MATLA’ Beyit: Sebû-yı çeşmin et sahbâya gark-âb / Nefes çıktıkça tolsun bâade-i nâb —(Şeyh Galib)… “Gözkapaklarını daldır dostların ledününe — Nefes çıktıkça dolsun Seyyid Ahmed!”… Gark-ab: Gird-ab… Mü-garrak: Gümüş bezeli. Bâtın. Dalmak. Gedik açmak. Farz.

*

SEBU-Î Çeşm: Göz kapakları. (Sebu: Testi. Kab… Çeşm: Çeşme. Göz… Göz’ün, gözyaşının geldiği olmak bakımından, “ab, su, nur, rahmet”in aktığı çeşmeye benzetilmesi, onun hem müşahhas suretleri görme organı, hem de mücerredleri idrake de “görme” tâbir edilmek bakımındandır… Gözkapağı terkibi, dış dünyanın ve iç dünyanın arasında “bintasya-idrak merkezi”nin sembolü gibi… Sebu-Kab, Allah’ın “Kün-Ol” emrinin Arş’ta tecellisi mânâsına kadar incelen bir mecaz olunca, Sebu-i Çeşm terkibinde “idrak kabı” olarak kalb letâfetini işarete kadar gider; bu mânâda göz yummak, yokluğa bürünme mânâsı ve “gerçek varlık idrakı” olmaya doğru[…] LEVHA: Nisan 1983… Ankara asfaltı üzerinde bir ev… Birkaç otomobil tamirhânesi… Onların önündeki boş arsaya arabamı çekiyorum… Arsanın ucunda, yar, çukur… Öyle bir yerde duruyorum ki, geri çıkmaya kalksam, ARABA oradan yuvarlanabilir… Sonra, tamirhânelerin önünde iki genç bana, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne murakabe yaptıklarını söylüyorlar… Bu sırada Efendi Hazretlerini, gözlerini yummuş ve yüzünü buruşturmuş gibi görüyorum… GAMS-Göz yummak. Arzusundan gayrını hakir görmek. Suyu şiddetle içmek: 1130: YASİN-“Ey İnsan” mânâsında ve Allah Sevgilisi’nin bir ismidir. Ya-Sin şeklinde Huruf-u Mukattaa’dandır… Gams-Suya dalmak. Yıldız kayması. Kur’ân’da Allah Sevgilisi olduğuna bir işaret. Muradın gerçekleşeceği: 1100: Kusto… Veli Sözü: Şeyh’in bir gözü yumulu görüldükte Halk âlemi’ne bakmıyordur, iki gözü yumulu oldukta Melekut âlemine de - sadece Allah’ın vecdinde ve nazarı O’nadır.): 78+343= 421: HÜVİYYET-Asıl. Mahiyet. Birisinin kimliği. Allah’ın varlık sıfatı. (Sebu-i çeşm, “Hakîm gözü” ile aynı ebcedtedir. İNSAN, Allah katında bakan gözbebeği gibidir ve “Halife”den kasıd bu mertebede olanlara!)… TECDÎD-Yenileme. Yenilenme. Tazelenme: 421: EBCEDİYYAT-Temel. Asıl… GÜŞADNÂME-Padişah Fermanı. Talâk. Atın sıçrayarak kalkması. Fevkinde kimse olmayan fikir kahramanı. Kusto, şiir idrakı fermanı… KİRAR-Tekrar. Allah’ın Zât âlemi ile Halk âlemi arasındaki Berzah: 421: TEDAVÎ-İlâç verme… HÜCCİYET-Delil sayılabilme, salih olma: 421: KASİDE-İ Bürde. (Kab: Kolsuz, üste giyilen kısa veya uzun üstlük… Peygamber önünde, meşhur Arab Şairi Ka’b bin Züheyr’in okuduğu kasidenin adı olup, bu kasideyi O beğenmiş ve iltifat olarak kendi hırkasını ona giydirdiğinden bu ismi almıştır… Hatıra: Kayan Yıldız Sırrı isimli şiirim, 1983 tarihlidir!)… MÜZTEZKİR-Hatırlayan: 1420= 421: TEVCİB-Bir iş için vakit belirleme. (Kaptan Kusto Müslüman: 559: Seyyid Mustafa Nur.)

