— ERTUĞRUL GAZİ, Selçuklu Sultanı Alaeddin’i ziyaret maksadı ile Konya taraflarına hareketinde, bir rüyâ görmüştü. Ertesi gün, Sultan’ın kâtibi ABDÜLAZİZ isimli aziz kişiye, evinin ocağından bir pınar çıkıp, bütün dünyayı kapladığını hikâye etti. İsmi geçen Aziz de, Ertuğrul Gâzi’yi şanlı bir evladının doğacağı tâbiriyle müjdelemişti… Hemen birkaç gün sonra da OSMAN GÂZİ vücuda geldi! (Nevzat Köseoğlu’nun DEVLET isimli eserinden.)
*
ERTUĞRUL: 1446.
Şerif Muammer Erdiş: (Seyyid Mahmud Hayranî: 451: Şerif Muammer Erdiş… Salih Mirzabeyoğlu: 451: Tammat-Kıyamet. Son, netice. Keskin çığlık… Lahutî-Uluhiyet âlemine mensub. Sır âlemi. Ruhanî âlemle alâkalı. Gayb âlemine âit: 451: Bint-Dişi. “Nefs-Hamason”… Nebt-Ot bitme. Rûyâ. Meydana gelme: 452= 1451: Tehaccüm-Büyüme, irileşme, hacim peyda etmek… Rüyâ: 217: Ordu… ARM-CHAIR: KOLTUK. “Army-Ordu”. Çukur. Hakikat.): 1446.
Telaiye: Doğruluk üzerine olmak. İstikamet: 446.
Mükâşefe: Bir hususu keşif yoluyla bilmek: 446.
*
ERTUĞRUL: 1452.
Nebt: Ot bitme. Rûyâ: 452.
Etan: Bir kısmı suyun üstünde kalan kaya. Dişi eşek. (KAYAN YILDIZ SIRRI’ndan: Bir kayanın üstünde bilmem böyle kaç vakit — Rüyâların izinde tâbirlerin peşinde…): 452.
*
ERTUĞRUL: 1452= 453.
Netc: Doğurmak: 453.
Muhtecib: Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen: 453.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 1453.
*
ERTUĞRUL Gâzi: (Gâzi: 1018: Hayy-Diri, canlı. Bir şeyi cem ve ihraz etmek… Havbâ-Zât, nefs: 1018: Hebve-Toz. Tozlu yer. “Heba”… Taha’-Döşenmiş ve yayılmış yer. Bir nebat cinsi. “Mehd. Kust”: 19= 1018: Dahdahat-Suyun dökülüp saçılması. Serab. “Ot. Kan. Nefs. Ezel. Ebed. Kurt. Sırtlan”… Gaiyye-Maksad ve gaye: 1018: Vâhid.): 2464.
Dest: El. Kuvvet. Kudret. Fayda. Himmet. Âli makam: 464.
Dest: Dört bucaklı yastık ve elbise. “Mehd. Sıfat”: 464.
Vezanet: Fikir ve görüş isabeti. Ölçülü olma: 464.
Dilalet: Kılavuzluk etme: 464.
Efzunî ömr: Uzun ömür. (Ahkab: Yabanî eşek. “Dil. Lisân”… Ahkab: Uzun zamanlar.): 464.
ÜSTAD: 465= 1464.
Serdar: Kumandan. Reis. “Kaptan”: 465= 1464.
*
ERTUĞRUL Gâzi: 2470.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2470.
Dost: (Allah’ın, her mertebede ona mahsus vergisi ve İNSAN’da her mertebede tecelli eden besleyen, rızık veren ve terbiye eden sıfatı: Rabb… İBRAHİM Aleyhisselâm: 4 büyük Peygamber’den ikincisi ve “Müslüman” sıfatını Hak din mensubları için kullanan… Allah Sevgilisi’nin, her şeyin en âlâsında görünüyor olması bakımından, Adem Aleyhisselâm’dan O’na kadar gelen neseb çizgisinde, kendisini “Efendimiz, büyüğümüz” diye anması Hadîs’le sabit… Bir ismi HALİL olan İbrahim Aleyhisselâm, Allah’ın HAKK-Hakikat mertebesinde tecelli eden isimlerine nisbetle, İNSANÎ mertebelerde hakikati görünen “suret olmadan mânâlar ebediyyen tecelliye gelmez” sırrı, İLÂH’a nisbetle İLAHÎ’lik hakikatinin sahibidir: “Bir şeyin diğerine nüfuz ve sirayeti, sirayet ve nüfuz eden şeyin, sirayet ve nüfuz edilenle perdelenmesidir” hikmeti… O’nda tecelli eden MEHİMÎ hikmet: İfrat hâlde aşk… “Biz ilâhı ilâh kıldık”: Kulluk bilindikçe İlâh’ı bilmek… Hani, “Kendini bilen, Rabbini de bilir!”