Üç astsubay’ın hipnozla ifâdelerini almakla suçlanan Hava Kuvvetleri eski Askerî Savcısı Ahmed Zeki Üçok’a sivil bir mahkemede dava açıldı ve 36 yıla kadar hapsi istendi. “Üçok ve Ulugüler’in bilgisi, yetkisi ve isteği dahilinde” astsubayların sorgusuna girdiği söyleyen hipnoz uzmanı emekli Yarbay Gürol Doğan hakkında da işkence davası açıldı ve 29 Haziran 2010’da 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

*

Üçok’la görüşme yapıldıktan sonra gözaltında tutulan mağdur astsubaylarla gece geç saatlerde sırayla görüşmeler yaptığı kaydedilen Doğan’ın bu görüşmeler sırasında mağdurlara kendisinin hipnoz uzmanı olduğunu, Üçok tarafından Kayseri’ye çağırıldığını ifâde ederek, “Doküman Yönetim Sitesi”ne kimin müdahale ettiğini sorduğu aktarıldı. Mağdurların ilk başlarda Doğan’ın bu sorularına cevab vermedikleri, ancak sürekli uykusuz tutulan, aç bırakılan ve uygun olmayan şartlarda barındırılan astsubaylar’ın süreç içerisinde bedenen ve ruhen çökertildikleri vurgulandı.

*

Bedenen ve ruhen zayıf düşen astsubaylar’ın gece geç saatlerde yanlarına gelerek karşısına oturan Doğan’ın yaklaşık 30 cm mesafeden mağdurlarla göz teması kurarak onları yorduğu, bu şekilde yorgun düşen astsubayları istediklerini itiraf ettirmeye çalıştığı anlatıldı. Astsubaylar’a suçlarını itiraf etmeleri hâlinde silâhlı kuvvetler tarafından ödüllendirilecekleri yönünde telkinlerde bulunulduğu belirtildi.

TELEGRAM - MANYETİZMA - MÜZ VE RİTLER

Telegram’da görüntü, bildik uyanık hâlimizde meselâ birinden bahsedilirken onun hakkında belirli veya intiba şeklinde bir suretin şuurumuzda teşekkülü yanında, telefonla konuşur gibi bir uzaktan haberleşme ile gerçekleştirilen telkin veya belirlenmiş görüntünün nakli de olabilir. Bu ikinci husus, şuurla düşler âleminde temaşa yanında, unutulmuşların hatırlatılması hususu veya şuuraltı yoklaması şeklinde, gayeleri ve gerçekleştirmenin ortamı değişik şartlarda olanları da kapsar. En geniş bir ifâdeyle HİPNOZ tâbirine giren ve alelâdenin dışına çıktığımız her hâli ifâde eden bu gerçekleştirmelerden biri de MANYETİZMA denilendir. Manyetizma, belirttiğimiz üzere, TELEGRAM uzaktan gerçekleştirdiği bir yönü.

*

Uyku veya uyanıklık olarak, aleladelikten koptuğumuz ve teshirine girdiğimiz her şuur durumu, hipnozdur. Bu tarifi HADİM, manyetizma vesaire için de aynen yapıyoruz. Aradaki fark? Umumi insan tarifinden sonra, nasıl ayıran özellikleriyle insanları birbirinden ayırıyorsak da, o özellikler de üzerinde duruldukça yine umumileşmiyor mu? Demek ki, kendini diğerinden ayıran özellikler asıl olmak üzere, grinin, beyazdan siyaha doğru ve siyahın beyaza doğru gidişi içinde oluşumu gibi, bu fark, müşterekliğin –grinin– oluşumu anlatımında baştan görülebiliyor.

*

Hipnoz uzmanı Emekli Yarbay Gürol Doğan’ın, hipnozu hangi şartlarda ve nasıl yaptığı anlatıldı. Sorgu şartlarında, “heyecan, korku, açlık, uykusuzluk vesaire” psikolojisi içinde olanlara ve göz teması kurularak; psikoloji azdırılıyor, şuur zayıflıyor, irâde ve irade dışı olarak, kişiler sorulara cevab veriyor. Burada, manyetizma unsuru olarak altını çizebileceğimiz şey, göz teması. İrâde ile iradeyi, istenen cevabları vermek üzere teslim alma, yönlendirme. Ama, doğrusunu isterseniz, irâde sahibinin sadece irade gücüyle görünmeyişi, bana ne tam bir manyetizma, ne de bunun klâsik hipnoz tarifi içine girebileceğini söylüyor. Sorguyu yapan, sorgusu yapılanlar; üzerinde
durduğum mesele bu değil. Ben, TELEGRAM’la, başlıkta belirttiğim çerçevede bir karşılaştırma
yapmak istiyorum.