*

SAHBAYA Gark-âb. (Sahb-Yakın Dostlar. Sahibler. Sahabiler: 100: Müna-Suya Giden yol. Şeriat. Birinin yerine kaimi makam olmak… Gusto: 101= 1100: Atlas-Büyük harita… Rahnâme-Harita: 322: Mirzabeyoğlu): 1416= 417: NECİB Fazıl Kısakürek.

*

GARK-Âb: Suya dalmak, suya garkolmak, nura garkolmak, zâtî hâl: 224: İLM-İ Ledün… Matla’ beytin birinci mısraının ebcedi: 2268: Muavvezetan-Felâk ve nâs Sûreleri… Pirahen- Gömlek. Ölüm. Sıfat: 268: Revzene-Pencere. Delmek. Bakılan yer. (Abdülhakîm Koltuğunu hatırla!)

*

BADE-İ Nâb: Hâlis şarab: 74: SEYYİD. Salih Ahmed. Allah Sevgilisi… MELCE’-Halâs olacak yer, kurtulacak yer: 74: VEJÎN-Diriliş… İkinci mısraın ebcedi: 617: TECRİD… HAYRET: 618: HAKİKAT-Bir şeyin aslı ve esası. (Üstadım’ın İMÂN isimli Noktalaması: Yum gözünü, kalbine her ân yokluğu üfür! — Kendinden geçmek imân, kendinde olmak küfür!)

SEYYİD MUSTAFA NUR
(MEHDÎ MUHAMMED)

           

MATLA’ Beyit: Biri Bîriyle müjgan safları gavgaya girmiştir / Nigâh-ı gamze gûyâ sulh için araya girmiştir! —(Nedim)… Birbiriyle… Biri-biri ile: Herkesin birinde olan biriyle beraber… Herkesin birinde olan “bîri-kıvılcım”la… Müjgân: Kirpik. Bâtın yolu çocukları… Gavga: Gözkapağında yer kapma. Dostu kapışma.

*

ŞEYH Gâlib’ in MATLA’ Beyti’nin toplamı: 2885: KUZFE-Yüksek yer… KAŞ’ARİRE- Ürpermek, titremek:885: HURFE-Bir yere toplanmış meyve. (Miv: Kıl. Kirpik. Müjgân… Mive: Meyve)… FAHHARE-Ağaç kab: 886: DAFN-Tam olmak, tamam olmak… FÜTÜVVET-Kerem ve varlık, kerem ve akıl: 286: FEVD-Bir işi veya emri başkasına tevdi etmek. (Müridin murad olması!)