… Allah Sevgilisi merkezde, bütün velâyetler “rızk” olarak İbrahim Aleyhisselâm’dan geçer… Büyük Veli şöyle der: “Sevilmek mertebesi yanında, sevmek nerede kalır!”… Bu hikmet de, Allah Sevgilisi, Peygamberler, Sahabîler, seçkinler, veliler vesaire, derecelerde. Herhâlde, Velinin “Allah tarafından sevilmiş kul” olmasından bahsi geçen yerde, bunun sahabî ve Peygamberler’den büyük olduğu mânâsına gelmediği anlaşılıyor.): 470.
Att: Sözü tekrar tekrar söylemek: 470.
Serîr: Üzerinde oturulan yüksekçe yer. TAHT. (Allah ve “İNSANÎ hakikati yerine koymakla mükellef kul - nefsi… Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız.): 470.
MİLLET: İslâmî mânâda ÜMMET: 470.
*
ERTUĞRUL Gâzi: 2470= 472.
Mülaet: Allah Sevgilisi’nin, Hazret-i Abbas ve dört erkek evlâdını örttüğü örtü: 472.
*
ERTUĞRUL Gâzi: 2471.
Esbtaz: At koşturan. At koşturacak meydan: 471.
*
ERTUĞRUL Gâzi: 2471= 473.
Zeytun: Zeytin. (Uzun ömürlü ve meyvesinden istifade ve yağından aydınlanmada kullanılan ZEYTİN ağacının, ŞECER-Ağaç, nesil remzi olarak Kâinat’a teşbih edildiğini hatırlayınız. Malûm; zeytin, CENNET meyvesidir… CENNET: 453… Muhtecib: Örtülü. Gizli. Gizlenmiş… Nebat: Topraktan biten her çeşit şey.): 473.
Kâinat: Var edilen şeylerin hepsi. Mevcudat. Âlemler. (Logos: Dil, lisân. Kâinat… Kâinat, iyi ve kötüsü İNSAN fıtratı ve değerlerine göre, aslında İSLÂM’ın ortasına yerleştirilmiştir!): 473.
İktina’: Künyelenme. Anlaşılmayacak şekilde söz söyleme. Gizlenme.): 473.
*
ABDÜLAZİZ: Abd el-Aziz. Aziz (Allah’ın) kulu. Aziz Allah kulu: 201.
Nafi’: Menfaatli. Faydalı. Şifâlı. “Dilediğine menfaat veren” mânâsında Allah’ın 99 güzel isminden biri: 201.
Alemeyn: İki âlem. Dünya ve ahiret: 201.
Alak: Zahmet, meşakkat gidermek. (Alak: Kan. Kurân’ın “Oku!” emriyle başlayan Sûrelerinden biri. Ud-i Hindî tâbir edilen KUSTO neviinden bir NEBAT’la, bu mevzudaki bir Hadîs’le ilgili): 201.
Ahter: Yıldız. Baht, talih: 1201.
Mu’sab: Aygır at. Her nesnenin erkeği. (Küllî cisim - Allah’ın AHİR ismi ile ilgili): 202= 1201.
*
MEVLÛD: Yeni doğmuş çocuk. Çocuk. (Velide: Yeni doğmuş çocuk. Kul.): 86.
Dü-gane: İki aded, ikiz: 86.
Nul: Kuş gagası: 86.
Gudaf: Kuzgun. Karga. (Keraker-Kuzgun. Karga: 441: Kısakürek… Devlet-Saadet: 440: Kerker-Karındaş sığır): 1085= 86.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1085= 86.
 
