“Nebat-bitki”, maden ile hayvan arasında bir âlemdir, BERZAH hükmündedir; onu ancak, hakikatini keşfeden bilebilir. BERZAH, iki taraf için de aynadır, iki tarafa da açıktır; bu bakımdan, hayvanı ve madeni içine alıp, her ikisine de tâbidir. Bu, acîb bir ilimdir ki, sahibi, bu ilimle diğerlerinden temayüz eder, farklılaşır, ileri görünür. Bu, tefekkür ve ibret ilmi değil, doğrudan doğruya keşif ile elde edilen HAKİKAT ilmidir. Sahibi, eriştiği ilimlerin ekseriyetine doğrudan doğruya Allah’tan, ilhâmla-keşifle nâil kılınmıştır. Tefekkür ve itibarî-kıyas yoluyla elde edilen ilimlerin ekserisi, kul ile Rabbi arasında her vakit hicab-örtü olabilir. Kul, ilimlerini mükâşefe (dindeki gizliliklerini açık etme) yoluyla doğrudan doğruya Allah’tan almamışsa, ona İlâhî ilme sahibtir denilemez. Ebu Yezid Bistami, “siz ilimlerinizi ölüden aldınız, biz ise Hayy-u Lâyemût’tan aldık!” demiştir. Kulluğun hakikatine ermiş bir kul ile Rabbi arasında hiçbir hicab yoktur. Kulu, Allah’a en kısa yoldan ve çabuk ulaştıran ilim ise, Rabbi’nden mükâşefe yoluyla aldığı ilimdir. Fikir ve istidlâl yolu hem uzundur, hem tehlikelerden salim değildir. Mükâşefe ve müşâhedeye ermek için istikamet ve mücahede lâzımdır. Hazret-i Peygamber, “Hud sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı!” buyurmasının sebebi budur. Hakkı söyleyen Allah, doğru yola ulaştıran yine sadece Allah’tır.

*

Topyekûn varlık, insanda toplanır; bir BERZAH’tır insan. “Dinin direği de namaz!”: Kıyam- tekbir, rüku (eğiliş), secde, ka’de (oturuş)... Rüku-eğiliş, nefs sahibi hayvanda; secde, uyku hâli olarak bitkide; ka’de (oturuş), cemadatın hâli ve tesbihidir... Bütün bunların hepsi, Allah’ın halifesi insanda, şuur olarak liyakatince toplu. Böyle olunca, insanda secde, cemadla hayvan arasında bakıldığı yere nisbetle BERZAH olan BİTKİ’ye göre, bir “kendinden geçmek iman” hikmetine denk gelir; secdenin hakikati bu. Kimin secde ve tesbihi nerede ayrı mesele; ama beninsenmesi ve şuur hâline getirilmesi gereken mesele budur. Bir müslüman, ibadet için yaratıldığına inandığına ve bütün hayatı bu bildiğine göre, ibadetlerin başına NAMAZ’ı koyarak bitkinin secde ve BERZAH oluşunu izâh, doğrudur; “Secde, müminin miracıdır!”

*

NEBAT: 453.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 1453.
Mübteda-bih: Kendisiyle başlanılan. (Yevmiye: 40 senelik Büyük Doğu’yu başlangıç kabul edebiliriz!): 454= 1453.

*

Menam: Uyku. Rüyâ, düş, hayâl: 131.
Mass: Emici, massedici: 131.
Nasik: Allah yolunda ibadet eden: 131.
Silâm: Hamd. Şükür. Su. Taş. (Bitkinin cemada bakan yüzünü hatırla.): 131. Asa: Genişlik. Zuhur. Büyük kadeh. (İnsan bedeni): 131.
Ayna: Gözü güzel ve iri olan. (Eşyanın hakikati.): 131. Aynen: Bir şeyin aslı ve kendisi olarak: 131.
Lezzat: Lezzetler. (Gusto): 1131.
Kale: Dedi. O söyledi: 131.
Âyin: Gözü değen kimse. Nazarı değen kimse. (Rit: Dini ayin ve adab. Teshirine girilen.): 131. Kennas: Süpürgeci. (Üstadım: Şiir, Allah’ı arama sanatıdır ve şair, Peygamber eşiğini süpüren.): 131.
Kesan: Adamlar. İnsanlar: 131.

