LEVHA: 20 Şubat 1997… Efendi Hazretleri bizim eve gelmiş… Üzerinde beyaz kazak ve üstüne giydiği gri yelek… Poturu-şalvarı da gri… Etrafında halkalanmış olanların ortasında, hepsi dizüstü, birşeyler anlatıyor… Ne anlattığını duyamıyorum! —(Hayran Erdiş)

*

MATLA Beyit: Devr-i Mevlânâ’da gâyet hâlet-efzâdır semâ’ / Afitabın kursuna teblerze-fermâdır semâ’ —(Şeyh Galib)… “Devr-i Mevlâna’da gayet hâl arttırır semâ’ — Güneş yuvarlağını titreten işarettir sema’

*

BAHA-Evin ortası. (Bâhâ: Suyun derin yeri. Lûgat. Açıklık, meydan. Avlu. Hayr. Küna… Bahâ: Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ… Bahâ: İzzet. Güzellik. Zariflik. Bir şeye alışıp ünsiyet etmek): 16: EYYİD-“Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir” meâlinde… CASİYE-Diz çökmüş. Topluluk, cemaat. Yığın, taş yığını. (Casiye Sûresi’ne, ŞERİAT Sûresi ve DEHR Sûresi de denir. Toplu oturan ve diz çökmüş demektir): 519: MÜLÂZEMET-Bir işe sımsıkı bağlılık. Devamlı bir işle meşgul olma: 518: TAKVİB-Bir şeyi yerinden söküp koparma. Meseleyi halletme… MİYAN-Orta, ara, vasıta, meyan. Merkez.

*

KAZAK: 209: ÇEHAR-Dört… VERD-Gül: 210: DEVİR-Nakil. Birisinin uhdesinden diğerine geçirme. Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Bir şeyin diğerine teslimi. Müddet, zaman. Biri birisini icâd etmek… (Gül-i Mevlâna’da gayet hâlet arttırır sema’)… VİRD-Suya vesair şeye yakın gelme. Su hissesi. Mürid: 210: VİRD-Her gün okunması adet edinilen dua. Kur’ân’dan hergün okunan kısım.

*

YELEK(A)-Her nesnenin beyazı: 141: İLHAK-İlâve etmek, katmak. Eklemek. Düğümlemek. (Beyaz renk, Çarşamba günü ve Musa Aleyhisselâm’la alâkalı; İlm-i ledün ile ilgilidir. O’nun “Allah’la konuşan, Allah’ın hitab eylediği zât” mânâsına gelen KELİMULLAH vasfını, “faal kuvvetleri kendinde toplayan” ve “kendine hizmet edilen” ÇOCUK hikmetine malik oluşunu, ULVÎ hikmetinin kendisinde Firavun küfrüne karşı tecelli edişini ve İLM-İ Ledün bahsi ile alâkalı olarak “Allah dilediğinden kullarına ruhu ilka eder” âyetini - basiret üzerine tebliğ hakikatinin bu olduğunu, birlikte düşününüz!)… MEN ENE?-Ben Kimim?: 141: NAFÎ-Nefyeden. Olumsuzlayan. (Başta Şeriat ve zıddı, meselelerin çözümünde kendine âit olmayanı dışta bırakma düzeni, zıddından kendini isbatlama, bilginin MEÇHUL’den devşirilen olmasına nazaran “kesiksiz oluş” yolu mânâsına “varlıktan ne gelirse yokluğa salma” -  ki burada bizzat VARLIK’ın “meçhul-sır” vasfı da işaretli; hem bâtın, hem de nazarî ve istidlâli ilim ve meselelerde geçerli bu usûl, aynı zamanda “UKDE-Bend” ve “MİYAN-Bend” hususunda, yâni bunları HABLULLAH-HABİBULLAH’a bağlamada ve düğümlemede hâliyle bir asıl, asla götüren, prensib.)… A’LEM-Yarık dudaklı. Alâmetli, belirtili. En iyi bilen. (Daha önce, Allah’ın KÜN emrinde gizli VAV olarak, KUR’AN ve LEVHİ Mahfuz ile VARLIK’ı nefsinde BİRLEYEN Allah Sevgilisi, hem BİLGİ hem VARLIK yönüyle bu bakımdan belirtildi. Mİ’RAÇ bahsinde yine temas edeceğiz.)… MUHTELİ’-Kocasından boşanan kadın. Varlık ve bilgisini saran MEÇHUL’de kabul edici keyfiyete ermiş nefs. (Bir fikir kahramanı bekleyen dünyada, o mütefekkir’in baştan sona düğüm noktalarını işaretlemiş olduğuma dikkat!): 141: ITLAK-Boşama. Boşanma. Salıvermek. Hürriyet ki, “dilediğini dilediğine göre işleyen” Allah’ın iradesine nisbetle bu, kulda kabul edici “dişi” bir mahiyettir: 141: SAÎ-Bir yere vâli olan. İşleri yürüten. (VALİ, “işleri idare eden anlamında Allah’ın 99 güzel isminden birisidir.)… MEHDÎ. (Büyük ebced): 142= 1141: LÜVKA-Kaymak. Zübde. İlhâm. Veli kelâmı. Yapışmak. Düğümlemek… ABDULLAH-Allah’ın kulu: 141: İSA’-Zenginleştirme veya zenginleştirilme. (İsa: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek. Vasiyet, sipariş ve naspetmek, tâyin etmek… İsa’: Teselli verip sabra irşad etmek… İsa: Dört büyük Peygamber’den dördüncüsü. Dünya’ya avdet ettiğinde, HABLULLAH’a sarılacak.)