HATİF’TEN GELEN SÖZ


— Osmanlı tarihlerinin anlattığı, hâkimiyetin OSMANOĞULLARI’na verildiğine işaret ederek aynı zamanda bu ailenin İSLÂMİYET’e bağlılık ve hassasiyetini dile getiren, “uyku ile uyanıklık arasında” HÂTİF’ten duyulan SES hâdisesi de ERTUĞRUL Gâzi’ye âittir. Gâzi, bir ermişin evinde misafirdir. İkram ve sohbetten sonra ev sahibi, “Allah’ın Kelâmı’dır!” diyerek KUR’ÂN-I Kerim’i alıp, yüksekçe bir yere koyar ve yatmak için çekilir. ERTUĞRUL Gâzi, saygısından Kur’ân’ın bulunduğu bir yerde ayaklarını uzatarak yatamaz ve bütün gece KİTAB’ın karşısında öylece ayakta bekler. Sabaha yakın, yorgunluktan dalar gibi olduğunda, HÂTİF’ten bir nida: “Sen benim Kelâmım’a tâzim ve tekrim ettin; ben dahi senin evlâdını KIYAMET’e dek dâim olacak bir DEVLET-İ Celile ile takrim eylerim!”… (Nevzat Köseoğlu. A.g.e.)
*
HATİF: Gaibden haber veren cinnî. (Cin: Gizli. Batn.): 486.
Memşuk: Yazılmış olan. Uzun boylu zayıf at: 486.
Müt’eme: İkiz doğma: 486.
Tuf: Yankı. Akseden ses: 486.
Tekvin: Yaratmak. Var etmek. Meydana getirmek: 486.
Mermare: Yumuşak vücutlu kadın. “Nefs”. (MER-MER: İki deniz): 486.
*
Sine: Uyku ile uyanıklık arası. (Sine-Ân. Lâhza. İki ağızlı balta. “Tâbir”: 125: Sine-Göğüs. Kalb… Adan-Deniz kenarı: 125: Mucize-Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise… Âdin-Otlakta bulunan dişi deve. “Nefs. Bedene”: 125: Fehem-Anlayış.): 115.
Kahz: Ok atmak. Delmek. Sıçramak. “Pire”: 115.
Mülhem: Kalbe doğmuş: 115.
Vakt: İçinde yağmur suyu biriken çukur. Hakikat-Hakk’ın muradı ve tecellisi. “Ruhun bedende tecellisi”. Yağmur suyu ile faydalanılacak mekân: 115.
Ulvî: Mânevî ve göğe mensub. Yüksek, yüce. (ULVÎ hikmetin MUSA Aleyhisselâm’a nisbet ediliş sebebi, Firavun’un İLÂHLIK taslayarak kavmine “Ben sizin en yüce Rabbinizim!” demesi, Kelimullah lâkablı Hazret-i Musa’ya Allah’ın “Korkma, şübhesiz sen âlâsın!” meâlinde bir âyetle bu ulvî sıfatının kendisine yaraştığını bildirmesi… ÇOCUK hikmeti ve “şehîdlerin ruhları yeşil kuşların kursağındadır!” Hadîsi hatırlanarak: MUSA Aleyhisselâm’ın –Peygamber geleceğinin– beklentisi içinde, FİRAVUN tarafından O olabilir diye katledilen çocukların her birinin hayatının, MUSA Aleyhisselâm’a yardım için avdet etmesi - bu bakımdan O’nun öldürülen çocukların hepsinin hayatının toplamı-mecmuu sayılması… ÇOCUK hikmetinin gücünü hatırlayınız: Çocuk, hem yaşıtını, hem de ana babadan başlayarak büyükleri kendine cezb ile hizmet ettirmesi bakımından, her ikisi üzerinde de iz bırakır!): 115.
 