*

İradenin iradeyle teslim alınışı, ister mânevî bir güç, ister göz teması, ister başka bir şekilde vuku bulsun; bu, dayak, uykusuzluk, işkence vesair usullerle irâdenin kırılmasından ayrı bir şeydir. TELEGRAM’a gelince, ortalama olarak cihaz marifeti, yorma ve bu yormayı fizikî işkenceye döndürmekten, doğrudan doğruya şuura müdahale olarak beyne tesire, bunun iknadan zihni yormaya, telkinden tehdide –ki bu da telkin–, hipnozdan bütün çeşitlerine ve tabiî ki manyetizmaya kadar herşeyi kapsıyor. Cihaz dışındaki iradeyi kırma işi ise, KARTAL’da şiddetle ve BOLU’da yaşadıklarımdan.

*

Bir adamın karşısına geçiyorsun ve gözlerini ayırmadan gözlerine bakmasını istiyorsun. TELEGRAM diye birşey bilmeyen adam, şuur yorulmuş, beden keza, TELEGRAM’la kendisine yapılan sözlü ve his telkiniyle, bunu karşısındaki adamdan zannediyor. Böyle sandın mı: Sana sesli konuşmanı veya düşünmeni veya nasıl davranacağını söylüyor. Ve sen, saatlerce, onunla konuştuğunu zannede dur, o sadece bir figür; hele sessiz konuşuyorsan. Adamı, her söylediğine şöyle veya böyle cevab verir hâle cihazla soktuktan sonra, karşısındaki sorgucu veya doktor veya gösteri yapanın yaptığı iş, insan gücü hipnoz - hele manyetizme değilken, umumi olarak HİPNOZ ve gayelerine girebilir. Bunun, ahlâkî, kanunî olup olmaması yanında, sınırı nedir? Demem o ki, amaç, kendi kurdukları müesses nizâmın kanun ve kurallarına uygun ise, bunun açıklanmayışındaki “nedenin nedeni, nedendir?”
(Tire içindeki alaycı kısım, Üstadım’ındır. Ruhu şadolsun.)

*

Hipnoz ve manyetizma üzerinde dururken, belirli durumlarda birbirini andırır tezahürlerin birbirine karıştırılmaması gereğinin örneğini de vermiş oluyorum. TELEGRAM, uzaktan elektromanyetik dalgalarla gerçekleştirilen, zihin kontrolü ve yönlendirilmesi işidir: Ona dair hipnozdan bahsedilirken hipnozla, manyetizmadan bahsedilirken manyetizma, ona dair zehirlenme tezahürlerinden bahsedilirken zehirlemeyle, müzlerden ve ritlerden bahsedilirken, halüsinasyondan bahsedilirken, şuurlu olarak düş yolculuğundan bahsedilirken, ilâçtan veya şuur iptaline sebeb uyuşturucu ve gazlara, radyasyon ortamına, yahud sözkonusu gayeli yakın cihaz tesirlerine kadar çeşitli sebeplerle gerçekleştirilenleri, onunla karıştırmamak lâzımdır. Mevzu kararmasın. Zihin kontrol ve yönlendirmesine dair, reklâmdan eğitime, film ve şarkıdan, televizyon ve radyoya, gazeteden resme, düşünme usullerinden tedhişe kadar herşey, üzerinde konuşuldukça nasıl bu bahise doğru müşterek çizgiler ihtiva ediyorsa, bunları birbirine karıştırmadığımız gibi, polis sorgusu ile de karıştırmıyorsak, TELEGRAM’ı da bahsini etmekte olduğumuz meşhur bilinenlerden birine yamamalıdır. Hastalıktan dolayı kâbuslar gören bir adam hâline çare ararken, “ben de korkulu rüyâ görüyorum!” pişkinliğinde bir benzerlikle güya onu teselli yüzsüzlüğü veya resmiyetine girilmemesi için. Bir ikâz daha: İç organ hastalıklarının tedavisinde bunu sadece dış yüzden bir teşhis ve tadaviyle yapabilir misiniz? “Evet” diyorsanız, haydi şimdi doğru kebab yemeye. Hakedilmiştir... TELEGRAM’ın teşhisinin hakkı, cihazın varlığının kabul edilmesiyledir. Biz, tezahürlerini YAŞAYAN ve YAŞANMIŞLIK olarak anlatıyoruz; meğer ki, onu söyletecek ve söyleyecek vicdanı bulsun. Sözlerim bir sızlanma değildir.