*

BEDEN-Hazz denilen kumaş. Kılıçların birbirine dokunmasından çıkan ses. İplik eğirmek. (Rede: Sıra. Bir duvardaki tuğla veya taş sırası… Muhyiddin-i Arabî’den kısaca: Bir vakitte Peygamber Efendimiz’e Nebilik, tuğladan yapılmış bir duvar şeklinde temsil olundu. O duvarda bir tuğla eksikti, O da son Tuğla oldu. Velâyetin tamamlayıcı HATEM-İ Evliya’ya gelince, bu rüyâ onun için de sahihtir. O duvardaki o tuğlayı, iki tuğla gibi görür; biri altun, diğeri gümüşten… Altundan maksat Peygamberliğin bâtınının gümüş, zâhirinin –yâni Nübüvveti’nin– altun olmasıdır. Veli, altun olan zâhire, bâtın olan gümüşle bağlanandır. Zâhir hükümlerde O’na bağlı ve o hükmü Allah’tan aldığıyla görendir. Hatem-i Evliya, en yüksek veli olarak, duvarı tamamlayan o tuğlada Peygamber velâyetini temsil eden. Hem zâhir, hem bâtında… Olup biten ne varsa, hepsi LEVH-İ Mahfuz’da olan… 2. bin yılının yenileyicisi İMAM-I Rabbanî Hazretleri’nin, bütün mezheb İmamları’ndan büyük olmasına rağmen Hanefî mezhebine bağlı olmasını, zahir hükümleri veren mezheb İmamları’nın ne oldukları bakımından anlamak lâzım; ve İmâm-ı Rabbanî Hazretlerinde zâhir hassasiyetinin nereye kadar sarktığını onlardan anlamak!): 254: MATARİD-Mızraklar. Kirpikler. Kapışanlar… CUMHUR-Nas. Halk topluluğu. Hey’et. Alimler: 254: PEYGAMBER-(Risalet-Elçi: 691: Salih-Karayılan. Gözbebeği. Hayat. Küna. Hayatı kuşatan zar. Hüküm-dar… Ehass-En hususi: Ahfa-çok gizli, en gizli… Nigâh-ı gamze: 691: Tasabbur-Sabırlı)… CÜNAR-Çınar. (Rüyâda gelen mânâ: Çınar merhamettir!): 254: RAMUZ-Deniz… MÜRİD-İrade eden, isteyen. (İbrahim Kassaroğlu: 1691: Salih-Karayılan): 254: Kürtçe, BERAN-Koç. (Baran: Yağmur. Rahmet… Fürfür-Koç: 566: Süruş-Melek. Cebrail… Maunet-Allah’ın salih kullarına imdadı, inayeti: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî)… Bayram-Tekrar geldiği için, “id” denilmiştir: 254: MÜREVVİH-Kokulandıran, rayihalandıran. Rahatlatan.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 3794: HUZAFE-Bez kırpıntıları. (Mukattaat: Kesişmek. Birbirinden ayrılmak)… MÜNCEZİB-Cezbedilen. (Musafaa: Birbirinin boynuna sarılma… Musaf: Cenk. Muharebe): 795: MÜMAZEHA-Birleşmek. Cima. Zamm etmek, arttırmak. (Rahman Sûresi 19. ayet: Kararsız iki denizi salmış birbirleriyle birleşiyorlar)… TEŞFİYE-İyileştirme, şifâlandırma. (Rahman Sûresi 20. ayet: “…” aralarında tekleşmelerine engel bir PERDE var!): 795: HASİSA-Bir şeye mahsus hâl… MENSUR-Gece vakti güzel kokan bir çiçek: 796: TEŞVİF-Tezyin etmek. Haberli olmak. Nazar etmek… GUŞETMEK-İşitmek. Dinlemek, kulak vermek. Sema’: 797:  MUŞTZEN-Yumruk vuran. Boksör. (Muşt-Yumruk: 740: Mütefekkir… Zeyl-Ek, ilâve. Etek: 740: Sümur-Gümüş. Saliha.)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 2354: NEŞD-Kaybolan şeyi aramak. Cüst-u cu. Bir şeyi gereği gibi bilmek. (Vücud, “aranan şeyi buldum” demektir!)… ERKABAN-Boynu uzun. Ezel: 354: MAHRUK-Yanan. (Harak-Ateş, nar: 308: Bedraka-Allah yolu. Mürşid. Kılavuz)… MEŞHUD-Görünen. Şehadet edilen: 355: KURNE-Kurna. Çeşme. Çeşm. Göz. Ayn… NUKRE-Külçe hâlinde gümüş: 355: DANİŞ-Bilgi, ilim, biliş… FER’A-Bit. Yüksek yer: 355: FERHENK-Edep. Hüner. Hikmet. Azamet. Marifet. Bilgi. Lûgat kitabı. (FURKAN Lûgatı)… KARUN-İki şeyi bir araya getiren: 356: HAŞİMÎ-Peygamber Sülâlesinden gelen… ŞİNEV-İşiten, duyan: 356: KANNUR-Başı büyük kişî. (Üstadım’ın Bahriye Mektebi’ndeki lâkabı)… KURUN-Asırlar. Devirler: 356: SERNÂME-Mektub, kitab vesairenin başına yazılan yazı. TAKDİM, yazım… NEŞV-Yeniden hayata gelmek. Canlıların büyümesi: 356: NEŞ’E- Gönül açıklığı. Yeni olan şey. Yiğit olmak. Yüksek olmak.

*

MATLA’ Beyt’inin Toplam Ebcedi: 6147: MUKARAZA-Kazanca ortak olup, zararı sermayeye, bir kimseye sermaye vermek. (İbda: Kârı tamamen kazanana âit olmak üzere bir kimseye sermaye vermek)… MÜZEVVAK-Nakış yapan. Nakkaş: 153: MECMA’- Toplanılacak yer. Kavuşulacak yer… MEHDÎ Muhammed: 154: ÜL’UBAN-Oyuncu, aktör. (Aktör: 707: Fikir Kahramanı).

AHMED-EMİN

           

LEVHA: 26 Ocak 1989… Ahmed Güvenli, araba alma veya kullanma ile ilgili bir bahiste, “beyaz göz, mavi göz, aynı göz” diye, atasözüne benzer bir tekerleme söylüyor!