KUT’UN OSMANLI’DA ÇIKMASI


— Osman Gâzi, Şeyh Edebali’ye bağlı idi ve fırsatı düştükçe yanında… Onun rüyasının orijinal dilde nakli sırasında, doğrusu Osman Gâzi’nin şimdi nakledeceğimiz meşhur rüyâsı, Şeyh Edebali Hazretleri’nin yanına misafir olduğunda mı, yoksa tâbir için ona varışında mı şüyu’ bulmuştur tam anlayamadım… Ama burada bizim için aslolan, rüyâsı ve tâbiri: “Gâh gâh gelür idi. Bu Aziz’e konuk olur idi. Osman Gâzi kim uyudu, düşünde gördü kim, bu Aziz’in koynundan bir AY doğar, gelür Osman Gâzi’nin koynuna girer. Bu AY kim Osman Gâzi’nin koynuna girdiği demde, göbeğinden bir AĞAÇ biter. Dâhi gölgesi âlemi tutar. Gölgesinün altında dağlar var. Ve her dağın dibinden SULAR çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer, kimi bağçalar suvarır ve kimi çeşmeler akıdur. Andan uyhudan uyandı”… Sürdi geldi, Şeyh’e haber virdi. Şeyh eydür: “Oğul Osman, sana MUŞTULUK olsun kim, Hakk Teâlâ sana ve neslüne padişâhlık virdi; mübarek olsun!” der ve ekler: “Benüm kızım MALHUN Hatun senin helâlün oldı!”… O devir edebi içinde, Osman Gâzi’nin MALHUN Hatun’a ve onun da ona sevdalı oluşu, birbirlerine denk ve lâyık oluşları, aşiret çevresinde bilinir bir şeydi ve rüyâ OSMANOĞULLARI’nda KUT’un çıkacağının bir habercisi olarak tâbir olundu, nitekim bugüne kadar gelen ve devam eden bir süreç öyle de oldu, olmakta devam ediyor. (Nevzat Köseoğlu. A.g.e.)
*
EVVEL: İlk. (El-Evvel: Allah’ın, “Vücudunun öncesi olmayan” mânâsına gelen 99 güzel isminden birisidir.): 1037.
Hiçahiç: Hiçliğin de olmadığı hiçlik. Bomboş: 37.
Ezel: İbtidası ve başlangıcı olmayan. Sonsuz. (Allah ile İNSAN arasındaki sonsuz mesafe.): 38= 1037.
Ezell: Kurtla sırtlandan doğan canlı. (Serab ve hayâl. Ezel ve ebed): 38= 1037.
Zell: Yanılma. Ayak sürçme: 37.
Pelle: Derece. Merdiven. (Menzil, mertebe, makam): 37.
Abdal: Kul. Allah’ın kulu. Derviş. (KUL: Başta Allah Sevgilisi): 38= 1037.
Lêv. (Kürtçe): Dudak. (Arabça’da KUL’un mânâsı, “söyle”… Hölderlin’in şiirinden: “İnsan bir konuşan olalı beri”… Şefe: Dudak. Kenar. Zâhir… Şefa’: Çift. Kurban Bayramı. İd-tekrar… Bedene: Kurbanlık deve. (Canlı varlık-varlık canlı. NEFS.): 37.
Lücce: Engin sular. Ayna: 38= 1037.
Ebdal: Evliya zümresinden bir cemaat: 37.
ŞEYH EDİBÂLÎ: 1037.
Leheb: Ateşin alevlenmesi. Havaya yükselen toz - “Varlık alıcısı şekil. İdeale doğru”. (Kırgızca’da KUT: Hayatî kuvvet, ruh, can. “Kutum uçtu - fena hâlde korktum”. Bu kelime mânâsını başa aldıktan sonra, suyun buharlaşarak gökyüzünde bulut olması ve yağmur olarak yere inmesi misâline denk gelebilecek bir mitolojik veri olarak KUT, maddeden aslı heyûlâya ve heyûlâdan hayâle bir mücerretlikte, kırmızı renkli bir saydam nesnenin –ki bu çadırın kurulduğunda tavandaki iplerin kendi üzerinde bulunan çemberin deliklerinden geçerek sarkıtılmış ipler mevkiindedir–, mânâ ya, oradan ateş yakılan bir ocağa düşerken yakalayabilene TALİH getirir. KUT’un diğer mânâsı, KUTUB Yıldızı - malûm, gece yön tayininde bu sabit ve parlak yıldızdan faydalanılırdı, faydalanılır… Gece, karanlık: SIR… SİBİRYA mitolojisinde KUT: Yakutlar’ın, canlı ve cansız varlıkların özünü oluşturduğuna inandığı ruha verdiği isim. Kut’un, üç bölümden oluştuğuna inanılır - birincisi ANYA kut… Kore mitolojisinde KUT: Kötü ruhları kovma ve arındırma âyinlerine verilen isim. (Geçtiğimiz hafta Kuzey Kore Devlet Başkanı’nın ölümünün ardından bir hafta yas tutma cümlesinden olarak törenlerde asker ve devlet erkânı ile birlikte halkın topluca ağlaması, KUT’un kalkması inancı ile ilgili olabilir. Sonra yeni Başkan… KUTİ: Afrika’da NUPE halkının ruhanî güçlere verdiği isim… KUTÇİ: Okyanusya’da aborjin şifacılarının ruhanî güçlere verdiği isim.): 37.
EVİL: Siyaset: 37.
Helsas: Topluluk, millet: 1036= 37.
*
VASAT: Orta. Merkez. GÖBEK. Cemiyet muhiti ve iç. Merkezle muhit arası. İki şeyin arası. (Mehded: Marul… Yevmiye: “Marul’un göbek yapraklarından olmak isterim!”… Göbek: Delik. Delk, gül tohumu. Nesil.): 75.
GÖLGE dergisinin çıktığı tarih: (Yevmiye: Elinde bir takım olsun!): 75.
Zelzal: Zelzele, deprem. (1999 depremlerini, hem madde hem mânâda gerçekleşenleri hatırlayın): 75.
Abab: Işık, nur. Suyu bir dikişte içmek: 75.
Edlem: Kara eşek. Karayağız adam. Uzun boylu. (İmam Nablûsî Hazretleri: Rüyâda kara eşek görmenin güzelliğini tarife imkân yoktur.): 75.
Leyle: Bir tek gece: 75.
Ubab: Her nesnenin muazzamı ve büyüğü. Taşkın sel suyu. Cemaat, topluluk: 75.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1075.
 
