Levha: 3 Kasım 1984... Bir zina suçu işlemişim ve onu hatırlayarak müthiş bir pişmanlık ve tövbe duyguları içindeyim... Artık dünya gözümde değil... Faik Erdiş ile bu duygular içinde camiye gidiyorum... Aklıma, Üstadım’ın, “Allah diyor ki, geçti gazabımı rahmetim!” mısraı geliyor... Acaba şimdi içinde bulunduğum durumu o zamandan kestirdi de onun için mi söyledi bu mısraı diye düşünüyor ve teselli arıyorum... Camiye gidiş yolunda bir ev... Faik Erdiş’le beraber balkona tırmanıyoruz... Tıpkı süslü bahçe duvarlarının tâ balkona kadar yükselmiş şekli... Rahmetli Fatma Hanım teyze, PTT Müdürü Van’lı Faruk Bey ve Hanımı... Faruk amca, eğer biz gelmesek, gitmek üzereymiş... Fatma Hanım teyze ona “biraz sonra gidersin, bekle hele!” diyor ve bizim için bekletiyor!

*

Zina: Nikâhsız cinsî münasebet. (Zine: Düzgün. Libas, elbise.): 59. Mehdî: 59.
Cevn: Beyaz. Kara: 59.

*

Sene 2005-2006; beni, belli kelime ve mevzuları “anahtar” hâline getirme çalışmalarından olarak, FURKAN LÛGATI’na bakmamı adeta zehir ediyorlar. Oysa o eserim, benim her dem başvurduğum, başvurmak zorunda olduğum bir mahiyet arzediyor. Bu “anahtar” kelime ve mevzular, sendeki korku ve şantaja, kontrole girmeye âit neyse, onu hatırlama veya hatırlatma durumunda, bir nevi şartlı reflekse sebeb olan, onlardan veya değil insanlar ve sair seslerle ağ örmeye yarayan; yahud hem bu durumu tesbit veya temin etmeye yarayan cihazın marifetini gösterici malzeme niteliğindedir. Lûgat’a başvurduğum demlerde, hususen cima, zina, ibne, kadın vesaire ile ilgili veya mecaz ve argo yollu bunlarla ilgilendirilebilir hangi kelime gözüne değerse, onlar frekans ve sözlü telkinle hemen onu “istediklerine” yönlendirme işine girebilir. Bir yandan son derece yüksek bir elektrikî tesirle vücud ve kafam azabta iken, diğer yandan FURKAN isimli eserimin takdim yazısı ve bütününün tashihini bu şartlar altında yaptım. O günden beri yazılmış 9 eser boyunca ve genel olarak başvurmalarım, ilk 2 seneden bugüne, sözkonusu durumun azalması şeklinde böyle.
Ebced tevafuklarına nasıl bakılması gerektiğini, hem FURKAN LÛGATI’nda hem de yeri geldikçe diğer eserlerimde anlattım. NYMPHALAR’ın iki ana mevzuu MEHDÎ ve çeşitleri ile birlikte ZİNA. Onlar için, alaydan başlayıp şakaya dönen bu iki kelime, yukarıda gördüğünüz gibi aynı ebced tevafukunda. Birinci kelimenin izzeti adına, ikincinin üzerinde duralım.

*

ZİNA kelimesi, malûm, nikâh olmaksızın gerçekleşen cinsî münasebet mânâsında ve bu mânâda İslâm’da belirlenmişin dışında bir durum ifâdesiyle, HADDİNİ AŞMAK cümlesindendir. Haddini aşmak, yerine göre müsbet ve menfî bir mânâda kullanılırken, ZİNA kelimesi de kök ve iştikaklarında, bahsi geçen “cinsî münasebet” dışında mânâlarıyla görülür; yine müsbet ve menfî mânâlarıyla.

*

Zanî: Zina eden.
Zannî: Zanneden, sanan. Sezen. Şüphe eden.
Fahiş: Mübalâğalı. Haddi tecavüz eden. Ahlâksız.
Fahişe: Fuhuş yapan kadın.
Fart: İfrat, çok aşırı olmak, mübalâğalı. Acele etmek ve ansızın gelmek. Yollara alâmet olarak konulan işaret.
İfrat: Haddinden geçmek. Pek ileri gitme. Takatinden ziyâde iş vermek. (Yevmiye: Sende ifrat hâlde tecrid var. Sana en büyük medhiye de bu, tenkid de. Kıvamı bozmayacaksın!)
Takva: Fetvadan fazlasını yüklenerek yapılan ibadet, iş.
Nafile: Boşu boşuna. Fazladan. Allah ve Resûlü’nün rızasını kazanmak uğruna, fazladan yüklenilen mükellefiyet.

