MATLA’ Beyit: Ruhun ederse de pinhan bize hicâb değil / Ki mâhı perde-i şeb örtemez nikâb değil. —(Şeyh Galib)… “Çehren gizlense de, gizlilik bize örtü değil — Ki Mah’ı gece perdesi örtemez ulu değil!”… İsterse örter… Örtemez, çünkü ulu değil… “Örter ve örtemez”; bir karışık!

*

Gece-karanlık ve gündüz-aydınlık, kendi kendisine olan birşey değil, yaratılmış olarak vardır. “Gece-karanlık-gizlilik”, birbiriyle örtüşen üç kavram olarak PERDE’de birleşse de, GİZLİLİK onu tersine çevirici ve aydınlık-gündüz’ün “gizli” olduğu bir mânâda onu “görünen” yapar; PERDE’de her iki mânâda, bir sır olarak görünüyor… Gece ve Gündüz bu; birbirinin zıddı, PERDE hakikatinde birleşiyor!

*

Beş hasse-beş duyu ile idrak olunma bakımından, GÖZ hariç, gece ve gündüz arasında bir fark yoktur. Zihnî idrak bakımından ise, karanlık, idrak edilemeyendir; gündüz olsa bile. Eşyanın görünmeyen yüzü karanlık olduğu gibi, zihnî idrakin ulaştığı “görünmeyen” aydınlık, bizzat “aydınlık”ın ne olduğunun idrak edilememesi, ona muhatab için bir karanlıktır. Dikkat ediliyorsa, beden ve şuur algı ve idrakı ayırımı yanında, “mecaz” diye geçiştirilemeyecek bir karışıklık sözkonusu!

*

Aydınlığa nazaran karanlığın bir “kötülük, cahillik” niyetiyle onun zıddı kullanımlarını biliriz… Buna mukabil, karanlığın “ululuk, siyah nur” şeklinde medhini de… Bunlar, yerli yerince edilmiş sözler olduğunda, bir zıtlık ifâde etmez… Hem dış algı, hem zihin ve iç idrakı içine alan bir veli kıssası: “Yanındaki dervişle, at üzerinde bir yerleşim yerine doğru yol alan büyük veli, arkasından gelen dervişin Güneş’in batmakta oluşu yüzünden karanlıkta yol almaktan ürktüğünü farkediyor - içini okuyor; ve sesli bir şekilde Güneş’e batmamasını söylüyor. Varacakları yere kadar Güneş sabit, ve şehre girdikleri ânda birden karanlık basıyor!”… Tabiî olarak aklın sorduğu soru şu değil mi: “Peki, Güneş batmadığına göre, başka insanlar da bunu görmediler mi?”… Görmediler; şâhidi yalnız kerameti gören müridindir… Burada, mürid için, üzerinde iki tasarruf sözkonusudur: Birincisi, onun gördüğünü bildiren Şeyhi’nin tasarrufu, diğeri bu tasarrufla tasarruf eden kendisi. Hem beden idrakı, hem de onunla birlik aklî ve kalbî olanı birleştiren “BİNTASYA-Nefs karanlığı” mevzuunu hatırlarsak, hayvanî idrakın ihsasların birşey yollamadan gerçekleşemeyeceği hakikatiyle, ihsaslara baskın bir kalb tasarrufu neticesi “ona uygun görüntü” oluşturulmuştur. Bu, büyüklerin “oyun” dedikleri kabilden önemli birşey değildir… Bu hünerler, şamanlar’ın, “istidrac-sahte keramet” diye nitelenen ve asıl iş “ben kimim”in istikamet hakikatini perdeleyen hünerler; ayrıca bu anlatımların, şamanlara da haksızlık, “akıl hastalıkları” cümlesinden algı ve zihin galatları olarak değerlendirilmesi, ayrı bir dert… Şaman müzleri ve ritleri ile TELEGRAM arasındaki alâka üzerinde epey durduğum malûm… AKAPUNKTUR tedavisi misâl, Çinliler’in gümüş iğnelerle yaptıkları tıbbî işlemin, Batı’da o işi elektronik cihazların “ışın” ile gerçekleştirmeleri gibi… NYMPHA Ser’den, geçen yılın sonlarında bir TELEGRAM hüneri: Gözleriniz yumulu iken, karanlıkta gözkapağınızdan süzülen ışık veya ışıkta yatarken karanlık; yahut, ince iplik gibi ışıklardan havaî fişek desenleri gibi değişen desenler, yine gözleriniz kapalıyken. Bunlar sıradan. Ama şu yeni: Uykudan kalkıp kalkmamakta tereddütlü, yarı uykulu yarı uyanık bir hâldeyken, onlar mâlûm görevinde, biteviye konuşma ile bedenime tesir içinde demek beni hazırlıyorlarmış ki, ben kızgınlık - rahatsız edilme hâlinde, iddialarıyla uyandım ama gözlerim kapalı: “Duvara bak duvara, kimin adı var!”… Fos çıkacağını umarak, tam ayık bir şuurla duvara baktım: El yazısına benzer bir yazıyla, “Yalım ……” yazıyor. Soyadını bir türlü okuyamıyorum, hem harfleri sökemedim hem çok silik… Sanıyorum birkaç saniye sürdü ve yazı silindi… Ardından, zaman zaman tazeledikleri bir mevzu olarak, “o filânca” diye çeşitli “meslek” ve “karaktersizlik-adilik” telkini tipler olduğunu beyanla, benim “kafayı ona yormamı” sağlamak için epey dil döktüler; ama ben hiç oralı olmadım, demek bahsin nasib yeri burasıymış!

