LEVHA: 24 Şubat 1989… Ablam’la beraber Ali Murad’ı berbere götürüyoruz… Aradan şu kadar zaman geçtiği için beni görünce “aa! Ne o öyle, saçlarında beyazlar falan!” diyor… Neden olacak ki? Sıkıntıdan… Ben de bahaneyle traş olayım diye koltuğa oturuyorum… 15-16 yaşlarındaki berber çocuk, siyaha beyazı karışık saçlarımdan makasla bir tutam kesiyor… Yüzümü yıkarken âniden gözlerimi kapatıp soru soruyor… Rahatsız oluyorum ve onu arkamdan savuruyorum!

*

MUHLİS-Saç ve sakalına kır düşmüş kimse. (İşabe-Saç ve sakalına kır düşmüş kimse: 309: Haş-Kalb. Merkez. Vasıta… Ruznâme-Vakit cetveli, takvim: 309= 1308: Arvasî): 730: EZEL… TARİH-İ Ebu’l Feth-(Büyük Fethin Tarihi: Fatih döneminin, Tursun Bey tarafından anlatımı… Rüyâda gelen mânâ: Üstadım, başını eğerek bana, akı karasına karışmış saçlarını gösteriyor!): 731: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… HALLAK-Her şeyi yaratan Allah: 731: HALAK-Nasib, hisse. (Halık: Berber. Ağaca dolanmış olan üzüm çubuğu. Rez. Gözkapağı. Büyük dağ. İlm-i Ledün… Kesmek; bir şeyi neticelendirmek, sonlandırmak, yeni bir şey içindir… Hudur: Perdeler… Hudara: Karanlık gece. Siyah bulut. Allah için. Allah aşkına… Hudare: Kökü derin ot. Ledün.)… HÂDİS-Yeni. Beklenmedik hadise. Sonradan olan şey. Değişen. (Ma-bad: Sonradan. Gelecekteki… Kaptan Kusto Müslüman): 513: BASTAN-Tarih… ŞURTA-Yelkenliye uygun rüzgâr: 513: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu… TARİH-İ Ebu’l Feth’den bir beyit: “Geldüğümce ben, rakibi kapudan sürer HABİB, / Bu muhakkaktur ki HAK geldükte bâtıl tard olur!”