*

Fart: 289.
Allah Ekber: 289.
Niyazkâr: Yalvarıp yakaran. Dua eden. İhtiyacı olan: 289.
Merdume: Gözbebeği: 289.
Racife: Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha: 289. Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191= 1289.

*

Mürid: İrade eden, isteyen. Bir şeyhe bağlanmış olan.
Müridd: Suyu çok olan deniz. (Çok ilim). Cima iştihası çok olan. (Arzu).
İnsan içgüdüsüne dair faaliyetler, şuurun ruh ve nefs yönleri ve içiçeliği ile ele alınırsa, bildiğimiz cinsî münasebetlerin onun sadece bir yönünü gösterdiği, ihsaslar bir şey yollamadan duyunun bir şey alamaması bir yana, ihsasların da bedenden tamamen ruhî tesire açılan mânâsı anlaşılır. Bu çerçevede, “mürid”in mânâsında, “irade”nin bütün yönleri görülüyor. Bizzat “cima” kelimesi ve bu mânâya gelen pek çok kelimenin içinde geçen sair mânâlar bu çerçevededir.

*

Ahir: Zina işleyen. Tembel kimse. (Küsist: Tembel... Küst: Sahil.)
Ahir: Hitam bulan. Sonraki. Son. (Hatm: Hitame erdirmek. Bitirmek... Hatm: Kuş gagası... Hatim: Sağlamlaştıran. Hâkim... Hatım: Yüzük.)

HADDİNİ BİLDİRMEK

Allah Sevgilisi, “din, edebtir!” buyuruyor; edeb de hadlere riayet, kendini belirten kaidelere uymaktır. Bunun statik bir mânâ belirtmediğini, şekil içinde sonsuzluğa açılış olduğunu kavramak için, bir Batılı sanatçının şiir hakkında “eski şekil, yeni terkib” sözünün bundan payı gösterdiğini anlamak lâzım. Hazret-i Ali, o ilim beldesinin kapısı, “edeb aklın suretidir!” diyor; insan aksiyonunu öne alıcı bir bakışla, dahilî şeriatı gösteren aklî-ruhîliğin, hadlere riayetini belirten kaideler ve kurallar... Kural ve kaidelerle ifâdeli edebin, akla nisbet “suret” oluşu bu. O suret gösteriyor, kimin aklı ne kadar.
HADDİ AŞMAK başlığı altında, hadde nisbetle bunun her mevzuu ve ilimde müsbet ve menfi mânâya gelir misâllendirmesini yaptık ve ebced tevafuklarını da verdik. Bu arada, TELEGRAM dolayısıyla “gece kalkıp onun için DUA ediyorum!” buyuran Mahmud Efendi Hazretleri’nin ismi de geçti. Bir NYMPHA klasiği olarak onun hakkında “aykırı” lâflar edilirken, ertesi gün gazetede bir haber: Onun için düzenlenen tören, bir provakasyonmuş... Sonra BARAN dergisi elime geçti. Haberin tekrarının kalemimden çıkmasının bir mânâsı olabilir diye ve tedâi usûlüme muvafık düştüğü için, kısaltarak veriyorum: HİNDİSTAN Haydarabad Al Mahad Ul Aaali Alî İslâmî Üniversitesi ve Marifet Derneği tarafından düzenlenen ve üç gün süren “Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu” sona erdi. 41 ülkeden gelen 300’ü aşkın âlim ve 3 bini aşkın kişinin katıldığı törende, Mahmud Efendi Hazretleri’ne “Üstün Hizmet Ödülü” verildi.
NYMPHALAR, sözkonusu törende ödülün Mahmud Efendi Hazretleri adına Cübbeli Ahmed ismiyle tanınan Hoca’ya verilecekken, Efendi Hazretleri’nin törene “beklenmedik” şekilde katıldığını ve ödülü alarak törenden erken ayrıldığını söylüyorlar; yâni oyun bozulmuş oluyor.
NYMPHALAR bu çerçevedeki lâfları, beni yönlendirmek ve “sersem sepet” göstermek için mi ediyor? Onu bilmem. İşin aslını, tahkik imkânı olanlar bilebilir.
Mahmud Efendi Hazretleri’nin verdiği cevab, vaziyete hâkim olarak her tarafa haddini bildirici ve törene katılanlar arasında bulunan bir takım çapaklı görülebilecek kişileri de hadde davet niteliğinde:
— “Benim bu işlerden haberim var. Kimse yapmıyor bu işi. Âlimlerin toplanmasını ben istedim. Benim emrimle geldi biiznillah. Her şeyden haberim var. Beni kimse kandıramaz. Yeni Şafak gazetesinin yaptığı iftiradır. FİTNELERE sakın ha!”