SELÇUKLU’DAN OSMANLI’YA


— İlk Osmanlı tarihçilerinden AŞIKPAŞAOĞLU’na göre KUT’un Ertuğrul oğlu Osman Gâzi’de tecelli edeceğini, Selçuklu Sultanı ALAADDİN de görmüş ve –şimdilerde bir hayâl bile edilemez!– ona DUA etmiştir. 1288’de, “ma’lum oldu kim Karaca Hisar tekvüri bizüm ile yağı imiş!”… Selçuklu Sultan’ı 3. Alaaddin, “Tez LEŞKER cem olunsun!” diye ferman edib KARACA Hisar üzerine yürür. Osman Gâzi de o civarda gâza ile meşguldür -  Selçuklu’nun Uç Beyi olarak. Bir iki gün cenk olur ve bu sırada feryatçılar gelir ki, “Bayıncar Tatar geldi, Ereğli’yi aldı ve yıkdı. Halkını kırdı. Şehrini oda urdı-ateşe verdi!” dediler. Sultan Alaaddin dahi Osman Gâzi’yi okıdı, getürdi. Hisar içün getürdükleri koçbaşı direklerin cemisini virdi. Eydür: “Oğul Osman Gâzi, sende saadet nişânları çoktur. Sana ve neslüne âlemde mukabil olıcı yoktur. Benüm DUAM ve Allah’ın inayeti ve evliyanun himmeti ve Muhammed’ün MUCİZAT’ı senün ile biledür!”… (N. K. A.g.e.)
*
KUT: Yaşatacak gıda, rızık. Kuvvetlendirmek. “İlâhî”… KUTA’: Kısrak… KUTA’: Düş yormak. Rüyâ tâbir etmek… KUTAA: Bir şeyin kesintisi ve kırıntısı. “Hisse”… Âyet meâli: “Ruhtan size çok az şey bildirilmiştir”… TA’BİR: İfâde, anlatma. Rüyâ yorma… Hadîs: “Rüyâ, bir kuşun kanatları arasındadır ve tâbirle gerçek olur!”… Rüyâ tâbir edenindir ve tâbir edenin içinde bulunduğu şartlarla, hâline göre… Allah’ın iktidar ve kudreti, her nesnenin âlâsında ona göre belirir; onun gayb örtüsünde perdelenir… KUT’un “hâkimiyet” anlamı mevzuuna göre insanda, “hani kafasına devlet kuşu kondu!” deriz, “saadet” anlamındadır; bu saadet “hâkimiyet” gıdası ve “devlet”in siyasî teşkilât mevzuu olarak tebellür edince, KUT, Devlet olarak görünür… Devlet: Saadet… O dış yüzü, bu iç yüzü… Orta Asya’da OĞUZLAR topluluğuna ismini veren OĞUZ Hân’dan beri, bir kader sırrı hâlinde KUT’un HAN Nesli’ne isabet edeceğine inanılır; bu yüzden de, belirli ŞECERE içinde örf ve adete uygun veya başka saiklerle BAŞ’ı çekmiş olanlar, yahud bir MİT - Espri olarak o topluluktan olmasalar da, o kültür coğrafyasından edinilmiş caiz bir hoşluk, şöyle veya böyle kendilerini OĞUZ Han’dan gelme bir şecereye bağlamışlardır… İster oralarda, isterse göç yollarında İSLÂM ateşini almış olsunlar, HALİHAZIRIMIZ Anadolu’da da SELÇUKLU’dan OSMANLI’ya bu KUT, bütün asaletiyle ondan ona devrinde göründü: Sultan 3. Alâaddin’in UÇ BEYİ Osman Gâzi’ye yardım ve duasını, bunun öncesinde de ERTUĞRUL Gâzi’nin Sancağı lâyıkıyla taşıyan SELÇUKLU’ya sadakatini… Dava, kuru cihangirlik davası değil, İslâm gayesinde düğümlü… Nitekim, OSMANLI’yı zor duruma düşüren ve Beylikler’den bazısını kendine tâbi kılan MOĞOL akınları sırasında onlara karşı ayaklanmalarda gizli veya açık, daima SELÇUKLU tesiri görünmüştür.
*
Şöyle bir yorum: OSMANLI soy kütüğünün Oğuz Han’a bağlanması, hâliyle kronolojik olarak mümkün olamayacağına göre, sebebi TİMUR’la olan çekişmeleri sebebiyle TÜRKMEN Beyleri’ni sağlama bağlamak için sonradan uydurulmuştur. Biz, BAŞYÜCELİK DEVLET modeli ve insan memuriyetimiz olarak HALİHAZIRIMIZ’ı ihya çerçevesinde yer alan ANADOLUCULUK düşüncesi esasından dolayı, “öyle olsa da olmasa da”, bu hususların bize verdiği imkânlar olarak sadece “eyvallah!” diyoruz. Burada vurgulayacağımız husus, İSLÂM davası olmadıktan sonra, ne ferd ne topluluk olarak, tek başına soyluluğun hiçbir kıymetinin olmadığıdır: Nitekim SOFU lâkablı ve diğer lâkabı AKSAK (Topal) olan TİMUR, böyle bir soyluluk iddiasında bulunmamış, CENGİZ Han soyundan (Moğollar) bir kızla evlenerek Hanedan ilişkisini böyle kurmuştur. Bu ilişki, Devlet’in idare şekli ile alâkalıdır, yoksa TİMUR’un kendini “aman Hanedan’dan sansınlar” hevesi ile ilgili değildir… Anlayana saz!
*
GUSTO: Zevk ve takdir: 101.
Nesli Han Kerime-M: (Hâlâ devrinde bulunduğumuz) Büyük İrşâd Kutbu ESSEYYİD Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, NESLİHAN Hanım’a yazdığı mektubtaki bu başlık, NASLI Han’a kadar daha önceki bir sayıda kasıd olarak hecelendi, biliyorsunuz. Burada, “Kerimem” tâbirinin son harfinin ayrılması, yâni “M”, Allah Resûlü’nün ismine hamledilerek “NESLİ HAN Kerem Sahibi M……D diye, besmele niyetine de söylenebileceği şeklinde yoruma münasib göründü… NİJAD-Soy sop, nesil. Tabiat: 62: NEBÎ.): 1101.
Halezon: (Üstadım: Zaman, kadans dedikleri ahenk helezonuna, vakaların posasını değil de keyfiyetini yerleştirme işinden başka gaye tanımaz.): 101.
OSMANLI Tahtı: 1101.
 