*

CEVN-Beyaz. Kara: 59: DÜMYE-Ağaçtan yapılmış nakışlı suret, sanem, heykel. Oyun. Yapmak. (Muska-Fatih döneminde kullanılan dile göre, kalıb ve heykel mânâsına gelir. Saçların “sır, şiir, şiar, ölüm, iz”, tılsım’ın da “gizli sır, fevkalâde kuvvet ve tesir meydana getiren şey, MANİ’ olan, büyü, teshir eden” mânâlarını birlikte düşünürseniz, heykel’in, müşahhas mânâsı yanında, mücerret suret yönünü anlarsınız… “Kâfir putlarda ne aradığını bilseydi”; onun, kendi kendinden ibaret kalışıyla düşmüş olduğu kaçınılmaz yanlışlık yerine, bulunması gereken bir aslî hakikate bağlanması gereken bir işaret oluşu… “Lâ ilâhe…” sırrında bulunan, MUTLAK FİKİR önünde kıymetinin biçilmesi gereken… Hadîs: “Şiir vardır ki sihirdir, şiir vardır ki zehirdir, şiir vardır ki hikmettir, şiir vardır ki şifâdır!”: 247: Mücerred-Yalnız, tek. Hâlis, saf, karışık olmayan. El değmemiş. Yeni. Kur’ân harfleriyle yazılı nesir veya manzume. Müşahhas olmayan… Ermida-Kül. Gül. Kül rengi. Gözü ağrıyan adam: 247: Gözkapağı. Berzah… LAYABGİYAN sırrına kadar giden bir mânâ… Yevmiye: Şimdiye kadar hiç kimseye söylemedim! Bugüne kadar benim yokluğundan en çok şikâyet ettiğim şey, mücerret fikir istidadı çok fazla. Kıvamı bozmayacaksın, bir cambazın zıplayıp yere inince tekrar zıplaması gibi. Sana en büyük mehdiye de bu, tenkid de!)… MÜHDÎ-Hediye veren. Hidayete vesile olan. Hediye gönderen. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 59: HEYTALE-Helva kazanı. (Heytal: Tilki. Gönül. Kabul eden.)… PANO-Üzerine bildiri, ilân, tablo, suret vesaire asılan Levha: 59: MEHDÎ-Bir şeyin ortaya çıktığı, büyüdüğü, geliştiği yer. (Mehdî bahsinin özü ve aslını gösteren mâna, Bek’-İstikbâl etmek, geleni karşılamak: 92: Muhammed)… HAVME-Tasarruf dairesi: 59: NABİGA-Şanı, şöhreti büyük adam, ulu, şerif kimse. Sonradan şair olan. Üstün zekâlı, hârika ve çok fasih kimse. (Rüyâ bahsine girmiyorum; Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne Üstadım’ın ithafı hâlinde yazdığım KÖKLER isimli eserimde yeterince var ve yeri geldikçe diğer eserlerimde… Yevmiye: “İnceler incesi bir yol üzerindesin!”… Bu hususta uyarıldım… Ve benim için bir İMÂN mevzuu: “Boş rüyâ yoktur!”… Bu cümleden olarak, hayatı rüyânın ve rüyâyı hayatın tâbiri şeklinde görmenin malûm eseri: 6 ciltlik TİLKİ GÜNLÜĞÜ isimli eserim… TELEGRAM da bu cümleden… Merkezde, aranan TAKDİM yazım; “ben kimim?”… Mevhub-İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak verilmiş: 59: Cuyem-Cüsten, yâni “aramak” mastarından, “arıyorum, ararım”… Üstadım tarafından sıksık tekrarlanan ama bana “şu” denmediği için “unutulan veya savsaklanan” gibi gelen…  Netice’de, TİLKİ Günlüğü ile onu ve onunla TİLKİ Günlüğü’nün tâbirde görünen hikmetlerini buldukça bulduğum ve bulmakta olduğum bir varoluş hakikâti yolu, usulü… “Meşhur Kaptan Kusto”yu nasıl tanıdığını anlatmaktan başlayan Üstadım’ın TAKDİM yazısı… Muska: 207: Kamus-Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı… Ne olmuş oluyor? Buldukça aramak ve aradıkça bulmak, buldukça gitmek ve gittikçe bulmak… “Ben söylediğimin ne olduğunu bilmeden, düşündüğümün ne olduğunu bilemem ki!” sözündeki kasdı yerli yerine oturtan ilhâm sırasındaki rüyânın “ifade” oluşu yanında, onun kabı TAKDİM’imin ifâdesi; ve onun buna, bunun ona mutabıklığı içinde ortaya çıkan “düşündüğümün ne olduğu” faaliyeti. Sonradan şair olmaktan kasıd bu… Bahsi geçen söz “ilhâm eseri” için söylenmişken, “sonradan şair olma” burada Allah’ın VAHHAB ismiyle vergisinin “şiir idrakı” ile bulunması-öğrenilmesi kasdı içinde, “ilhâm”ın MUTLAK FİKİR altında değerlendirilmesi verimine girer… Nitekim: Sonradan şâir olan, üstün zekâlı, harika ve çok fasih kimse, yâni “sonradan şair olan üstün zekâlı olandır” demek değil!)

*

TILSIM-Dil kurma… İslâm’a muhatab anlayış’ın HİKEMİYAT dili!

*

BERBER: 404: BERABER… HİZAB-Kına. Boya, renk. Razı olmak. (Sıfat): 1403= 404: TAB-Parıltı. Parlayıcı. Güç. Kuvvet. Takat… BAGT-Ansızlık: 404: EBRAR-Hürler. Veliler. Özü sözü bir olanlar… İRTİZA’-Razı olma, rıza gösterme: 404: KABKAB-Batn. Gıdanın sindirildiği yer. Mide. Besinin verildiği… İBRAR-Yapılan yeminin doğru olduğunun tasdiki. Vaadin yerine getirilmesi. (Takdim yazımın, nefsimdeyken şuuruma indirilmesi): 404: CERRAR-Desti satıcısı. Ağır ağır giden. Yavaş yavaş giden asker alayı; mânâ ordusunun güzel sözleri. Berfend… DÜRER-Büyük inciler: 404: MEŞHUN-Dopdolu. Doldurulmuş… Aynı ebcedle BETA’: İkamet. Yeri belli. (Bet’: Boynu uzun olmak. Aşikâre ve zâhir olmak.)