*

MUHYİDDİN-İ Arabî Hazretleri: “MUSA Aleyhisselâm, bana KEŞF, AÇIKLAMA ve GECE-GÜNDÜZÜ değiştirmenin ilmini vermiştir. Bu ilim bende meydana gelince, Gece gitmiş ve gün hep aydınlık kalmıştır; artık benim için Güneş ne doğar, ne batar. Bu keşif, Ahiret’te bedbahtlıktan payım olmayacağı hakkında, Allah tarafından bir bildirmesiydi!”… Nur-u Muhammedî, Şems-i Bâtın; Küllî Ruh’un isimlerindendir… Musa Aleyhisselâm’ın bildirmesinin “Allah tarafından olduğu” kaydı, bir Veli’nin iradesinin Allah’ın iradesi olduğu ve hüner gösterme cinsinden marifet ve adiliklerin onların kerametleriyle âlâkasızlığı bahsi de anlaşılıyor; gayrı ihtiyarî olarak vuku bulan kerametler, zayıflık sayılmış, nefs gayreti olanlar da hayasızlık olarak vasıflanmıştır… Velilerin her biri, kendi mizaç hususiyetleri ve memuriyetleri üzerinde tecelli eder; ve hokkabazlık marifeti gibi, “filânca şunu yaptı, bu da yapabilir mi?” muhatablığından münezzehtirler… ŞİMDİ: Muhyiddin-i Arabî’nin anlattığı meselede, hasse-duyu idrakı, suret ve gayb’ın GECE, akıl, ruh ve şehadetin (gaybte olanın idrak edilir olması) GÜNDÜZ olarak ifâde edilmiş olduğu açık… BEDEN - HAYVANÎ hayat ve irade - Allah’ın kendi nefesinden (nefsinden) üflediği RUH (İnsanı insan eden)… Seyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri: “Tasavvufun en çetin bahsi VÜCUD bahsidir!”… Rüyâda gelen mânâ: “Necib’in CİM’i, MİMDİR!”… MUHYİDDİN-İ Arabî Hazretleri: VÜCUD, “Vav, Mim, Dal” tek köktür. “Kayıb şeyi buldum!” anlamında. “Vav, Cim, Dal” kökü Kur’ân’da, ŞİMDİ ve GELECEK zaman fiil kalıbıyla kullanılmıştır… 1983 tarihli KAYAN YILDIZ SIRRI isimli şiirimden: “Kaybolan sesi buldum suret içi derinden!”

*

MATLA’ Beytin birinci mısraı: 1299: FITRÎ-Doğuştan, yaradılıştan… FİKR: 300: ARKÎ-Balık avcısı. (Varlık bilgisi; varlık olmadan bilgisi olmaz!)… RESÎL-Elçi: 300: SÎR-Yarık. Delik. Balık yemeği. (Yunus Emre’den: Çiğdik piştik Elhamdülillah… Yine: Zehirle pişmiş aşı – Yemeğe kim gelir?)

*

İKİNCİ mısraın ebcedi: 1461: TEMHİD-Vehimlendirme. (Âyet meâli: “Denizler tutuştuğu zaman”… Allah, hayret vâdisine düşeni, unsurlar âlemi idrakına atmamış, rahmetiyle onu muhafaza etmiştir!)… BÜNİYYET-Her nesnenin aslı ve yaratılması. Meçhul yol. Sazan balığı. (İnsan): 462: ESRAR-Sırlar. Gizli hikmetler… İFRAT hâlde tecrid. (Noktasız harfler): 463= 1462: TEMHİD-Hamdetmek. “Elhamdülillah” lâfzının kelâmının mânâsını söylemek. (Arş ehl-i arasında Allah Resûlü’nün ismi ABDÜLHAMÎD!)

