Dante: Ey müzler, ey yukarıdaki dehâlar, bana yardım edin!
Goethe: İnsanlar bir kere büluğ ıstırabı çeker, dehânın çocukları hep yeniden!
Üstadım: Dehânın çocuğu olmak aklımızdan geçmez...
Fûzûlî: Tutsam taleb-i hakikate mecaz yolunu. (Tutayım hakikat talebinde mecaz yolunu...) İmâm-ı Rabbanî Hazretleri: Mecaz, hakikate köprüdür.

*

Profesör Mustafa Şekib Tunç’un, Bergson felsefesini tanıtma yazısından bir bölüm:
Teslim edersiniz ki, fevkalâde olaylar ne kadar açıklanamaz olursa olsun, insan zihninde hiç olmazsa hayâlî, takribî ve zannî bir düşünce uyandırırlar. İşte benim de Bergson felsefesi karşısında elimden gelebilecek şey ancak bu tarzda eksik bir taslak yapmak olabilir. Bunun için okuyucularımdan her şeyden önce müsamaha istiyorum. Fikirlerini MUSİKÎ notaları gibi yazan bir düşünürü, anlamaktan ziyâde bütün bir ruh ile dinlemek lâzımdır. Bunun için Bergson’u okuyanlar, nerede düşünüp nerede duyduklarını farkedemezler. Bu filozof, hayat, şuur, hürriyet, irâde, tekâmül, ruh, hafıza, zekâ gibi en KARIŞIK ve kavgalı meseleleri öyle zarif ve zarif olduğu kadar da reddedilmesi güç bir surette çözer ki, insan fevkalâde bir felsefe dehâsıyla karşılaştığına şübhe etmedikten başka kendi düşünce tarzlarının da az zaman içinde farkında olmadan bir devrime uğradığını görür. Olanca cesaretle söylenebilir ki, Bergson’un felsefe tarihi içinde aldığı tavırın orijinallik ve telkinciliği belki de hiçbir filozofta görülmemiştir. Birinci sınıf yazıcılarından olan bu üslûbçu filozofun başlıca üstünlük delili, en ince ve gizli ruhî ânları umulmadık TEŞBİH ve İSTİARELER’le şuurun güneşlerine sermesidir. ÜSLÛB İLE DÜŞÜNCENİN BU DERECE BİRLEŞMESİ, filozoflar arasında en çok Bergson’a nasib olmuş bir mazhariyettir denebilir. Tam yerinde ve en zor noktalarda kolaylıkla bulduğu hayâl ve teşbihler, açıklamalarına güzel bir edâ vermekle kalmayıp, bilhassa pek kuvvetli ve akla yakın delil ve isbatlar vazifesini görür.

*

Rüyâ: Uykuda görülen misâlî âlem. Düş, hayâl: 217.
Varî: Benzer, gibi: 217.
Rabıta: Rabteden, bağlıyan, münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217.
Yaver: Medetkâr. İmdatçı. Yardımcı: 217.
Tıraz: Üslûb, tarz, tutulan yol: 217.
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas sûreleri üçü. (Cin ve şeytan iğvalarına, sihire karşı okunması tavsiye edilen dualar.): 1217.

*

Telegram: 1676.
Bazihane: Oyun yeri, eğlence yeri: 676.
Münafese: Üfürüşmek: 676.
Tesvir: Koluna bilezik yapma, büyük işlere yükselme. (Tesvir: Toz kaldırma. Derin ve gizli mânâyı araştırma.): 676.
Mehul: Benli, benekli: 676.

*

Telegram: 1676= 677.
Teshir: Büyüleme, sihir yapma. Yemek ve içmeğe muhtaç etme: 678= 1677. Adud: Zalim. Isırıcı at veya köpek. Yavuz kişi. Dar ve derin kuyu: 677. Haza’: Kesme, yarma. Ameliyat: 677.
Haz’: Muhalefet etmek. Taksim etmek: 677.
Taazzür: Tâzim etmek. Hürmet etmek. (Mühimsemek, mühimsenmek.): 677. Teavür: Elden ele gitmek: 677.
Avrat: Kadın: 677.
Mütereccile: Erkekleşmiş kadın: 678= 1677.

