HESAB defteri. Roman, efsane, hikâye. Tamamlanmayan, eksik kalan iş. “Kader. İnsanî Hakikatin nihayetsizliği”: 278: ARVASİ-Bir dağ ismi. (Dağ: 1004= 5: He harfi-Allah’ın zikri ve nefes harfi… He, en büyük ebcedle: 705: Fikir Kahramanı)… ENGAR: Sanma. Zann. Tasavvur. Tamamlanmayan eksik kalan iş. (Allah’tan gaflet dileyecek kadar O’na daldıktan sonra yine O’na sığınacak şübheye düşende dilenen gaflet, en büyük nimet olarak meydana çıkıyor. Zan ve tasavvurda, “Layabgıyan sırrında - Bulamamacasına arama” noktasında, âyette “denizler tutuştuğu zaman” denilen hâlde beliren vehim ve dilenen nimet; “var mıyım, O muyum?” zannında, yangın!).

*

KEHLA’-Sürmeli kadın. “Nefs”. Sığırdili dedikleri nebat, ot: 60: SİN-Bir harf. İNSAN. (Rüyâda gelen mânâ: Sin, iki kişi demektir!)… KEHL-Bit. Zirve. Otuz yaşını geçmiş, saçına aklık karışmış kimse. (Levha: 23 Mayıs 1986… “Üstadım - Başını hafif öne eğer gibi yapınca, gümüş rengini andıran beyazlıklar içinde, siyah saç telleri görünüyor… Ve sanki bu siyah beyaz karmasını bana göstermek için başını eğmiş!”… Gümüş: Bâtın… Muhlis-Akı karasına karışmış saç: 730: Abdülhakîm Koltuğu… EZELL-Mahv ü vücud. Hayâl, serab. Yokluk: 731: Muhlis-Hâlis olan. İhlâsı, gayreti, itikadı doğru ve samimi olan.): 55: NECİB-Ağaç yontan, odun soyan… KEHL-Gözüne sürme çekme. Kıtlık yılı. “Üstünler ve nadirlerin zuhur sıkıntısı”: 58: MUVAHHİD-Tevhid eden. Birleştirici olan… HALEK-Kara. Siyah. Leyl. Gece. Meçhul. Ululuk rengi: 58: HATN-Beraberlik, misil, denk olma, eşitlik… ZANÎ-Zina eden. (Nikâh, meşru bir şey, netice ve hüküm çıkarmak üzere iki şeyin birleşmesidir. “Layabgıyan” sırrında hayrete ve vehme düşülen birleşme hâli, bir zan, şaşmadır; zinâ, zann’dan gelir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin, “Mutlak Tevhid mümkün değildir!”, İmâm-ı Azâm Hazretleri’nin bu niyetle Allah için “Şiddetle Bir” deyişi, İNSANÎ hakikatte topyekün insanların buna nisbetle birliğinin de “zat sırrı neyse o” bir meçhul belirtmesi, aynı hikmet çerçevesindedir. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin buyurduğu, “Veli, mevzuunu bulamaz ki BEN desin!” deyişi hatırda; “ben diyemiyor” ama… Yevmiye: Nefsimizin bir hakikati var!): 59: MEHDÎ-(Mehd: Beşik, döşek, kaynak… Üstadım: Ölüm mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitab ettiğine göre, benim de beşikteki hâlimle kendimi; NEBATÎ hayatım içinde RUHUMU görebildiğimi göstermez mi? Sadece HATIRA ve gideni tekrar getirme cehdi RUH’u isbata yeter!)