*

KARTAL’da Telegram yapılırken, kendisinden yardım dilemediğim tek büyük, ÜSTADIM’dı. Havalandırmada tesbihatla turalarken, ARAR benimle istihza etmek üzere, “Üstadının çilesi mi seninki mi?” dedi. “Üstadım’ınki!” dedim. O, maymunluğuna eş, bunu yapmacık buldu.
NYMPHALAR, görünmez bâtın çilesini şaka zannedenlere nisbetle, benim gövdemi işaret ederek, “bu duruşum, onların himmetindendir; ve oturduğu yerde kendine olmadık marifetleri lâyık görenlere nisbetle, beni kendime karşı da yalancılıktan koruyan bu fizikî imtihandır!” dememi anlamış olarak, kendimi o mânâyı koruyucu darbe alan kalkan görmemi sezmiş, çilemi birliyorlar. Burada bana düşen şeref, O’nun isbatçısı olduğum kadarıyla. Lüzumsuz tevazunun riyâsına da lüzum yok. Evet; ARAR, sözümü yapmacık buldu, oysa beni tam ifâde edendi. Yardım isteyemedim: Aşıkının karşısındaki lâkaydisi ile onu büsbütün cezbeden maşuk gibi, onun ömür boyu yaşadığı ve çevreye neşrettiği fikir çilesi - bu çile yolundan geleni bilmesi, benim için olsa olsa “benim gibi!” diyeceğini ve bundan da büyük bir keyif duyacağını düşünmemden dolayı idi. Düşünmeden fazla birşey. Ben burada yanıyorum, o şadolmuş bana bakıyor. Ölçü olsun: Zâhir veya bâtından ne gelirse, bağlı olduğunun yüzüsuyu hürmetinedir. Asılda şeyh birdir ve ayrılıklar müridin gözündedir. Biz himmeti gördük; o zâlimin yüzüsuyu hürmetine ve ondan. Doktor gibi, gerekeni bize vermiş olarak; istediğimi değil, gerekeni, bize ne istediğimizi sormadan TELEGRAM etrafındaki müsbete bakan ebced tevafuklarını, bu çerçevede anlayınız.

MANYETİZMA - HİPNOZ

Manyetizma: 560.
Tekfin: Kefenlemek. Kefenlenmek. (Kirillenme geliyor aklıma... Kefen: 151: Mehdî Muhammed): 560.
Ta’lin: Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma: 560.
Sekem: Lâzım olmak, icab etmek. Yolun orta yeri. (Fırka-i naciye: Kurtuluş yolu, doğru yol): 560.
Ni’met: Saadet, lütuf, ihsan. Hidayet. Rızık: 560.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1559= 560.

*

Kaptan Kusto Müslüman: (Dünya Çapında Bir Hâdise: 846: Müştak Baba): 559.
Seyyid Mustafa Nur: (Tilki Günlüğü’nde mevcut, 31 Aralık tarihli bir rüyâda ismi geçen bir büyük.): 559.
Nurpaş: Nur saçan: 559.
Tenakkut: Nokta nokta olma: 559.