*

ÇAV-Kürtçe’de göz. (Üstadım’dan bir NOKTALAMA: “…” siyah, mavi, elâ göz, / Köre görünse şaşmam, sana görünmeyen öz!): 10: DİBAC-Atlas dedikleri kıymetli ipek bez. (Dibace-Mukaddeme. Takdim. Başlangıç: 15: B.D.-İBDA… Yevmiye: “40 senelik çalışmayı başlangıç kabul edebiliriz!”… 1983 senesi itibariyle!)… BAZ-Yeniden oynatan, arka tarafa doğru. (Arka tarafı ister mazi, ister gözün görmediği mânâsıyla istikbâl olarak niteleyin; maziye doğru hâlin ircaı ve hâlde karşılayan olarak yeniden oynatan.): 10= 1009: İBDA- Benzersiz oluş.

*

DARB-I Mesel-Atasözü. Bir hâdiseye binaen söylenmiş söz: 1572: TA’SİB-İhata edip kaplamak, içine almak. Bir kimsenin başına tâç koymak… BA’S: Gönderme, gönderilme. İhya… ŞAHSÜVAR-Ata iyi binmek: 573: TECFİF-Cübbe giydirmek. (Hırka-i tecrid, tecrid hırkası, derviş hırkası!)

*

AYN-Göz. Çeşme. Pınar. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin şereflisi. Altun. Casus, hafiye. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek. Bir harf: 130: YASİN-Da’va cetvelinde Allah’ın bu ismine YE harfi işaret eder. Yasin Suresi’nde malûm, hurufu mukattaa olarak YA-SİN’den Allah Sevgilisi murad edilmiştir; “Ey İnsan!”… KUL-“De, söyle, bildir!” meâlinde emirdir. (Ayn harfinin ebcedi: 70: KÜN-Allah’ın “ol” emri)… KEFL-Kefil olmak: 130: SELİL-Yeni doğmuş erkek çocuk. Netice, semere. Büyük dere, büyük ruh… Aynı ebcedle NİGİN: Hatem. Mühür. Yüzük.

*

MEDMA’-Göz. Ayn. Gözyaşı: 154: MEHDÎ Muhammed. (Bir anlaşılan ve anlaşıldığı farzedilenle anlatmalı: Bir Anayasa’nın ruhu bilinmeden, ne ondan bir hüküm çıkarılabilir, ne de kanun yapılabilir. Burada Anayasayı,  bütününden cümlelerine, kelimelerinden harflerine kadar mutlaka dayanmış farzediniz ki, arada misâli karartıcı lüzumsuz lâflara fırsat kalmasın… Bu kadar basit bir misâl üzerine: Allah’ın VAHYİ’ni ileten ve “tatbik eden” Allah Sevgilisi’nin bâtını, ruhu, zâhirine nisbetle MEHDÎ Muhammed’dir. Kendisine tâbi’ olanların çıkardıkları zahir hükümlerinde ve bâtın oluşlarında esas budur - bu anlayış: “Şeriat zâhiri akldır, tasavvuf bâtınî şeriat” aslı. Felâh, “dindeki gizliliklerin açık edilmesi” demektir; Şeriat’e aykırı hiçbir hakikat olamaz ve tasavvuf da içyüz hakikatleri olarak bunun için… Allah Sevgilisi, her mânâda doğrudan Allah’ın MÜRİDİ’dir; ve kim ne bulduysa, O’nu ve O’ndan bulmuştur… SAİD-İ Nursî Hazretleri, Bâtın yolunun en büyük kahramanı İMÂM-I Rabbanî Hazretleri’ne atfen şunu bildirir: Hiçbir tahsil görmeden ve tasavvuf talimine girmeden doğrudan Allah’ın VAHHAB sırrıyla yetiştirdikleri vardır ki, o hakikatlere Allah’ın inayetiyle şahid olmuşlardır; herhâlde burada Şer’i ilimlere ve tasavvuf tâlimine bir lâkaydî idealize edilmediği açık… Beklenen MEHDÎ, Allah Sevgilisi’nin varisleri yolundan olacaktır; İmam-ı Rabbâni Hazretleri’nin doğrulayıcısı ve Hazret-i Ali’nin “Kelâm ilminde müçtehidsiniz!” buyurduğu onun yolundan… SEYYİD Fehim Hazretleri: “Mesih nefesiyle gönüllere ebedi hayatı üflerdi. NAKŞÎLİK mesleğinde Rabbânî yolu, Halidî tavrı ve Seyyid Tâhâ tasarrufu üzerindeydi!”… O’nun bir sözü: “Seyyid Taha Hazretleri ile aramda içi ateş dolu bir dere olsa da beni çağırsa, hiç düşünmeden dereye atlar, emirlerine koşarım!”… ÜÇIŞIK’a varan mânâ… Hadîs: “Ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail Peygamberleri gibidirler!”… Allah Sevgilisi’nden sonra Peygamberlik yok, O nura veraset var… Adem Aleyhisselâm’dan O’na kadar gelen bütün Şeriatler’in KUR’ÂN’da toplu olması gibi, bütün velâyetleri de O’nda - Parçaların toplamından fazla birşey ve hepsine hükmeden şeklinde… Bu mânâdan ötürü, MUHAMMEDÎ Velâyet’te hepsi O’na bağlı olmak üzere bütün veliler ve meşrebler, O’na kadar gelen bütün velâyetlerin izinde bir Peygamber temsilcisidirler; “Peygamberler gibi”si bu… ÇOCUK Hikmeti: MEHDÎ Muhammed… Çocuk, kendisine baktıran ve hizmet ettiren olarak, “faal kuvvetleri” kendinde toplayandır ve çağdaşını teshir ederken de kuvvetini gösteren; “faal kuvvetleri kendinde toplayan” mânâsında onun ACZ’i var… Bu ACZ ifâdesi, bütün velâyetlerin kendisine bağlandığı Allah Sevgilisi’ne kadar bir açıklıktır; bu arada sözkonusu ilginin bir silsile yolundan beyanına ve rastgele ve genel ifâdelerle olmayışına dikkat… MEKTUBAT: 869: NECİB Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu… İslâma muhatab anlayışı yenileyen!)… ÇAV-Göz: 10: DÜ-İki.