*

Geçmiş ve gelecek, halihazırımızda; hayâl duyulaşırken, duyularla idrak edilen hayâlleşiyor. Bugün fizik ilmi bile, metafizik olmuştur. Hayâl, topyekûn varlığın kendinde bulunduğu, Allah’ın bütün varlıklarını yarattığı varlık ve insanda en büyük meleke.
Menam: Uyku. Rüyâ. Düş. Hayâl: 131.
İslâm: 131.
Kalb: Zahir ve bâtın hakikatinin, nefs ve ruhun birleştiği yer: 132= 1131.
Saim: Oruçlu, oruç tutan: 132= 1131.
Muaviye: Tilki eniği. (Gönül): 132= 1131.
Münavele: Takdim: 132= 1131.
Melbas: Elbise. (Tasavvufta, Allah’ın sıfatlarına bürünme.): 132= 1131.

*

Ruya: Yerden biten bitki: 217.
Rüyâ: Düş, hayâl. Uykuda görülen misâl âlemi: 217.
Tevrih: Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. Vakit bildirmek: 217. Varî: Benzer, gibi: 217.
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas sûrelerinin üçüne birden denilir: 1217.
Rabıta: Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217.

*

Ruya: Yerden biten bitki. (Gust: Topalak otu): 217= 1216.
Rüyâ: 217= 1216.
Pervaz(e): Nur. Karargâh. Uçmak. Saçmak. Hücre. (Hücre: Medine’nin bir ismi.) Ayna. Saçak: 216.
Ervah: Ruhlar. Canlar: 216.
Buhur: Denizler. (İlimler.): 216.
Oruç: 216.
Bedrî: Bedr’e âit ve onunla ilgili: 216.

*

Hace Muhammed Parisa Hazretleri’nin, NEBAT hakkında söyledikleri, İLM-İ LEDÜN’ün vasfedilişidir. İslâm, felâh dinidir; felâh da, dindeki gizliliklerin açık edilmesidir. “Allah indinde din İslâm’dır; bu mânâda din, insanın Allah’ın rızasına uygun düşen kurduğudur, amelidir. İLM-İ LEDÜN’ün, “indi ve zâti” oluşu, bu mânâya karşılıktır; âyet ve hadîslerin tefsir ve yorumu ilmi değil de, onlara aykırı olmayan, Allah’ın bir mevhibesi-hediyesidir. Allah Resûlü’nün, “Sizinle Allah arasında ne işlendiğini bilmem” buyurduğu; herşeyi bildiren Allah.

*

Afazî: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı hâlde, fikri kelimelerle anlatamamak hâli: 99. Tayf: Hayâl. Uykuda veya karanlıkta gözde tecessüm eden şekiller: 99.

*

Afazî kelimesinin mânâsı, ruh ve düşünce ile, beyne bağlı “konuşma sistemi-fizik ve keyfiyeti” arasında, ruh ve düşüncenin, bir işleme bozukluğu olmayan konuşma sistemi ile gerçekleştiğini, ama her sağlam konuşma sistemi ile bunun gerçekleşmediğini gösterir: Ruh ve düşünce ile, sözkonusu sistemin aynılığı ve farklılığı... Bu aynılık ve farklılığı, kendinden geçme müşterekliğinde, her kendinden geçmenin aynı olmadığına da tatbik edebiliriz: Zikirle kendinden geçme ile, kendinden geçme denilen herhangi bir hâl... Bu aynılık ve farklılığı, beyin ve ruh olarak, rüya-hayâl bahsine de tatbik edebiliriz: Her rüyâyı beyinde titreşim görebiliriz ama, her rüya duyulardan beyne yüklenmişlikle değildir, TELEGRAM rüyâları gibi ki, bunun da sun’isi.

*

“İnsanda suçluluk geni bulunmuştur!”; buna benzer şekilde, “şunun geni bulunmuştur, bunun geni bulunmuştur!” diye haber duyuyoruz. “İnsanda suçluluk geni bulunmuştur ama, bu gene sahib olan herkes suçlu olacak diye birşey yok!”; bunu, “iyilik geni, mutluluk geni” vesaireye de tatbik edebiliriz. Bundan kıyasla, İbrahim Hakkı Hazretlerinin, insanın uzuvlarından karakterini tanımaya dair söylediklerinin de, “dır ve tır!” diye anlaşılmaması gerektiğini hatırlatabiliriz. Yine bundan kıyasla, rüyâların yorumlarının kişiye özel mânâsı yanında, “dır ve tır”larla ifâde edilemeyeceğini.