*

EMSAL-Misâller. Denk, benzer. Yaşları birbiriyle eşit olanlar. Kıssalar, hikâyeler. Romanlar. Destanlar. Matematikte kat sayı: 572: İSTITLA-Anlamaya, bilmeye çalışma. (Üstadım: Roman, yerle göğü birleştirici mahiyetiyle İNSAN ve TOPLUM harekiyet ve seyyaliyeti içinde en ULVÎ ve MÜNEZZEH mânâya ulaştırılabilir. Ve artık “toprak üstü sefil mânânın yerde bırakılması şartıyla mefhum ve mahiyetini değiştirerek Frenkler’in EKRÜTÜR-DESTİNE, Müslümanların da ALINYAZISI-KADER dediği TAKDİR KALEMİ’ne YOL arayabilir!”; o zaman karşımıza süflî mânâsıyla roman değil, ulvî keyfiyetiyle İLÂHÎ SANAT çıkar ve roman dize gelir. Koyu Katolik bir Fransız edibi “Roman” isimli eserinde bu noktaya biraz yaklaşmıştır!)… MUKATİL-Birbirini öldüren. (Birbirini kesen, koparan, halleden… Şiar: İz, belirti, işaret, nişân, kelm. Ölüm. İnsanın gömleği, sıfatı. Üstünlük veren işaret… Yevmiye: “Sen artık içime girmişsin, içime, kanıma!”… TAKDİM yazısı, benim nefsimden koparılan kelimelerden müteşekkil kaderimde olan; benim onu arayış serüvenim de ve kemâli bu eserde toplam, benim onun nefsinden kopardıklarım, kaderi. Artık çoktan anlaşılmış olması gereken mânâ, “bulamamacasına arama” hikmetinde, beni ararken onu, onu gösterirken beni bulduğum, BERABER bir BEN KİMİM’de düğümlü KADER sırrı-ebedî, istikbâl… Bu eser, o roman!): 571: NİGARİŞ-Resim yapma. Tasvir yapma. Farsça, erjeng… ŞAAR-Ağaç, varlık ağacı. (Allah ve Sevgili Resûlü): 571: ŞAİR-(Peygamber eşiğini süpüren. İstikbâl edilen Allah Sevgilisi’nin ortaya koyduğu Şeriat’ın tâbirlerinin ruhlarından kopardığı emsal, Allah’ın izniyle nefsinden kopanları toplayan idrak sahibi. Allah’ı Allah’ın dediği gibi arayan ve bilen, bunun hakikatini Resûlü’nde bulan. Hani, “gaibi kurcalayan çilingir!”. Şiir, “Allah’ı arayan sanat” olmakla, “Takdir Kalemi’ne yol arayan” hikmeti hatırla; her sanat, özünde şiirdir, şiir idrakidir)… ITAK-Hürriyet. Kuvvet. Şiddet: 571: ŞÜKRAN-İyilik bilmek. Minnettarlık. (Kef: Avuç içinde ve alında olan çizgiler, hatlar. Alınyazısı, kader… KEF harfi, Allah’ın “Şekûr-Şükürleri kabul eden” mânâsındaki ismine ve KÜRSÎ mertebesine işaret eder.)… Aynı ebcedle ATIK: Serbest bırakılmış. Azad edilmiş. Genç kız. Yaşlı kimse. Temiz, soylu. Eski. (Pîr, kabul ediciliğinde dinç mânâsında genç nefstir. Allah Sevgilisi’nin ümmetinin en üstün ferdi, Sahabîler’in en üstün ferdi Hazret-i Ebubekir’in bir vasfıdır ve ümmetten kimselere KÜRSÎ mertebesi onunla açılır.)

*

EL-ESİRRE: KÜRSÎ. Taht. Bilinen bir makam koltuğu: 297: BERHEMEN-Hakîm. Efsun okuyan. Tılsımlayan. (Hakîm, Allah’ın ve Allah Sevgilisi’nin bir ismidir)… TEVFİZ-Birisine bırakma. Sipariş ve ihale etme: 297: ENGÜREK-Göz bebeği… MÜNDERİÇ-Bir şeyin içine konulmuş olan. Yer almış: 297: ROMAN… İRSAD-Gözetlemek. Hazır ve âmâde etmek. Mükâfat vermek. Secili ve kafiyeli bir cümlede, ana sesi önce tanıtıp, sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır: 296: RESÛL-Peygamber. Haberci. (Topyekün varlığın olmuş ve olacak kaderinin yazıldığı LEVH-İ Mahfuz, O’na vahyedilmiş KUR’AN olarak O’nun nefsidir!)

*

TAHADDÜS-Yok iken peyda olan. Ortaya çıkmak. Haber vermek. Sezgi. (Üstadım: DAR’ÜL FÜNUN’a yazılacağım zamanlar… Hâlâ aruz vezninden kurtulamadığım için, “mefâîlün fâilâtün, mefâîlün feilün” temposuyla mırıldanıyorum: Düğümlenirken uzun yolların ufukta ucu, — Bugün de gelmedi hasretle beklenen yolcu!): 912: ZEİR-Öncü, çeri kimse. Zirve. Bit. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin, rüyâda gelen, hakkımdaki yazısı: “Bit veya pire hakkında en çok yazan odur!)… TESEBBÜT-Geç gelmek. (Üstadım’ın bir Noktalama’sı: “[Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin — Erken gel, beni evde bulamayabilirsin]”… Tecrid: Bir şâirin kendini başka biri farzederek ona hitab etmesi!): 911: FAZIL-Fazilet sahibi. Üstün kimse. (Takdimi tehir olmuş!)… EŞYAH-Pîri fâniler. Şeyhler. (Üstadım: Amerikan mektebine yazılıyorum… Mekteb’te beni “Mis Marden” isimli süt beyaz saçlı, erkek tavırlı, ciddiyet kayası bir kadının odasına aldılar. Kadın eline bir kağıt-kalem alıp İngilizce birşeyler söyledi… Tercüman açıkladı: “Yaz, diyor; hangi tarihte olduğumuzu!”… Kâğıdı aldım ve onların rakamlarıyla “1912” diye yazdım!): 1912: FELÂTAT-Ansızlık. İradesiz ağızdan çıkan söz veya kelime, lisânın döküntüleri. Her ayın “son” geceleri, selh. (Kafa Kağıdım isimli yarım bırakılan Roman’ın sonu: Gece-kondu çadırlarıyla kuşatılmış İstanbul… Aynı Moğol istil… Tutulmuş asil bir köşe!)… Aynı ebcedle MÜBZA. (Mübdi’): Kârı tamamen kendisine âit olmak üzere sermaye vermek.