*

İSTİKBÂL İslâmındır-(Bek’-İstikbâl etmek; karşılamak: 92: Muhammed): 980: ŞERİAT… ZEFER-Kötü koku. Hades. Sonradan olmak. Araz. Asılla var olan. Tezkiyesi için dünyaya inen nefsin eksiklik vasfı. Yeni olmak. Taze. Yiğit, genç. Süratle idrak etmek. Tahmin etmek, istikbâli düşünmek. Bir sözün mânâ ve mefhumunda, bir hususun vaz’ ve üslûbunda başka tarz tasavvur etmek. Zafere erendeki hâl, tembellik. (Kürtçe, Masi-Balık: 111: Masi-Kötü koku… Balık, cesedtir… Ması’-Sağlam vücutlu: 200: Münakade-Bir şeyin iyisini kötüsünden seçip ayırmak… Masî-Pervasız, korkusuz: 111: İns-İnsan… A’la-Pek iyi. En yüksek: 111: Mekân… Sahabî: 111: Ma’raz-Bir şeyin arzolunduğu yer. Sergi, meşher. Berzah… Ittıla-Haberli olmak. Öğrenmek ve yukarıdan aşağıya bakmak: 111: Mi’raz-Süs için giyilen güzel elbise. Sıfatlanmak. Gıdalanmak… Bît-Gıda. Kalburdan geçirdikten sonra kalan. Kalburdan geçirme: 412: Yâr-ı Gar-Hazreti Ebubekir’in, Allah Sevgilisi’nden sessiz zikri tâlim ettiği mağara!): 980: EZFER-Güzel kokulu şey. Tîb… HAMKE-Bit. (Hamka’-Akılüstü. Hayrette kalan. Açlık. Oburluk: Mehdî Muhammed): 73: IRZA’-Emzirmek. Emzirilmek… TEMSİL-Bir şeyin mislini, zeylini, ekini, fazlını yapmak. Teşbih etmek. Karşı-lama: 980: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.

ABDÜLHAKÎM ARVASÎ
(RECEB-ŞABAN-RAMAZAN)

 

LEVHA: 27 Aralık 1987… Mevlüd Koç ile umumî bir tuvalete gidiyoruz… Ve dönüşte merdivenlerden çıkıp çay bahçesine gidiyoruz… Orada beni RIZA isimli 60 yaşlarında bir adamla tanıştırıyor… Adam, benim arabanın ne olduğunu soruyor… Yeşil arabayı satıp Skoda’yı aldığımı söylüyorum!

