LEVHA: 8 Şubat 2004… HAYRAN, sanki bizim dergilerimizden alınmış bizimle ilgili bir yazıyı, gazeteden altını çizerek gösteriyor. Benimle ilgili. Ben o yazıyı bölümlere ayırarak, galiba kendi kitabıma almışım. Yâni haberdarım. Orada kalemle çizerek, “Salih Muhammed” isminin adaşım gibi benimle alâkasının olduğunu gösteriyor, ilgisinin de. O ismin, bir fedaî eyleminde şehit olan kardeşlerimizden biri olduğu… Sonra o yazının uydurukçadan benim dilime dökülmüş bir cümlesini, tek tek net olarak okuyorum; unuttum. Daha sonra, bir yerde 8-10 yaşlarında fülüt çalmayı öğrenen bir kızla ilgili, anne ve babası ile konuşuyorum, sohbet ediyorum. Küçük kıza, “ne güzel! Sen notaları aşağıdan yukarıya mı, yukarıdan aşağıya mı öğrendin?” diye soruyorum. Aslında, fülütün deliklerinin hangisinin DO sesi verdiğini… “Yukarıdan aşağıya!” diyor. Bu sırada, babası sanki evin penceresinde ve biz de sokakta kaldırımdayız. Pek konuşmayan babası, pencerenin perdesini örtüyor!
*
HAYRAN-Hayrette kalan: 269: ŞERİF Muammer Mirzabeyoğlu… NUREDDİN Mahzumoğulları “Şehîd” namlı, Halid bin Velid Hazretleri’nin torunlarından: 269: MAHMUD Ustaosmanoğlu… HARİS-Muhafız. Bekçi. Gözcü, RAÎ. Himaye eden. Bekleyen: 269: MÜNKATI’-Herkesten ayrılıp bir kişiye bağlı kalan… BAYRAMİYYE-Bayramlık. “Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin 14. yüzyılda kurduğu tarikat”: 269: RUZANE-Yevmiye.
*
NEDİM-İ Kadim’den, RE harfi ile ilgili bir Gazeli’nden MATLA’ Beyit: Bahardur dil-i aşüfte seyr-i bâg ister / Biraz da şugl-ı gam u gussadan ferâg ister… “Bahardır, aşüfte gönül bâg seyri ister — Biraz da gam ve tasa meşguliyetinden kurtulmak ister!”… Aynı gazelin son mısraı: Nedîm bülbül-i hoş-lehçedür garaz yoksa / Gönül ne geşt-i gülistân ne seyr-i bâg ister… “Hoş lehçedir Dost bülbül başka kasıd yoksa — Gönül ne gülistan gezmeyi, ne bâg seyrini ister!”… Dünya, iki aşıkın birbirlerini bulmaları için yaratıldı… MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 4217= 221: MÜSLÜMAN… MÜTEHASSIS-Bir işin hakikatini, içyüzünü çok iyi bilen: 221: LOKMAN-(Lokman Hekim’de tecelli eden hikmet, “İhsanî hikmetin aslı”; O’na, eşyanın hakikatlerinin aslı öğretildiği gibi, bu âyetle de teyid edilmiştir… Müslüman, “eşya ve hâdise”yi tasarrufa memur!)… NISAF-Bir şeyi tam olarak ikiye bölme. (Nısf-Yarım. Yarı: 220: Felfel-İri gövdeli, semiz adam… Ma’kud-Akdolunmuş, bağlanmış, düğümlü, bağlı: 220: Hercaî-Her yerde bulunur… Nasfet-Nısfet. Haklılık. Adalet hissi: 620: Hubbazi-Ebegümeci): 221: EFKAM-Efgem. Eğri. (İstikamet tutturmuş Allah’a giden düz yolda, şöyle dönüp cemad-nebat ve hayvana nazar ve Allah’ın hikmetlerini düşünme, Lokman Hekim’de tecelli eden mânâ, bir eğriliktir ki, “batı, fikir, karanlık” vesaire şeklinde “muhasebe ve muhasebe kazancı” ifâde eden bu hâlin doğruluğu, âyetle teyid edilmiştir… NEDİM-İ Kadim’in geçen sayıda bahsi edilen “MUAMMA”sının NAM-I İZZETÎ başlıklı Matla’ beytinde kafiye bölümü “Efkenden diğer”,  diğerinden daha düşürücü kasdında “yaralarında dahayı” belirtiyordu… Efkem: Düşürücü, düşüren… Efkem: Eğri… Üstadım’ın, “Dünya yalan, olmaz yalan içinde yalan!” mısraında toplu hikmet, “eğri”nin hem “yalan dünya”, hem onun içinde “yalan olmayan”ı, Hazret-i Lokman’da tecelli eden sırrı belirtiyor… Dünya’da yaşıyoruz; nefsimiz içgüdü ve akılla onun düzenine