*

İSTANBUL-(Kuşatılan): 550: MÜSTEVLİ(YE)-İstilâ eden. Galib olan. Yayılan, her tarafı kaplayan. (Moğol Mehdî Muhammed: 231: Ebûbekir… Aktaan-Kalem: 231: Gevher-Gri. Akıl ve edeb. Asıl ve neseb. Mücevher. İnci. Bir şeyin aslı ve künhü, esası. Hakikat. Noktalı harf… Eykel-İlâç yapılan bir nebat, ot: 231: Beraat’ül İstihlâl-TAKDİM. Güzel bir başlangıç. Bir eserin içindekileri güzel bir başlangıçla baş tarafında anlatmak. “Kaptan Kusto Müslüman” takdim yazım!)… MÜTESEMMÎ-Bir isimle isimlenen. (Yevmiye: İsmim Salih İzzet… Peki Mirzabeyoğlu?.. “Mirzabey, bizim ailenin ismi… Soyadı kanunu çıkınca, Erdiş soyadını vermişler Efendim!”… “Mirza… Mirza ismini severim!”… Öyle dedi ya… Üstadım “Beyzâde Fazıl” öyle dedi ya… Ben, sayının kütleştiği misilde seviyorum soyadımı!): 550: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu. (Mirza: 258: Varen-Dirsek. Ek yeri.)

*

ROMAN: 297: ENGÜREK-Göz bebeği. (Engür-ek: Üzüm ve göz demek olan “engür”, gözün “idrak ve irade” mânâsıyla “kul ve Allah”a hamledilebilir bir ihtilât ve karışık’lık belirtirken, “ek-bebeği” aynı mânâda neticedir. Müntehasında “Allah katında bakan”a, dinamik hayatın harekiyetin en ulvî ve münezzeh mânâda “Takdir Kalemi”ne yol ararken İLAHÎ SANAT önünde teslim olana, dize gelene mertebe - Roman bitti, mutlak teslimiyet… Şimdi: “Aslî mânâsıyla roman, HADİSELERİ FİKİRLEŞTİRME ve FİKİRLERİ HADİSELEŞTİRME sanatı üzerinde biri fotoğrafçılık - öbürü ressamlık işi, bayrağını dalgalandırır!”… Üstadım’ın “ruhî roman” hakkındaki beyanı, “Takdim yazım-Kim olduğum”u arayış muradıma uygun şekli, GÖZ BEBEĞİ’ni “anlatana değil anlattırana bak!” hesabı düşün, hem toprak seviyeli hâdiselerden hem de gaibten çalan RÜYA vakıasında buldu… Duş: Omuz. Dün gece. “Hatıra”. Ezel kadar. Rüyâ âlemi. Alem-i menam, berzah âlemi. Tesadüf eden, kavuşan, görüşen, kabul eden… Itf: Omuz… Itfa: Ateşi söndürmek… Hamîd: Alevi sönen ateş. Ölü, ölmüş. Ölü gibi hâlsiz olan. Küsto… “Hamd eden, şükreden kul” mânâsıyla Hamîd, bilindiği üzere Allah Sevgilisi’nin ARŞ ehli arasındaki ismidir-Abdülhamîd: 169: Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetlerinin ebced toplamı… Kusto: 169: Hisse-Nasib. Hisse. Mizân, ölçü, ayar. Parça parça verilen hediye ki, hâlen devam eden. Adalet etmek… Netice: Biz, rüyâların kesilip biçildiği kumaştanız… TİLKİ Günlüğü isimli, “hayatı rüyânın ve rüyâyı zâhir ve bâtınıyla hayatın tedaisi” gören bir göz verimi arazî üzerinde, mevzuu “ben kimim?” olan bir roman-engare-tarih ve takvim, bu eser: ÖLÜM Odası… TELEGRAM altında, yaşıyorum da; HAYAT Ağacı’ndan nefsim kopanlarını süpürerek… Esleb-Gemi dümeni. Yüzde veya vücutta olan siyah ben. Kopuntu. Tilki. “Hâl-i siyah: 707: Fikir Kahramanı”: 533: Mülasebet-Karışma. Ülfet etmek. İki şeyin birbirine benzemesi. Takrîbi cihet… Müste’cel-Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar tehir edilmiş olan. “Fazıl”: 533: Tekabül-Karşılıklı olma. Bir şeyin karşılığı olma. Karşılama. Bek’, istikbâl etme.)                         

 

TAKDİMİM’DEN

DABBET-ÜL ARZ

 

MATLA’ Beyit: Dil Mânî-i Erjeng-i temâşâ mı değildir / Sâgar sedef-i reng-i temenna mı değildir —(Şeyh Gâlib)… Manî, İranlı meşhur bir eski minyatür sanatçısıdır. Erjeng de, “minyatürler, resimler” demek. Erjeng-i Mânî, “Manî’nin minyatürleri”ni toplayan bir mecmua ismi… Sagar, “kadeh, kalb”; SAGR da, “Sahil şehri, NEFS, etrafı kale duvarıyla çevrili şehir. Mağara. Ağız. Ön dişler, kesici dişler. Koparan”… Ve KÜST!