*

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+2171= 2269.
Muhammed Bâbâ Semmasî: (Hacegân silsilesinin 14. büyüğü): 269. Hayran: Takdirkârlığından dolayı çok şaşırmış. Çok takdir etmiş: 269. Haris: Muhafız. Bekçi. Gözcü. Himaye eden: 269.
Müdrike: İdrak kuvveti. Akıl. Anlama kabiliyeti: 269.
İstizac: Işıklanma, aydınlanma, nurlanma: 1268= 269.
Mechuriye: Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş: 269. Cesur: 269.

AKREB

Kâzım Albayrak, “Gap Turu Vesilesi İle” yazdığı yazının bir yerinde şunu aktarmış:
— “MAVİ rengi KIRMIZI olarak görerek ATEŞ diye algılayan akreplerden kaçınmak için, evlerin damlarındaki demir ranzaları maviye boyadıklarını anlatıyor rehberimiz. Yanımdaki güneydoğulu gönüldaş ise (Avukat Ahmed Cengiz), ranzaları devamlı maviye boyadıklarını ama sebebini şimdi öğrendiğini itiraf ediyor.”
Türkistan coğrafyasını temsilen Türkiye’yi ve Türkiye’de İBDA’yı gözleyen “Taza Din Hareketi” lideri aynı zamanda Avukat ve Emekli Albay Cumay Suyunaliyev, 13 Ekim 2010 tarihinde kaçırılmıştı. KIRGIZ Lider hakkında, İBDA bayrakları serili bir kürsüden “Gazi Vakfı Başkan Yardımcısı ve Afgan Gazileri ve Gençler Partisi Genel Başkanı” Sabur Bey’in önderliğinde, bir basın açıklaması yapılmış:
— “ Meydan okuyoruz! SNB (Kırgız İstihbaratı) tarafından yasadışı bir şekilde gözaltına alındığına inandığımız Taza Din Lideri Cumay Suyunaliyev’in kılına bir zarar geldiği ânda bütün güçlerimizle bu organizasyona karşı savaşacağız!”
Belâ ve meşakkati def’ bakımından, o dile bağlı bir eylemle kaçırılan Cumay Suyunaliyev’in kurtuluşu için duamız bâki, seçilen bayrağın temsil ettiği dil ve aksiyon mânâsı doğrudur; bizzat Cumay Suyunaliyev ve Sabur Bey’in temsil ettiği duruş da, o mânâyı tahkim etmektedir; mavi zemin üzerine üç hilâl ve bir yıldız... Onun, düşmanı Hakka davet kapısı açık olmak üzere, def’ eden ATEŞ olarak görünmesi, AL-TAY’ın mânâsında mevcut: Alev renkli tay... Bir Rus mitini hatırlamanın yeri:
— “Sırf alevden oluşan bir at, kötülüğün kaynağını kaldırır, suçlulara cezasını verir ve doğruya giden yolu aydınlatır!”
Dünya, bir mümin için çilesi çekilecek bir ibadet-varoluş mekânı... Üstadım’ın SAKARYA isimli şiirinden ve BÜYÜK DOĞU MARŞI’ndan:
— “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader...”
— “Şahid ol, ey kılıç, kalem ve orak! — Doğsun Büyük Doğu benden doğarak!”