KALB VE YÜREK

İmâm-ı Vâhidi’ye göre kalb, yürekte bir noktadır ki, bir damarla bağlıdır. “Kalb” kelimesinin veriliş sebebi de “değişme” mânâsına ve bazı duygu ve hatıralarla onun “takallüb” etmesi, hâlden hâle geçmesidir... Zemahşeri demiştir ki:
— “Kalb, takallüb-değişmeden dalgalanmış bir kelimedir. Kalb, aslında ifratla değişmeye kabiliyetli olduğu için bu mefhumla isimlendirilmiş oluyor.”
Ebu Musa Eş’ari Hazretlerinin naklettiği bir Hadîse göre, kalb sahraya düşmüş öyle bir kuş tüyüne benzer ki, rüzgârlar onu her yöne çeker, çevirir.
Kalb ile yürek arasındaki fark, (zaman ve mekân gibi), kalbin yürekte bir merkez olmasıdır. Cevherî, kalb ile yüreği aynı mânâda görür. (Nitekim kalb madde mânâsıyla alırsak, yürekle arasında bir fark kalmaz.)
Ama Zerkeşî’nin ifâdesine göre, yürek kalbin perdesi (kalıbı, zarfı, mahfazası) kabul edilebilir. Allah Resûlü’nün, KALBİ YUMUŞAKLIK ve YÜREĞİ YUFKALIKLA vasıflandıran bir hadîsi, birinin MÂNÂ ve öbürünün MADDE hususiyetini belirtmek bakımından, maddî kalbi, mânevî kalbten ayıranlarca bir senettir.
Bazı din büyüklerine göre, ilim ve şecaat gibi mânâlardan ne varsa, hepsi kalbi terkib ve teşkil ederler. Allah’ın kalbi andığı yerlerde daima akla ve ilme işaret olunmuştur... Bazı âlimler de demişlerdir ki:
— “Allah insanı yarattı ve ona nefsini idrak etmesi için kalbi verdi. Kalb, insan vücudunun aslı ve özüdür. O salâhta ise, bütün vücud öyle olur. O, fesatta olunca da uzuvların geriye kalanları aynı vaziyettedir.”
Allah, kalbi vücudun sır noktası olarak halketmiştir. Aynı zamanda ihlâs noktası... İhlâs öyle bir İlâhî sırdır ki, Allah dilediği kulun kalbine verir. Bu sırra ilk nail olan Allah’ın Resûlü’dür. Zirâ bütün insanlardan ve nebilerden önce yaratılmıştır. Sûreti ise, Resûl suretleri içinde en son vücuda gelendir.
Allah, kişinin ahlâkını, kalb esrarının alâmeti kılmıştır. Kalbinde İlâhî esrardan eser bulunanın ahlâkı güzel olur. Böylesi, Allah’ın bütün mahlûklarına karşı en iyi ahlâkla hareket eder.
l
Kalb ve Yürek arasındaki mânâ farkı, “yürek nakli” gibi işlerde, imânı zedeleyici bir delil doğmuş gibi paniğe gerek olmadığını gösterirken, Telegram’da da, yürek dahil her türlü bedenî tesirin, imân bakımından bir imtihan vesilesi olduğu takdir edilir. Bolu’da da NYMPHALAR’ın 2005-2007 arasında muhtelif defalar tekrarladıkları “yürek sıkma-kapma” hâdisesi, sair bedenî marifet ve sözlü telkinlerle gerçekleştirdiklerine, bu gözle bakmak gerekir.