*

MİM harfi, Allah’ın Câmî ismine ve “İnsanlar” mertebesine işaret eder… Ve baş ve son Peygamber olarak Allah Sevgilisi’ne… MOĞUL-Nüfuzlu kişi: 76: M-OĞUL. (Oğul, “yeni arı topluluğu” ve “insan evlâdı” mânâsına gelir… Debr-Oğul, kız topluluğu. Bal arısı. Sahb: 206: Sefine-Gemi. Yıldız. Nefs… Debre-Vaktinden sonra gelmek. Takdimi tehir etmek. Askerin savaşırken bozulması. Kelâmın döküntüleri. Çabanın tükenmesi. “Lâ hâvle…” sırrı)… Bir veli: “Güzel sözlerden ne fayda doğar denildiğinde bil ki, veli kelâmı bir kısım mânâ ordularının askeridir!”… Üstadım’ın rüyâda bana, “20 Sene Beraber” isimli eserinden bahsini hatırlayınız; 1979-1999 tarihlerinin önemini de. “Debre”nin mânâsı, bâtın ve zâhiri ile aynen tahakkuk etmiştir… Yevmiye: “10 sene önce gelseydin, herşey başka olurdu; ama birşey farketmez, kader!”… M-OĞUL: 76: AHENK… AHEN-K. (Ahen-Demir. Sert. Zincir. Kılıç: 56: Mübdi’-Gizli sırları açıklayan. Herşeyi hiçten halkeden Allah. Başlayan… Şeyh-ül İslâm Yahya’dan: “Pâyında kayd-ı ahenin boynunda piç-a-piç gûl”… Pay: Hisse… Pây: Ayak. Kadem. İleri gelen… Piç-a-piç: Bulut. Nefs. Sahil. Kıvrım kıvrım… Gûl: Esirlerin boynuna geçirilen, el ve ayaklarına takılan halka, zincir, pranga… “Avnî” mahlâsıyla yazan Fatih Sultan Mehmed’ten: “Avnî bir sayd-ı zaîfindir bugün âlemde kim — Muhkem et zencir-i zülfünden anın boynuna gûl”… Sayd: Av. Avlandı… KEF harfi, Allah’ın ŞEKÜR ismine ve KÜRSÎ mertebesine): 76: SAHABE-Tek bulut… CAMÎ-İslâm mabedi. Cem edici, toplayıcı. Cem etmiş bulunan. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 114: UTLE-Şahıs. Boş ve muattal olmak. Hurma salkımı. Nebât. Tenbel, hareketi az, sahil, küsto, bulut, nefs, bâtın… LU’TA-Siyah hat. Meçhul. Sır. Ululuk rengi. (Rüyâda gelen mânâ: Ansiklopedi büyüklüğünde bir kırmızı kitabın üzerinde siyah bir kuşak, miyan bend, üzerinde ismim yazılı): 114: DAR-ÜL FÜNUN: İstanbul Üniversitesi’nin 1 Ağustos 1933’ten önceki adı. (Dar: Mekân. Konak… Dar: Sahib. Elinde tutan… Dar’: Mani olmak, engel olmak. Eğrilik. Ansızın haberli olmak… Dar: Darağacı. İdam-ı nefsin yapıldığı sehba… Der: Kapı… Der: Yırtıcı, yaran, yırtan mânâsında ek… Der: Fî, mazi ve “ala” mânâsına kök, “içinde, hakkında”… Dera: Çan. Çıngırak. Gong.)… Aynı ebced tevafuku ile, Kur’ân’da Sûre sayısı… M-OĞUL: 76: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

*

“DİL Mânî-i Erjeng-i temaşa mı değildir!”… DİL-Gönül. Tad alma uzvu. GUST. Lisân, lûgat. Kâinat plânı. Kâinat nizamı: 44: LEVH-Üzerine yazı yazılabilir ve çizilebilir düzlük. Yazılı şey. Cazz-kat, nefs. Kader. (Kader hakkında Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri: “Allah kulunun ne yapacağını ÖNCEDEN bilir ya!”… Arvasî: 308: Jandarma-Nizam ve ölçüyü koruyan… Harfsiz ve kelimesiz Yaradan’ı düşünen ehl-i kalbin izinde mevzuumuzun başlığını takib ederken, “Kale: O dedi. Kuşatan. Küna. Mani” meçhulünü seyredenlerin hâli, bir ahenk, Şeyh Galib’in MATLA’ Beyti’nin içyüzüne bakışımızdan belli, “felâtat-kelime döküntüleri”ni andırıyor. Dikkat: Bu bir rastgele ve mânâsızlığa mazeret değil, feraset ve sezgiyi kuvvetle davet eden bir iç şekildendir)… ADAM-İnsan. Er. (Er: 201: Birr-Gönül. Takva. Amel-i salih. Vavî. Sâgar): 44: ÇAVELE-Eğri büğrü, kıvrım kıvrım. Bir çeşit gül… HAVEL-Bir şeyin yerinden ayrılması. Eğrilik. Kuşatan: 44: EDM-Üns tutmak. Birleşmek. Islah etmek. Terbiye edilmiş. (Elf-Ünsiyet etmek: 181: Fa’al-Kerem. Çok işleyen. Balta, kesen. Tâbir. Allah’ın bir sıfatı.)