*

RIZA-Memnunluk, razı olmak. İstek, arzu, kendi isteği: 1002= 3: RAZRAZ-İri vücudlu kimse. EBEDD… EB-Baba. Peder. Ced. (Ümmet’in babası Allah Sevgilisi hatırda): 3: MÜSTEBŞİR-Müjde veren. Müjde ile sevinen… İSTİKAMET-Doğru yol: 1002= 3: BAHT-Kader. Alınyazısı. Kısmet. İkbal. Saadet. Lezzet. Gusto… TESAKKUB-Delme. Delinme. Gedik açmak. Pencere açmak. Farz. Zâhir olmak, görünmek. Parlamak: 1002= 3: ŞEZB-Sınır. İntikal edilebilen. (Hadd-i Zât… Sınır-Karanlık.)

*

VASITA-Araba. Ulaştıran. Ortada olan. İki şeyi birbirine ulaştıran. Hakem. (Vasıt-Ortada bulunan. İkisinin ortası: 76: KUN-Kürtçe, “delik açmak”… PAÇENG-Küçük pencere. Menfez. Delik: 76: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu… Aynı ebcedle LEHÜMA: O ikisine dair. O ikisine âit.): 81: RADİ’-Süt emen çocuk. (Radi’: Razı olan… Radi’: Süt kardeş… Ruzaa-Süt kardeşler: 1072: Mütefekkir Mirzabeyoğlu… Kelebek-Yunanca’da ruh. “Üstadım’ın ÇİLE şiirinden: Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, / Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı!”: 72: Binî-Burun. Kararın denize çıkıntısı. Dağ tepesi. Zirve. Görürlük.)

*

RAZI: Kabul etme… REZA’: (Reda’): Önleme, MANİ’ olma. Süt emme. (LAYABGİYAN sırrı, İlm-i ledün… Rida: Örtü, perde. Mani. İlim. İdrak. Parlaklık veren şey… Rede: Sıra. Duvardaki taş ve tuğla sırası… Redd: Önleme. Bir şeyin karşılığını icra etmek. “Rüyada gelen mânâ: Resim redd kökündendir!”… Rad’: Menetmek. Kına. Derviş hırkası rengi. Güzellik eseri. Doğrudan Allah’tan. İlm-i ledün… LEVHA: “…” 2003… Babam’a, saç ve sakalına kına yakmasını söylemişim, kınalı. Memnun ve güleryüzlü bir hâli var… Ra’de: Faide.)

*

REZ(A)-Bağ kütüğü, asma. (Cefn: Asma çubuğu ki, meyvesi üzüm, mecaz olarak göz ferine kullanılır. Gözkapağı. Kuş gagası… Cefne: Büyük çanak. Su kabı. Gemi. Nefs. İmanlıların ruhları… Gözün, gözkapağının meyvesi, yâni gözkapağının ARŞ’a âit KÜRSÎ olarak ARŞ’a âitliği anlaşılıyor… Göz: İdrak ve idrakin aczini idrak): 207: DÜBAR-Çarşamba. (Dü: İki… Bar: Ek olup, “döken, saçan, ışık veren” mânâlarına gelir. Kelime olarak, “yük, çile, zahmet, meyve, kale duvarı, izin” mânâlarına… Çarşamba günü, nefsin beden ilgisi nurunun zayıfladığı sarı renk ve Musa Aleyhisselâm’la ilgilidir; Allah’la konuşan, O’nun konuşmasına muhatab)… Kürtçe, BÜHR-Kaş. (Rüyâ’da gelen mânâ: “414” şehid… Yâni iki kaş… Muhammed Mirzabeyoğlu: 414: İki Fikir Kahramanı. BD-İBDA): 207: ASHAB-I Kehf.