*

ATHAL-Gri renk. Kül rengi. (Kül, meçhulün belirişi olarak GÜL’dür; Gül sırrı): 48: BİHİMA-O ikisi, o ikisine, o ikisinden, o ikisiyle mânâsına gelir. (Allah ve Allah Sevgilisi… Seyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin sırtındaki gri yelek, –yeleka, yenileyici–, hem Seyyid olması, hem de bâtın olarak, O’nun bahsedilen mânânın varisliği ve varis ettiklerinindir)… ULGUZE-Bilmece, bulmaca: 49: MEHD-Beşik. Kâr kazanmak. Yayıp döşemek. Hazırlanmak. (Mehd, insanın bâtını olarak BERZAH Âlemi, zâhiri olarak yeryüzü, gıdalanıp yetişeceğidir.)… Benim bilmecem belli: TAKDİM yazım. Bir malûmdan sonra “varoluş” yolu boyunca mübhem ve belirsizlikten devşirmek. Efendi Hazretleri’nin suretinde, ÜSTADIM’ı da teşhis edebilirsiniz… LEVHA-(Levh-i Mahfuz, yâni gizli levha bahsini ve onun içinde her insanın kaderini, kader sırrının kurcalanışı misâlinde “Bakk’ul bita: Tahta biti”ni, “cezl-tahta, güzel ve rekâketsiz söz” ve yine od’un “ateş” olmak bakımından cinn taifesinin ondan atılan taşlarla “haber hırsızlığı” yapamamalarını birlikte düşününüz!): 49: İBHAM-Mübhem. Kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. İzi var kendi yok hakikat. Baş parmak… KÜL: 50: CEZM-Nihayet. Hatm. Yemin. Kararlaşmak. Kesmek. Boşamak. Tahmin. Takdir. İstikbâl. İlzam, zorlama. İcabe.

*

SEMÂ’: “Güneş, çok güzel ve çok güzel çehreli” olarak vasıflandırılan Şeyh’in etrafında halkalanan bağlıları da, o afitab’ın ondan tesirle titreşmeleri, ona nisbetle GONG olmaları… SEMA, “asuman, felek, devr, gerdun, dönen, kuşatan, gök” mânâları ile, Berzah varlıkları ve makamı temsilinde de, RABBANÎ hakikate ilgide… SEMÂ’nın MEVLEVÎ tarikatinde, CEZB ile dönüş riti malûm; söylediklerimiz, o da içinde olarak; elbette vesilesi, ŞEYH Galib’in matla’ beyti… SEMÂ’nın BERZAH Âlemi ile ilgisi, SEMİ’-İşitip, duymayı da hasrına alır; o varlık mertebesinde, Allah’ın ses ve savttan münezzeh kelâm sıfatıyla konuşması, hak üzerine kaim olan HAKK’tan dinlenendir, Berzah halkının konuşması ve şâhidliği bilinendir… İşte Mİ’RAÇ bahsini kuru sıkı akıl yürütmelerden çıkaran incelik de burada!