*

“DİL Mânî-i Erjeng-i TEMÂŞÂ mı değildir!”… TEMÂŞÂ-Seyre çıkma. İbretle bakmak. Hoşlanarak bakmak: 742: SEMRA-Yemişli ağaç. Esmer. (Semîr-Meyveli, yemişli. Sinici su: 750: Semîr-Gece anlatılan hikâye ve kıssa. Arkadaş… Firistade-Peygamber: 750: Mizved-Dil, lisân… Terkîm-Yazma. Yarma. İşaretlemek. Rakam koymak: 750: Teşekkül-Şekillenme… Hannak-Boğucu, boğan: 750: Taarüf-Bir şeyi araştırarak öğrenmek… Tefsir-Gizli bir şeyi aşikâre etmek. Anladığını anlatma: 750: Taarrüf-Karşılıklı tanışma, anlatma. Kendini hüneriyle tanıtma. Bir şeyi herkesin bilmesi… Not: Rüyâda gelen mânâ, Üstadım’dan Takdim yazımı isteyince, “lüzum yok; herkes biliyor ama vereyim!” diyor!)… SAMİR-Meyveler, yemişler: 741: MİRKAT-Merdiven. Basamak. Mertebe. Derece… İNTİSAR-Yardım etmek. Hakkını tamamen almak. Öc ve intikam almak: 742= 1741: İNSİLÂH-Soyulma. Derisi yüzülme. Tecrid… NUSRET-Fetih. Yardım. Galebe. Başarı. (Kahhar-Galib-i mutlak Allah’ın 99 güzel isminden biri: 306: Sayyur-Bir işin neticesi, akibeti, serencamı… İdam-ı Nefs: 306: Verak-Yeryüzünün bitkilerle yeşillenmesi. Hayâl… Arvasî: 308= 1307: Şehba-Kır renkte olan şey. Kır at. Tam techizatlı asker birliği): 740: MÜTEFEKKİR… Yaşamayı fikir, fikri de yaşama bilen… MÜTERESSİM-Resmeyleyen. Musavver: 740: MÜRTESİM-İrtisam eden, çizen. Yazan, sureti çıkan. Zâhir olan.

*

“DİL Mânî-i ERJENG-i temaşa mı değildir!”… ERJENG-Resim. Minyatür. Suret. (Resm: 300: Fikr): 278: ARVASÎ-Bir dağ ismi… JENGAR-Küf, pas. Sadef. Yeşil bakır pası. (Sedef: Midye kabuğu kuşatanında, onun içyüzünde kabuk üzerinde şeffafça ve parlak, kabukla et arasında olmakla BERZAH’a misâl tabaka; et BERZAH kabul edilirse hudut, kader): 278: ERBAA-Dört. (Muhammedî Nur’un Berzah’ta her birinden 3’e bölünen varlık hâlinde 4 parça ki, son parçanın artan biri Halk Âlemi ruhudur)… ERJENG: 278= 1277: ENGARE-Vech. Tarih. Zaman. Muhasebe.

*

ERJENG: ER-JENG… JENG: 78: HAKÎM-Varlığın hakikatini muttasıf. Allah ve Resûlü’nün bir ismi… İBDA’-Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. Kula âit vasıflarla da karışık “icâd, ibda’, ihtira, ihdas, sun’, halk, tekvin” aynı mânâdadırlar. Geçmişte benzeri olmayan şiiri söyleyen. (Geçmişte benzeri olmayan şiir, her insanın Allah’a bir yolu, orijinalliktir. Şâir: Haberci. Gaibi kurcalayan, mütefekkir de. Tecrit’te sanat, tecridi teşhis olursa hikemiyat): 78: SEHAY-Nâmeyi iple bağlamak. Ukde bend. Keşfetmek. Kabuk soymak. (Keşif ve kabuk soymak, devamı bırakmak değildir!)… ER-JENG: HAKÎM İnsan… ER-JENG: İBDA Adamı.

*

“DİL MANÎ-i Erjeng-i temâşa mı değildir!”… MANÎ: Men eden. Geri bırakan, engel. Özür, arıza, asla nisbetle kusur, arızî. (Allah’ın “dilediğini engelleyen” mânâsına 99 güzel isminden biridir… Bunun yanında, Allah’la var olabilmek bakımından kulun kulluk sınırı olmasıyla da onun kaderidir… Kadir-Her şeye gücü yeten Allah’ın güzel isimlerinden biri: 301: Rasim-Resmeden. Musavvir. Erjeng. Akarsu. Varlığın hayatına işleyen. Ruh, vâli… Rasime-Âdet. Sünnetullah: 304: Şegab-Kırık kabı ve kadehi, arızasını tamir eden. Kalbi yenileyen… Kader-Alınyazısı. Nasib. Hisse: 304: Merzvan-Hudut muhafızı… Merdümek-Bebek. “Gözbebeğini hatırla”: 304: Akraba-Yakınlık. Bir kökten kopanlar topluluğu… Rıka-Caz katt. Nefs. Yazı yazılmış. Mühürlenmiş: 306: Akdar-Değerler. Kudretler… Şâh: 306: Nuran… Kâinat insanla tamamlandı ve insan lisânla mühürlendi… ÜSTADIM’dan: “Sende letâfet, bende kesafet, – Allah’ım affet!”… BE harfi, Allah’ın “El-Lâtif” ismine ve “gizlilik” mertebesine işaret eder; her şeyin müntehasında o lâtiflik, “Her-Ba: Her lâtiflik”te O, her yerde olan O, Naslarıyla “Naslı Han-Resûlü” ile görünen o… KÜN-Allah’ın “ol” emri; KÜNA, “çit, hudut, sınır” ile çevrilen mekân-insan. Kuşatılanın merkez noktası, kuşatanın sirayeti hâlinde içte her yerde görünen merkezdir; daire sırrını hatırla, merkezin bir sır belirtişini… Nokta-i Vahdet: Külli Ruh.)