*

SÜLEYMAN Çelebi’den: HADÎ vü MEHDÎ vü Muhtâr ü Halîl / Oldur ol kim sevdi yarattı CELİL… “Allah’tan gayrına ihtiyaçsız ve Seçkin, Hadî ve Mehdî — Allah Resûlüdür ki sevdi yarattı CELİL Allah”… CELİL-Celâlet ve celâdet sahibi. Azim ve mertebesi yüksek. (Allâh’ın “O’ndan üstün yok” mânâsında 99 güzel isminden biridir!): 74: SEYYİD-Allah Sevgilisi’nin bir ismi… VEJİN. (Kürtçe)-İhya. Diriliş: 74= 1073: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

 

YOL O’NUN
KUL O’NUN

 

MATLA’ Beyit: Yolunda can veren kimi derunumda alâmet bar / Şehîd tıyg-ı ışk olmağa gönlümde şehâdet bar. —(Fuzulî)… “Yolunda can veren ki, derunumda alâmet saçar —Aşk kılıcının şehidi olmaya gönlümde şahidilik saçar!”

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 1558: TASHİN-Sahneye koyma… SEYYİD MUSTAFA NUR: 559: KAPTAN Kusto Müslüman… Nİ’MET-İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. Rızık. Giyecek şeyler: 559: SIBGATULLAH-Allah’ın boyasıyla boyanma… “Allah yolunda can veren, hayat veren ki, derunumda alâmet saçar!”; yâni Allah Sevgilisi!

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 4319= 323: KARİHA-Fikir kabiliyeti. Zihin kuvveti. Akıldan hasıl olan fikirler. Her şeyin evveli. Kuyudan çıkarılan ilk su… MUZAFAT-Bir şeyin ekleri, ilâveleri. (Allah Sevgilisi ve Sahabîleri devrinden sonra gelen devir): 323: KAİM-MAKAM.

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 5877= 1881: TESBİHAT… IZTILAM-Koparmak. Kat’etmek, kesmek. Halletmek: 882: İFRAH-Belirsiz bir şeyi belirtme. Şübhe ve tereddüt giderme. Kuş yavrulama. Tohum yeşerme… BADİ’-Deniz içinde olan ada. İnsandaki “ben, hindu”. Deri. Kuşatan. Dost: 882: MÜTAEMET-İkiz doğurma. (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ile “Büyük Doğu-İBDA” hatırda!)…

*

KAL-Söz: 131: HİLKAT-Doğuştan gelen vasıf… KALE-O söyledi. O dedi: 131: AYN-Göz. İdrak… KUL-“De, söyle, bildir!” meâlinde emir: 136: MÜ’MİN-İmân eden, inânan. (Allah’ın “Mü’min kuluna yardımcı” mânâsında 99 güzel isminden biri.)… KAVL-Anlaşma. Konuşulan söz. İtikad, delâlet. Tarif. İlham: 136: MUS-Bıçak. Kesen… KALE-Kumaş. Etof, bünye, tabiat: 56: MÜBDİ’-Gizli sırları açıklayan. Her şeyi hiçten halkeden. Başlayan. (Allah’ın 99 güzel isminden biridir)… KEFEL-Dib, ard. Netice: 131: KUL-Allah’ın muradı, yarattığı… İMÂN Allah’a; RESÛLÜ’ne imân etmeyi ilhâm eden de O… “Kendini bilen, RABBİNİ DE BİLİR!”; bilinen herşey, Resûlü’nde olanın nefsindedir… KAL-Söz: 131: İHSAS-Hissetmek. Hissettirmek. Bulmak. Yab. Zannetmek. İdrak etmek… KELİME, tıpkı “kendini bilen…” de olduğu, nefste gizli olan-mevcut mânânın, o kelime klişesinde koparılması, kopması, kesilmesidir; kelm’in “yaralı” demek oluşunu hatırlayınız… CEZM-Her nesnenin aslı. Suret belirtme. Ağacın kökü. Varlık ağacının kökü. Kesmek, kat’etmek. (Herşeyden önce kelâm vardı!): 743: MUKTEDİR-Yapmaya gücü yeten. (Allah’ın “Dilediğini yapmaya gücü yeten” mânâsında 99 güzel isminden biri El-Muktedir’dir)… İSTİĞFAR-İbadet. Dua. Yalvarmak. Nefsi tezkiye etmek, temizlemek. Tövbe: 743: MÜTEKARİB-Birbirine yaklaşan… CEZM-Kat’i karar. Vazıh suret. Yemin. Kararlaştırmak. Kesmek. Halletmek. Niyet. Tahmin. Takdir. Lüzumlu. İcabe. Şart. Anlama. İdrak. (Allah’ın mahluku üzerine yemininde, mahlûku kendi nefsine yaklaştırdığına dikkat: KALEM ve NUN üzerine yemini gibi… Cezm işareti, Arabça’da kelime sonundaki harfi sakin okutur. Kur’ân’da, nokta konulamayacak yerlerde “tutar” işareti. Hatt sanatında, harflerin, büyüklük, meyil, derinlik ve birbirine yakınlık veya uzaklık ölçüsü olan noktanın dörtte biri - yarım noktanın fazla veya eksik geldiği yerlerde kullanılır… HATT sanatının bir ilim ve “harfler ilmi”ni bilmeye ilgisini seziyoruz; Hatt sanatına ve sanatkârına gösterilen hürmetin sebebini de!)