YÜREK AĞRISI

2000 yılının Mart ayı içinde olsa gerek. “Bilgisayarı getirin, bilgisayarı götürelim!” sesleri arasında, sanki Telegram, kimsenin bulunmadığını bildiğim, belki kısa süreli bir-iki kişinin konulduğu, ama sayımlarda kapısı devamlı olarak açılıp kapanan karşı koğuştan yapılıyor. Zaman zaman da depo olarak kullanıldığı, böyle bir intiba, gardiyanların oraya gelip gidişlerinden,
konuşmalarından doğuyor. Orası boş mu dolu mu, mahkûm mu var Telegramcılar mı, depo mu ve hattâ cinlerin cirit attığı bir mekân mı? Bilgisayarla yapılan işi, cin diye mi yutturuyorlar, cinle gerçekleştirileni bilgisayarla mı? Bendeki ton ton ayarlanan bu elektrikî tesir hangisinden? Zaman zaman konuşanların değiştiği “bilgisayarcılar”dan, o günlerde tanıdık bir ses olarak, Terörle Mücadele Şubesi’nden Komiser Mehmed’in sesi, son derece salakça lâflarla asabımı bozuyor. Meselâ, çamaşır asmak için aldığım ipe gözüm değince, “hadi assana kendini! Asamıyorsun değil mi, sıkar sıkar!” diyor. Manyak mı ne?
Mehmed ve yanında kim olduğunu bilmediğim, pek sesi çıkmayan biri, hâliyle ben görmüyorum ama, karşı koğuşun kapısına yakın, bazen o kapının kendinden gibi, bazen benim kapının önünden, yahud benim göremeyeceğim şekilde yana saklanarak, bana elektrik veriyorlar ve cihazla konuşuyorlar. Benim ara sıra mazgal aralığından bakma ve birşey görmemem bir yana, bahsettiğim yer ve yön tâyin etmelerim, seslere nisbetle; ve o zamanlar, bir zannettirme dalgası olduğunu da bilmiyordum. Bazen koğuşun üst katına çıkıyordum, âniden o da benim üst katın koridora açılan kapısında veya karşısında. Üst kattaki helâya girip kapıyı kapıyorum, o ses – konuşma, lâf atma–, hemen helâ kapısının arkasından geliyor. Ne oluyor, nasıl oluyor?
Galiba Mart ayı içindeydi, elektrikî tesirle kalbimin kapılışı, sıkılışı, acı verilişi. Kalbimin kapılışı ve bana uyku düzeni hissi verilişinden bahsetmiştim. Bu arada, benle oynanırken, benim şimdi komik kaçan buluşlarım da olmuyor değildi. Meselâ, kalbimin kapılacağını hissettiğim zaman, bu elektrikî tesiri duyunca, biraz eğiliyordum; hem kalbim kapılamıyordu, hem vücudumdaki elektrikî tesir kesiliyordu. Bu tesadüfî buluş, gûya bir müddet beni korudu. Yahud, kapı tarafından o tesir gelince, ayakta olan ben, hemen yan dönüyor ve kalbimin kapılmasını engelliyordum.
Bir hafta kadar süren feci kalb sıkma numaraları: Bitkinlikten yatıyorum. Yatakta, ne yan, ne sırtüstü durumum; öyle hassas bir duruş çizgisinde olmalıyım ki, kalbim kapılmasın. Kalbim? O yerinde değil ki! Onu hissettiğim nokta, kaburga kemiklerimin bittiği yerde, kasık arasında; ve sanki böbrek kadar küçülmüş! Elimi kalbime koyunca, orada atmadığını görüyorum ve kesin (!) olarak dediğim yere inmiş hissediyorum - bedenî olarak hissediyorum. Bitmedi: Sözkonusu duruş içinde, sol omuzum yastık ve hafif kol desteğiyle yükseltilirken, uzanan sağ bacağım hafif olarak kıvrılmış, sol bacağım da, sağ ayağımı arkasına almış-sol ayağım üzerine dikilmiş, karikatüre benzer bir hâldeyim. Kalbimi kapamadıkları gibi, genel olarak vücudum da acıyı az hissediyor. Öylece, kıpırdamadan, bu denge içinde kalmalıyım. Bu arada, “vücudunu dengeli kullanıyor!” diye, telkin edici sözleri.

TAVSİYE-TENBİH

Levha: 3 Mayıs 1985... Üstadım’ın yanında Muhib Işıklar... Üstadım’ın dizine dokunarak “nuru kalbinden kovayla çek!” diyor.

*

“Nuru Kalbinden Kovayla Çek”: (Tilki Günlüğü’nün 3 Mayıs tarihli başlığı.): 683. Salih İzzet Erdiş: 1683.
Erbaiyyet: Dört olmak: 683.
Mahluce: Rey ve fikri doğru olmak: 684= 1683.
Muhib Işık: 451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.

*

Delv: Kova. Oniki burçtan birinin ismi: 40.
Veled: Çocuk: 40.
Hâlâ: Şimdi. Şimdiye kadar. Elân: 40.
Dahil: Hayrette kalan kimse: 40.
Ezkiya. (Kürtçe): Saf, temiz. (Ezkiye: Ben kimim?): 40. Hail: Perde. İki şeyi birbirinden ayıran. Berzah. Mania: 40.

*

Sel(î)m: Tek kulplu kova. Barış, sulh: 130-140.
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimali olmayan söz veya delil. Kur’ân veya hadîs’te, bir iş ve mesele hakkında olan açıklık: 140.
Mehd(i) Muhammed: 141= 1140.
İsa: 140.
Kelif: Haris kimse. (Kelef: Yüzdeki ben. Şiddetli sevgi.): 140.
Kılade: Gerdanlık. Akarsu: 140.
Lisân: Dil. Lehçe: 141= 1140.
İlm: 140.
Lesen: Fesâhat. Düzgün, akıcı konuşma. (Lisân, dil): 140.
Ken’: Tilki eniği. (Birr: Gönül. Takva. Tilki eniği. Fare... Mouse: Fare. Müz, rit.): 140.
Kalb: 132.
İslâm: 132.
Münavele: Takdim: 132.
Kulb: Bilezik. Bir yılan cinsi: 132.