SAKAL-BALIK

Levha: Kasım 2008... Tanımadığım insanların bulunduğu büyükçe bir gemi içerisindeyim. Gemide dolaşıyorum bu sırada Kumandanı görüyorum Kumandan takriben 10 yıl önce vefat etmiş ve 10 yıldır bu gemi içerisinde sırtüstü uzanmış halde bulunuyor. Fakat Kumandan'ın teni hiç bozulmamış sanki yeni uykuya dalmış halde. Arkadaşlara Kumandan'dan bir hatıra götürmek istiyorum ve Kumandanın sakalından usulca koparıyorum. Kumandan'ın sakalı biraz fazla kopunca fazla sakalları tek tek denize atıyorum ve her sakal suya değdiği anda balık oluyor. Kumandana karşı edepsizlik yaptığım sıkıntısı içerisinde uyanıyorum.(Çağrı Cengiz).

*

Sam: Ölüm. Yeraltındaki altın damarı. Gökkuşağı: 101= 1100. Gusto: 101= 1100.
Semm: Delik: 100.
Tahmin: İhtimâllere dayanan düşünce. (İstikbâl): 1100.
Hil’at: Kaftan: 1100.

*

Şiar: Ölüm. İnsanın gömleği. İz, belirti, nişân, ayırd edici iyi âdet. Üstünlük veren işâret. Kıllar: 571.
Misâl: Benzer. Düş. Rüyâ. Kıssa: 571.
Eş’ar: En iyi şâir. Kılı çok olan kimse: 571.
Şi’ra: Yelken. Gemi yelkeni: 571.
Itak: Hürriyet. Kuvvet. Şiddet: 571.
Simal: Medet etmek: 571.
Istıtla’: Anlamaya ve bilmeye çalışmak: 571. Müsal: SAKAL: 571.
SIFAT: 571.
Şari’: ŞERİATI MEYDANA KOYAN: 571.

*

Şa’r: Kıl. Saç. Ateş yakmak. Cenk koparmak: 570.
Şi’r: Şiir. Anlama, idrak: 570.
ARŞ: Gölgelik. Kürsü, taht ve yüce makam. (Koltuk) En yüksek gök. Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yeri: 570.
Sistem: 570.
Musmit: İçi kof olmayan şey: 570.

*

Rîş: Sakal. Kıl. Yara. Yaralı. Kuş kanadı: 510. Rahman sûresi, 19. âyet. (Noktasız harfler): 510. Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 510.
Sünnet: 510.
Utm: Yabani zeytin ağacı: 510.
Cüsu: Dizüstü çökmek: 510.
Kuş’am: Pîr. Arslan. Sırtlan. Belâ. Karınca yuvası. Örümcek: 510. Şir: Arslan. Süt: 510.
Tinnîn: Büyük yılan. Ejder: 510.

*

Semek: Balık: 120.
Nesy: Unutulmuş. Unutma, nisyan. (İnsan): 120. Muta’: Kendisine itaat edilen. Sözü dinlenen: 120.

*

Ninan: Balıklar: 151.
Mehdî Muhammed: 151.
Muamma: Anlaşılmaz iş. Bilinmeyen hâl: 151.
Âlemî: İnsan. Dünyaya âid: 151.
Kıyam: Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. İsyan. Ölümden sonra dirilmek. Kıyamet günü: 151. Nakb: Delmek, delik açmak. Girmek. Dağ içindeki yol. (Berzah): 152= 1151.

*

Nakibe: Akıl. Nefs. İnsan ruhu: 167. Rahman sûresi, 19.-20. âyet: 1166= 167.

“MİRZABEYOĞLU DUVARI DELEREK...”