YAVUZ SULTAN SELİM
(MISIR SEFERİ ÖNCESİ)


— Hoca Sadeddin Efendi’nin, Yavuz Sultan Selim’in tabibi ve muhasibi HASAN Can’dan naklettiği rüyâ önemlidir. Sultan Selim, çoğu zaman uyumaz, kitab okur veya HASAN Can’a okutur, dinlermiş. Hasan Can, bir akşam uyuyakalmış ve huzura gidememiş. Ertesi sabah namazı müteakib Sultan Selim, “bu gece ne rüyâ gördün?” diye sorar ve “rüyâ görmedim!” cevabını alınca, ona çıkışır gibi: “Bu ne sözdür? Bir geceyi tamamı tamamına uykuyla geçiresin ve düş görmeyesin? Her hâlde görmüşsündür!”… Hasan Can sözü başka tarafa çekmek isterse de, Sultan Selim ısrar eder: “GİRÜ yine buyurdular ki, saçma söyleme, herhâlde bu gece bir düş görülmüştür: Söyle, gizleme.” Hasan Can yine görmediğini söyleyince, “tuhaf” diye mırıldanır… GİRÜ: Müessir, kalbe doğan, kalbe giren. “Delen”… Hasan Can bir süre sonra Kapıcı Ağası Hasan Ağa’nın yanına gider. Bakar ki, gözü yaşlı, düşünceli, baskın bir his altında; bir düş görmüştür… Anlattırır: “Bu gece gördüm ki, eşiğinde oturduğumuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Ne haber var deyü ileriye vardum, gördüm ki kapu biraz aralanmış; ol denli ki, taşra görünür ama, âdem sığmaz. Baktım ki, dış harem taylesanlı Arab simasında nur yüzlü kişilerle dolu. Elleri bayraklı, silâh ve gereçleriyle kapuda dururlar. Kapu dibinde 4 nur yüzlü kimse durur. Ellerinde birer SANCAK. Kapuyu çalanın elinde Padişâh’ın ak sancağı. Bana eydür ki, bilür müsün niye gelmişiz? Ol gördüğün kişiler Resûlullah’ın ashabıdır. Allah’ın selâmı ve duaları O’na olsun, bizi Resûlullah Hazretleri gönderüp, Selim Han’a selâm itdi ve buyurdu ki, kalkub gelsün ki, Harameyn hizmeti onadur. Bu dört kimse görürsün; bu Sıddık-ı Âzam, bu Ömer-i Faruk, bu Osman Zin-nureyn’dir. Ben ki senün ile konuşan; Ali ibn-i Ebî Talib’im. Var Selim Han’a söyle, dedi!”… Hasan Ağa ağlayarak rüyâyı bitirir. HASAN Can, Selim Han’ın huzuruna vardığında yine rüyâyı soran Padişah’a nasıl anlattığını, HOCA Sadeddin’e nakleder: “Didim ki Padişahum, ol düşü bu HASAN kulunuz görmedi ise, bir başka HASAN kulunuz görmüş. Anlattıkça mübarek yüzü kızarmaya başladı, mübarek gözlerine yaş geldi. BİZ SANA DİMEZ MÜYÜZ Kİ, BİR YÖNE MEMUR OLMADAN HAREKET İTMEMİŞÜZ buyurdular!”… (N. K. - A.g.e.)
*
HİLÂFET: 1111= 112.
Hadîs-i Şerif: 1112.
Sahabî: 112.
Veliyullah: Allah’ın veli kulu: 112.
Hümayun: Padişaha âit. Mübarek. KUTLU. Uğurlu. Âli. Kuvvetli: 112.
İrsiyet: Veraset: 1111= 112.
Müseyyeb: Tembel. Küst. Sahil. At kişnemesi: 112.
Zâtî: Zâta mensub. Hususi: 1111= 112.
Ganyan: At yarışlarında birinci gelen. “KUTLU”: 112.
Salih İzzet Erdiş: 1112.
 
