STAR Televizyonu’nda, Uğur Dündar, Genelkurmay Başkanı ile konuşuyor... Genel Kurmay Başkanı şöyle diyor:
— “TSK ve Polisimiz, terörle mücadeleyi HER ZAMAN KANUN ÇERÇEVESİNDE yürütmüştür!”
Gazeteci Uğur Dündar ve Engin Ardıç’ın TELEGRAM’daki hikâyeleri, yeri geldiğinde.

*

ŞUUR SÜZGECİ’nin darmaduman edilmesine dair, meşhur bir eski Çin işkencesi... Adamın kafası kel veya usturaya vurulmuşsa, mesele yok; değilse, bu şekilde saçları kesiliyor. Ve çeşme altında, kafasının aynı noktasına tıp tıp damlayan su. Aradan saatler geçtikten sonra, bu damlalar kafanın içinde balyoz yemiş yankısı meydana getiriyor ve adam çıldırıyor... Akupunktur bahsi için söyleyeceklerim de gözönünde tutulursa, hiçbir şiddet izi görülmeden bir adamın nasıl balyoz darbeleri hissi altında çıldırtılabileceği ve ölebileceğini anlarsınız.
Birkaç bin yıllık akupunktur tedavisi malûm. Aynı şey, bugün Batı tıbbında, gümüş iğneler kullanma yerine, onunla erişilen ve tesir edilen bölgeye lazer ışınıyla erişme ve etki biçiminde olmaktadır ki, çoğu kimse bu tedavinin o eski uygulamanın değişik tatbiki olduğunu bilmez. TELEGRAM için de aynı şey. ZİHİN silme, yeni şahsiyet tipi meydana getirme, kontrole alma vesaire, çok eski devirlerden beri bilinenlerin günün verileri içinde yeni şekillerle tazelenmesidir.

ÇÖP SAYIMI

TELEGRAM’da şuurun hem üstü, hem altıyla temel mesele, belden aşağı. Tükürük bezini harekete geçirdikten sonra, eş zamanlıya yakın bir şekilde, fare leşinden kuzu çevirmeye ve insan etine kadar her görüntüyü beyne yollar veya telkin edebilirsiniz. Hangisi tutar, hangisi tutmaz ayrı mesele, gûya gerçek sağlaması veya telkin bir arada; şuuru yokluyorlarmış veya şuur altını yokluyorlarmış!
Kartal’da yeteri kadar yoklandı, BOLU’da da NYMPHALAR, tesir değil de çeşit olarak, çeşitlenmiş olarak, denediler, deniyorlar. Şuuraltı hususunda uzun lâflamalarımız olduğu için, ŞUURALTIM’ın(!) ne kadar zengin olduğunu ve gerek form, gerekse üniform olarak ne zengin bir çeşidi devşirdiklerini, bana söylediklerinin kıyasını misillerce renkli olarak aldıklarını KONUŞABİLME CESARETLERİ olduğu zaman inşallah kendileri anlatırlar... Çöp sayımı dedikleri ve istismar için kullanmayı amaçladıkları bu işi yazmayı düşünürken, her günkü klâsik çalışma saatleri içinde, uykudan uyanışımdan itibaren, gecenin bu 0.1 saatine kadar çalışmış ve şu ânda da çalışıyor olan NYMPHALAR, “günahlarım” hakkında lâf atarken, elbette sadece kendileri için değil, baştan sona yardımcıları için de şu cevabı aldılar:
— “Siz benim günahlarımla, günahım olmak için mi ilgileniyorsunuz?”
Kartal’daki “cin” takıntımın, 2005-2006’da burada da “olabilir mi?” anlatımlarımı, tekrarlamak hevesi ve alay etme niyeti içinde, oyun enflasyonu denecek kadar çok sahneleyen ıslıkçılardan biri, ben yavru kuşa(!) şu efelenmeyi(!) yapıyordu:
— “Biz bu işi BİTİRİM kahvelerinde, ağabeylerimizden öğrendik!”
Bir saatlik havalandırma saatinden sonra kapım kapanır kapanmaz, yan havalandırmada mevzilenen ve zaman zaman sesi TELEGRAM yolundan da gelen o sümük, kabadayılık babında da, babasından bahisle (...) Her neyse: Bunlar genel olarak kayıb insanlar, parası olsun olmasın, ve ENSEST mağdurları içinde iken, bunu kendilerine üstünlük sağlayıcı bir kazanç yoluna döndürmek isteyen... Kartal’da ARAR, pisliğinin mukabilini benden aldığı bir seferde, gayet samimi ve tabiî bir sesle, ne dese beğenirsiniz?
— “Bu, Türk kültürünün kendinde var!”
İlgilenen, NYMPHALAR’ın o günkü ses kayıtlarından istifade etmeleri gibi, onları bulabilirler... Mevzuumuz, terörle(!) nasıl mücadele!