Bir not, (Kartal Cezaevi ile ilgili ve TELEGRAM isimli kitabımdan): “Cinsî saldırganlık” deyince, nedense, televizyonlardan tanıdığımız emekli Orgeneral K.Y. geldi aklıma. Tasviri uzun sürer yorgun ve bitkin şartlarda, sabaha kadar doğrudan beyne yollanan “konuşmalar”dan sonra, saat 6.30-7’de kapı açıldı; söylendiği üzere, sorguda “kaybedilmek” için koğuştan çıkarılıyorum. Tek başıma, havalandırılmamış ve bu yüzden boğucu ve havasızlıktan ölecekmişim gibi gelen ziyaret yerinde 1 saat kadar bekletiliyorum. Nihayet oradan alınıyorum ve başlarında Bulgar kırması T. isimli (soyadı malûmumuz) bir Başgardiyan’ın bulunduğu gardiyan grubu ile çıkış kapısına geliyorum. Onun “açılın açılın, Kumandan geliyor!” alaycı edasıyla, askerin arama yaptığı yerdeyim. Ardından, bu haşin görünmeye emirli çocukların beni arabaya bindirmesi. Araba, hareket etmeden yarım saat kadar sarsıntıyla çalışıyor; başlarındakinin, “yeteri kadar yorulmuştur, gidelim!” demesinin akabinde yola çıkıyoruz. Telegram’da, sürekli olarak kurşuna dizilmeye götürüldüğüm şeklinde konuşmalar; öbür bölümde şakur şukur silâh sesleri, silahlara şarjör takıp çıkarmalar. Unutmadan: Akşam, koridordan gelen televizyon sesi - haberlerde, ATV’den A.K.’nın sesiyle, “bu akşam Kartal Cezaevi’nden koğuşun duvarını delerek kaçmaya çalışan Salih Mirzabeyoğlu, askerin açtığı ateş sonucu öldürüldü!” diye bir haber geçmişti. Evet; bir yere geldik. Arabadaki askerler indiler ve kapıyı açık bıraktılar. Dışarıdan, “idam mangası yerine, marş marş!” komutuyla, 20-25 silâhlı asker hizaya geçti, verilen ikinci komutta silâhlara mermi sürüldü. Telegram’daki ses, faili meçhul cinayetleri ve cesedlerin atıldığı çukurları daha önce bana göstermiş olduğunu hatırlatarak, o mekânda bulunduğumuzu hatırlatarak, o mekânda bulunduğumuzu söylüyor. Dışarıda, infaz için birinin beklendiğine ve gelip gelmediklerine dair konuşmalar. Şu, bu derken, arabaya bindiler, hareket ettik. Olanlara karşı –sahiden– son derece ilgisiz bir tavır içinde, tevekkülle “Lâ havle...” çekiyorum ve yerimden kalkıp “nereye geldik?” diye bile küçük pencereden bakmıyorum. Çarşı içi sesler gibi birşeyler; “aa! Gelin gelin, bakın televizyonda Salih Mirzabeyoğlu var!”... Gûya görüntümü millete seyrettiriyorlar; küçük çocuk sesleri, kınayan bir kadın, küfür eden bir erkek. Gerçek olamaz sanıyorum! Evet; bu konuşmalar,
ben koğuştayken koridordan gelen televizyon haberleri niyetine de dinletilmişti. Kapı açılıyor ve benim için herbir şübheli kalabalığın arasından, askerin oluşturduğu koridor içinden geçirilerek bir binaya giriyorum. “Adliye” filân diye yazı gördüm ama, binaya girince koptum. Tertibat alanlar vesaire derken, büyükçe ve duvarları dosya dolu bir odaya alındım. Telegram’da, Askerî Mahkeme’ye getirildiğim söyleniyor. O kadar biteviye bir konuşma ki, bir şeyi düşünmeye, iki şeyi birbirine münasebetlendirmeye dair gücünüz kalmıyor. Bu Askerî Mahkeme davası, daha Kartal Cezaevi’ne ilk geldiğimiz geceki müşahede odasında başlamıştı... Duvarları dosya dolu oda; iki daktilo hanımın bulunduğu iki masa ve köşedeki koltukta bir maket; evet, başı hafif öne eğik ve “derin duruş bakışı” içinde tecessüsünü gizleyemeyen Emekli Orgeneral K.Y... Beni getiren askerlerden biri, beni uyarıcı olmak için ona yöneliyor ve “Komutanım, kahve ister misiniz?” diyor. İlgili görünmeksizin Hanım’a dönüyorum ve buranın neresi olduğunu soruyorum. O, şaşırmış, gıyabiyi vicahiye çevirmek için geldiğimi anlatıyor; Pendik imiş. (Neyin gıyabisi olduğunu o zaman bilmediğim gibi, buna benzer mahkemelerin ne olduğunu, ne olup bittiğini anlıyor da değildim. Telegram’ın boğazıma kadar, söz, beden, beyin, ne hüneri varsa beni batırdığı ve boğulmamak için direndiğim o şartlarda, “kirpiğimde toz var mı?” kabilinden fantezi kalan o “mahkeme mevzuları”, bugün de bilmediğim şeyler. Şu satırları yazarken bile, NYMPHALAR, idam mahkememi, “dik duruşumu” eksiltmeye yönelik bir karalama malzemesine çevirme ve bunu bizzat bana telkin gayretindeler. Şuurum yerli yerinde olduğu her zaman da söylediğim gibi: Bunda, İĞRENMEDEN doğan ilgisizliğe dikkat edin! Ben, hâdiselerin akışıyla bir olmuşum; ölümüne bir iddia, ya hep, ya hiçteyim!) Aradan üç-beş dakika geçmeden dönüp baktım ki, K.Y. yok. Tabiî o zamanlar ben daha “Dost tarikati” benzeri oluşumları bilmiyorum ve... Bu kadar yeter!