*

Tenvim: Hipnotize etmek. Uyutmak. Birisini uyur bulmak: 506.
Erdiş: 506.
Nakş-bend: 506.
Kuvvet: Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket edenleri sükunete getiren sebeb: 506. Netane: Çirkin koku, pis koku. (Dikkati eserden müessire, insanın kendine bakışına döndüren sanatta çirkin bahsi, dünyanın yanık ve marsık kokusunun bende Hakkı bulmaya döndürüşü hikmetleri hatırlanmak üzere, delilden müessire derinleşmeye doğru sahabîden Allah Resûlü’ne ilgi bir mânâda, bizzat onlarda gaye O - dolayısıyle onlara bağlanmakta gaye O hikmetini göstermek için... Asin: Pis kokulu: 111. Masî. (Kürtçe): Balık: 111... Masî: Pervasız, korkusuz: 111... Ma’raz: Bir şeyin göründüğü yer: 111... Sahabî: 111... Kuvvad: Kumandanlar: 111... Elif: 111): 506.
İrşad: Doğru yolu gösterme: 506.
Vakt: Çağ. Zaman: 506.
Tezahür: Meydana çıkma. Birbirine yardım etme. Birbirini koruma. Görünüş: 506.
Fekahet: Lâtifecilik. Nüktedanlık. (Nükte, incelik): 506. l
Nevm-i sınaî: Hipnoz. Uyutma tekniği: 327.
KIRGIZ: 1327.
Zekuret: Erkeklik: 1326= 327.
Şebeke: Balık ağı. Kafes şeklinde olan yer. Hüviyet sureti: 327. Magfur: Günahlarının affı için kendisine dua edilmiş: 1326= 327.

YEVMİYE: JANDARMÖRİ

(Bizim en büyük problemimiz bir “jandarmöri-nizâm” kuramayışımızdır. Bu, Tanzimat’tan evvelki şairlerde mükemmel olarak vardı. Kendileri bizzat hem kritiktiler, hem şâirdiler. Kültür piyadestelleri-temelleri vardı. Ondan sonra herşey bozuldu... Münekkid, insanı ihyâ edendir, inşâ edendir.)

*

Tenkid-kritik etme işini, hem sanatçı hem de okuyucu yönünden bir ihya ve inşaya sebeb münekkidin rolünü, bir eserin eleştiricisi olmanın ötesine götürürsek, temelde insan şuurunun her şeyden önce var olanı ve gelişeni TENKİD ŞUURU ile karşılaşırız. Bunun hakkının kâmil mânâda verilmesi ile, mütefekkir, filozof, ilm-i edebin bütün yönleri demek olan geniş mânâda edebiyat ve sanat nevilerinde görünen ilim ve sanat adamları ve tabiî ki malûm mânâda münekkid ortaya çıkar. Üstadım’ın YEVMİYE’sini, bir idrak buudu olan “şiir idrakı”nın derinliğine kadar sarkan bir inceliğe işaret diye anlamalı.

*

Jandarma: Düzen ve asayişle ilgilenen askerî kol: 308.
Ashab-ı Bedr: (İmam-ı Rabbânî Hazretleri: Habercilerin en doğrucusu Allah Sevgilisi’nin KURTULUŞ FIRKASI üzerinde işaret buyurdukları bir delil vardır: “Kurtuluş fırkasının kadrosu içindekiler şunlardır ki, tek yol üzerindedirler, ben de o yol üzerindeyim. Sahabilerim de o yol üzerindedir.” Şeriat sahibinin o yol üzerinde mukaddes varlıklarını bildirmeleri yeterken, buna bir de Sahabilerini ilâve buyurmaları, kurtuluş yolunun kütle ifâdesiyle ancak Sahabîlerin yolu olduğunu anlatmak içindir. - Resûller Resûlü’ne bağlılık iddia edip de Sahabilere bağlanmakta tereddüt göstermekse, davaların en bâtılıdır. Zirâ Büyükler Büyüğü’nün yoluna nasıl düşüleceğini en halis mikyasta temsilden başka hiçbir rolleri olmayan ve en sadık bağlılığın birer remzi bulunan Sahabiler’e muhalefet, nice bakımdan Resûller Resûlü’ne muhalefetten başka bir şey değildir.): 308.
Arvasî: 308.
Derdak: Çocuklar: 308.
Nisanmus. (Akatça): Birinci. Nisan: 308.
Şîhab: Parlak yıldız. Kıvılcım. KAYAN YILDIZ. (Kur’ân’da, Allah Resûlü kasdıyla geçer.): 308. Sarih: Açık, belli, aşikâr. Saf ve hâlis olan: 308.
Huşş: Hacet mevziî. Tuvalet. Arka, son. (Huşşa’: Huşu içinde olanlar... Huş: Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. Ruh, can. Ölüm. Zehir.): 308.
GÖLGELER: 308.
Evrak: Sahifeler, sayfalar: 308.
Ihaze: Su toplanacak yer. Vakt: 308.
Kadime: Ordunun ileri karakolu: 150. İslam’a muhatab anlayış: 1149= 150.