*

Çöpe atmak: Batı’da, kilise inancı içindeki an’anevi GÜNAH ÇIKARMA işinin hemen yanıbaşında ve umumiyetle kilise dogmalarına karşı çıkma niyetinden başlayarak gelişmiş bir İTİRAFLAR edebiyatı vardır. Bu edebiyat, isterse “nefsi aşağılama” bahanesi altında olsun, şuurlara alternatif vermek ve mahrem ve gizlileri açığa dökerken bizzat o suçlara meşruiyet sağlamak gayesinden başka bir işe yaramaz; neticesi bu olan hayasızlık. “Ölmeden önce nefsini hesaba çekmek” rejimi olan İslâm’ın “nefs muhasebesi” işinden, bunun ölçü ve ölçülendirmelerinden tamamen alâkasız bir iş. Tedavi amaçlı veya fantezi cinsinden veya şantaj amaçlı, “insanın aklında kalan hatıralar, hatâ mahiyetinde olanlardır!” anlayışıyla, çeşitli yollardan muhatabını konuşturanlardan biri, yakınlarının anlattıklarından anlaşıldığına göre, bu “çöpe atmak” tâbirini en çok kullananlardan-dı. İ.G. isimli bu manyak, mutlak meçhul zâtına nisbetle zâhir olan TANRI da değil, onu bir alt kategori hâlinde mahlûk gibi yaratan iddiasında, etrafındakilerin ÇÖPE ATILACAKLARINI topluyor ve sonra onları etrafında tutmak üzere kullanıyor-du. Bu hususta onun hakkında yorumum: İ.G.’nin “çöpe atın” dedikleri, sadece kendi gerçeklerine uygun olmayan “cemiyetten hazır alınmış” bilgi ve şu veya bu soydan formasyon değil, aynı zamanda “iyi” veya “kötü” nitelemesi bir yana, mahrem hayat ve mahrem kalması gerekenlerdir de... Her neyse; TANRI’YI YARATAN zât, çöpe atılacaklarının ne olduğunu insanlarından öğreniyor-du.

*

“Çöp sayımı” derken, insanı çöp hâline getirme, iyi veya ard niyetli NLP ve psikolojide olabildiği gibi, asıl niyet olarak TELEGRAM’da da var. Kadın-erkek, genç-ihtiyar, şu-bu demeksizin, cinsî sapıklık telkinine kadar... KARTAL’da, kurtulmam ve ölmem için en kısa yol tavsiyesi(!) ve yönlendirmelerinden biri: Tenasül uzvumu kesmem... Bunun yanında bana “Müz Gülü” ismini takma ve benimsetme çabaları ne ki!
METRİSİ, yaşayanlar biliyor; ya ben KARTAL’da kaç METRİSİ yaşadım? Homoseksüel ARAR ve ekibi, İDAMLA yargılandığım süreçte, Metris’te verilen ve hemen orada iğfal edilen DEVLET SÖZÜ’nün ardından TELEGRAM’ı icra ederken, daha önce söylediğim METRİS’in tarihî mânâsı hakkında hiç de mübalağa etmediğimi de isbatlamış oluyorlar. Hâlâ devam eden bir süreç. O şartlar altında, DGM’de yaptığım savunma da, bugün de aynen imzamı atacağım şekilde sabit.
TELEGRAM’da telkinden bahsederken, çeşitli “ikna” etme yollarının sadece söz ve buna eşlik eden oyun kurmalardan ibaret olduğunu sanmayın; asıl önemli olan, söze eşlik eden veya sözsüz olarak, elektromanyetik dalgalarla beyinde-bedende, istenen duyguya uygun ayarın yapılması. Meselâ, korku veya heyecan durumunda bedende ne oluyorsa, onu sağlayarak sözkonusu duyguyu uyandırma gibi. Misâl değil, gerçek: Duran ARAR, bir lâf söylüyor, kendi kendime konuşur olma sarsaklığım, cevab verip vermeme arasında ve “sen kimsin ki, sana cevab vereyim!” hiddeti buna eşlik ederken, o telâş içinde utanma duygusunu desteklemek üzere ensemden yukarıya doğru “ateş bastı” dediğimiz fizikî etki. Belli ki(!) suçumun tesbitinden o durumdayım. Böyle, bir-üç-beş derken, müthiş yorgunluğum ve bıkkınlığım sırasında, hani ne kafam ne de beynim benim, lâfı söyledi ve bende hiçbir düşünce muhalefeti yokken, ensemden yukarıya doğru hararet yürüdü; foya ortaya çıktı. TELEGRAM’da asıl olan, sözlü lâflamaların beyin-beden etkilerini ölçme bir yana, kontrolde asıl beyin-bedenden istenen duyguları uyandırmadır. İşin püf noktası burada.