*

ŞEKİL-Suret. Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarz. Formül. Benzer, misil. Resim. Hey’et. Bir vasfı öylece ifâde eden, bir veya daha fazla hudut vasıtasıyla mahdut ve mahsur, sınırlı ve kuşatılmış şey. Vehim sebebi olan. Bir adamın tab’ına muvafık şey. (Şeklin, hem kuşatanla belirmesi, hem de şahs hâlinde kuşatan olması, onun muhtevada sirayet eden mânâsıyla iç yüz belirişidir, içyüzdür. Üstadım’ın “olukta olgunlaşan damla” diye muhteva ile birlikte kopan “şekil” tarifi malûm; şiirdeki şekil sırrı, mücerrette herşey nihayetinde şiir, şeklin mevzuu olduğu herşeyde tarifini aşan bir “mübhem”dir… Madde ve mânâda… Derin sır: “Suret olmadan mânâlar ebediyen meydana gelmez!”… Enstrüman unsurlarından çıkan seslerle tanıdığımız bir “melodi-suret” bütünlüğünü, aynı melodiyi değişik çalgı âletleriyle tanıyabilmemiz, onun unsurların verimi olmak şöyle dursun, unsurlardan bağımsız olarak varlığını gösterir. Unsurlar âlemi kâinattaki herşey böyle; hafızada bulunan ve bilinenin rastlaşması olarak tanınır, bizde mevcut olarak aranır. Bende mevcut bir meçhülün aranması - dış yüzde ve içyüzde. Kader sırrı!): 350: MUAMMER-Ömür süren insan… FER’-Bir aslın neticesi. İnsan. Sonradan olan. Kollara ayrılmış insan topluluğunun başı. Topluluğun remzi, meşhuru. (M-Oğul: 12: Düzine-Oniki parça… Kâinat’ın varlığı için zaruri Berzah âlemi’nin, Muhammedî Nur’un 12 hisseye ayrılmasından yaratılmış olduğunu hatırlayınız; Kâinat’taki her varlık ifâdesinin Berzah âlemi’nin bir misâli oluşunu ve Berzah’ın da 12 bellibaşlı hissede toplanışını, 12 bellibaşlı velâyette topluluğunu, 12 Kutub davasını ve hepsinin “hisse üstü” olarak Allah Sevgilisi’nin sirayetinde bulunuşunu!): 350: KARN-Zaman. Devre. Asır. Boynuz. Helezon. (EZEL: Başlangıcı belli olmayan zaman. Piç-a-piç. Suret ve şekil olarak EMRİ-Ruhu kabul eden varlığın, idrakin aczini idrak seyrinde, kendi suret ve şekil hakikatini idrakle “kabil-kabul edici” vasfının arttığı, âyette “gördükleri onu yalanlamadı” buyurulan sırrı. “Allah’tan geldik, yine O’na dönüyoruz!”… Dünya’daki varlığı, EFENDİ oluşu görünsün diye olan, kemâl için yaşayan, yaşamış İNSAN!)… MERSEN-Karanın denize çıkıntısı. Burun. Koku alma. Kemâl. Uç. Zirve. Bit: 350: MAKDUR-Kuvvet. Kudret. Allah’ın takdiri. Evvelden takdir olunmuş… LEVH: 45: ADEM-İlk İnsan ve İlk Peygamber… VAHL-Balçık: 44: BEDEN… Her Peygamber’de bir hikmet tecelli etmiştir. ADEM Aleyhisselâm’da ilk hilâfet, İnsanoğlu’nun yeryüzünde türeyişi bakımından, İnsanoğlu’nun İnsan kaderinin başlangıcı… MAC-Tuzlu su. Deniz: 44: ALBAY-(Zâbit. Askere kumanda eden rütbeli asker. Kuvvetli, yavuz: 812: İstifra’-Başlama… Hamse-i Al-i Aba: 812: Tebeyyüt-Geceleyin yağma etmek. Meçhulü arayan… Ahyar-Hayırlılar, dostlar: 812: Şâh-ı Nakşibend… Hazret-i Ebubekir’den başlayan yola ismini veren odur!... “Mektubat: 869: Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu”, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî, Seyyid Fehim, Seyyid Salih, Seyyid Taha, Seyyid Abdullah, Mevlâna Hâlid, İmâm-ı Rabbanî, Şâh-ı Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî, Hazret-i Ebubekir; ESSEYYİD Abdülhakîm Arvâsî ve “Büyük Doğu-İBDA” hususiyetinde 12 sırrı!)

*

YEVMİYE: “Ben hiç resim yapamam, ressamlar ahmak olur!”… Ahmak: Akılsız denilen, salak veya aklın tutuculuğundan azade “abdal”, semaî - şekilde kalan veya “şekilde şekli aşan biçimde hadd-i zât’ın mübhemliğinden olan. Biri müşahhası aşamayan, öbürü mücerredler ressamı, veliliğe kadar açık bir mânâ, “nefsinin kafakağıdını resimleyen” mütefekkir mizacı… En başta ŞEKİL, yukarıdan beri görüldüğü üzere, biz insanın O’ndan olduğu toplu mânâ olarak Allah Sevgilisi ve türeyiş olarak Adem Aleyhisselâm’ın yaradılışı, Allah’ın “meçhulün meçhulü” Zât Âlemi FEYZ-İ AKDES’den gelir… AKDES-En kudsî, en mukaddes: 3165: RAHMAN Sûresi’nin 19 ve 20 âyetlerinin ebced toplamı.