KALB KUVVETİ

Bolu’da, 2006’da, TELEGRAM altındaki en zor günlerimde, Mahmud Efendi Hazretleri’nin, ilgisi dolayısıyla müjde, sabır ve metanet bakımından “uçurumdan aşağı uçuyor olsan da, sana hiçbir şey olmayacak!” dercesine benim ona inanç imtihanım olan sözü geldi:
— “Gece kalkıp ona dua ediyorum!”
Aynı sene içinde, yine ondan gelen müjde ki, bereketi bugüne kadar süren:
— “Ona, bin İhlâs sûresi, bin “Seyuhzemu’l-...” hediye ediyorum, niyetini ona bırakıyorum!” Sözkonusu âyet, Kamer Sûresi 45. âyet ve meâli şöyle:
— “Toplulukları dağıtılacak ve arkalarına bakmadan gidecekler...”

*

Kamer Sûresi, 45. âyet: 611.
Ceberut: Azametin daimisi ve bâtınisi: 611. Tereccuh: Üstün olmak: 611.
Tazrir: Zarar vermek. Zarara uğratmak: 1610= 611.

*


GUBAR - NAKŞ-I KADEM

Levha: 19 Haziran 2010... Kıbrıs’ta okuduğum Şehid Tuncer İlkokulu’na benzer bir ilkokul ama, o değil. Adı Şehid Yalçın İlkokulu olan bir yer. O ilkokulun içindeyim, etrafı güneşlik ve akşam
Ribatet: Kalb kuvveti. Tahammül ve sabır: 612. Derviş Muhammed: 612.
Hıbat: Yüzde olan dağ ve nişân: 612.
güneşi var. Okulun altında eskiden zindan varmış ve orada Yalçın isimli birisini hapsetmişler. Dayım da (S.M.) Okul’da hapis ama, Okul’un altındaki zindanda değil. Birçok ziyaretçisi var. Onu ziyarete gidenlere, “Okul’un çevresini toz toprakla kaplarlarsa, bana işkence yapamazlar!” diyor. Okul’un çevresindeki yolda işkence ettiklerini söylüyor. “Eğer o yol toprak içinde olursa ayak izleri kalacağı için işkence yapamazlar!” diyor. Sonra annemi o yolda beyazlar giymiş bir şekilde elinde basket topu sektirirken görüyorum. Böylece yolun toprak içinde kalacağını düşünüyor(um). Sanki bunları yukarıdan görüyor hissi içindeyim. — Aslı Tezeren.

*

Gubar: Toz: 1203.
Gabir: İstikbâl. Kalan: 1203.
Gaber: Büyük meşakkat: 1202= 203.
Gabr: Bâki olmak, ebedî olmak. Memede kalan süt bakiyyesi: 1202= 203.
Eber: Akreb sokması. (Üstadım’dan: Gelsin beni yokluk akrebi soksun — Bir zehir ki hayat özü faniye!): 203.

*

Gubar: Toz: 1203= 204.
Çar: Dört. Cihar. (4, varlık sayısıdır. Bu hususta ERKAM isimli eserime bakılabilir.): 204.

l

Erbaa: Dört: 278.
Arvasî: 278.
Salih Aleyhisselâmda tecelli eden FÜTÛHÎ hikmet ilgisi çerçevesinde:
Âlem DEĞİŞEN BİR VARLIKTIR, HER DEĞİŞEN VARLIK ise, sonradan var olmuştur... Bu mantıkî kaziyyede, dört mefhum vardır: Âlem - değişen varlık - değişen varlık - sonradan var olma... DEĞİŞEN VARLIK, iki mukaddimeyi birbirine bağlamak için tekrar olunmuştur ki, buna göre kaziyyenin temeli ÜÇ mefhumdur... “Yaradılışın aslı üçleme üzerinedir: Allah’ın iradesi, EMR, oluş da mahluk tarafından”... Allah’ın Zât âlemi, EMR âlemi, Halk âlemi ayırımında, EMR âlemi’ndeki mükerrer mânâya dikkat: Hangi yönden bakılırsa, ona âit olan BERZAH âlemi. Allah ile Halk âlemi arasında, Allah’ın bâtınını kendi suretinde yarattığı ve topyekün varlığın kendisinde tükendiği İNSAN... Vahid: Bir, biricik, eşi benzeri olmayan Allah... Vahîd: Yalnız, tek. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Benzeri bulunmayan ve hiçbir mahlûkla müsavî bulunmayan mânâsında.