KAFA KARIŞTIRMA

Avukatım Ali Rıza Yaman’a, yazarken genellikle kapkaç türü hızlı kurgu ile yazdığımı, bunun benim için yeni bir usûl olduğunu, bu yüzden yoğunlaşma isteyen ŞİİR yazamadığımı söyledim. Şiir yazamama lâfım, şu “ne hoş, ne nonoş, ne yüce, ne asil” gibi bir yapmacık ve fantastik şiir medhine bağlı bir facia yaşadığımı kasdediyormuşum şeklinde anlaşılmasın diye, bu izaha gerek duyuyorum. Her kim olursa olsun, boğulma tehlikesi içindeki bir adamın ilk düşünce ve hedefi, kurtulabilmekle ilgilidir. Şiir misâlini vermem, benim yoğunlaştığım ânda, NYMPHALAR’ın bana o mahremiyeti tanımayan birliktelikleri ile beraber, yoğunlaşmama eş bir şekilde sanki beynimi bloke eden tesirlerini anlatmak için-di. Şimdi epeyce gevşemiş olan bloke etme işi, daha önceki eserlerimin yazılışı sırasında, yâni nesirde bile, son yazdığım kelimenin öncesindeki kelimeye uygunluğuna bakmama bile fırsat vermek istemezcesine işletiliyordu. Hatta, bu yüzden, normal bir insanın dikkati içinde okuyamıyordum bile. Okuyamayan, ama yazan bir adam; anormallik ifâde etmesi gereken bu iş, bende ânı ânına düşüncenin aktarılması, bunun için kelimenin tâyini, buna rağmen düzenli bir akış şeklinde tecelli etti. TELEGRAM’ın tekrara konmasına, hafızaya geçene konmasına dair bir tesbit. Kafa karıştırma çeşitlerinden bir çeşit.

*

Kafa karıştırmanın her nevini içine alabilecek bir misâl: Belirli frekanslarda sinyallerini yayan verici ve ona nisbetle ayarlı TELEVİZYON cihazı, görüntü ve sesin bu iki unsurla meydana gelişinin nasıl isbatı ise, ruh ve beden ilgisi içinde görünen şuurlu benliğimiz de, bu iki yoldan gelen verilerle teşekkül ediyor. İhsaslarımız duyu verilerine bir şey yollamadan, duyu verileri yolundan gelecek bir şey de yoktur; ihsaslarımız da, ruh yönünden bakıldı mı ona âit bir keyfiyet.
TELEGRAM’ın fizikî beyine tesirini, düşünce okuma ve ilkânın, beden üzerindeki tesirlerinin bu yoldan olduğunu söylemiştim. Beynin çalışmasında, heyecanlanınca, kuvantum seviyesinde şöyle, korkunca böyle olmasını, TELEGRAM gibi bir dış tesirle sağlamak, yahud bozmak ve karıştırmak, televizyon vericisi karşısında televizyon âletinin ayarının bozulması gibidir. TELEGRAM’ın bilinmediği yerde, ona maruz kalanın durumu, eğer muvaffakiyet sağlandı ise, akıl hastası olmamışsa bile, öyle imiş gibi anlaşılabilir. Böyle anlaşılmamak için gösterdiğim çaba, çabaların en büyüğü oldu.

KİRİL - KİRLİAN

“Aura-hâle”, canlı insan vücuduna işlemiş ve onu çevreleyen yüksek elektrik yüklü bir muhittir. Vücudu yaklaşık üç milimetre eninde çevreleyen bu manyetik alan, genellikle uçucu yapı, hayatî yapı veya “aura”, yüzyıllar boyu müşahede edilmiş ve araştırılmıştır.