*

ÂYET Meâli: “Allah birşeyin olmasını irade edince, OL der ve o şey OLUR!”… Herşeyden önce kelâm vardı; herşey kelâmdan ve kendi hâlinde kelâm… Herşeyden önce yaratılan, MUHAMMEDÎ Nur… O nurdan ilk yaratılan KALEM ve Allah’ın emirlerini, “olan ve olacak olanları”nın yazıldığı LEVH-İ Mahfuz… Bundan sonra, varlık adına ne varsa, topyekün varlığın meydana geleceği Allah’ın KÜN-OL emrinin tecellisi mihrakı ve Allah’ın istivagâhı ARŞ; Arş üstü emirler âlemi ve Arş altı varlık âlemi (Kaînat ve bütün varlıkların) mecmuu âlem… Bâtın ehli, Halk âlemini, Emr âlemi’ne girmeyen işlerden olarak ve O’ndan yaratılmış görür; EMR âlemi, onun için varlığı zaruri olandır… EMR Âlemi “Allah’ın emirlerinin tecelli yeri” olmakla, ALLAH Sevgilisi’ne mahsus KALEM ve LEVH-İ Mahfuz yanında, (ki birbirinin isbatıdır ve Kur’ân O’nun nefsidir derken, onlarla beraber herşeyin O’nun nefsinin Allah bilgisinde olanın Allah tarafından koparılma olması bakımından bir yönüyle Allah kelâmı, öbür yönüyle Arabça kul kelâmıdır; Arabça üzerine nazil olmuş Allah kelâmı, kendi ve kendinde gizli olan RABB bilgisi) ARŞ da O’nun nefsi, Emr âlemi’ne giren “Arşı taşıyan melekler, Kürsî, öbür melekler, gökler ve yerlerin hakikati, Cennet’le Cehennem, Mü’min gözlerin nuru, İlâhî marifet yuvası merkez kalb nuru ve gönüllerin Tevhid nuru” da; bütün âlemler… HALK Âlemi’nin EMR âlemi’ne nisbetle mukadder oluşu bakımından, onun Allah’ın KÜN emrine girmese de O’nun nefesindendir; nasıl ki MUTLAK izâfiye HÜKÜMDAR olmayınca MUTLAK değildir, KULU’nun nefsinden olanın üzerinde HAK üzere kaim olan O’dur… KALEM ve LEVH-İ Mahfuz’un başta Allah Sevgilisi, Peygamberlere mahsus hususiyeti açık oldu; EMR âlemi’ndeki makamlarda hususileşenlerin herbirinde her mânâdan pay ve KALEM ile LEVH-İ Mahfuz, velâyette üstünlerin hisse için sarktıkları, artık - fazl kaptıkları!

*

MATLA’ Beyit: Mihr-i felektir selef-i mehtab / Subh-u sefâdır hâlef-i mehtab —(Şeyh Galib)… “Felek mihridir mehtab’ın selefi —Mehtab’ın halefidir sabahın sefası”… Mehr: Güneş. Aşk. Muhabbet. Damga. Hatm. Failin infial makamına verdiği bedel: 245: Murad-Gaye. Maksad. Emel. Arzu. Ümid ederek beklenen… Felek-Gök. Gök katı. Devir. Baht. Büyük ve dairevî her şey. Dünya, âlem. Yuvarlak kütük. Rekâketsiz güzel ifâde: 130: Ayn-İdrak. Dil. Göz.