YILDIZ MAHKEMESİ
–ABDÜLAZİZ’İN İNTİHARI(?)–


Devlet’in o zaman baskın güçlerinin “resmî görüş” ilânıyla SULTAN Abdülaziz, İNTİHAR etmiş ilân edildi. (4 Nisan 1876)… Yerine yaşadığı çetin hayatın aklî muvazenesini bozduğu ve rahatça “piyon” olarak kullanılabilir 5. Sultan Murad Taht’a henüz geçtiğinde Sultan Abdülazîz, TAHT’tan indirilişinden beş gün sonra, Hüseyin Avni Paşa’nın tertibiyle ve katillerin kol damarlarını intihara benzeyecek şekilde kesmeleriyle öldürüldü; fakat halk, zannedilenin tersine olarak onun intihar edeceğine inanmadı ve durumu bildi… 5. Murad, OSMANLI Hanedanı’nın en kısa süre TAHT’ta kalan üyesidir; Birinci Abdülmecid’in büyük oğlu ve İkinci Mahmud’un torunu olarak… O’nun ardından 2. ABDÜLHAMÎD Han Hazretleri; Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ın ardından değişen dünya şartları boyunca müsbet ve menfi yönleriyle temayüz eden, tâbir pek yakışıklı değil ama “irili, ufaklı” şahsiyetlerden sonra, bizim bize KUT berzah olan 2. ABDÜLHAMÎD Han’ın dönemi. Mevzuumuz, YILDIZ Mahkemesi… Üç gün süren bir Mahkeme’de, SULTAN Azîz’in katlinden mesul olanların yargılanmaları, neticede Midhat Paşa, Damad Mahmud Celâleddin Paşa, Damad Nuri Paşa ile birkaç kişi İDAM’a mahkûm olmuş, cezaları HİCAZ’ın TAİF kentinde sürgüne dönmüştü. Hapise sürgün dememiz, onların linç edilmesinden korunak gibi olması; MİDHAT Paşa, hizmetçisi ile birlikte kaldığı kalede, iki ciltlik hatıralarını yazmış-tır… Mütercim RÜŞDÎ Paşa hastalıktan öldüğü, ŞEYHÜLİSLÂM Hayrullah Efendi ise HİCAZ’da sürgünde bulunduğu için bu cezadan muaf… İNGİLTERE, 5. Murad’ı ÇIRAĞAN Sarayı’ndan kaçırmak için yeni teşebbüslerde bulunduğu gibi, adamı MİDHAT Paşa’nın gerek Avrupa’da sürgünde iken, gerek GİRİT Adası’nda otururken, gerek SURİYE ve AYDIN (İzmir) eyâletlerinde vâli iken münasebetleri ne ise, aynen devam ettirdi. Söylemeye gerek yok - İNGİLTERE’nin 2. ABDÜLHAMÎD’i istememesi tabiîdir. Bu süreçte, artık DEVLETİMİZ’in İngiltere ile arası bozuk… İngiltere basını ve elçisi, daha Mahkeme safhasında MİDHAT ve MAHMUD Celâleddin Paşaları kurtarmak için baskı yapmıştır. Mahkeme sonrası, yine onları kurtarmak için CİDDE sularına kadar gemi göndermiş, onları kaçırmak için gelen Arab kılığında bir casus TAİF’te buna muvaffak olamadan yakalanmış-tır… HİCAZ Eyâlet Valisi ve çok cüretkâr bir asker olan MÜŞİR Osman Nuri Paşa’nın bir işi sanılan, “uşak ruhlulara” yapılması gereken yapılmış, MİDHAT ve MAHMUD Celâleddin Paşalar boğdurulmuştur… BİR NOT: Ben bu satırları yazarken, NYMPHA-Ser boyuna vücudumun orasını burasını dürtüklüyor, sözlü taciz ve elektrikî tesiri hafiften arttırmış durumda. Halbuki, “yarası olan gocunur!” durumuna düşmemek lâzım. Üstelik ne ben uşakım, ne de onlar Müşir Osman Nuri Paşa!
*
ABDÜLHAMÎD: 166.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 3166.
*
Katlâ: Öldürülmüş kimseler: 540.
İhtilâk: Traş etme veya edilme. (Halik: Traş edilmiş… Halik: Helak olan. Fani… Halık: Berber. Kıl kesen, meyve devşiren. Süt ile dolu koyun memesi - ilim. Ağaca dolanmış üzüm çubuğu. Sarmaşık. Büyük dağ… Halık: Hakk. Yaratıcı. Dönülen… Halaka: Berberler… Halak: Halkalar. Ortası boş yuvarlak şey. “Sıfır. Sır”… Halak: Nasib, hisse. Hak.): 540.
HALİFE Abdülhamîd Han: (Abdülhamîd Han: 820: Hayrî-Hayra âid): 1540.
 