*

BEYT’in toplam ebcedi: 2760: TAKRİN-Birlikte bulundurma. Yoklaştırma… NİHANHÂNE-Gizlenilecek yer. Mahzen. Mağara. (Nevad: Dil, lisân. Mahzen. Torun. İstikbâl. Müjde): 762: MEVLÂNA Hâlid. (Hacegân silsilesinin 30. büyüğü)… ÂZİN-Kanun, kaide: 761: FURKAN Sûresi 53. âyeti. (Berzah - perde ile ilgili)… EZİN-Kefil. (Kefel: Kefil olmak… Kelef: Yüzdeki siyah nokta, ben. Şiddetli sevgi): 761: İSTİGRAK-Gark olmak, dalmak. (Keşf. Keramet)… TEŞKİL-Şekil vermek, suret vermek. Meydana getirmek: 761: RAMİŞGER-Ney üfleyen. (Lisân-ı Elhan: Musikî dili. Ahenk dili… Ney: Saz. İnsan vücudu… Ney: Kâmil insan… Ney: Ölüm haberi… Ramis: Toprağı savuran rüzgar. “İnsan bedenine üflenen, ney misâl, ruh”: 301= 1300: Fikr… Ramiş: Güzellik.)… Bir not: Tarik ve meşrebi icabı musikîden uzak duran bir veli, evinin damında birkaç kırık kiremidi değiştirmek için çıktığında, yanık bir ney sesi duyar ve kendini kaybedecek hâle düşer. Kendine gelince, “aman Yarabbi!” der; “nasıl da dinleyebiliyorlar!”… Nakşîler’in “ne müsbet ne de menfi” bulmadıkları ve sadece “kendi yollarında bulunmadığı”nı beyân ettikleri musiki, en dikkat edilmesi gereken husus şudur ki, “kabul-red-yahud çekimser” kalınan keyfiyetiyle, “bâtın kahramanları” ve elbette “fıkıh üstünleri” seviyesinde sözkonusu değeri edinmiştir; yâni, şu bildiğimiz alelâde hayat seviyesinde Şer’i olarak ne çamlar devrilirken, “kılı kırk yaran” üstün takva ehlinin dünyasından konuşanlarda değil… Her iki dünyada da, asıl, musikî hususunda niyet ve tesirinin ne olduğu noktasındadır; hani bünyenin kendisine yarar ve yaramaz yemek seçimi gibi ve elbette ölçü Şeriat. Musiki için, her iki taraf da delilini getirmiştir… Kısaca: Dinleyen ince, dinlemeyen kalın, yahud dinleyen kalın da, dinlemeyen ince insan değildir… Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin NEY sesini duyunca kendisine Cennet kapılarının açılıyor gibi geldiğini söylemesi üzerine, bir cahilin “bana da!” demesi, onun “sana Cennet kapılarının kapanmasının sesidir!” azarı meşhurdur… Neticede iş, faydacılık yönünden, mizaca göre ve Şer’i hadleri içinde, ruhî hassasiyeti geliştirmek ve inceltmek gayesiyle, “yap, yapma!” kestirmeciliği dışında yerine oturacaktır… “Allah güzeldir, güzeli sever!”; ama Şer’i ölçü ve niyet dışı bir güzellik, –herkes kendisini bilir!–, çizgi dışıdır. Çünkü kendi kendinden ibaret bir güzellik aldatıcı da olabilir. ÜSTADIM’ın dediği gibi: “Doğrunun olmadığı yerde, güzel de yoktur!”.

 

ŞEHÎD
(TASARRUF HİKMETİ)

 

LEVHA: 21 Nisan 1986… Zeyn-âb, “yaz, 21 defa… Hem şehid mi ne olursun!” diyor… Bunu söylerken uzattığı, bir boşanma kâğıdı… Sonra Sabriye Hanım’a dönüyor!

*

ZEYN-AB: (Su kaynağı, su menbaı. Hoş su): 69: PANZDEH-Onbeş sayısı. (Hacegân Silsilesinin 15. büyüğü, Şah-ı Nakşibend Hazretleridir.)… Arab alfabesi’nin 15. harfi SAD’ın ebcedi: 90: Üç Lâm harfi. (Üç Işık: Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin Soyadı Kanunu’ndan sonra aldığı soyadı)… Hacegân Silsilesi’nin 21. büyüğü DERVİŞ Muhammed Hazretleri’nden Abdülhakîm Arvasî Üçışık’a 12 kişi… ŞAH-I Nakşîbend: 1812: NAKŞBEND Arvasî… ARVASÎ: 308: GÖLGELER… DAVUD-Kendisinde “kâmil hilâfet” hikmeti tecelli eden VÜCÛDÎ hikmetin sahibi: 15: BD-İBDA.