*

AKREB’in müsbet, menfi ve hayra vesile mânâları bir arada, birkaç ebced tevafuku:
Şibdi’: Akreb. Dil, lisân. Belâ. Şiddet: 376.
Künnaşe: Kök: 376.
Karia: Kıyamet. Ansızın gelen belâ. Belâ ve musibetten korunmak için okunan dua ve âyetler. Peygamberimiz’in düşmana saldığı asker grubu. Pek şiddetli rüzgâr: 376.
Kuraa: Kalem yongası: 376.
Mişvel: Orak: 376.
Şibdi’: 376= 1375.
Mehdi Mirzabeyoğlu: 1374= 375.

*

Şah-ı Nakşibend Hazretleri anlatıyor: Evlenmek istediğim zaman, büyük babam beni Muhammed Bâbâ Semmasî’nin yüce huzuruna gönderdi. Gideceğim saabahın gecesi, içimde gözyaşı ve dua isteği kabardı. Hace Muhammed Bâbâ’nın mescidine gidip iki rekât namaz kıldım ve Allah’a yalvardım:
— “İlâhî, bana belâlarına tahammül için kuvvet ve aşkın yüzünden doğacak mihnetlere karşı tâkat ver!”
Sabahleyin Hâce’nin huzuruna girince buyurdular:
— “Bir daha dua ederken şöyle dua et: İlâhî, rızan hangi noktada ise, bu kulunu orada bulundur!.. EĞER, ALLAH, DOSTUNA BELÂ GÖNDERİRSE, YİNE İNAYETİYLE O BELÂYA SABIR VE TAHAMMÜLÜ DE İHSAN EDER. Fakat Allah’tan ne geleceğini bilmeden, belâ ister gibi dua, küstahlıktır!”
Muhammed Bâbâ’nın, bir gece evvelki hâlimi keşfetmekteki kerametini anladım ve kendisine sımsıkı yapıştım.

MÜBDİ’

Üstadım’ın “Kafa Kağıdı” isimli, Tilki Günlüğü’nde “bencilenmiş” hâliyle “Ufuk” diye ona işaret eden ruhî romanın sonu: Beylerbeyi... Toprağına küskün ve büyük şehir lüpçülüklerine düşkün “Çarıklı erkânıharbler”in gecekondu çadırlarıyla kuşattığı İstanbul......aynı MOĞOL istil... Tutulmuş giriftar asil bir köşe...

*

Aynı Moğol İstil: (Noktasız): 308.
Arvasî: 308.
Gölgeler: (Bu isimdeki romanımın, arka kapaktaki takdimi: Bir merkez ve ondan yayılan halkalar hâlinde bir pano... Bu ışıklı panonun merkezi, yazarın kendisidir... Ve sırası gelince yanan her bir halka, gölgesi Adem'in katılıcı veya müşahit sıfatıyla göründüğü hadiseler zincirinden birinin tezahürüdür... Bunaltıcı bir tecrid, keskin bir teşhis ve yakıcı bir hayâl penceresinden, sanat gözüyle çağımız insanının hayat hikâyesi... Böyle bir derinlik ve genişlik, “dünya çapı”nı kucaklamak demek değil mi?): 308.

*

Feletat: Lisanın döküntüleri, iradesiz olarak ağızdan çıkan kelime, söz. Ansızlık. Her ayın son geceleri: 911.
Eşyah: Şeyhler. Pir-i fâniler: 912= 1911.
Tebşir: Müjdelemek. Müjdelenmek: 912= 1911.
Tahaddüs: Yok iken peyda olan. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak. Haber vermek. Sezgi: 912= 1911.
Mübdi’: Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere birisine sermaye vermek: 912= 1911.
Zirve: Bir şeyin, hususen dağın en yüksek yeri: 911. Zeir: Öncü, çeri kimse: 911.
Fazıl: Fazilet sahibi. Üstün kimse. (Fazl-fazla): 911.

*

Levha: 23 Kasım 1985... Birtakım genç adamlar, bir çiftliği yağma ediyorlar... Yenilene öyle yapıyorlarmış... Bir kısrak, bir koç... Topluluk... Ben, yüksek tepe bir yerden mani olmaya çalışıyorum... Bu sırada biri, benim bulunduğum yere tırmanıyor... Onu itiyorum... Yüksekten düşünce bir yerine bir şey olur diye de, bir sırıkla yavaşça inmesine yardım ediyorum. Ardından bir künk tünelden geçerek, mücadeleye devam ediyorum... Birden yerde, karşımda bir Moğol tipi... CENGİZ HAN diye düşünüyorum... Genç... Ve yüzünden, maske olarak kullandığı naylon kadın çorabını çıkarıyor... Ona, “sen Cengiz Han isen, ben de Mirzabeyoğlu’yum!” diyorum... Güçsüzlüğü kabullenemiyorum... Bu sırada babam... Müthiş heyecanlanıyor ve benimle iftihar ediyor!..