*

Mehdî Muhammed: 151= 1150. Sift: Küst: 150.
Muhammed Mehdî bin Askerî: 566. Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566.
Mehdî Muhammed bin Askerî: 563. Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 563.

*

Jandarmöri: 523.
Esasat: Esaslar. Temeller, kökler: 523.
Kelime-i Tevhid: 523.
Ehadis: Hadîsler: 524= 1523.
Hırka-i Tecrid: 523.
Ten’ab: Karga sesi: (Siyah, ululuğun rengidir): 523.
İstinbat: Bir söz veya işten gizli bir mânâyı meydana koymak: 523.
Tecessüs: İçyüzünü araştırma merakı. Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak. (Hafiye): 523. Cemiyyet: Topluluk, birlik. Hey’et. Bir yere cem olma. Mânevî birlik teşkil eden cemaat: 523.

İSLÂM’A MUHATAB ANLAYIŞ

Bâtın’ın işleri, zâhir’in işlerinden ayrıdır; ve zâhir - kâinat’ta, Allah’ın OL emri haricinde kalan, EMR ÂLEMİ zaruretine bağlı işler. Bâtın, zâhir’e zıddır; sır birliğinde bir olarak, her iki âlem de Allah’tan ve son tecridde bire ircada eşya hakikatini ruh bulur. Kâinat-dünya, bir insanın takva şartlarında yaşaması üzeredir; nefsin dünyaya bakan yönünü, bâtına döndürmek için... İşaretlediğimiz hususlar, dünyanın yaradılışından sonuna kadar hiçbir zaman bir rastgelelik olamayacağını, insan memuriyetinin sözkonusu oluşundan itibaren de, Allah’ın eşya ve hâdiseyi tasarruf etmesi için yaratılmış HALİFE sıfatıyla, hiçbir devrin sahibsiz kalmadığını belirtmiş oluyor. Topyekün kâinat, Allah Sevgilisi’nin yüzüsuyu hürmetine ve insanın Allah’ın marifetine ulaşması için yaratıldı; bütün Peygamberler, kâmil şekli Kur’ân’da tamamlanan kitabları ve şahıslarında tecelli eden mânâ O’nda toplu olmak üzere, kendileri ve izlerinde olanlarıyla, baştan sona İSLÂM’ı temsil etmişlerdir. Demek oluyor ki, kâfir de, istese de istemese de, devirlerine hâkim Peygamberlerin ve son tecridde O’nun kadrosudurlar. Kâfir’in imânı gizli, müminin küfrü; imân ve küfür ehli, bunun mesuliyetini taşırlar, karşılığını göreceklerdir. Asl olan İslâm’dır, istesen de istemesen de teslimiyettir; mesuliyet şuurlu hâle nisbetle, şuura. Kronolojik tarih itibariyle galebe küfürde görünse bile, EKSEN bu plânda görünse de görünmese de, netice itibariyle asıl galib İslâmdır. Bütün bunların üzerinde durmamın tek sebebi, görevi zâhirde görünmek olsun olmasın, hiçbir devrin Allah adamlarından hâli olmamasıdır; her asrın yenileyicisi, bunun hususiyeti ne ise, o iş üzerinde bilinir. Dolayısiyle YENİLEYİCİLİK demek, zâhirde galebe anlamında değildir, Şeriat’e bağlı ASL ve zâhirin var olabilmesi için zaruret üzerindedir. Kâinat, topyekün varlıklarıyla, bağlı olduğu Peygamber diye anlaşılmak şartıyla onların yüzü suyu hürmetine dönmektedir. Yenileyicilik? Her devrin bir mânâsı var.

*

Günümüzde yenileyicilikten kasıd ne? İnsan ve toplum meselelerinin hallinden bahsedilirken, alâkasız şekilde bâtından bahis gevezeliği mi, bâtından bahsedilme işini zâhirde panayır ağzı ve gösterişi içinde gevelemek mi? Sözü edilen kimde, tecelli eden hangi mânâ? Gerekli olan, herkesin ELİNDEN GELDİĞİNCE olan değilse, –ki değil!–, İSLÂM’A MUHATAB ANLAYIŞI
YENİLEME ve bunun hareketi ve gerisi değerlendirilmesi gereken malzeme değilse, nedir? Zâhiri o, bâtını bu, bir mihrak göster, devrimizi isimlendir. Böyle der Büyük Doğu-İBDA ve budur: Yüzde 60’ı dünya nizamı ile ilgili olduğuna göre hadisler, ihyasının bütünü devlet ister.