*

“21 DEF’A”: (159 ile 21’in çarpımı): 333-9: Üstadım’ın tahdidi olmayarak bu sayıda topladığı VELİLER ORDUSU’ndan isimli eseri hatırlanmalı. Çarpımın neticesinde ayrılan dokuz: İBDA… Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin “Füsûs-ul Hikem”inde ismi geçen Peygamberler’den 21.’si, kendisinde TASARRUF hikmeti tecelli eden ZEKERİYYA Aleyhisselâm’dır: TASARRUF, yâni MALİK… Rahmet, sadece yaratma hususunda umumidir; Allah, rahmetiyle elem sebebi olanların varlığına da vücud verdi. “Bir şeyin aynı…”; ayn, mevzuu ne ise, ayn olduğu şeye o huduttadır. Varlığa çıkan herşeye ona mahsus bir vücut-mevcutluk gerekti ve Allah da ona onu verdi. “Allah’ın rahmetinin kapladığı ilk şey, Zâtî rahmetiyle esmaî rahmeti icâd eden VÜCUD sıfatının varlık zuhurudur. Bundan sonra da gerek dünyada, gerek ahirette cevher ve arazdan mürekkeb veya basit unsurlardan sonsuz surette vücud bulan her mevcudun İZAFÎ olan varlığıdır!”… ZEKERİYYA Aleyhisselâm, Allah’ın MALİK, yâni “Kudret ve Tasarruf” sahibi mânâsına gelen isminin tecellisi hikmet… Allah, mülk ve melekut, zâhir ve bâtın, varlık adına ne varsa, hepsinden kudret ile tasarruf eden… ZEKERİYA Aleyhisselâm da, hem rahmet, hem azab ve elemle imtihan edildi; ihtiyarlık çağında YAHYA Aleyhisselâm gibi bir evlâtla müjdelendi ve nihayet DESTERRE (testere) ile ŞEHÎD edildi… DESTERRE: 870: MENFEZ-Nüfuz edilecek, girilecek yer. Pencere. Bakılan yer. Manzur. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız!)… HÜNKÂR-Hükümdar. Padişah: 871= 1870: TAAŞŞUK-Aşık olma… TELEGRAM-Zihin Kontrolü’nün “MONARK Projesi-HÜKÜMDAR Projesi” diye isimlendirildiği… YEVMİYE: “Prens Bismark’ın, HÜKÜMDAR isimli bir eseri vardı!”… Rüyâda gelen mânâ: NECİB’in CİM harfi, MİM’dir… Da’va cetvelinde MİM, Allah’ın MALİK ismine işaret eder ve sayı değeri 90’dır… Üç Lâm: Üçışık: 90… ZEKERİYYA: 950: DOĞUM tarihim.

*

112 âyetli ENBİYA Sûresi, Kur’ân’ın 21. Sûresi’dir… ENBİYA: 65: NECÎB-Soyu temiz. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı. (Allah Sevgilisi’nin bir AT’ının ismi NECÎB’dir… Sahil: Nefs. Muamma. Hayâl. Fikir. At kişnemesi)… SE-Üç: 65: SAD-Göz ağrısı, göz hastalığı. (İdrak çilesi)… ENBİYA Sûresi’nin 21. âyet meâli: “Yoksa bir takım putlar edindiler de, yeniden dirilişi onlar mı yapacaklar? Yerde ve gökte Allah’tan başka İlâhlar olsaydı, ikisi de bozulmuş gitmişti. Rabbin o ARŞ’ın Rabbi Allah, SÜBHAN’dır, onların dediklerinden münezzehtir”… VAHŞUR-Peygamber, nebî: 1112: ABÂDİLE-Abdullah isimliler. (Abdullah-Allah’ın kulu)… SAHABÎ: 112: HADÎS-İ Şerif… HİLÂFET: 1111= 112: İNTİSAH-Kopyasını çıkarma. (Allah Sevgilisi’nin varisi, gölgesi)… İLÂVE: 112: VELİYULLAH… BENÎN-Oğullar. Akıllı, temkinli, tedbirli kimse. (Bir Peygamber’in Peygamberliği, velâyetinden üstündür; bir Sahabî’nin de, sahabîliği velâyetinden üstündür. Bütün Sahabîler, velâyetten pay sahibidir. VELÎ’nin bâtın varisliği, onun Ehl-i Beyt’ten oluşunu izâh eder. Seyyidler’in Ehl-i Beyt’ten gelmeleri, VELİ olmaları anlamına gelmez): 112: HÜMAYUN-Padişaha âit. Mübarek. Uğurlu. Âlî. Kuvvetli. (ZAHİR Hilâfeti, Allah Resûlü’nün vefatından önce HALİFE nasbetmemesindeki hikmet, Allah’ın nasib etmesiyle RAHMETİ neticesidir. Çalışmakla Peygamber olunmaması gibi; o odur ve öyle çalışır.)… HAMSE-İ Al-i Aba: (Allah Resûlü, Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in temsil ettiği hey’et): 811: ŞAH-I Nakşîbend. (Nakşbend-i Arvasî)… TENASSUH-Nasihat etmek: 112: SALİH İzzet Erdiş.