*

Firar: Kaçma. Kaçış: 481.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1481.
Memat: Ölüm. Ahirete göç etmek: 481.
Akakir: İlâç yerine kullanılan NEBATÎ kökler: 481.

ZİHİN KONTROLÜ

Levha: 24 Mart 2001... İpek Fırat bana defter boyunda bir zarf veriyor ve birşey söylemeden mânâlı bakıyor. Zarfı Eskişehir Cezaevi’ndeki arkadaşlar, bir yerden ele geçirmişler. Açıp içindeki filmin negativini ışığa doğru tutup bakıyorum. Kumandanımız’a TELEGRAM yapıp yapmadıklarını kontrol ediyorum. Ağaçlar ve evler var; Kumandanımız’ı filmde görmeyince seviniyorum ve “artık alamıyorlar!” diye düşünüp dua ediyorum. (Yakaza — Hatice Ustaosmanoğlu.)

*

Zarf: Kab, kılıf. Mahfaza. İçine mektub konulan kâğıt kılıf: 1180. Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1180.
Yelmek: Kalın kaftan: 180.

*

Zarf: 1180= 181.
Kusto: 181.
Maalem: Dini mesele. İz. Eser. Nişan: 181. Zafir: Galib gelmiş olan: 1181.
Film: 150.
Mehdî Muhammed: 151= 1150. Mukad: Ağır yüklü: 150.
Aff: İffet, namus, iffetli olmak: 150.
Telegram: 1676.
Mehul: Benekli, benli: 676. Şerafeddin: Dinin şerefi: 676.

*

Meşim: Benli kimse: 390.
Memşa: Ayakyolu. Helâ. (Hâlâ: Boş, hâli. Ayakyolu... Hâlâ: Şimdi. Şimdiye kadar.): 390.

*

Zihin Kontrolü: 1553.
Mevlâna Celaleddin-i Rumî: (Ayrı görmek, müridler yönündendir; Şeyh birdir. Mürid, her kimden ne gelirse, şeyhin yüzü suyu hürmetine ve Şeyhinden bilme şuurunda olması gerekendir): 553.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 553.
İstis’al: Soruşturma, tahkik etme: 553.
Tefeccu’: Canı yanma, acıma. Kaygılı olma. Belâ ânında hüzünlü olma: 553.

*

Raçavkirina Hiş. (Kürtçe): Zihin kontrolü: 890.
Mazim: Mazlum: 890.
İfzah: Kusuru, kötülüğü, ayıbı açığa vurma. (NİYET... Sinyal Muhabbetleri dizisi hatırlanmalı.): 890.

*

Kontrol Méju. (Kürtçe): Beyin kontrolü: 1846.
Müverrah: Tarih konulmuş, tarihli, tarihi belli: 846.
Müverrih: Tarih yazan, tarihçi. Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse: 846.

*

Raçavkirina Méju. (Kürtçe): Beyin kontrolü: 636. Hilv: Boş oluş. Boşluk. (Delik): 636.
Havel: Mülk. HAŞMET: 636.

*

Raçavkirina Méju: 636= 1635.
Rahman Sûresi, 19. âyet: (Noktalı harfler.): 635.
Beyin Kontrolü: 860.
Mütekerrir: Tekerrür eden. Tekrar: 860.
Kontrola Hiş. (Kürtçe): Zihin kontrolü: 1101. Gusto: Zevk. Takdir: 101.
Men hüve?: O kimdir?: 101.
Kefa: Sıkıntı, mihnet, meşakkat: 101.
İfk: Bühtan. İftira: 101.
Kontrola Hiş: 1101= 102.
Enkal: İşkence âletleri: 102.
İmlal: Usandırma veya usandırılma: 102.
Halaca: Helâ. (Kenef: Helâ. Sığınılacak, korunulacak yer.): 635.

*

Venérana Méju. (Kürtçe): Beyin kontrolü: 364.
Omr-ü Tavil: Uzun ömürlü: 1364.
İbşas: Bazı nebatların ve çiçeklerin birbirine karışması: 364.


Baran Dergisi 188. Sayı