*

Üzerinizde adeta elektrik tesirinin kristalize olması ve bedeninize yapışık görünmez bir elbisenin hapsi içinde kalan hareketiniz; bütün bedeniniz ve beyniniz onun kontrolünde... Bu, TELEGRAMCILAR’ın “kiril” dedikleri şey ve “kirillenme”, onların kontrolüne girildiğine dair KARTAL’da çok kullanılan bir kelime idi; “Kirilli, kirilli!”, “kiril çözüldü!” gibi. Buna dair bir bilgiyi herhangi bir kitabta göremedim... Benzeri KİRLİAN tâbiri.

*

Bir düşünce, beyin hücreleri vasıtasıyla kaslara ve organlara iletilen biyoelektrik sinyale nasıl dönüştürülmektedir? Cevab muhtemelen bütün canlıların bir parçası olduğu keşfedilen biyoelektrik alanların yapısında yatmaktadır.

*

Morfogenetik tâbiri, yâni “varlık hâline gelen şekil”, bedenin alana göre şekillendiğini, alanın bedenden yayılmadığını ifâde etmektedir. Alan, beden, yâni maddî tezahürden önce gelir, büyüme akışını yönlendirir ve bedeni değiştirir.

*

Ağır elektrik şokuna uğrayan insanlarda, sık sık psişik güç artması görülür. Bedenin biyoelektrik alanıyla zihin güçleri arasında açık bir bağ vardır. Bütün organizmaların büyümesinin, fizik ve kimyanın mekanik vasıtalarıyla değil, MORFOGENETİK alan denilen bir elektromanyetik alan tarafından düzenlendiği fikri kabul görmüştür.

*

Her canlının, –madde de kendi keyfiyeti içinde canlıdır–, bir elektrik alanı vardır. Her organizmanın morfogenetik alanı, hem bedenden, hem de zihinden öncedir; ve zaman ve mekâna
göre belli bir yeri yoktur. Başka bir ifâdeyle, bir organizmanın elektrik alanı, kâinattaki temel kuvvetlere, ÇEVRENİN ETKİLERİNE VE ORGANİZMANIN KENDİSİNDEN GELEN GERİ BESLEMEYE CEVAB VERİR, YÂNİ ONLARDAN MÜESSİR OLUR VE TEPKİ VERİR- TESİR EDER. Böylece alan, durmadan değişir; beden-zihin, organik varlığımızla tâbiî kâinatın diğer kuvvetleri arasında bir bağ olabilir.