*

ÜSTADIM’ın “Çöle İnen Nur” isimli eserinden… (Mİ’RAÇ)… İnananlardan bile, bu en büyük oluşun arkasından aklını koşturanlar var: Bir gecede bir oluş mu, uyku hâlinde mi uyanıkken mi? Yoksa iki oluş da biri uykuda ve öbürü uyanıkken mi? Mescid-i Aksa’ya kadar olan uyanıkken de, ötesi “ARŞ-I Alâ”ya varıncaya dek uyanık mı? Madde gözüyle mi gördü, ruh gözüyle mi? Şu nasıl oldu, nasıl, niçin, neden? Mi’raç haktır ve hem ruhanî hem de cismanîdir. Cisim ve ruh beraber… (Keyfiyetini sadece Allah’ın ve Sevgilisi’nin bildiği sırrı kaba saba mantık hesablarıyla tartmaya kalkan ahmaklara cevab, Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nden en güzel şekliyle geliyor): Allah gökte değilmiş… Ey köpek! Olmadığını ne biliyorsun? Göğü karış karış dolaştın da, bir de “orada yoktur!” diye haber mi veriyorsun? Göğün adını duymuş, yıldızların ve feleklerin adını işitmişsin de, durmadan birşeyler söylüyorsun. Eğer senin Gök hakkında bir bilgin, gökten haberin olsaydı, yahud bir karış yükselseydin, bu saçmaları söylemezdin! Biz, “Allah Gök’te değildir!” demekle, “Gök üzerinde değildir!” demek istemiyoruz. Maksadımız, “Gök O’nu ihata etmemiştir, O Göğü nasılsız ve niçinsiz ihata etmiştir ve hepsi O’nun kudret elindedir; O’nun mazharıdır ve tasarrufu altındadır” demektir. Binaenaleyh O, Göğün ve Kâinat’ın dışında değildir ve içinde de değildir; yâni, bunlar O’nu ihata etmemiş, O hepsini çevirmiştir. (7 Kat gök, maddî ve mânevî nitelemeleriyle Arif’in kalbindedir. Hem varlık, hem HAKK bilgisiyle BİR. Bu sözde onun “Cismanî yükselişi olmasa da” kaydı da var. Mİ’RAÇ bahsini, Yer ve Gök halkından madde ve ruhî cihetin şâhidliği bir arada öğrenmekten, doğrudan “Hadîslerin sıhhatine kadar” Allah Sevgilisi’nden işitmekle, onların işi!)