*

EBUBEKİR-(Allah Resûlü’nün gizli zikir talim ettirdiği bâtın Varisi ve ilk Halife): 231: MUHAMMED Fehim - Seyyid ve Hacegân silsilesinin 32. büyüğü ve Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin Şeyhi. (Üstadım’ın DERVİŞ Muhammed’le ilgili rüyâsında onu Seyyid Fehim Hazretleri’ne yorduğunu biliyoruz… Seyyid Fehim Hazretleri’nin mezarında, baş ve ayak ucunda iki kitabe bulunduğu, ondan: O ki, MESİH nefesiyle gönüllere ebedî hayatı üflerdi. NAKŞÎLİK mesleğinde RABBÂNÎ yolu, HALİDÎ tavrı ve SEYYİD Taha TASARRUFU üzerindeydi. Gitti… Ve dört şey bıraktı: Rabbi bilmek, hakkı aramak, gönlü sefalandırmak, vefa!)… GEVHER-Hakikat. Noktalı harf. Bir şeyin künhü ve esası. Akıl ve edeb. Asıl ve neseb. Elmas, mücevher, cevher. İnci. (Kürtçe, Gewher: Gri renk… Yevmiye: Üstadım, özel bir şey söyleme hâlinde, “Efendi Hazretleri, torunu Taha gibi topluca idi; üzerinde umumiyetle gri cübbe bulunurdu!” derken, Efendi Hazretleri’nin rabıta bahsinde ona Seyyid Muhammed Fehim Hazretleri’ni tarif etmesini hatırlıyorum ve elbette seviniyorum!): 231: MOĞOL Mehdî Muhammed… DABİ-Kül. Gri renk: 813= 1812: ŞAH-I Nakşibend.

*

HATEM-Mühür. Üzerinde yazı bulunan ve mühür yerine kullanılan yüzük. Son. En son: 1041: SÜLASÎ-Üçlü. Üçe mensub… VELGA-Küçük kova. (Rüyada gelen mânâ: Efendi Hazretleri’nin yakınlarından Muhib Işıklar Efendi, Üstadım’ın dostu, ona “Nuru kalbinden kovayla çek!” diyor!): 1041: RAMAZ-Kesinleştirmek… (LEVHA: 10 Aralık 2003… Haydarpaşa Hastahanesi’nin oraya benziyor. Beni idama götürüyorlar. “…” Bana yardım için Faik ve Neclâ. Ama ne yapacağımızı bilemiyoruz. Para da yok. O sırada yanımıza Selim Gürselgil geliyor ve mont giydiriyor. Sonra, bilmem ne kadar ettiğini söyleyerek, GÜMÜŞ YÜZÜK veriyor. O işlemeli yüzüğün parmağıma olmayacağını söyleyerek geri vermek istiyorum; o, “bozdurursun kıymetli bir yüzük!” diyor. Durumu izâh ederken, yüzük, kaşlı bir altun yüzük oluyor. Rengi de esmere çalıyor. Üzerinde 15 gibi bir rakam okuduğum mührü andıran yüzüğü alıyorum!)… SAYE-Nişân için dikilen taş. Yolun tanınması için bir yere yığıp höyük yapılan taş. (Saye: Gölge. Himâye. Sahib çıkma. Yardım: 76: Moğol… Lehüma: O ikisi için: 76: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu): 1015: B.D-İBDA… İN’İDAM-İdama gitme. Mahv olma. Yok olma: 166: RAHMAN Sûresi 19 ve 20. âyetleri toplamı. (Levha: 11 Şubat 2004… Rahmân Sûresi 19-20’nci âyetlerinde geçen iki denizin birbirine karışmasını engelleyici perde tefsirlerine yeni bir görüş getiriyorum ki, daha önce hiç öyle bakılmamış!)