*

Moğol: (Turan: Eski İranlılar tarafından Türkistan ve Tataristan taraflarına verilen isimdir. Turan, eskiden beri Türklerin oturduğu yerlere denilirdi. “Türk” ile “Tur” kelimeleri
arasındaki benzerlik de bu iki ismin bir asıldan ibaret olduğunu gösteriyor... Moğollar, Turanî milletlerin en büyüklerinden bir kabile olup, Türkler ve Mançurlarla cins yakınlığı vardır. Asya’nın ortalarında, bugün Çin devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkmenistan’ın da bazı taraflarında bulunurlar.): 1076.
Lehüma: O ikisi için, o ikisi hakkında: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1075= 76.
Bid’: Yeni. İlim, şecaat ve şerafette yegâne, kâmil: 76.
Saye: Gölge. Himaye, yardım: 76.
Lüham: Çok miktar asker. Herşeyi yutan: 76.
Dua: Allah’a karşı niyâz, yalvarış. Namaz. Salavat getirmek. Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek. Birisini çağırmak. Söz, kelâm. Okumak: 76.
Paçeng: Küçük pencere. Baca, menfez, delik. (Üstadım’ın, “Zındandan Mehmed’e Mektub” isimli şiirinden: Garip pencerecik, küçük, daracık — Dünya’ya kapalı, Allah’a açık.): 76. Ahenk: Seslerin arasındaki uygunluk. Ritm. Düzgün tarz ve gidiş: 76.

*

Cengiz Han: 741= 1740.
Mütefekkir: 740.
Sümur: Gümüş. Saliha: 740.
Tenasur: Haberler birbirini tasdik etme. Yardımlaşma: 741= 1740.

SİRAYET EDEN FİKİR

Levha: (...) Haziran 1983... Bütününe yakın bir kısmı dolu olan stadyum... Tribünlerin üzerinde siyah renkle örtülmüş ve yüksekçe bir KÜRSÜ... Kürsüde sakalsız hâliyle Üstadım... Aşağıda, grublar ve sıralar arasında dolanan, tertib komitesinden Tercüman Gazetesi yazarı Ahmed Kabaklı... Elinde kâğıtlar var... Büyük Millet Meclisi temsilci grubları tamam mı? Beliren sayfada grup ve fertlere dair isimler... Orada bulunanlar gösteriliyor ve “şunlar yok!” deniliyor...
Cengiz Han: Büyük Moğol Hükümdarı: 741. Feraset: Anlayışlılık, çabuk seziş: 741. Feraset: Binicilik, süvarilik, yiğitlik: 741.
Bunun üzerine Üstadım, beni kastederek orada bir konuşma yapıyor: “Ressamımızın çizgileri henüz yeterli olmasa da, neleri nelere çevirdiğimizi...” ... O bunları söylerken, pankart üzerinde buna dair yazıyı görüyorum... Arka taraftaki pankartlarda da, gelmeyenleri sembolize eden kurukafalar... Pankartların önünde, omurgaları tamamlanmış bir sandal... Tribünlerdeki kalabalığın arka saflarından gayet cılız sesler geliyor: “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”... Genel bir ölülük... Topluluk keyfiyeti yerine, sanki tek tek cansız cesetler... Üstadım, kürsüden teşvik etmek için heyecanlı bir tavır ve ses tonuyla “inanmıyorum bana öğretilen tarihe!” diyor. O ânda birden heyecanla öne atılıyorum ve sağ yumruğum havada haykırıyorum: “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”... Kalabalığı kışkırtıcı birkaç tekrar... Tesiri görülüyor... Kısım kısım, canlı ve gür ses veren grublar: “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”... Bunlar, ölü kitleden ayrılan grublar... Üstadım, kürsüden hafif sarkarak yukarıdan bana bakıyor... Ben, yumruğum sıkılı bağırırken, heyecandan ağlamak üzereyim... Kendimi kaybetmiş bir hâlde öne atılıyorum; ve yumuşak bir siyah yatağa yüzüstü düşüyorum... Sonra... Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin “Fütühat-ı Mekkiye” isimli eserini mütalâa ediyorum!