*

Rum Suresi, 7. âyet: (Meâli: Bir dış yüzünü bilirler bu değersiz hayatın, iç yüzünden habersizdirler): 4564= 2566... Muhammed Mehdî bin Askerî: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî... Biz, “İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ: MEHDÎ MUHAMMED” tevafukunun en büyük itminan hissini, İslâmî mücadelenin gerisini ve ilerisini kendine bağlayan 1999’da, METRİS hâdiselerinde gördük. Hele sonunda: Bâtından esen bir rüzgârla, birkaç dakikada olup biteni gördük zâhir gözüyle.

*

Sencer Kartal: (1999’da, Metris’te şehîd oldu): 1044.
Dil: Tad alma ve konuşma uzvu. (Gust.) Lisân, zeban. Lûgat: 44.
Mürettebat: Tertib edilmiş olanlar. Bir iş için hazırlanmış olanlar. Gemide çalışanlar: 1043= 44. Albay: 44.

*

Mehmed Akif Ersoy, Çanakkale’de savaşanlar için, “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” der. Samimiyetinden asla şübhe edilemez bir coşku içinde söylenirken, hakikati incitişi de bariz bir mısra. Üstadım, şer’i öfkesi-anlayışı emsalsiz, bize işin doğrusunu söyler: “Dünyadaki hiçbir savaşta hiç kimse, Bedr’in çarığına bile eş değildir!”... Ölçü, Gaye İnsan-Ufuk Peygamber ve son ve kâmil din İslâm’ın, var oluşuna nisbetledir. Esası böylece belirttikten sonra, 1999’un bana bir harika, eşi ve benzeri görülmemiş bir harika tecelli diye görünüşü, Bedr Muharebesi’ni hatırlatması, sanırım anlaşılır bir davadır. O güne gelinceye kadar, “İstikbâl İslâmındır” vezninde, dış şartlar ne olursa olsun, “Allah isterse dünyayı bir sineğin kanadında taşıtır!” imânımı söylemişimdir.

BEDR ASHABI

Bedr: Dolunay. BİR İŞİN ANSIZIN ZÂHİR OLMASI. BİR ŞEYİN TAMAM OLMASI. İyi hizmet eden köle: 206.
Cebbar: Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. (Allah’ın güzel isimlerinden biri): 206.
Füsûs: Nükte: 206.
İndifa: Meydana çıkma. Yerden fışkırma. Yer yer başgösterme. Teveccüh: 206. Dara: Hükümdar: 206.
Dübr: Bir işin nihayeti, sonu. Bir şeyin arkası, gerisi. (İstikbâl): 206.
Gavr: Derinlik. Kök, asıl, temel, esas. Tefekkür. Hakikat: 206.
Erbab: Ulu, ulvî, âlâ. Reis, başkan, şef. Sahibler, rabler. Terbiyeciler. İşin ehli olanlar: 206. Ebrec: Gözünün akı çok olan güzel gözlü kimse. (Bir Hadîs’te, Mehdî’nin gözünün karasının çok kara, beyazının çok ak olduğu bildirilmiştir): 206.
Deber: Savaşırken askerin bozulması: 206.
Darb: Kapı. İslâm diyarıyla küfür diyarı arasında olan sınır: 206.
Reha: Kurtuluş, kurtulma: 206.