baktığı gibi, ruhtan gelene de bakıyor… Nefsimize her türlü tesir, onda mevcut olanın ortaya çıkışıdır… Allah Sevgilisi’nin arkasını da görmesi; Einstein’ın, maddenin ışık olmasına nisbetle, ışık hızını aşabilecek olsaydık bir eğri –daire– çizerek bir ânda aynı yerde olabileceğimizi, dolayısiyle sırtımızı görebileceğimizi söylemesi, bir misâl… Ruh ile nefste tecelli etmişi hâli ruh farkı, helezonvari –sarmaşık–nurbat hâlinde ermişine “süre” ile ifâde edilen hareketle, yalan içinde olan ve doğrudan ona bakan tarafımız, benliğimizde bir birlik; nefsimiz, kul olmakla Allah karşısında hep “doğrudan daha doğruya” bir eğridir… Bu eğride hem “yalan ve yalanda” semirge, hem “yalanda doğruyu bulan ve doğruda yürüyen” hakiki tekâmül istidadımız, örtülü veya açık olarak mevcut; kimin nasibi neyse… Düşen, yapan, eden… Yarayı, ister cihad, ister zâhir veya bâtından gelen tesirin doğurduğu problem diye gör; bu düşenlerden gelene yönelme, “nefs muhasebesi”, şuuruna erilmesi bakımından, tesirden daha kıymetlidir… Yeme fiiliyle yöneldiğimiz tesir edenin, sindirilip asla karışması gibi… “Yaralardan daha efken” olan bu… Lâkin yiyilen olmadan onu aslına katmak diye bahis olmayacağına göre, “Dâg-ı dil-ra hem be-laht-ı taze efkenden diğer — Kalbi süsleyen yaralar, hem daha iri taze parçalar, düşer diğerinden!”… Düşen, hem sebebi gösteren, hem neticedir… Sunulanı yedikçe –yapıp etme–, sunulanın peşine daha şuurla gitme; içiçe bir iş… HADÎS: “Bir kötülüğe mani olmak için kıymetli olan önce elle, olmazsa dille, en zayıfı kalble buğzetme!”…  Bütün hepsinde aslolan iradedir: Bunlar, vicdanımızda birinden birinde karar kılma neticesidir ve yerine göre bu sıra şuurluluğu göstermek bakımından değişebilir. Tabiî, hileden, kendimizi kandırmaktan değil, ihlâstan bahsediyoruz… Hadîsten kıyasa nisbetle, “küçük cihad” ve “büyük cihad” nitelemesi… Herhalde anlaşıldı: Şuur seviyesinin değişiminde gerçeklik –düşen– seviyesi değişir. Hadiseye yanaşan insan şuuru meselesi ve “İslâm’a muhatab anlayış” davası da!)… FELY-MANİ-Şiirin ince mânâları ve hikmetleri çıkarılan mani, engel, kural, kuşatan. “Lâyebgıyan-bulamamacasına aranan kuşatan sırrı hatırda”: 221: FEYLEMANİ-İri cüsseli. Laht, hakka delil hisse… “SEYYİD” MUHAMMED SALİH-Emaneti Seyyid Taha Hazretleri’nden devralan Seyyid Fehim Arvasî Hazretleri’nde, bir yan Lâhika-ek hâlinde Seyyid Muhammed Salih Hazretleri’nden de bir pay var: 221: SALİH MUHAMMED. “Şehîd: 322: Mirzabeyoğlu”… (LEVHA: 20 Ağustos 1983… Tasarruf ediliyorum… Kıvranıyorum… Sağ yanımdan, sırtüstü hâle getiriliyorum… Gayrı iradi bu hâlden sonra, şuurum yerinde ve gözlerim açık… Baş gözüyle gördüğüm: Kafası sarıklı ve sırtında gri-siyah benzeri cübbesi olan bir adam, kitaplığın bulunduğu ayak ucumda ayakta dikilmiş… Normal boyuna nazaran, ne kadar da iri görünüyor… Kanım, iliğim, kemiğim ne varsa, bütün mevcelerimle cezb edilirken, heybetinden yanıp kül olacak vaziyetteyim… Dehşet, dehşet, dehşetler içindeyim… Siyah sakallı, hafif kemikli ve uzunca yüzüne bakınca, iki kaş arasına bakmam gerektiğini hatırlıyorum… Uzun, yay gibi incelen kaşları… Unufak olmak üzereyken, korkuyla fırlıyorum… Elektrik düğmesine basamıyorum… Pencereden, uzakta patlayan bir silâhın ışığını görüyorum ve sesini duyuyorum… Vücudum yerli yerinde… Peki olan biten neydi?) 