*

SEM’-İşitmek, duymak. Kurdun sırtlandan olan eniği. (Kurd: Akıllı. Çevreyi iyi bilen. Sıkı takib eden. Piç, kıvrım, büklüm, belirsiz. Canlı. Serab… Sırtlan: Ebed. İri vücutlu. Kan… EZEL, bâtında zürafa sırtına benzetilmiştir, sürçmeler çok olduğu için; ki sırtlan sırtı da benzer… İNSAN hüviyetinin HADD-İ Zâtında –bunu söylediğimiz ân kul olduğu belli–, EZEL’le EBED’i birleştiren bir sonsuz MEÇHUL’de o, nesebsizdir. ASLI meçhul, onun sonsuzluğudur.): 170: KUDDÜS-Noksandan münezzeh. Allah’ın 99 güzel isminden biridir. Allah’ın bu sıfatıyla sıfatlanmış kâmiller hakkında, [“Kuddise Sirruh”] terkibiyle tazim için kullanılır. (Allah’ın emir ve yasaklarını, zâhir ve bâtına müteallik kelâmını en iyi bilen ve ledün sırrıyla hep taze ve tazeleyen Veliler, Peygamber bağlılığının üstünlüğü içinde “en iyi işiten”dirler… Allah’ın 99 güzel isminden biri de, ES-SEMİ’dir; “İşitici”… Kötü sözler O’na erişmez; Alem’in yalnızlığının sebebi olan yerde yanlış olarak kalır… HAMD ve Şükür; bütün hayat bir ibadet için ve hamd ve sena’ya, şükre hedef O… Allah Sevgilisi’nin ARŞ Ehl-i arasında ismi, ABDÜLHAMÎD ki, sözkonusu mânâya hedef olduğu gibi, en çok hamd ve şükreden, Allah’ı anan ve sena eden. Allah’ın 99 güzel isminden biri, EL-Hamîd; hamdedilen.)… MÜSLİM-İslâm olan: 170: KAMLE-Bit, kehle… (İşi sıkı tutan)… FASS-Gözbebeği. Nefsin mührünü açmak. İdrak: 170: MUSALLÎ-Namaz kılan. (Hadîs: Namaz dinin direğidir… Mü’minin mi’racıdır)… KUST: 170= 1169: Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetler… KISIT-Hisse. Nasib. Mizân. Parça parça verilen hediye. Adalet etmek: 169: ABDÜLHAMÎD… MENİ’-Sarp. Çetin. El erişmez. (Men: Ben… Men: Kim?): 169: MUSTAKA-Sakız. Yapışan. Elastik. Sünen. (Alak: Kan. Yapışan.)… YAKÎN-Şübhesiz, kat’i olarak bilmek: 170: KALEM.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 2661: MÜSTEYKIN-Yakînen ve kat’i olarak bilmek. (Amin-Yerinde sabit: 170: Kalem-Kur’ân’da “Nûn ve’l-Kalemi Sûresi”, “Nun Suresi” veya “Kalem Sûresi” denilen Sûre. Allah, Kalem üzerine yemin etmiştir. Kalem, “ifâde” mânâsıyla, hem ifâde eden, hem de “ifâde edilmiş”tir. MUHAMMEDÎ Nur’dan yaratılan KALEM ve “Ol, Olur’un aynı” gibi topyekün varlığın kaderi, “var olacaklar, var olanlar, ne olacakları”nın yazıldığı LEVH-İ Mahfuz. NUN, “Nur”, “uyku ile uyanıklık arası-yakaza” gibi, MÜLK’ün-varlığın dış yüzüne mukabil, MELEKUT’u içyüzü. KALEM-Nur, NUR’un Allah’tan gayrı için mecazî olması hakikati ile, ELİF-“Hemze” harfinin işaret ettiği Allah’ın “El-Bedî” ismine ve “İlk Akıl” makam ve mertebesine… Hakk’ın Hak üzerine mutlak kaimliğinin, Allah Sevgilisi olduğunu, VAHİD ve VAHÎD sırrını hatırlayınız… MÜLK: Mal. Küna. Arazî. Yer. Yeryüzü. Mehd. Yapılan, bina. Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, azamet, şevket. Bir şeyin dış yüzü. İnsanın sahib ve malik olduğu şey. Akıl sahiblerini tasarruf etmek. MÂLİK olmak… MÜLK, bazı şeylerde güzel, bazı şeylerde ise çirkindir. Güzel ve çirkin, Allah ve Resûlü’nün tebliğ ettiği, gösterdiği ve İNSAN fıtratında güzel asıl olduğu üzere ikisi istidadı bir aradadır. MELEKUT, içyüz ve güzellik. Allah’ın her şeyde ona mahsus uluhiyeti, ruhu, canı… KALEM Sûresi’nin 1-2. âyet meâli: “Nun’a ve Kalem’e ve Kalem sahiblerinin satıra dizdikleri ve dizeceklerine yemin olsun ki, – Sen Rabbi’nin nimeti sayesinde deli değilsin”… KALEM’in ihtiva ettiği mânâ, tabiî ki Allah ve Allah Sevgilisi; Sûre’de, mal ve mülk sahibi kâfirlerin kibirlerine karşı, Allah’ın Sevgilisi’nin şahsında gerçek mülk’ün idrak ve ahlâk içyüzünde olduğu ve vaadi bildirilmiştir… “Kalem Sahibleri”nden hissesi olanlar, başta Peygamberler, Sahabîler, tabiin, veliler, bütün mümin ve Müslümanlar… BEDİ’: İBDA… KALEM’den hissesini, Üstadım’ın İFRAT HÂLDE TECRİD hükmüne kaimliğinden biliniz!)… LAZLAZ-Yol gösterici, kılavuz: 661: HALAL-Dostluk. İki şey arasındaki açıklık. (Dostluk ve açıklık tâbirlerinin tenakuz ifâde etmesi gibi bir his, BİR’in “efza-artması” şeklinde düşünülünce, bir genleşmeden, makam ve mertebe farkına kadar “açıklık” tavsifinde doğrular!)… MÜTEKEBBİR-Büyüklükle vasıflı. Allah’ın 99 güzel isminden biridir: 662: KERAMAT-Kerametler… BİSTER-Yatak. Döşek. Mehd: 662: KÜLTÜR.

