“Rus cephesinde başarısız olup, ikinci dünya savaşını kaybetmemizin sebebi açlıktır.”Almanya’da mezbaha işi yapan Nazi hayranı yaşlı bir Almandan duyduğum bu sözler, teknolojiniz nekadar ileri olursa olsun savaşı kazananın insan,insanı ayakta tutan maddî gücün “gıda” olduğunu göstermesi açısından önemli bir tespit.

İnsanın en temel maddî ihtiyacı gıdadır.Gıdanın olmadığı yerde, açlık vardır.Temel ihtiyacı tatmin edilemeyen insan, açlık güdüsü ile hareket eder. Açlık, insanı huzursuz ve saldırgan yapar. Bu duyguların yoğun yaşandığı toplumlarda çatışmalar artar ve bireyler arasındaki güven duygusu yok olur.Güven duygusu olmayan insanlar, değerlerine sahip çıkamazlar. Değerlerini kaybeden insanlar toplumdan kopuk, tek hedefi günlük ihtiyacını karşılamak olan ve hiçbir kuralı tanımayan acayip varlıklara dönüşürler.
Toplum tarihine kısaca göz attığımızda, tarım, sanayi ve arkasından bilgi toplumuna geçildiği görülecektir. Tarım toplumu sürecini tamamlamadan sanayi toplumuna geçilemez. Geçmeye kalkıldığı takdirde teknoloji üretiminde dışarıya bağımlı ve sorunlu bir ekonomiye sahip olunur. Böyle toplumlar tarıma dayalı süreçte yeterli sermaye birikimine ulaşamamışlardır. Yeterli sermaye birikimi olmayan ülkeler, teknoloji ve bilgiye yatırım yapamaz. Bu ülkelere yatırımı sermayesi olanlar yapar. Haliyle o ülkenin kaynakları yatırım yapanlara hizmet eder.

Sömürgeci ülkelerin, sömürgelerinde tarımın gelişmesine engel olarak toplumları açlığa terk etmesinin temelinde sermaye birikimine mâni olma fikri yatar. Bunu güvensizliğe bağlı çatışma oluşturarak gerçekleştirir. Çatışma tarımsal üretim sürecini sekteye uğratır,sermaye birikimi gerçekleşmez. Sermaye birikimini gerçekleştirememiş bir toplum, yatırımlarını tamamlayamayacağından, sanayi ve bilgi toplumu olamaz.Sonuç olarak, bu ülke sömürgeci ülkelere asla rakip olamaz.
Bir çoğumuz “Ülkemiz tarımsal üretimde kendi kendine yeten belli başlı ülkeler arasında yer alır” sloganları ile büyüdük,aynı sloganlarla ölecek gibiyiz. Tarımsal üretimde kendi kendine yeten bir ülkede;temel besin maddelerinin ithal edilmesi,temel besin olan süt ve etin dünyanın en yüksek fiyatı ödenerek tüketilmesi,domates fiyatının enflasyonu zıplatması gibi tablolarla karşılaşılabilirmi?

Kumandan Mirzabeyoğlu, ülkemizde dönem dönem yaşanan refah artışı ve kahraman ilan edilen politikacıların durumunu şöyle ifade etmişti:“Efendilerin kavgaları esnasında meydana gelen boşlukta, eline fırsat geçen kölenin, efendisinden kopardığı imtiyazları başarı gibi satması”
Bu tesbitin üzerine söz söylemenin “lafın tamamı ahmağa söylenir” özdeyişi hatırlandığında gereksiz olduğu bilinciyle tesbitin ne kadar yerinde olduğunu destekleyen temel bir meseleden bahsetmek istiyorum.

Tarımsal üretimin iki temel unsurundan birincisi toprak, ikincisi sudur.Ülkemizde 23 milyon 950 bin hektar ekilir tarım arazisi,14 milyon 615 bin hektar çayır-mera alanı olmak üzere 38 milyon 565 bin hektar tarım arazisi bulunmaktadır.Bu arazilerin %24’ünde sulu tarım, %76’sında kuru tarım yapılmaktadır.Gelişmiş ülkelerin tamamı binlerce kilometrelik kanallarla sulama yatırımlarını 20.yüzyılın başlarında tamamlamış ve sulanmayan tarım arazisi bırakmamıştır.

Sudan çok daha önemli olan topraktır.38 milyon hektar toprağımız var diyoruz, fakat nasıl bir toprağımız var bir bakalım.