*

Züvvar: Ziyaretçiler. Hâl hatır sormaya gidenler: 214.
Rubah: Tilki: 214.
İlm-i ledün: (214)/224.
Zübre: Örs. (Üstadım’dan bir mısra: Ensemin örsünde bir demir balyoz.): 214.
Haver: Gözün karasının çok kara, beyazının çok beyaz olması. (Haver: Doğu... Haveran: Doğu ile Batı.): 214.
Muakkıd: Düğümleyen, sihir yapan cadı. (Muakkad: Müşkül mesele. Zor anlaşılan söz. Ukdeli, düğümlü.) 214.
Raise Sultan Barrier: (Tilki Günlüğü’nde geçen 26 Aralık 1990 tarihli bir rüyâ: İngilizce, “Raisse Sultan Barrier” diye bir yazı... “Raise”, Rus Devlet Başkanı Gorbaçov’un Hanımı’nın ismi “Raisa”nın tedâîsi olarak kullanılmış bir kelime imiş... Raise: Rouse: Yükseltmek, kaldırmak, yeniden dirilme, canlandırma, telâşlandırmak, orduyu mevzilendirmek... Rose: Gül. Penbe... Penbe: Pamuk. Açık kırmızı renk: 59... Mehdî: 59.): 1215= 2214.
Nakş-ı kadem: Ayak izi: 450+144= 594.

*

Abdülhakîm Üçışık: 594.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1595= 2594. Cimnastik: 594.

*

Zurhane: Spor salonu: 869.
Mektubat: (İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin baş eserinin ismi... DEDİ Kİ: İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin, ilimlerinin yazılmasına iki kuvvetli sebeb vardır. Birincisi, Allah Sevgilisi’nin onlara, “Kelâm ilminde müçtehidsiniz” buyurmaları, diğeri ise Hazret-i Ali’nin onlara “Sana semavat ilimlerini öğretmek için geldim!” buyurmalarıdır. Bu sebeblerden başka bu ilimlerin yazılmasına daha büyük ve hayret verici bir sebeb de, onun talebelerinden birinin naklettiği sözdür: Bize bütün yazılarımızı âhir zamanda gelecek olan Hazret-i Mehdî’nin okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu kadar yazı yazmamın sebebi budur.): 869.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 869.
Nesli Han Hakîm: (Tilki Günlüğü’nde 11 Aralık tarihli başlık.): 869.
Kusto Suret: 871= 2869.
Kusto Fikir Kahraman(ı): 871= 2869.

*

Jimnastik: 598.
Müstasveb: Doğru sayılmış, makbul görülmüş. (Mektubat): 598. Müstasvib: Doğru sayan, makbul gören: 598.
Sernivisar: Başyazar: 598.

NESLİ HAN HAKÎM

Nesli Han Hakîm: (Yukarıda geçenden, başka bir yazı ile ebcedi): 1309.
Eskişehir - Bursa: (Abdülhakîm Koltuğu isimli rüyâda, mermer koltuğun iki tarafında bulunan şehir isimleri.): 1308= 309.
Arvasî: 308.
Derdak: Çocuklar: 308.

*

Sıbyan: Çocuklar: 153.
Mehdî Muhammed: 154= 1153.
Hanife: İslâm’dan evvel Allah’ın birliğine inanan ve Hazret-i İbrahim’in dinine inananların vasfı.): 153.
Mescen: Cezaevi: 153.

*

“Çocukların kalbinde işler zaman rakkası”: (Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirinden bir mısra.): 1599= 600.
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde, kat’i olarak belirme: 600.
Şark: Doğu. Yarmak. Parıldamak: 600.
Müsenna: Kat kat olan. İkili. İki bölümden meydana gelen. İki noktalı olan. İki defa nazil olan
FATİHA Sûresi: 600.

*

ÇOCUK şiirinin bütün beyitlerinin toplamı: 28709= 737.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1736= 737.
“Son Devrin Din Mazlumları”: (Üstadım’ın bir eserinin ismi.): 1736= 737.


Baran Dergisi 193. Sayı