*

MATLA’ Beytin İkinci Mısraı: 2289: AHRUF-Harfler. Vecih, üslûb. Harflerin Allah’ın ismi, makam ve mertebeler şeklinde “neyi” işareti gibi, bir insanın meçhulüne ve O’na aidiyetine doğru öz arayışı mânâsında “başkasının mânâlarını gösteren” işaret. Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı. Yemiş toplamak. Şafak… NİYAZKÂR-İhtiyacı olan: 289: FART-İfrat. Çok aşırı olmak. Yollara alâmet olarak konulan nişân.

*

MATLA’ Beytin Toplam Ebcedi: 4950: EBU FAZL-Kırmızı Altun. (Altun-Sabir: 96: Amine)… SIRAT-I Müstakim: Doğru yol: 950: DOĞUM tarihim… HACE Muhammed Masum-Hacegân silsilesinin 25. büyüğü ve İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin oğlu: 954: İNŞİHAB-Fışkırma.

 

GÜL-İ HAMRA
(GÜL-İ MUHAMMEDÎ)

 

GÜL-İ Hamra: Kırmızı gül. Bu gül çeşidinin bir de “Gül-i Muhammedî” isimlisi var. (Hamra-Bir hususu söylemeyip setreylemek, örtmek, gizlemek. Çok kırmızı, kızıl renk. Çok şiddet ve meşakkatli geçen yıl. Mücadele. Siyah: 250: Mîr-Vâli… Müdevvir-Döndüren çeviren: 250: Madgare-İki tarafın şiddetli hücumlarıyla meydana gelen savaş): 308: REZZAK-Bütün mahlûkatın rızkını veren Allah. (Er-Rezzak)… SARİH-Açık, belli, aşikâr. Sâf ve hâlis olan. (Allah Sevgilisi, “görülen”dir; ama bu aşikârın, bir de görülmeyen yüzü var ki, kâh Allah’ın, kâh O’nun söylemediğidir. Hoş, söylese de, mücadele ile, “cehd” ile sırrına erilecek olandır ki, yanlışa düşülmesi mümkün; siyah ve karanlık, yalnız beyazın zıddı değil, bilinmeyenin de rengidir. GÜL-İ Hamra REMZİ, görünende mahfuz “gizli sır”dır… NUN-Nur. Allah’ın “En-Nur” ismine işaret eder: 50: VÜCUD-Vav, mim ve dal’ın tek kök olduğu ve “Kaybolan şeyi buldum!” demek!): 308: HİSSEDAR-Hisse sahibi, hissesi olan… ARVASÎ: 308: BURAK-Cennet’e mahsus bir binek. Kelimenin kökü “berk-şimşek”tir ki, Hadîs’e göre, “Merkebten büyük, katırdan küçüktür ve ayağını gözünün müntehasına basar.

*

GÜL-İ Muhammedî: (Gül, sırrıyla beraber topyekün varlığı kucaklıyor… Gül: 50… Madde Zâhir duygularla hissedilen ve ruhanî olmayan varlık. Dünya’da maddeden insana varlık tabakalarında, ilk olmakla, “asıl, esas”. Cevher ve fikir mânâsında madde, bunların da bir kendine mahsus suret belirtmesi bakımından. His azamız üzerinde muayyen ihsâsat meydana getirebilen herşey… Mihad: Yer. Arz. Beşik. Döşeme. Döşek… Made: Dişi… Yemm: Deniz, derya. Güvercin… Halîb: Süt… Hama’: Kara balçık… Velîd: Küçük çocuk… Mevvac: Çok dalgalı. Fırtınalı… Mecaz: Benzetme… Hecmec: Koç… Fürfür-Besili koç: 566: Cebrail. Melek… Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Maunet-Allah’ın salih kullarına imdadı… “İfrat hâlde tecrid”in noktasız harflerle ebcedi: 50: Müceddid.): 142: MEN Ene?-Ben Kimim?