*

[Hadîs] meâli: “Ay ve güneş, Allah’ın iki delilidir”… Tasavvufta, Güneş ve Ay, Allah ve Resûlü olarak temsil alınır… Güneş, müennes, bir kelimedir. (Kabul edici); Ay da, Güneşi kendinde müennes olarak idrak eder… Fuzulî’nin matla’ beytinde Güneş’in, “aşk, muhabbet ve murad” sahibi, Ay’ın bu vasıflarla ondan hisse aldığı görülüyor. Aynı şekilde LİSAN’ın iki yüzü ve HAKK’ın HAK üzerinde kaimliği… Üstadım: “Varlık insanla çerçevelendi ve insan kelâmla mühürlendi!”

 

RAKİB
FERHAT - GUSTO

 

MATLA’ Beyit: Kûhken’den görünür kûhta henüz / Ol ne benzer mene ânın eseri var henüz —(Fuzulî)… “Dağı kazan Ferhat’ın görünür dağda henüz — O ne benzer bana, onun eseri var henüz!”

*

TECRİD-Bir şâirin kendini ayrı bir şahıs farzedip onunla konuşması: 617: HÎZ-Hislenerek coşma. Dalga. Yükselme… HAKİKAT: 618= 1617: SUKAYLA-Küçük delik. (Cezm-Minik yuvarlak. Kesme, koparma. Kaml. Bit. Kat’i karar. Takdir: 50: Küll-Hep. Bütün. Cüzlerden meydana gelen… “He” harfi: Levh-i Mahfuz’a işaret eder. Kelimenin ortasında geçerse, iki göz gibidir!)… KUHKEN-Dağ delen. (Divan edebiyatında “Ferhat ile Şirin” efsanesinde erkek kahramanın ismidir… Men-Ben. Engel olan, mani’ olan. “Kim? Kim ki?”: 90: Giyen-Kürtçe ruh ki, nefste kabul edici görünen… Ferhat: Rahatlık. Sürur. Durgun. Tenbel: 688: Merhamet-Allah’ın rahmet sıfatından… Nurefşan-Nur saçan, aydınlatan: 688: Muhterem-Kıymetli ve şerefli kimse): 101: GUSTO.

*

ALLAH, insanın bâtınını, bildikçe kul olmak üzere kendi bilinmez sıfatı olan, “kendi sureti üzere yarattı!”; nihayetsizlik… Muhammedî Nur’dan yaratılan ve birbirinin isbatı olan KALEM ve LEVH-İ Mahfuz, “Kalem” Allah’ın emri ile yazan “meçhul”, “Levh-i Mahfuz” ise Allah Resûlü’nün “meçhul” hüviyeti oldu - ki, “Kalem”in sahibinin emri ile yazan olması yönünden EMR sahibinin de göründüğü; KUR’AN, “Kul kelâmı üzere nazil olmuş Allah Kelâmıdır” diyoruz ya… CAZZ-KAT: Yazı yazmak. Nefs… Yazmak, kazmak… Yazıyla varlığı görünen Levha… DAĞ: 1004= 5: HE harfinin ebcedi - Levh-i Mahfuz’a işaret eder… Bu durumda FERHAT’ın kazdığı dağdan görünür olandan bahis, Levh-i Mahfuzda yazılanın “Kuh-Dağ” diye anılan Kâmil’e âit kaderidir; “henüz”, şimdi, hâlâ’dır… Bu durumda “Kuh-Dağ”, FERHAT’ın temsilcisi, temsil eden olarak FERHAT’tır… Levh-i Mahfuz’da olandan onun nasibinde görünen… “O bana ne benzer” derken, “eseri hâlâ mevcut” olarak bir yüceltme var… ESER - Mahv ü Vücud - ESER diye alındığında, “eseri var henüz - yâni mahv ü vücuda ermemiş” demek MATLA’ Beyt’in düz okunuşunda görünürken, MAHV Ü VÜCUD ile “gerçek varlığa ermiş - İSBAT-I VÜCUD etmiş” mânâsı gizlenmiş olarak ortaya çıkıyor; bu da, FERHAT’ı kendi gibi anlayabilene… Şiirde teşhis tecrid içindir; imkânlar âlemine açılır… Üstadım’la erdiğim!