*
MUSİKA: 221: TARZE-Şekil. Suret. (Müzik gösteriyor ki, şekil unsurların bir neticesi olması şöyle dursun, ayrı müzik âletlerinden çıkan aynı melodiyi tanımamızdan da belli olduğu üzere unsurlardan bağımsız bir hakikati vardır; onu notaların üzerinde zamanı aşkın bizde bütünlenen bir ahenk olarak biliyoruz… HI harfi, Allah’ın “El-Hakîm” ismine, “Şekil, suret” mertebesine, Ay menzillerinde “Deberan-Çözücülük”e işaret eder; kendi benliğinde mevcut bütünlüğün, eşyada cüzler hâlinde görüneni bu yüzden tanıyarak mevzuuna nisbetle kendinde bulunan bilmesi…  Şuurun maddeden çıkardığı “form-şekil”, onun kendisinin ayan oluşudur… Kendi benliğimize yönelişte de olan bu; “nefsimizi bildikçe Rabbimizi bilmemiz”, neticede O’nu O’nunla bilmemize varan bir nefsimizde bulunandır!)… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda MUŞ-Kedi. (Sener: Kedi. Ulu kişi. Boğaz kemiği. Kuyruk sokumu… Sınar: Çınar. “Merhamet”… Sınare: Yay kabzası. “Kavs, eğri. Yakınlık”… Mili: Kedi… Mil’e: Mele, ileri gelen, âlim, bilen. Dolu. Cemaat. Havuz. Millet. Su toplanan… Muş’a: İki renk üzere dokunan… Kemmiyet ve keyfiyet hâlinde!): 346: MUŞ-Fare. (Birr: Tilki. Fare. Vavî. Takva. İleri dereceler. Nurî. Kabul edici nefs)… MÜFEKKİRE-Düşünce kuvvesi, düşünce gücü: 346: İMÂM-I Rabbânî… DO-İtalyanca, ses dizisinin birinci sesi, “si” ile “re” arasındaki ses. Bu sesi gösteren nota işareti. (7 sesin birincisi DO, ikincisi RE, sonuncusu SÎ… RE: Raî. Görücü. Can, diri. Kuş, haber. Ruh, vâli… Sİ: Otuz: LÂM harfinin ebcedi… Lâm, ışık ve nur demektir; nurî, insan nefsinde onu alabildikçe onlaşan bir dişilik… DO’nun RE ile SÎ arasındaki görünüşü, DO’nun, bir VÂHİD, bu vâhidin RE’den SÎ’ye kadar perdelerde görünüşü de, RE VAHİD’inin diğer basamaklarda –Re ile Si arası– katlanışları gibi… Neticede DO, RE’de toplu olmak üzere bütün tabakalarda bulunan… Müzik bilgisi değil, fikir olarak bendeki tedaisi böyle bir muhakeme doğuruyor… DO’nun, DO ile Sİ arasında bir ses olması; sanki RE’nin DO aynı DO imiş gibi olması… Dolayısıyla DO, RE’de toplu anlamıyla, 7 sema tabakasına hisselerini veren ATLAS tabakası imişcesine!): 10: DÜCÜC-Horoz, tavuk, piliç cinsleri… DÜ-İki: 10: DİBAC-Atlas dedikleri kıymetli kumaş. (Dibace: Kubbe. Takdim… Takdim yazım hatırda!)… EVC-Zirve. Bir şeyin en yüksek derecesi. Seyyarelerin merkezden en uzak noktaları: 10: GAZA-Din uğruna cihad, cehd… BİR NOT: Aladdin ve Karatay-Malkar Lûgatı’nda HOROZ anlamına gelen “Kıttay” ebcedleri aynı-197. Ebu Süleyman-Halid bin Velid Hazretleri’nin HOROZ anlamında bir nâmı: 200: Re harfinin ebcedi… ALADDİN Paşa, benden geriye doğru 8. nesilden atam. Diyarbakır ve Muş vâliliklerinde bulunan.