*

“21 MERRE”-(Yirmibir kerre): 5145: SUADÎ-Topalak otu. Kust… İKİ Kutvanî (aba): (Bâtın ve zâhir ilim ve çabasıyla iki yönlü. “Cenaheyn” lâkablı Mevlâna Hâlid Hazretleri; Mehdi’nin sırtında “iki kutvanî aba” olacağı hadîsiyle birlikte, büyüklerin “Mevlâna Hâlid’ten sonra Mehdî’nin beklenmesi” hakkındaki işaretini hatırlatıyoruz!): 1146: BOŞANMA KAĞIDI. (Guşadnâme-Boşanma kâğıdı. Padişâh Fermanı: 507= 1506: Nakşbend… Terk-Bırakma. Salıverme. Boşanma: 620: Mukattaat-Kesik kesik… Büzürgmeniş-Ulu kişi, başkan, fikirleri değerli, yüksek fikirli mânâsında, Seyyid Taha Hazretleri’nin namı: 621= 1620: Kerrat-Kerreler, defalar… Müste’sil-Kökünden koparan. Ele geçiren. Malik: 620: Vesika-Sened. Delil)… BOŞ-(Hâli olma. Alâkalardan sıyrılma, terk. Edebhâne. Tecerrüd hâli. Şimdi. Ân. “İcmâl mertebesinde ân, tafsil mertebesinde zaman”. Haya, hicab, utanma. Mahv, yokluğa bürünme, sığınma): 308: ARVASÎ. (Üçışık)… İnsan vücudunun örtüye bürünmesindeki sır da, vücut hakikatinin haya şuuruyla varlık hakikatine yol mahiyeti bakımından bütün kıymetiyle göründü. HAYA madeni, dört büyük Halife’den üçüncüsü şehîd Hazret-i Osman hatırda… BOŞANMA: 400: TAHT-Kürsî, koltuk… BOŞANMA KAĞIDI: 1445: TEGAMMÜD-Günahı örtmek. Allah’ın ve Resûlü’nün yasakladıklarından kaçınmak… EHLİYYET-Yeterlik. Bir işin ehli olduğu hakkında vesika. İktidar. Liyakat. İstihkak. Meharet ve mensubiyet: 446= 1445: VELÂYET-Dostluk. Ana-baba. Velilik. Bir işe bizzat mutasarrıf olmak… MİDRAR-Yağmur yağdıran bulut. Çok su döken. (Vely-Birbiri ardı sıra gelmek. Yaz yağmurundan sonra olan yağmur. Takib etme: 46: Vâli): 445: MUHYİDDİN-İ Arabî… 21 MERRE: 5145= 150: AYNA… Bu ebcedle MEHDÎ Muhammed!

*

ÜÇ LÂM: 90: YA’BUB-Beyaz bulut. (TAHA: Bulut. Örtü… El-Kelim de denen TAHA Sûresi Kur’ân’ın ENBİYA Sûresi’nin bir evveli, 20. Sûresi’dir. İsmini, başındaki huruf-u mukataa olan TI-HE harflerinden alır ve Allah Resûlü’nün bir ismi de TAHA’dır… TI-HE: 14: SALİH Mirzabeyoğlu… AHAD-Birden dokuza kadar olan sayılar: 14= 1013: EHAD-Bir.)… EL-HAN: 90: EL-MEHDÎ… Elhan, “nağmeler, elastikiyet, ahenk, ahenk nizamı” demek; lisân-ı elhan da, sır dili, ledünnî ahenk - içyüz ahengi ve nizâmı, mecaz olarak da “musikî dili” demek… ELHAN-Şarab. Ruh: 90: NİL-Nehir. Ruh. Nefsin kurban edilmesi. Gölge. Kelâm. Ayna. Yok… LİSAN-I ELHAN: 231: EBUBEKİR. (R.A)… Aynı ebcedle MUHAMMED FEHÎM Hazretleri.