*

KİRLİAN isimli Rus, bir yapraktan bir insana kadar herhangi bir canlının biyoelektrik alanının fotoğrafının çekilebileceğini gösterdi... Hastalıklı bir ağaçtan alınan bir yaprağın KİRLİAN görüntüsü, sağlıklı bir ağacınki ile karşılaştırıldığında belirgin bir fark vardır. Gevşek durumda bir İNSAN’ın Kirlian fotoğrafı düzgün, yumuşak bir alan görüntülerken, stresli-bunalımlı bir insanın fotoğrafında tırtıklı ve tahriş edilmiş bir alan ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra belki de en ilginç keşif, HASARLANMIŞ ORGANİK BİR NESNENİN, MESELÂ YARISI KESİLMİŞ BİR YAPRAĞIN KİRLİAN FOTOĞRAFINDA BÜTÜN YAPRAĞIN ALANININ GÖRÜLMESİDİR. Biyoelektrik alan, basitçe fizikî bedenin bir RADYASYON’u (bir merkezden yayılarak dağılan ışık ve sıcaklık verme) değildi; fizikî bedenin bozulmadan kalan biyoelektrik alanın bir tür tezahürü olarak görülüyordu. Bu keşif, fizikî büyüme, yaraların iyileşmesi ve hasarlanmış organik parçaların yeniden teşekkülü hakkında bir şeylerin açıklanabileceğini vaad ediyordu. Biyoelektrik alanımızın içine doğru büyümemiz mümkündür... Bütün canlı organizmaların, atom ve moleküllerden oluşan fizik bedenin bir SURETİ olan enerji bedenine sahib olduğu ifâde edilmiştir. BİYOLOJİK PLÂZMA dedikleri bu enerji meydana getiren alanın - bütün canlıların tabiatinde mevcut ORGANİZE EDİCİ ALAN’ın, bedene hareket veren motor zihin sinyallerinin taşınışında rolü bulunduğu kabul edildi. Ruh ve beden arasında, her ikisi ile de ilgili zihin ve düşüncenin bu durumdan dolayı, sözkonusu zihin sinyallerinin taşınışında, “maddî beden”e vurgusu yapılınca, ruh-düşüncenin varlığı, bizzat maddenin onun delili olduğu şeklinde belirtilmiş oluyor. Biyolojik plâzma, ruh ile beden arasında her ikisi ile de ilgili HAYAT-CAN’ın bedene bakan yüzüdür. Üzerinde durduğumuz incelikler, TELKİN keyfiyetinin iki yüzünü de gösteriyor.
Düşünce ve heyecanların bedeni İYİLEŞTİRİCİ veya BOZUCU etkileri olduğu genel bilgi hâlinde bilinirken, bunun TIBBÎ vasıta ve usûlleri de mevcuttur. Şartlar içinde insanın tabiî hâline nisbetle NYMPHALAR’ın yaptığı iş, “boz, boz!” demeleri eşliğinde BOZMAK’tır. Delta Serdar, şu satırlar yazılmadan aylar önce, yaptıkları işi ruhçuluktan da kurtarmak niyetiyle, fizikî beyinde TELKİN’i tek buuda indirerek, “TELEGRAM, telkin; nasıl oluyorsa!” diyordu. Allahu âlem nasılını anlatmış oluyorum.
KARTAL’da, Cezaevi inşaatında uzun saatler çalışan tahta kesme-hızar makinesinin sesini “seni keseceğiz!” lâfları ve TELEGRAM cihazının vücumdumdaki marifetleriyle eşleştiren ARAR, bir müddet sonra telkinini “seni üç parçaya ayıracağım”da odakladı. Ziyaretçiler şâhidimdir, defalarca anlattım:
— “Hani bazen görürsünüz; karşıdan gelen CİNLİ veya aynı kapıya çıkarı da vaki, özürlü tipler vardır. Kafası dengesiz sağa sola gider, ayakları tutarsız yalpalamalar içinde, gövdesi, kafa ve ayaklarıyla uyumsuzdur... Beni göstermek istedikleri tip bu!”
2005’in TEMMUZ ayının 7. gününden itibaren başlayan TELEGRAM’daki yeni safhamda,
baharda çıldıran bir neşe hâlinde fışkıran yeni yeşillikleri andıran bir psikoloji içindeki NYMPHALAR’a, şu rekor vaadini söyletiyordu:
— “KARTAL’da üç parça yapacaklardı, biz burada altı parça yapacağız!”
NYMPHALAR, mitoloji ve şamanizm ile TELEGRAM arasındaki alâkayı - cihâz farkını, benden öğrendiler. Şu “saçmasapan” TELEGRAM kitabımın, aslında bu esere bir alt yapı teşkil ettiğini de... SÖZKONUSU kitabımda, Sibirya şamanlarından örnek verilerek, parçalara bölme anlatılıyor.

TİLKİ GÜNLÜĞÜ

Şu, dünyayı tatsız ve mânâsız gördüğümüz zamanki hâle muhatab, başına gelen –benim başıma gelen– pişmiş tavuğun başına gelmemiş TİLKİ GÜNLÜĞÜ’nden de bahsedeyim. Orada geçen isimler üzerinden malûm niyetleriyle sayısız sondajlar yapan TELEGRAMCILAR da, eserin kendi öz muradından hiç anlayamayanlardan-dı. Eserini verip de, değerini karşısındakinden öğrenmek durumundaki sanatkâra nisbetle, hoşafı kurtarmak üzere onu TELEGRAM cihetinden göstermek de, TELEGRAM altında olan bana kaldı.

*

Levha: 7 Aralık 1988... Kolumdaki bileziği andırır kelebçeleri çıkarmam üzerine annem, üzgün ve sitem eder gibi konuşuyor ve bugüne kadar söyleyemediği sırrı açıklıyor: “Sen doğduğun zaman, senin yıldızına sihir ve büyü yapıldı; onun için baban, seni korusun diye onları yaptırdı!”... Benim yıldızım Sag-ı Takir imiş... Veya “tagir”... Ne demekse?.. Romatizma için kola takılan bakır bilezikleri hatırlıyorum; ve büyüden korunmam için yapılan bileziği çıkarmış olmamın üzüntüsünü duyacağıma, büyü ile ilgili rüyâ tâbirlerimin doğru çıkması sebebiyle mesudum... Ve ben bu hususu Nalân Said’e söylerken, o benim dosya kâğıtlarımdan yapılma defterimdeki kelime tasniflerinden büyü ile ilgili birşeye bakıyor... Ben orada doğru çıkan bazı şeylere dikkati çekmek isterken, o dikkatini kendi aradığına teksif etmiş... Bu sırada Halil emminin hanımı Feride Figen, üstü çıplak, kucağında yeni doğan çocuğa meme verir gibi bir hâlde, ablamla benim yanıma geliyor... Ben, onun göğsünün çıplaklığından dolayı oradan uzaklaşıyorum!