*

Ashab: Arkadaş olanlar. Sahabîler. Halk. (Allah Resûlü’nü gören, O’nun tarafından görülen, Ümmet’in en üstün fertleri.): 102.
İmân: İnanmak. İtikad. (İsâ Aleyhisselâm’a atfedilen bir söz: Bildiğimiz için inanmayız, inandığımız için biliriz... Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri: “İnan da, istersen bir odun
parçasına inan!”... İnanmanın kıymeti yanında, HADİM davasını hatırlayınız; vücut bulan teshirine girilmişi... Kandıra Cezaevi’nden Emin Koçhan, mektubuna Ebu Hureyre Hazretleri’nin naklettiği bir Hadîs’i iliştirmiş: Biz, İbrahim Aleyhisselâm’dan fazla şübhe etmeye lâyıkız... Bakara Suresi’nden: “Hani O, “Yarabbi, bana ölüyü nasıl dirilttiğini göster!” demişti. Allah Teâlâ, “İmân etmedin mi?” deyince, “İmân ettim, fakat kalbim mutmain olsun!” diye cevab verdi”... Bir açıklama: Allah Sevgilisi’nin nesli, Adem Aleyhisselâm’dan kendisine kadar, Peygamberler kuşağı ve ara çizgiler içinde - daima en üstünlerden gelmiştir. İnsanoğlunun en büyüğü olan O’na kadar gelen insan soyu içinde, en üstünü, “Allah’ın Dostu” sıfatlı İbrahim Peygamber’dir; Allah Sevgilisi’nin, “Efendimiz, Seyyidimiz!” dediği ceddi. Bahsi geçen Hadîs’te “biz O’ndan daha fazla şüpheye lâyıkız!” sözünün herhangi bir yanlış anlamaya fırsat vermemesi için, “şübhe, imânın kemâlinden olur!” hadîs’ini hatırlamamız gerekir. VEHİM, ŞÜBHE, ilim sıfatının ortasına yerleştirilmiştir ve “idrakin aczini idrak”ın sonsuzluğuna açılan bir İDRAK’ı gösterir. Bu da bir ilim. Düşünün ki, Miraç’ta Allah Sevgilisi, Allah’ın “Zâtî yakınlığına ermiş”tir. Tektir): 102.
Mübeyyin: Açıklayan. Beyan eden. Meydana koyan: 102. Zı’r: Süt anası. (GUSTO): 1101= 102.
Logos: Kâinat nizâmı. Lisân: 1102.

*

Logos: 1102= 103.
İsa: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek. Vasiyet, sipariş. Nasbetme: 103. Beka: Devamlılık. Daim ve sabit olma: 103.

BEDR MUHAREBESİ - ŞANLI BEDR

Üstadım: İslâm’ın ilk büyük harbi ve İslâm kılıcının büyük örsü BEDR... Bu kılıç, Bedr gâzasında dövüldü ve sonra bütün insanlığa, ucunda ebedî şifayı taşıdı. İslâm’ın, alınları kar topu atlar üzerinde, bütün dünyayı kuşatmasına yol açan Bedr... Bütün İslâm yayılışının kudret çekirdeği Bedr!

*

Umumî kapışma başlayacak... Saflar tertibe girerken Allah Resûlü iki rekât namaz kıldılar ve yine dua ettiler:
— “Allah’ım; beni mahzun etme! Bana vâdini lütfet!”

*

Bir ân uykuya dalar gibi oldular ve hemen gözlerini açtılar: — “Yâ Ebubekir, müjde!”
Ve bir âyet okuyarak karargâhlarından çıktılar... Meâli:
— “Yakında kâfirlerin askerleri siner ve arkalarını dönerler!” Cebrail’i görmüşler ve müjdeyi almışlardı.

*

Müjde, hiç kimse ölmeyecek ve yaralanmayacak diye değil, galib gelineceği hususundaydı. İslâm mücadelesine dair her şeyde, fedakârlıklarla kazanılacak olanın ahiret olduğunu unutmamak
gerek!

*

Bedr Muharebesi: 532.
Selman-ı Farisi: (Sahabî... Hacegân silsilesinin 3. büyüğü): 532. Abdülkadir Geylânî: (Gavs-ı Azam): 532.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2532.
Saat: Zaman. Kıyamet. Muayyen vakit: 532.

*

Yevm-ül Furkan: (Bedr gazasının gününe, Kur’ân Günü-Hakla bâtılı birbirinden ayırma günü mânâsına, bu ismi de verdiler; çünkü Kur’ân bağlılarının izzet bulduğu ve küfrün başına kahır sillesinin indiği gün.): 518.
Metbu’: Hükümdar. Kendisine tâbi olunan: 518.
Mülazemet: Devamlı bir işle meşgul olan. Sımsıkı bir işe bağlılık: 518. Mütehammil: Tahammüllü: 518.
Mütemahhil: Hayâl eden: 518.
Muhtemel: Kabil. Mümkün olabilir: 518.
Astane: Paytaht. Başşehir. Mânevî büyüklerin kabri. Büyük tekke. Merkez: 518.


Baran Dergisi 208. Sayı