*

ŞEHÎD-Allah için canını feda eden Müslüman. Şâhid’in mübalâğalısı. (Şâhide: Mezar taşı… Üstadım’ın, KALDIRIMLAR isimli üçüncü şiirinden: Bir esmer kadındır ki gece, — Vecd içinde başı dik, hayâlini sürükler. — Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, — Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der. “…” Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, — Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp. “…” Varsın, bugün acı duymasın gözyaşımdan; — Bana rahat bir döşek serince yerin altı, — Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan!): 319: MERCU’-Geri döndürülmüş olan… BEYHUŞT-Kökünden çıkarılmış, dibinden koparılmış şey: 319: HÜKÜMRAN-Hükümdar. Hüküm verme. Tasarruf etme. Mâlik… ŞEHD-Bal. Asel. (Havv: Bal. Asel: 606: Salih İzzet… Havva, bir isim olmanın yanında, kadın olması bakımından İNSAN’da nefsin “dişi” olması hükmüyle bir kabul ediciliğe semboldür. Gece’nin, suretle görünür olan ayna misâli “suret ve şekil kabul eden” kara cevher nitelemesi - “yokluk, sır” varlığı temsili, ölümün de akla “izâh edilemez” bir yokluk olarak hitabı, hepsi bir arada “gece”nin kabul ediciliğidir, dişiliğidir!): RAKDE-Uyku. Berzah… KALB: 309: HURUFİYE-Harfler. Harfler ilmi. (Yevmiye: Kim Yunus kadar ölümü derinden duyabilir? “Başları üstünde hece taşları, ne söylerler ne bir haber verirler!”… Ölüme HECE taşı diyor. Konuşmalı o hâlde… NOT: HE’nin en büyük ebcedi ve FİKİR KAHRAMANI’nın ebcedi aynı. CİM’in MİM olması, onun MALİK ve dolayısiyle TASARRUF eden olması… Yani, FİKİR KAHRAMANI: MALİK… Şahîde: Kadın şâhid. Mecazen mezar taşı… Mezarın başucunda cezbeden, ilmini emen-tasarruf eden ehil… Uzatmayayım: “Elime bir genç geçti, PÎR geçti!”… Yâni BEN; sağlığında olduğu gibi, hayatı boyu dostunu cezbeden dost olmuş, fikir adamı… Beklenen!)… Yunus Emre’den, “ben kimim?”: İlim, ilim bilmektir, — İlim kendin bilmektir, — Sen kendin bilmez isen, — Ya nice okumaktır… “İlim, ilim bilmektir!”; bilmeyi, bilebilmeyi bilmektir, irfan sahibi olmaktır, tatbik edebilmektir, kuru ezber değildir. “İç oluşu dış oluş hâlinde tamimleştirme” davasında, tam da pratiğinde oluşumuz belli değil mi? İrfan neymiş?..

*

TWENTY-ONE. (İngilizce): Yirmibir: 142: MEN ENE?. (Ben kimim?)… MEHDÎ-(Büyük ebcedle): 142: ALLÂME-Büyük mütefekkir.

*

ÜSTADIM’ın aksiyon bahsinde, “ben ölsem de benim tasarrufum hâlinde olacak!” demesi hatırda, bir YEVMİYE: “Efendi Hazretleri bana, sen şehîd olursun!” dedi.

 

ON İKİ
(MEHDÎ MUHAMMED)

 

LEVHA: 5 Ekim 1991… Suya benzeyen ZEYTİNYAĞI’nın içinde kıllar var… Ve suda şeffaf bir görüntü hâlinde 8 ve 12 rakamları… Sonra ŞEMSEDDİN Arvas isimli biri ile ilgili lâflar geçiyor!

*

SULT-Büyük bıçak. (Musa): 520: DERVİŞ… SULTAN-Padişâh. Hâkimiyet sahibi. Hükümdar ailesinden olan kadınlar. Hüccet, delil. Hak üzre kaim. Her şeyin, yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı SELİT’tir, cemi SULTAN’dır; ışık vermek için yakılır, bu bakımdan “bilgi ve bakım” rolüyle Padişâh ve vâliler bu mânâ ıtlak olunmuştur: 150: SİF-Deniz sahili. Nefs. Hayâl. Fikir. Kust… AKS-Hilâf, muhalif, zıd. Bir şeyin evvelini ahir ve ahirini evvel yapmak. Gölge. (Âyet meâli: Allah’tan geldik, Allah’a dönüyoruz): 150: MUAMMA… MUKAD-Ağır yüklü. İnsan. (Âyet meâli: “Emaneti dağa taşa teklif ettik, kabul etmedi. İnsan zâlim ve cesurdur”… Zâlim, hakikati tersiyle de tecelli ettirendir… ÜSTADIM’ın “Zından’dan Mehmed’e Mektub” isimli şiirinden: Sen bir devsin, yükü ağırdır devin, — Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!): 150: MEHDÎ Muhammed.