*

ERJENG-İ MANİ: 439: DABBET-ÜL ARZ (Hadîsle haber verilen, kıyamet alâmetlerinden bir delil, bir mahlûk)… KIYAM-Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ayaklanmak, isyan. Ölümden sonra dirilmek. Bir işe başlamak. İhyâ. (Üstadım’ın rüyâda, ayakta duruşu dikkat çekici mütebessim duruşu hatırda… Mahlûk-Yaratılmış. Yoktan var edilmiş: 776: Nigâşte-Resmolunmuş. Musavver. Yazılmış… Asre-Ayak kayma, sürçme, yanılabilme. “Ezel”: 675: Sürmüle-Tilkinin dişisi. Vavî. Dişi kalb. Gönül. Şeriat’in fer’i. Sırtlan’ın dişisi. Büyük dişi nefs. İstikbâl. Bek’, bekleyen… Usur-Gözcülük etmek. Beklemek: 676: Ra’se-Kulağa küpe takmak. Serlevha, yazıda başlık. Kalb. Bâtın. Ashab-ı Bedr. Arvasî. Ruznâme, vakit cetveli, takvim, nefs muhasebesi… Mahluk-Traş olmuş: 184: Abdülhakîm): 151: KIYEM-Kıymetler, değerler… KIYAMET’in malûm “dünyanın sonu ve ahiret” mânâsı yanında, her nefsin ölümü tadacak olması bakımından “onun kıyameti” mânâsı, ERJENG-İ MANİ’yi DABBET-ÜL ARZ’ın muamması hikmetinden heceleme imkânı veriyor… İDAM-I Nefs-(İ’dam-Devam ettirmek: 116: Avn-i Şeriat… Nevin-Yeni. Yepyeni şey. İbda’: 116: Muhasebe): 306: AKDAR-Kıymetler, değerler, kudretler… MUAMMA: 151: MEHDÎ Muhammed. (Bedr Savaşı gibi “İslâm’ın devamı” savaşında, bir ismi de Mehdî Muhammed olan Allah Sevgilisi’nin getirdiği Şeriat’ı karşılayanın ismi)… FEYZ-İ AKDES: 1075= 76: M-OĞUL… ERJENG-İ MÂNİ. (İranlı, bu isimde sanatçının resimleri… İran-Tabut. Neşeli ve mesrur olmak: 252: Kumandan): 439: MUSA Mirzabeyoğlu. (Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418: Musa Mirzabeyoğlu… Aynı ebcedte, Müşeffah… Allah Sevgilisi’nin Tevrat’ta beklenen, ismi)… ERJENG-İ MANİ’: TAKDİM yazım… ARZIM!

*

DABBE(T)-Yürüyen mahluk. Debelenen. “Yürüyen Büyük Doğu”. (Deb’-Kuvvetle basmak: 76: M-Oğul… Deb’-Vurmak, darb: 12: Hadd-Hudut. Sınır. Mâni. Kuşatan. Küna. Keskin. Sivri. Sert. Üç tasavvurdan ibaret kıyas. “Zirve. Bit. Koku alma. Feraset. Anlayış. Kuşatan. Sirayet eden. Gemici”… De’b-Bir işde devam edip çalışmak. Âdet, usul, tarz, kaide. Âyin. Müz. Rit. Şân. Emir. Kâr. Tardeylemek. Çıkarmak. Koparmak. Halletmek: 7: İdb-Acaib iş. “Sudaki perdeler”… Debbe-Matara dedikleri su kabı. Yağ, bal ve macun koyacak kablar. “Arş-Kürsî”: 10: Çav-Göz… Debb-Hareket etmek, ağır ağır yürümek: 6: Vav… Dabb: Kertenkele. Yaraya merhem sürmek. Süt sağmak. İlim yapmak. Akmak. Yere yapışmak. Dudağın çatlayıp kan akmasına sebeb hastalık. Hurma çiçeği. Nebat zuhuru: 802: Hıra-Allah Sevgilisi’ne ilk vahyin geldiği mağara… Harb-Delmek. “Abd-ül Hakîm Tahtı hatırlanmalı”: 802: Haber-Allah Sevgilisi’nin sözü. Hariçten insanın müdrikesine intikâl eden ilim): 407: CEDDE(T)-Büyük vâlide. “Kadîm zaman”. Yeni olmak… EL-KARİA-Kıyamet: 407: BED’ET-Başlamak. (Ahmedi Farukî: 450: Abdülhakîm. “En büyük ebcedle”… Tammat-Kıyamet: 450: Salih Mirzabeyoğlu.