*

Naus: Yüksek yer: 186.
Sufî: Tasavvuf ehli: 186.
Kavf: Bir kimsenin ardına düşüp tâbi olmak: 186.

*

Kürsî: Kürsü. Topluluğa hitab etmek için çıkılan ve önünde masa bulunan yüksek yer. Koltuk. Saltanat, kudret ve mülk. Başşehir. Mânevî makam. Arşın altında bir semâ tabakası: 290. Fâtır: Benzeri olmayan şeyi yaratan. (Allah): 290.
Ruhsat: İzin: 291= 1290.
Meryem: (Süryanice’de, “hâdim-hizmet eden” mânâsına gelir.): 290. İsâ - Mehdî Muhammed: 291= 1290.

*

Liste: Alt alta yazılmak suretiyle meydana getirilen cetvel: 501. Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1500= 501.
Üstümm: Deniz suyunun toplandığı yer. (İlmin toplandığı yer.): 501.

*

Rasim: Resim yapan. Akar su. (Cu: Akarsu: 9... İBDA’: 9.): 301. Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296= 301.
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı): 302= 1301.
Derviş Muhammed. (Noktasız harfler): 302= 1301. Mirzabeyoğlu: 302= 1301.

*

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 2487.
Seyyid Fehim Arvasî: (Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin şeyhi): 487.
Celcelutiye: Hazret-i Ali tarafından cifr ve ebced hesabiyle tertib edilen Süryanice bir kaside. Esas mânâsı BEDÎ demektir: 487.
Ta’biye: Askerlerin muharebede yerleştirilmesi düzeni: 487.

*

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 2487= 1488.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1487= 488.
Mümtaz: Diğerlerinden ayrı tutulmuş, üstün, seçilmiş. Ayrı tutulan: 488. Hatf: Ölüm. Ölmek: 488.

*

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 2487= 489.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1489.
Kist?: Kimdir?: 490= 1489.
Tecvi’: Acıktırma. (Üstadım’dan bir mısra: Soframıza açlığı besleyenler buyursun.): 489.

*

İnkibab: YÜZÜSTÜ DÜŞME: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1075= 76.
Kun. (Kürtçe): DELİK: 76.
Kûn: Mak’ad. Son. Arka. (İstikbâl. Dil... Kün, OL mânâsında emirdir ve ebcedi Büyük Doğu- İBDA’ya tevafuk eder.): 76.
Nuk: KUŞ GAGASI. (Hatm: Kuş gagası... Hatm: Son... Hatım: Yüzük.): 76.
M(u)hyiddin-i Arabî: 451. Salih Mirzabeyoğlu: 451.

*

Muhyiddin-i Arabî: 445.
Himmet: Mânevî yoldan yardım. Lütûf. Tabiî şevk ve meyil: 445.
Dalliyet: İsbata vasıta olmak. Delil oluş: 445.
Mehat: MAVİYE. Billur taşı. (MAVİ IŞIK bahsini hatırlayınız!): 446= 1445.

*

Ebu Bekir Muhammed bin Ali: (Muhyiddin-i Arabî): 485. Kaptan Mirzabeyoğlu: 485.
Hetf: Bir şeyi gizlice hatırlamak. Seslenmek. Fısıldamak: 485. Tuf: Yankı. Akseden ses. Aks-i seda: 486= 1485.
Müt’eme: İkiz doğma: 486= 1485.

*

Sesimize katılan grublar arasında, merkezinde KIRGIZLAR’ın bulunduğu, bilerek veya bilmeyerek, şuurlu veya şuuraltında gizli olarak, bütün bir TÜRKİSTAN halkıdır. Oraların kaynamasında bahaneler ne olursa olsun, asıl sebeb budur.

*

Ruhî: 224.
Musafaha: Muhabbetini, sevgisini, arkadaşlığını izhâr etmek. El sıkışmak. Musafaha etmek: 224. İkbar: Ulu görmek, büyük görme veya görülme: 224.
Kürd: 224.


Baran Dergisi 199. Sayı