*

SEMAN-Sekiz. (Semen: Yağ. Erimiş tereyağı. Lübb… Semen: Baha, kıymet, değer… Semen: Yâsemin): 591: MÜFE’AT-Yılan suretinde âlâmet. (Eczacılıkta, hastalığın panzehiri olarak deva verici ilâçların sembolü.)… MEF’AT-Yılanlı yer. Maristan. Hastahâne: 591: İSTİSAL-Kökten çıkarıp koparmak… İKTİTAF-Sözün özünü almak. Ağaçtan meyve toplamak. Harf. (HA harfinin ebcedi: 8… Allah’ın EL-AHİR ismine ve kalb mertebelerinde HEBA’ya işaret eder; HEBA, şekil veren ve kendi şekil olmayan HALÂ’dır, “suret kabul eden” tâbir edilir… Şekil, insan tab’ına muvafık olmakla, “hâdiseye yanaşan insan şuuru” bahsine girer. Netice hepimize bir dünyada, hepimizin farklı dünyası; herkesin hakikatinin kendine olduğunu kabul ettikten sonra, “hakikatin hakikati nerede?” meselesinden doğan, MUTLAK FİKİR GEREKLİ davası!): 591: KIYAFET-Sıfat. Feraset. Bir kimsenin ardınca olmak. (Allah ve Resûlü’ne imândan sonra, her işin ona bağlı kılavuzları heyetinden teke kadar!)… SEMANİYE-Sekiz: 606: TEGAVVÜR-Bir işin derinine inip esasını arama… TEBADÜR-Ânî olarak zihne girme. Öğretmek: 606: ŞÜKUR-Hacet, ihtiyaç. Mühim işler. (Kef harfi, Allah’ın “kullukları kabul edici” mânâsında olan EŞ-ŞEKÜR ismine ve kalbte KÜRSÎ mertebesine işaret eder!)… ULASE-Yağ. Öz, lübb. Birbirine karışmış olan iki şey. (Nefs’in “kabul edici” vasfını meydana getiren, görünen dünyadan gelenlerle aklı aşandan gelenleri alabilen akıl ve kalbin “bintasya” sırrı): 606: İKTİSADÎ-Tasarruf edebilme, tasarrufa, yapabilmeye, kurmaya, korumaya, yönlendirmeye mevzu… VUSUK-Bağlar. Rabıtalar: 606: TARE-Kerre. Defa. Merre.

*

DÜVAZDEH-Oniki: 895: FEVZA-Karışmış. Karışık… ABDÜLHAKÎM Arvasî Hazretleri, DERVİŞ MUHAMMED’ten kendisine, Altun Silsile’nin 12. ferdidir. (Rahmetli Babaannem’in Annesi, Hazret-i Ebubekir soyundandır. Süt annesi de, annesinin ahiretliği ve Babası’nın diğer eşi, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin kız kardeşidir!)… İKİ HARE-Dalgalı kumaş. Mermer. (Yevmiye: “Fransızca ETOF, kumaş demektir ama, CEVHER mânâsına kullanılır!”… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun BURSA ve ESKİŞEHİR yazan iki yan mermerini hatırlayınız!): 806+806= 1612: DERVİŞ Muhammed.

*

ŞA’R: Kıl. Saç. Ateş yakmak. Mukıd. Cenk koparmak… ŞA’RA’: Çok miktar ağaç… ŞAÂR: Ağaç. Şecer… ŞAİR: Kurban devesi… ŞÂİR: Şiir yazan… ŞİİR: Manzume. Muhayyelâttan terekküb eden kıyas. (MATLA’ beyitler vesilesiyle, “fikirden süzülme şiir” ekolünün DİVAN Edebiyatımızda asıl olduğunu gösterirken, aynı zamanda “şiirden fikire” bir iz sürmeyle OSMANLI Düşüncesi’nin irfan dünyasına bakabilme ve “Düşünce Tarihi” cümlesinden olarak bir numune de vermeye çalıştığımızı hatırlatalım!)

*

ŞEMSEDDİN Arvas: 763: MEVLÂNA Halid. (Hâcegân Yolu-Altun Silsile’nin 30. büyüğü… Nesebleri HAZRET-İ Osman’a erişir… Sayısız müridi arasında, Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil’in Şeyhi de var!)… İSTİGRAK-Gark olmak, dalmak. Dalgınlık. Mânevî bir hâl: 1762= 763: MÜTEŞABİK-Birbirine karışmış. Girift… FURKAN Sûresi 53. âyet: 5761= 3763: BİMARİSTAN-Hastahâne. “Akıl” hastahânesi.

*

TWELVE. (İngilizce): Oniki: 53: AHMED… HAMÎD-Allah’a hamd ü sena eden: 53: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu. (2052). 

                                  


Baran Dergisi 283. Sayı