 
KEMER
(SIRR-I İSTİVA)
 
LEVHA: 14 Ocak 1997… Ansiklopedi büyüklüğünde, cildi siyah renkli ve onun üzerinde parlak siyah bir kağıttan kuşak çekilmiş bir kitab… Sözkonusu kuşağın üstünde de, benim ismim yazılmış… Kırmızı renkli!
*
 “Sırr-ı istiva”, terkibi bir mânâ olarak, tasavvufta yüksek bir alâmet sayılmış; istiva, siyah bir şerit-kuşak-kemer. (İstiva: Müsavi oluş. İstilâ eylemek. İtidal, istikamet, karar. Kemâlin sabit olması. Kaba kuşluk zamanı. Yükselmek. Üstün olmak… Mevlevilerde, “seyf-i külâh” üzerine, “Cezbe-i Rahman” ile istiva sırrına vakıf olanlar takabilirlerdi!): 729: DİREKTİF-Talimat.
 
KEMER
(KEF-MİM-RE)
 
MATLA’ Beyit: Ba’zı ahbab kemer seyri eder tenhâda / Bâri biz de kemeri seyredelim sahrada — (Nedim)… Birinci mısraın ebcedi: 2156: Yusuf-Bir peygamber ismi. “Kendisinde nurî hikmet tecelli eden”… Muhsin-İhsan eden. Kerim. Cömert: 158: Mensub-Bir şeye veya kimseye nisbeti olan… İkinci mısraın ebcedi: 1169: Rahman Suresi 19-20 âyetleri… Kalem-İlk akıl mertebesi: 170: Kamel-Bitli kişi. “Şiir idrakı olan. Keskin kılıç”.
*
MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 3325= 1327: ŞEBEKE-Hüviyet sureti. Balık ağı. Kuşatan, çeviren. Ağ gibi yapılmış yolların tamamı. (Balık ağı İspanyolca’[da] Red… Red, İngilizce’de kırmızı… Red: Def’, ifraz… Rüya’da gelen mânâ: “Resim, red kökündendir!”… Resmin “R”si ve Musavvir’in son harfi “R”; RE harfi, Allah’ın Musavvir ismine ve Ay menzillerinden Gafr’a işaret eder… Gafr: Örtmek, setretmek. Üç küçük yıldız… Gafir: Mağfiret eden, kusurları örten, affeden Allah… Gafîr: Çok fazla, sayısız kalabalık. Örten, etrafını çeviren. Umumi. Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler)… ERBAUN-40 sayısı. “Mim harfinin ebcedi”: 329= 1328: BİZİŞİK-Hekim. Hakîm.
*
MATLA’ Beyt: Bir söz dedi canan ki keramet var içinde / Dün giceye âit bir işaret var içinde — (Nedim)… Toplam ebcedi: 3077: NEDİM-İ Kadim’in Muamması’nın “Nam-ı İzzetî” başlığı altındaki Matla’ Beyt’in toplam ebcedi. (REGAİB Kandili’nde gelen ihsanın devamı hâlinde… NAM-I İzzetî: 579: MÜFTEHAN-Hazineler. Hoca ile talebeler arasında bir kitaba başlangıç ziyafeti… Başlangıç, “Ölüm Odası”nın 4. Cildi olarak, Regaib Kandili gecesinde… Nedim-i Kadim’in bahsi geçen Beytinin ilk mısraı: 1512: Mehdi Salih Mirzabeyoğlu… İkinci mısraı: 2565= 1566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî)… KKM-“Kaptan Kusto Müslüman”: 240: MİR… Tamamlanmış kitabım “İstikbâl İslâmındır”a Kaptan Kusto ile ilgili Üstadım’ın yazısını, onun beni Takdim’i olmasını bilmeksizin zaten koymuşum; ama TAKDİM yazımın o olduğu hususunda uyarmıyor… Takdim hususunda muammam onda… Ve kitab bittikten sonra, Üstadım’la evinde yediğimiz bir yemek de var; davet ederek… Tâ nelerden sonra, “kitaba başlangıç ziyafeti” sözü geçince hep hatırladığım