*

GÜL-İ Muhammedî: 152= 1151: MEHDÎ Muhammed… DÜ-Alem: İki âlem. (Allah Sevgilisi, hem Berzah, hem içinde bulunduğumuz âlemin Mehdîsi’dir.): 151: MUAMMA-Anlaşılmaz iş, karışık dava. Bilinmeyen hâl. (Vücud-Muamma: 201: Birr-Tilki. Vavî. Gönül. Kalb. Takva. İnam ve ihsan etmek)… MÜDAHMES-Gizli, saklı: 152: KAAN-Hükümdar… ABDÜLHAKÎM. (Noktasız harflerle): 152: NAKKAB-Delici, delik açan. (KÜRSÎ, Arş’ın altındaki bir sema tabakasıdır ve Allah’ın ŞEKÜR ismiyle ilgilidir; KEF harfi ile işaret edilir. Kef, “el ve alında olan çizgiler, alınyazısı” mânâsıyla, LEVH-İ Mahfuz’da yazılı olanın, her kulun hissesi hâlinde ömründeki nasibidir… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nu ve onun ortasındaki yuvarlak deliği hatırlayınız; GÜL-İ Muhammed’le aynı ebced’te bulunan Abdülhakîm ve Nakkab’a dikkat, o DELİK’in KÜRSÎ’deki mahiyeti budur… Farz: Kul yönünden, Allah ve Sevgilisi’nin yapılması şart hükümlerinin yerine getirilmesidir, İNSAN’ın tâyin edildiği görevi icrasıdır. Farz edindikleri ile birlikte, işi bitirmek, koparmaktır. Delmek ve delik açmak, aynı mânâda olarak “farz” lâfzında geçer. Sarmaşık ve nur-bat, vida misâli nefsin semâ’ ile yükselişi… “Varlığın hakikatini muttasıf ve herşeyi yerli yerince edici” mânâsıyla HAKÎM, Allah’ın, Allah Sevgilisi’nin ve Takdim edicim olan Üstadım’la beraber bağlı olduğumuz Şeyhimiz’in ismi; bu da ayrıca… İSÂ Aleyhisselâm’ın Allah’a HAKÎM ismiyle duasını da unutmayalım!

 

Mİ’RAÇ
(GECE YÜRÜTÜLEN)

 

Milâdî 619 senesinde, yâni Hicret’ten 3 sene önce, Arabî aylardan Receb’in 27. gecesinde, gerçekleşen Mi’raç mucizesi… ALLAH, bir AŞK ânında kendi nurundan MUHAMMEDÎ Nuru yarattı… Hatırlatma: O Nuru dört parçaya ayırdı, Kalem’i - Levh’i - Arş’ı yarattı. Kalan parçayı dört parçaya ayırdı, Arş’ı taşıyan melekleri - Kürsü’yü - Öbür melekleri yarattı. Kalan parçayı dört parçaya ayırdı, Gökleri - Yerleri - Cennet ve Cehennem’i yarattı. Kalan parçayı dört parçaya ayırdı, Mümin gözlerin nurunu - İlâhî marifet yuvası olan kalb nurunu - Tevhid nurunu yarattı… Bu BERZAH Âlemi’nden sonra, bâtıl dine mensub olanların nuru, hayvanların, bitkilerin ve maddenin… Bu FATK-Ayırma’dan sonra Mİ’RAÇ mucizesi, Allah Sevgilisi’nin şahsında topyekün varlığın asılların aslı hâlinde yine AŞK mucizesi, Allah’la Zâtî yakınlığına ermesi, topyekün varlığın RATK’ı, dürülmesidir.

*

SİDRET-ÜL Münteha: Mahlûkat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulduğu ve kevn âlemini hudutlandıran bir işaret. Müntehadaki ağaç: Bir teşhis, 7. kat gökte, “gizlinin gizlisi” olarak sadece Allah Resûlü’nün ötesine geçebildiği… BURAK isimli katırla ve CEBRAİL Aleyhisselâm’ın eşliğinde bu ağacın yerine vardıklarında, CEBRAİL Aleyhisselâm buradan ileri giderse yanacağını söylüyor. Allah Sevgilisi’nin buradan ileriye nasıl gidebileceğini sorması üzerine cevab veriyor: AŞK’la.