*

TOPAL ŞÜKRÜ EFENDİ; İsminden hecelediğimiz, GUSTO-Allah’ın “Şekur” ismi ile ilgili KÜRSÎ mertebesinden hisseli... Ispartalı bu büyük, Cumhuriyet’in ilk yılları olsa gerek, İstikbâl’e âit bir şiirinde: “Yetiş ey Avn-i Şeriat, yetiş ey Muhyiddin / Elem-i riş cefasından yetişti o reza!” diyor… İslâm’ın hakikati adına hiçbir devrin boş bırakılmadığını gösteren bu mânâdan sonra… AVN-İ ŞERİAT. (Şeraite yardımcı. Mukadder, zeyl.): 1116: İ’DAM-İdame ettirmek, devam ettirmek. (İ’dam: Vücudu ortadan kaldırma cezası… Şeriat: 980: Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu)… MUHYİDDİN-İ Arabî: 445: HİMMET… DALLİYET-Delil oluş: 445: BAKIR HALKA-Mehdi’yi koruyacağı söylenen… EBU Bekir Muhammed bin Ali: (Muhyiddin-i Arabî): 485: KAPTAN Gusto Müslüman… Aynı ebcedle: KAPTAN Mirzabeyoğlu… RİŞ: Yara. Yaralı… RİŞ: Çok pahalı elbise. (Elem sıfatına bürülü, çilekeş!)… RİŞA: Kuyudan su çekmekte kullanılan urgan, ip. Kamer menzillerinden “Balık karnı” dedikleri menzil… AVN-İ Şeriat: 1116: MAHBUS.

*

MEVLUD-Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. Üç ayların, –Receb, Şaban, Ramazan–, her biri: 86: DÜ-GANE: İkiz… Receb nasın, Şaban Peygamber’in, Ramazan ise Allah’ın ayı… Receb: Heybet. Azamet. Haşmet… Şaban: Mukattaat. Zâtî. Gençlik. Islah etmek… Ramazan: Üç ayların en mühimi, Kur’ân’ın nâzil olmaya başladığı ve oruç ayı. Ramaz, “yakmak, kesinleştirmek” demek; oruç, maddî ve mânevî açlık olarak en şiddetli şekilde rahmeti emerken nefsin tezkiyesinde günahların yakılışına vesile… Şühur-u Selase denen mübarek üç ayların her birinde, Allah ve bir ismi de “Şehir-meşhur, bütün âlemlerce şehadet edilen” Allah Sevgilisi başta hatırlanarak, bahsedilen ayların sözkonusu mânâlarda özelleşmesi… İSTİKBÂL İSLÂMINDIR: Ramazan’ın mânâsının Mukadderi, fazlı, zeyli, eki. (Hadis: Beklenmedik durum!)

*

MUİZZ-İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif kılan. (Allah’ın 99 güzel isminden biridir.): 117: MEVALİD-İ Selâse… NÜHUST-İlk gelen, evvel doğan. (Allah Sevgilisi): 117: MUZEMMİL-Yükü yüklenen. Elbiseye sarınan, bürünen… AVALÎ-Yüce kimseler. Allah Sevgilisi’nin nurlu hücresinin bulunduğu semtler. (Sahabîler): 117: KAVİYYEN-Kat’i olarak, kuvvetli. Şübhesiz olarak… ALAVÎ-İlâveler, ekler. (Gümüş-Tefekkür): 117: TESVİR-Derin ve gizli mânâyı araştırma. (ÜSTADIM: “Çözdük her müşkülü derlerse de ki, / Sonunda var olma müşkülü kaldı!”… Müşkül çözmeyi sadece bir vücud organlarının temini şeklinde düşünürseniz, bunlar yerli yerinde olsa BİLE, neticede onları neye göre hizmet ettireceğin “beyin-ideal” işidir; o yoksa, bir melodi bütünlüğü ile kuru gürültü arasındaki fark, zaten sersem beynin kendini dövmesi gibi kendi kıyıcılığına gitmesi tabiîdir. Yürü “nereye?”, otur “niye?”… Arzu temelsiz, “şuur” dandik… “Derin ve ince mânâya” afet, aç adamın yerse gıdalanacağı, yiyemezse kendini yiyecek olan bir arslan: TELEGRAM… Onu, bir dehâ önünde boya çeşitleri veya o boyaların bir abuk sabuk elinde bulamaç gibi de görebilirsiniz: Dehânın bu vasfını gösterecek bir sanat şaheserine vesile, yahud becerememesi zaten gaye, bir deli vesikası için… Tesvir-Koluna bilezik yapma. Zâhir ve bâtın, büyük işlere yükselme: 676: TELEGRAM… Aynı ebcedle, Salih İzzet Erdiş: Ruhu’l Furkan!)… AVN-İ Şeriat: 1116= 117: ÇOCUK. (Hazret-i Ali: “Çocukları kendinize göre yetiştirmeyin, onlar başka zamana göre yaratılmıştır!” buyuruyor… Çocukta “asıl” ve “ek” hikmeti!)  

 Baran Dergisi 291. Sayı