ŞECER


LEVHA: 2 Ocak 1989… Bir odanın duvarında, 3-4 metre büyüklüğünde bir poster var… Sırtüstü yatmış, iri, topluca sakallı bir genç… Dikkat edince, ağaç kalınlığında ve yapraklarla perdelenmiş gibi duran kısmın, bir AĞAÇ değil, erkeklik uzvu olduğunu görüyorum; uzvu açıkta… Bir-birbuçuk metre uzunluğunda ve 20-25 santim genişliğinde, ağacı andıran erkeklik uzvu!.. Bunun fatihliğe alâmet olduğunu düşünerek gözlerimi dikmişken, birden adam bana göz kırpıyor… Müthiş şaşırıyorum! Ve benle konuşmaya başlıyor!
*
SİLKA: Arkası üstü yatmak. (Silka’: Toprak içinde yumrusu yetişen ve yenilebilen havuç ve turb gibi nebat.): 192.
İnfilâl: Delinme, delik açılma. (FARZ: Delik açma.): 192.
AKINCI Güç: (1979-1980’de çıkan dergimiz.): 193= 1192.
Enfas: Nefesler. Soluklar. Ruhlar. Canlar. Cevherler. Duâlar: 192.
Nefsa: Yeni doğum yapmış kadın. “Eser veren kimse”: 192.
*
LENG: Topal. Erkeklik organı. (SAD: Ebced değeri yüz. Allah’ın MÜMİT –hayatı gideren– ismine işaret eder ve kalbde mertebesi TOPRAK.): 100.
Müneccebe: Savaşçı asker. “Hamason-Amazon: The Worweer-Savaççı”: 100.
Mehleke: Tehlikeli yer veya iş: 100.
Müna: Birinin yerine kaimi makam olmak. Suya giden yol: 100.
*
NİJAD: Soy sop, nesil: 62.
Mehdî: 62.
Any-e: Anî. Birdenbire. Son derece sıcak, kızgın. Olgunlaşmış, kemâle ermiş. (LEVHA: 15 Ocak 1989… Zeyn-âb, Bostancı’da karşımızda oturan KADIN BERBERİ Güher Bey’in otobüste kendisine “Anye ne yapıyor?” diye sorduğunu ve dedikodu yaptığını anlatıyor… Bu arada Şam fıstığı ile ilgili bir şeyler… Ben, ANYE’yi Ermeni bir adamın ismi sanıyorum… ANYE: Güçlük, engel, zorluk, meşakkat… ANİYE: Mütevazi. Kul. Köle. Meşgul. Izdırab çeken. İşçi. Müfettiş. Tahsildar. “ANÎ kelimesinin müennesi - dişi bir kelime”… ANİYE: Tabaklar, yemek kabları. “LEVHA: 18 Ocak 1988. - Kapıcının oğlu Haydar imiş, bir çocuk, tabakta savaşı seyredeceğim diyor!”… PLATE: Tabak. Levha… PLATO: Eflâtun. Platon… PLATOON: Askerî takım, müfreze.): 62.
Zaden: Doğmak, doğurmak: 62.
Halal(et): İki şeyin arası açık olmak. Dostluk. (Şah-ı Nakşibend Hazretleri: “Mutlak Tevhid mümkün değildir!”… Üstadım’dan: “Bu ne hazin mesafe iki ten arasında, — Bir hâli dinleyenle anlatan arasında.): 1061= 62.
Medîh: Methetmeye mevzu olan şey: 62.
Bâtın: İçyüz, gizli. Dahilî. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibariyle gizli. (EL-BÂTIN: Allah’ın “zuhrunun şiddetinden gaib” mânâsına gelen 99 güzel isminden biri.): 62.
Hevn-Xevn. (Kürtçe): Rüyâ: 99.
Hezîm: Sağanaklı yağmur. Gök gürültüsü. Koşarken kişneyen AT: 62.
 
“HAZRET-İ ALİ’NİN HADÎSİ”


LEVHA: 12 Kasım 1992… Rahmetli Adile (Güleray) teyzeme, “Hazret-i Ali’nin Hadîsi” diye, bununla uygun düşen bir durum olarak yeni Hilâl’i elimde kılıç gibi tutarak anlatıyorum; ve müthiş hislenip ağlayacak gibi oluyorum!
*
Rahman Suresi 3. âyet: (Meâli: Yarattı insanı): 923.
Cem-i Ezdad: Birbirine zıd olan şeylerin bir arada bulunması: 923.
Cumhuriyet’in kuruluşu: 1923.
NAKŞBEND Necib Fazıl Kısakürek: 1923.
*
3 Hilâl 1 Necm: (İBDA bayrağı): 198+94= 292.
Basar: Görme duygusu. Gözün görmesi. Kalb gözü. Basiret. İdrak. Fikir. (El-Basar: Allah’ın 99 güzel isminden biri… İNSAN, Allah katında bakan gözbebeği gibidir.): 292.
Miralay: Albay. “Emir Subayı”. (Üstadım: Büyük Doğu, İslâm’ın emir subayıdır… Şah-ı Nakşibend: 812: Zâbit-Askere kumanda eden rütbeli asker.): 292.
Bergaman: Ejder. Büyük yılan. Hayat. Terzi. Ayıran ve birleştiren: 292.
*
Âl: Alî. Yüksek. Yüce: 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
Mütehallil: Araya sokulan, araya giren. Bir kelimeden nice mânâlar kastedib söyleyen: 101. “Nesli Han Kerimem”: (ESSEYYİD Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Hüseynî Seyyid’tir. Bunu, mektub başlığı olarak yorumladıklarımıza ek olarak, Hazret-i Ali’nin Hadîs’i lâfzını, Efendi Hazretleri’nin Hadîs’i diye yorumlayabileceğimizi…): 101.
*
Son söz, bir Kırgız atasözü: KUT’u yalnız iyi, temiz adam yakalayabilir, kötü adam elinde ise GAİT parçasına döner… GAİT: Pislik. İnsan dışkısı… (BİZİM Kutumuz, Büyük İRŞAD KUTBU, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri… KUTB: KUT-B… Yâni Ruh ve ilmi ilhâm etti: Varlık ve Bilgi’yi… Arube: Erkeğini seven kadın. Cuma günü… Büyük Doğu-İBDA!) 



Baran Dergisi 260. Sayı