*

ALLAH Sevgilisi, Peygamberlikleri’nin 10. senesi ve Receb ayının 27. gecesi, Kâbe’nin HATÎM kısmında yanları üzerine yatmış uyuyorlar. (Hatim: Kâbe’nin Kuzey ve son duvarı. Burada bulunan taş… Doğu tarafında da HACER-ÜL Esved taşı; rengi siyah olduğu için, “Siyah Taş” denilen bu taş, Cebrail Aleyhisselâm tarafından İbrahim Aleyhisselâm’a Cennet’ten getirilmiş. Bir ismi de, El-Ruh’ul-Esved… Eğer Allah Sevgilisi’nin Mİ’RAC’a hem ruh hem cesed, malûm insan hâliyle gittiği hususunda şübhe eden varsa ve “aklı almıyorsa”, üstelik Hacer-ül Esved’in Cennet’ten getirildiğine hâlâ inanıyorsa, tezadını ona hatırlatmak lâzım. Aynı şekilde Adem Aleyhisselâm ve Havva anamızın yeryüzüne indirilmeleri!)… Bir kimse geliyor. Evvelâ göğüsleri şakkediliyor ve kalbleri yıkanıyor. Bu hâdise, çocukluklarında başlarından geçen ve sonra tekrarlandığı rivayet edilenle beraber, üçüncü… Derken bir AK Ata, BURAK’a bindiriyorlar. Bu at fazla cüsseli değildir; bahis geçtiği üzre, dört nala harekete geçince, ayaklarını gözün görebildiği son noktaya basmaktadır… Göğün kapısına erince, bir ses: “Kimsiniz?”… Cebrail Aleyhisselâm, kendini ve Allah Sevgilisi’ni bildiriyor… “Muhammed Resûl oldu mu?”… Her melek, kendine verilen görev üzerinde; “evet!” cevabını alınca —“Hoş geldi, safa geldi!”… Ve gökler açılıyor. İlk kademede Âdem Aleyhisselâm’a rastlıyorlar… Cebrail Aleyhisselâm: “Bu senin Ceddin, selâm ver!”… Selâmlaşıyorlar  —“Merhaba, salih oğul ve salih nebî”… Tabaka tabaka: Yahya, İsâ, Yusuf, İdris, Harun ve Musa Peygamberleri görüyorlar. Yedinci gökte, “Allah’ın dostu” lâkablı İbrahim Aleyhisselâm… Oradan “Sidret-ül Münteha”ya… Sidret-ül Münteha’nın ötesine geçmek, gelmiş geçmiş bütün Peygamberler içinde sadece Allah Sevgilisi’ne mahsustur: Her nebiye bağlı bir velâyet şekli vardır. Allah Sevgilisi’nde bu, ZATÎ Tecelli mertebesi olarak, bütün mertebelerin üstü ve nihayeti… Bu mertebede, Allah’ın isimleri (Esma), Sıfatları ve Şuuna (Hadiselere) yer yoktur. En mahrem ve hakikî vecd… VÜCUD, Allah’ın Zâtî sıfatı; VÜCUD’tan sonra, bunun isimleri, sıfatları, fiilleri… Allah Sevgilisi, ayetle bildirildiğine göre, “iki yay kadar bir yakınlığa kadar O’na yaklaştı”… Bunlar, akıl ve mantıkla değil, vecd ve imâna hitab eden işler; ama, ruhla varılanın kelâmla zarflanışı hâlinde akla hitab eden bir şey var ki, gerekliliğini BİLGİ ve VARLIK mahiyetiyle ortaya koyan İSLÂM’ın kılı kırk yarıcı bir istidlâlde bilhassa görülebilen bir MUTLAK bütünlük arzettiğidir; “hareket içinde hareketle zenginleşen” insan şuurunun, tutarlı bir bütünlükten bütünlüğe geçişinde, hep daha da ötesi var diyebilen… Allah’ın ZATÎ yakınlığına ermiş ve “ben Kur’ân ahlâkıyla ahlaklandım!” buyuran Allah Sevgilisi, nefsinin yokluktan yokluğa VAHÎD oluşu içinde hiçbir zaman durağan olmamıştı ve değildir. Kur’ân ve hadîs’te tecelli eden “ezelden ebede” İNSAN’ı (murad o) anlayın… ZATÎ velayet, bütün Peygamberlerde onlara mahsus olarak tecelli eden velâyetlerin içyüzündedir… Nass: “Müminin miracı namazda, secdededir!”… SİDRET-ÜL Münteha: 1200: NESİF-İki kişi arasındaki sır… SADUK-Çok sadık, çok sadakatli: 200: NEFİS-Pek güzel, pek iyi. (Ahde vefa, nefse safa!)… SİDRET-ÜL Münteha: 1200= 201: BİRR-Vavî. Kalb. Gönül. Takva… Bu da şahid olabilecek kalbe ve namazın kalbine dair!