*

ARZ-Erz. Yeryüzü, toprak, zemin, dünya. Aşağı ve alçak. Memleket, ülke. Küre. İklim. Taban. Ayak altı: 1001: NAFİ’-Menfaatli, faydalı. Şifâlı. Allah’ın “Dilediğine menfaat verir” mânâsında 99 güzel isminden biri. (Nafi’: Nefyeden. Olumsuzlayan. Terk eden… Zararlıları bırakma ve yasakları terk yanında, tıpkı bir cümlede gerekli olanın terki ve “dışta bırakma düzeni” şeklinde “nefyetme”, benim “ben kimim?” aslında bunun tâyin ettiği mevzu ve mevzu dışında bırakılanlar şeklinde, bir mevzuda görünmeyen “devam edebilir”lerin öbür mevzuda görünmesi ile “kelâmla mühürlenen insan” sırrında bütün LÛGAT’a şâmil, bildiğiniz gibi, ebced toplamı rakamın “eşit” anlamında, eşitliğin mahiyeti yerine göre mânâ alan kelimelerle görünmektedir!)… DARR-Zarar, ziyân. (Allah’ın, “Dilediğine belâ verici” mânâsında 99 güzel isminden biri Ed-Darr’dır… Belâ, nefsin acizliğine sebeb, rahmet çekendir, Allah’a sığınma sebebi, O’na açılan pencerelerdir. Kuşatan kudretinin görünürlerinden biridir, İnsan’da “mahv ü vücud” sebebi imtihanlarındandır… Herşeyin zıddıyla kaim olması hikmeti içinde, Üstadım’ın bir NOKTALAMA’sı: “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın — Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!”… Düşman, evvelâ nefsimizin menfi kutbudur ve var oluş sebebi budur!): 1000= 1: ZAL’-Eğilmek. Bükülmek. Kuşatılmak… ŞAHSÎ-Şahsa âit, şahsa dair. İndî. Zâtî. Ledün. (Şahs-Acı çekmek. Oluş sancısı. Fikir çilesi: 960: Müteşekkir… Yevmiye: “Allah sana o yükü, çekebildiğin için veriyor, sevinmelisin!)… ŞAZZ-Müstesna bulunan. Kaide harici tutulan. “Gelişi gidişi muamma”: 1001: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.

*

ARZ-Takdim etmek. Bir şeyi bir büyüğe hürmetle vermek. İzâh etmek. Bir kimseye bir şeyi izhâr etmek. Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek. Bir şeyin birden, âniden zuhur etmesi. Bir şeyin genişliği. Bir kimsenin aniden ölmesi: 70: NECİB-Galib ve muzaffer. Sabırlı. Sağlam rey… TABANÇE-Avuçiçi. Kader. Alınyazısı. Yazıda başlık. (Taban: Işıklı, parlak. Parlayan Güneş): 70: BÜYÜK Doğu-İBDA.

*

DABBET-ÜL ARZ: 639: HALEDE-Küpe… TAKMİS-Gömlek giydirme. Sıfatlandırma: 640: MUKTELA-Kökünden koparılmış. Kökünden koparan. Halleden… TASİS-Tetkikten sonra karar verme. İnceleme: 640: MEŞRIK-Güneş doğacak cihet. Güneşi bol yer. Kış günü Güneşe karşı oturacak yer. Tövbe kapısı.

*

DABBET-ÜL ARZ: 1508= 509: HAŞİR-Haşreden, cem eden, toplayan. Allah Sevgilisi’nin bir ismidir… CENGİZ-(Moğollar’ın efsanevî başının ismi. ARZ’ın “Takdim etme” mânâsına nisbetle, bu tarihin gördüğü en yaman istilacıların başlıcalarından birinin buradaki yeri, zâhirde şu, bâtında bu - mecâz): 509: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu… Bir not: Dabbet-ül Arz, “Erjeng-i Mani”de ona tam uygun “kapıyı kapayan, engelleyen demir” mânâsında olmak üzere, TAKDİM yazım “Arz” ve “Yeryüzü” anlamıyla muhtelif yazılışları içinde, neticede TAKDİMİM’den gösterilmiş bulunuluyor… (NETİCE: Dabbet-ül Arz’ın çıkması, Kıyamet Devri’nin başlamasıdır!)

*

FAYDALI notlar, “kelâmın döküntüleri”… Halık: Yoktan var eden, Mübdî… Halık: Büyük dağ. Ağaca sarılan asma, üzüm çubuğu. Allah’ın zikrini kendine vacib kıldığı, “Kün”de görünen Rahmanî hikmet sahibi veli. Traş edilen, koparılan… Halik: Traş edilmiş, yontulmuş, şekil verilmiş… Razze-Ezici, ezen üstün. “Reza, üzüm çubuğu”: 7: Dabb-Yürüyen debeleyen… Sâbi’-Yedi. Yedinci. Çocuk. Kıyam. Kıyamet: 7: Bîh-Mavi. Suda doğan ve meydane gelen. “Şâheser. İki denizi birbirinden ayıran perdeler”… Mim: 40: Veled-Çocuk… Habl-İp. İlk Akıl. Allah’ın El-Bedi’ ismi. Ruh: 7: Ezkiye?-“Ben kimim?”… Hâil-Perde. Mania: 40: İdb-Acib iş… Mim, “temme, bitti” mânâsına… Dabbet: Küna. Etrafı çevrili bahçe. Koruma, muhafaza, mâni. Çemen. İnceleme, muayene, muhasebe. Netice zamanda, İslâm’ın takvim muhasebesi, yekün. Her-ba, yeşil ot, rüyâ, her şeyle ilgili. “Ahir zamanda müminin rüyasının aynen tecelli edeceği hususundaki Hadîs hatırda”. Haşrem, arı sürüsü, sahabe. Arz, alçak dağ, rabt, kademe, cass, kireç… Cass-Kireççi. Casus. Diz çökmüş. Topluluğun ortasında oturan: 184: Abd-ül Hakîm.                                                                                                                     

 Baran Dergisi 293. Sayı