*

Mukayyed: El ve ayağında kelebçe bulunan. Bir işe ehemmiyet veren. Serbest olmayan: 154. Mehdî Muhammed: 154.
Kelebçe: Demir bilezik: 60.
Sin: İNSAN. Bir harf ve ebced değeri: 60.
Ül’üban: Oyuncu. AKTÖR: 154.
Sivar: Bilezik. (Süver: Sureler.): 267. Muavvezetan: Felâk ve Nas sûreleri: 1267. Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 1266= 267.

*

Sag-ı Ta’kir: 1870= 2869.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 1868= 869. Mektubat: 869.
TELEGRAM: 1676= 2675. Salih İzzet Erdiş: 1674= 675.
TELEGRAM: 1676.
Dest-var(e): El bileziği: 676.
Şerafeddin: Dinin şerefi: 676.

*

Tesvir: Koluna bilezik yapma. Büyük derecelere çıkma, büyük işler yapma. (Tesvir: Toz kaldırma. Derin ve gizli mânâyı araştırma.): 676.
Hakdan: Dünya, yer, arz, mehd: 676. Mehul: Benli, benekli: 676.
Muhale: Dostluk, sadakat: 676.

ADAK BORCUM

TELEGRAM: 1676.
Maide Sûresi, 89. âyet: (Allah sizi, kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerinizden ötürü sorumlu tutmaz. Fakat, bile bile akıl edip yaptığınız yeminlerle sorumlu tutar. Bunun da kefareti, çoluğunuz çocuğunuza yedirdiğinizin orta derecesinden, on fakiri doyurmak, yahud giydirmek, yahud bir köle azâd etmektir. Bunlara gücü yetmeyen, üç gün oruç tutar. İşte, yemin ettiğiniz zaman, yeminlerinizin kefareti bu... Bununla beraber yeminlerinizi gözetin. Böyle açıklıyor Allah âyetlerini ki, şükredesiniz.): 676.
Necm Sûresi, 21. âyet: (Size erkek, O’na dişi öyle mi?): 676.

*

Üstadım’ın bana vereceğini söylediği TAKDİM yazısını arama sürecinde, bulursam, sevabının misli Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne, Üstadım’a ve Seyyidetü’n-Nefise Hazretlerine âit olmak üzere, 30’ar günlük adakta bulundum. Çeşitli bahanelerle, 1987’den 1999’a kadar aksayan bu niyet, 2000 yılında Kartal Cezaevi’ne gelince, tam havasına girmiştim ki, TELEGRAM’la akamete uğradı. Şu oldu-bu oldu, o süreç boyunca adağımı yerime getirmemiş olmamın cezası gibi geldi TELEGRAM; ve başlı başına içimde kanayan bir yara. Ardından BOLU; 2005’e kadar, şu veya bu bahanelerle yine olmadı. Nihayet 2006-2007 yıllarında, adağımı yerine getirdim. TELEGRAM’ın ebcedine tevafuk eden yukarıdaki MAİDE sûresinde geçen âyetin meâlini, bu nazarla mütalâa ediniz.

*

Necm Sûresi’nde geçen âyetin izâhına gelince: “Erkek isimlerini kendiniz alıp, dişi isimlerini O’na veriyorsunuz değil mi?”... Müşriklerin putlarına hep dişi isim vermişlerdi; özellikle Yaratıcı adına dikildiği iddia edilen bu isimler, dişi isimleri idi... Homoseksüel ARAR ve ekibi, hâlleri ve yaptıkları ile ERKEK(!) ya, bana koydukları isimlerden biri, bir yönüyle “seçkin” mânâsına gelen, diğer yönü ile de kadın ismi ile beni aşağılamak üzere, “Belgin” idi. TELEGRAMCILAR’ın erkeklik(!) tasvirlerine henüz girmiş değilim; kararı siz vereceksiniz.


Baran Dergisi 183. Sayı