*

Mİ’RAC: Merdiven. Yükselecek yer. En yüksek makam. (Guceraltı Şeyh Ebu’l Muvahhid’in “Cevahir-ül Hamza” isimli eserinde verilen tabloya göre, KAF harfi Allah’ın KADÎR ismine işaret eder ve sayı değeri: 305: MERESE-İp. “Hablullah. Habibullah”… Semra-Esmer kadın. “Nefs”: 305: Şeb-Gece… Kudar-Büyük yılan. Hayat. Rızık veren: 305: İdam-ı nefs. Mahv-ü vücud.): 314: KADÎR-Muktedir. Nihayetsiz kudret sahibi. Allah’ın 99 güzel isminden biri… MERCİ’-Merkez. Söylenen sözün kendisine fayda verdiği kimse: 314: ESBRAN-At süren, süvari. Gemi kaptanı. (Allah Sevgilisi)… ŞÜHÛD-Şahidler. Şâhid olma. Görünecek şekilde şekillenme: 313: HACER-ÜL Esved. (El-Ruh-ul Esved)… MERABÎ-Murabbalar, kareler. Dört eşit açılı ve dört çizgiden müteşekkil şekiller: 313: KAPTAN Gusto Müslüman. (Noktasız harfler ebcedi.)… ŞEHAV-Açmak. Fethetmek: 314: İŞAHA-Misvak kullanmak. (Malûm olduğu üzere misvak kullanmak, dişleri hilâllemek sünnettir. Hazret-i Ömer’in kendi devrinde bir seferinde, bir kalenin düşürülememesi üzerine bir Şer’i eksiklik hissetmesi ve misvak kullanması, bunun üzerine fethin gerçekleşmesi hatırda!)

*

İSRÂ-Yürütmek, göndermek. Gece seferi yapmak. İrsâl etmek. Gönderilmek. Serbest bırakmak. Kendi hâline koymak. (İrâdesi mutlak Allah’ın irâdesi olmuş Resûl’ün, Allah’ın kudretinden hâl gücü, hürriyeti. Allah ve Resûlü’nün, Allah’ın Zâtî vuslatında iki taraflı bir muradın gerçekleşmesi hürriyeti!): 263: RABBANÎ… TAKARR-Birbiriyle kararlaşmak: 701: KÜLHÂN-(Üstadım’dan: “Yaklaştım hamamda külhân yerine; / Yaklaştıkça daha sıcak bölmeler”… Yevmiye: “İnsan ömrünün sonunda yanık kokusunu, marsık kokusunu daha çok duyuyor dünyanın!”… KÜL-HÂN: Gül-Hân… Kelime mânâlarına girmeden: Nefs yakınlığında, yakın nefste, haberde GÜL-HÂN ve kendinden haberdarlığı daha çok duymak ömrün sonunda. Eşyanın kül olduğu yerde görünür GÜL-HÂN… O’nun ne olduğunu seziyorsunuz, kendiniz duydukça nefsinizin kül oluşunu!)… TEFEKKÜR: 700: ASİR-Hayâlin ulaşamayacağını rivayet eden… ESER-Bir şeyin varlığına delâlet eden tesir: 701: OSMANLI… Aynı ebcedle, derinliğine ve genişliğine bir tefekkür ve oluş imkânı usûlümüzü de gösteren tek kelime, BASİRET: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Feraset. İbret alınacak hidayet sebebleri. Hüccet. Bir evin iki tarafının arası. Nefsin, şuurun, zâhir ve bâtın, akıl ve ruh kutubları arası. Kan. İşi sıkı tutan… Mİ’RAÇ mucizesine imânın tefekkürüyle, davamızın Mİ’RAC’ını İslâm milleti çapında görmek istediğimiz belli!



Baran Dergisi 287. Sayı