*

Allah’ın kuluna muhabbeti ve yardımı olmasaydı, kulun O’na muhabbeti ve emeği olmazdı; herkes kendi içinde kendi dağını kazar - insan ruhunun yöneldiği her şeyin müntehasında O’nun olduğunu bilerek veya bilmeyerek… Bir ismi de ER-Rakib, “üstün çıkıcı” olan Allah: 312: NEBRAS-Süryanice “Nur Merkezi”, kandil demek. Nur, Allah Sevgilisi’nin de bir ismidir… RAKİB-“Nakil” vasıtasına binen: 223: VEZİR-Hükümdar vekili olarak hükmeden… MUHAMMED-(Büyük ebcedle): 223: EBREK-En bereketli… İLM-İ Ledün: 223: RİKAB-Büyük bir kimsenin huzuru, makamı… EKBER-Daha büyük, en büyük. “Allah” lâfzıyla birlikte anıldığında, “büyüklüğü idrak edilemez” olandır: 223: İZDİYAR-Ziyaret etme, gidip görme. (Mir’ac hatırda!)… “Allah ve O’nun Kulu ve Resûlü” ifâdesine bitişik RAKİB’in “daima görüp kontrol eden” mânâsı, FERHAT’ın iki yönlü mânâsı ile birlikte düşünülürse, BİR-LEŞME gayesinin sembolü ŞİRİN’e erişilmemesi, İNSANÎ hakikatin ebediyyen olması bakımından Allah ve KUL farkı yanında, Allah ve Sevgilisi’nin mutlak üstünlüğünü de gösterir… Herhâlde anlaşıldı: “Olduğun kadar, olunacak olan keyfiyeti!”… EZEL, Allah Sevgilisi’nde; ve EBED, O’nun sonsuz “olunacak olduğu”… Herşey gerçekleşmeden önce mümkün olma özelliğiyle var ya; LEVH-İ Mahfuz, Allah’ın hıfzındaki mânâsıyla mahfuz, İlâhî İBDA’da rastgelelik yok… Bu asıldan sonra, Peygamberler’den en hakir ferde kadar herkeste bu mânâdan hisse neyse… BİR NOT: Hadîsleri reddeden ahmaklar bir yana, Hadîsleri tahdidi olarak kullanmaktan da kaçınmalı ve “kuvvetli, zayıf” Hadîs ayırımının zâhirî tesbiti ve kullanımı yanında, bilhassa onları aslî sahibinden tahkik imkânı olan Ehl-i Kalbin kullanımına, “böyle bir Hadîs var mı?” mevzuunda da bakılmalı!

*

ŞİRİN-Tatlı. Cana yakın. Lâtif: 570: MÜTENEKKİS-Ters dönüp başaşağı olan. (Fuzulî’nin Matla’ Beyti’nin dış yüzüne nisbetle nasıl tersine döndüğünü gördünüz!)… MÜTESELLİM-Teslim edilen şeyi alıp kabul eden: 570: ŞER’İ-Şeriat. Emir ve nehy gibi hükümleri vazetmek. BİR İŞE BAŞLAMAK. Dalmak. Girmek. Zâhir etmek, gizlilikleri açık etmek, göstermek… AKAD-Çukur yer. Kab: 570: ARŞ-Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli ettiği yer. En yüksek gök. Kürsî. Gölgelik… MUSATTEM-Mükemmel, olgun: 570: MESKENET-Hareket azlığı, bu mânâda tembel. Fakirlik. İhtiyaç hâlinde bulunmak, bu mânâda en fakir Allah Sevgilisi’dir. Sahil. Kust… İHTİFAF-Kuşatma. Etrafını çeviren: 570: SIFAT-Bir kimse veya şeyin hâl ve vasfı… TEKAMMÜL-Bitlenme: 570: Şİ’R-Anlama, idrak. Şiir. ([Allah’ın sır hazineleri] Arş’ın altındadır ve anahtarları şairlere verilmiştir; bu bir Hadîs’tir)… ŞERENG-Zehir. (Üstadım’dan: Gelsin beni yokluk akrebi soksun, — Bir zehir ki hayat özü faniye!): 570: ŞİİR… TEYKİN-Tam bilme: 570: SİSTEM… Fuzulî’nin MATLA’ Beyti’nin düz okunuşunda, FERHAD’ın beşerî aşkın gayesi İlâhî aşka “bulamamacasına arama hikmeti”ni sezerek geçmiş olduğu, ama bu mevzuda kendisi kadar fanî olamadığı yanında, gayenin dışyüz kabı (Şeriat’ın) içyüzden iması da var!             


Baran Dergisi 292. Sayı