*
NİTAK-Kemer. Kuşak. Kuşak yeri: 160: İNSAN: NİSAN-(Mahmud Efendi’nin hakkımda Pederim’e “Nisan’da” demesi hatırlanmalı; rüyâda gelen mânâ… RE harfi; “Rebi-ül evvel”e işaret!): 161= 1160: SEYFÎ-Kılıçla ilgili. Kılıç sahibi. (Halid bin Velid Hazretleri’nin “Seyfullah” namı hatırlanmalı!)… SÜLEYMAN Mahzumoğulları-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin kendisiyle aynı, “Ebu Süleyman-Horoz” nâmını taşıyan ve Diyarbakır’da türbesi bulunan büyük Kumandan oğlu: 136: EDLAK-Halid bin Velid Hazretleri’nin, “ağzı sulanan pîr-arzulu, istekli” mânâsına gelen bir kılıcının ismi. (Kureyş’in Mahzumoğulları boyu, erzak ve mühimmat işlerine bakar, toplar, tanzim ve tertib eder, savaşta da “süvari” rolünü yerine getirirdi… Edlake: Can çıkaran)… MUS-Bıçak: 136: EL-Mümin-Emin kılıcı. (Allah’ın 99 güzel isminden biri)… KURTUBÎ-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin kılıcının ismi: 321: MİRZABEYOĞLU… Nedim-i Kadim’in Muamması’nın ilk matla’ beyt’inin başlığı, NAM-I Salih: 221: SALİH Muhammed…
*
KEMER-İcâd. Vücuda getirmek. Yeni bir şey meydana getirmek. Yeniden yapmak. İbda’. (İngilizce, Rare: Müthiş. Harika… Rüyâ’da gelen gelen mânâ: “21 kere yaz, şehid mi ne olursun!”… Bist-ü yek-Yirmibir: 503= 1502: RE harfinin büyük ebcedi… ŞECERE-Soy ağacı: 503: SA’-Kur’ân’ın dördüncü harfi SE. Çiy, rutubet, şebnem… İstilâ-Üstadım’ın “Kafa  Kâğıdı” isimli eserinin sonundaki “Aynı Moğol istilâsı… Tutulmuş asil bir köşe” işareti hatırda: 503: Mehd Salih Mirzabeyoğlu): 260: KEF-MİM-RE… KİM Mir-MİR kim? “Ene men?-Ben kimim, nefsim kim?”… KİM: RE… MİM-RE: MİRRE-Kuvvet. Takat. Kat. Tekrar… MİM: RE… MİR: RE!..
*
KAMER-Gökteki Ay, bakılan ay. Gece uyumayıp uyanık durma. Hilâl: 340: ŞAM-Hicaz’a nisbetle solda kalan memleketlere Şam denir. Süriye ve Lübnan’a da “Şam” denmiştir. Hâlid bin Velid Hazretleri’nin türbesi de Şam’da. Batı. Akşam. Akşam yemeği. (Yevmiye: Üstadım, benim geçim derdimle ilgili söz ederken, “Benim akşam yemeğinden emin olmadığım günlerim oldu; ama çok şükür aç kalmadım!”…  Şam rızkından… Ezel kadar eski bir tanışıklıkla dünya hayatının sonunda karşılaşılan, Kadim dostu’nu bulan… Nedim-i Kadim’ini!)… ŞAM-Vücutta olan benler: 340: RAKAM-Bütün satıcı, bütünü satan. “Kemer”… MURASADE-Rasad, gözetleme. Dikkatle bakma. Râî: 340: FESR-Beyan etmek, açıklamak. Tabibin ehlinin suya bakması. (Vakt-Yağmur suyu biriken yer: 506: Nakşbend… Aynı ebcedle Erdiş)… MÜFEKKİR-Fikir yürüten. Düşünme kuvveti: 340: KAMR-Göz kamaşmak… MÜRESSİM-Resmini yapan. Musavvir. (Re harfi, Allah’ın “Musavvir” ismine ve 5. Sema tabakasına işaret eder): 340: MAKARR-Karar yeri. Merkez. Payitaht, tahtın bulunduğu yer. “Pay, pa; ayak, takat, mukavemet, iz  


Baran Dergisi 345. Sayı