Miras hukukunun yanlış uygulanması nedeniyle arazilerimiz paramparça edilerek parsel büyüklükleri rantabl olmaktan çıkmış durumdadır.Son yıllarda yapılan düzenleme ile bu parçalanma engellenmeye,arazi toplulaştırma projeleri ile parçalar bir araya getirilmeye çalışılmaktadır.Takdire değer çalışmalar olduğunu beyan edip emek verenlere teşekkür ediyoruz.(Gerçi bunun arkasında da bankacıların menfaatlerini korumak yatıyor, lakin şimdilik o kadarına ses etmeyelim.)
Toprak mevzuunun doğru anlaşılması için, toprağın verimliliği ile doğrudan ilişkisi olan“organik madde”ninne olduğunu ve ne işe yaradığını anlamak lazım.Zira meselenin kilit noktası burada yatmaktadır.
Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kadir SALTALI’nın organik madde konusundaki yazdıklarına bakalım;

“Toprak sadece inorganik bir kütle olmayıp, içerisinde havayı, suyu, organik maddeyi ve çeşitli canlıları barındıran doğal bir ortamdır. Topraktaki mikroorganizma sayısı, bir gram toprakta bir milyara kadar çıkabilmekte ve bu açıdan bilim insanları toprakları canlı varlıklar olarak tanımlamaktadır. Genel olarak, organik maddenin kaynağını hayvan gübresi ve bitkisel atıklar oluşturmaktadır.
Türkiye toprakları (Karadeniz bölgesi hariç) genellikle organik madde içeriği bakımından fakirdir ve ülkemiz topraklarının % 65’inde organik madde içeriği az veyaçok azdır. Toprak kalitesi ve üretim açısından topraklarda organik madde içeriğinin %3’den daha fazla olması istenir.

Toprak kalitesinin en önemli unsuru toprak organik maddesi ve topraktaki mikroorganizma sayısıdır. Toprak verimliliği ve kalitesi konusunda bilim adamları, topraktaki canlı sayısının önemli bir kıstas olduğunu vurgulamaktadırlar. ‘Topraklardaki canlı sayısı ne kadar fazla ise toprak o oranda verimlidir’ görüşündedirler. Topraklarda mikroorganizmaların yaşamını devam ettirebilmesi için beslenmeye ve enerjiye gereksinim duyarlar. Topraklardaki mikroorganizmaların temel besin ve enerji kaynağı ise organik maddedir. Üretim açısından topraklar bir fabrikaya benzetilebilir. Bir fabrikada çalışan işçiler ücret yetersizliği nedeni ile greve gidiyorsa veya işi hafifletiyorsa, o fabrikanın tam kapasite ile çalışması ve üretim yapması beklenemez. Benzer şekilde, topraklar da bir fabrikadır ve burada yaşayan canlılar bizlerin üretim işçileridir. Topraktaki canlıların tam kapasite çalışabilmeleri için yeterli düzeyde beslenmeleri gerekir. Bir toprağın organik madde içeriği ne kadar fazla ise, tarımsal üretim kapasitesi de o kadar yüksektir. Besin kaynağının az olduğu ortamda canlı sayısı azalmakta ve ancak zor koşullara adapte olabilenler ve güçlü olanlar ortamda kalabilmektedir. Toprakta organik madde yetersiz düzeyde ise topraklardaki canlı sayısı azalacak ve dolayısıyla toprakların üretim kapasitesi de azalacaktır. Çeşitli zamanlarda topraklara uygulanan suni gübrelerin amacı kısa vadede sadece bitkileri beslemek olup, toprak canlıları açısından önemli bir faydası yoktur. Sürekli suni gübreler ile üretim yapmak sürdürülebilir tarım açısından mümkün değildir.

Çok basit bir ayrıntı gibi görüp önemsemediğimiz organik madde eksikliği 38 milyon hektar olan tarım arazimizi aslında 10 milyon hektar kapasite ile kullandığımız anlamına geliyor. Üstelik daha fazla su, ithal tohum,gübre ve kimyasal madde kullanarak maliyetin yükseldiği göz önüne alındığında bu kapasitenin 5-6 milyon hektara düştüğünü söyleyebiliriz.

Konuyu biraz daha açacak olursak;Örneğin Konya ilimiz, yılda metrekareye ortalama 300 litre ile ülkemizin en az yağış alan illeri arasındadır. Bu yağışlarla yılda 12 milyar m³ yağmur suyu her yıl Konya iline düşmektedir.Halen topraklarımızdaki organik madde oranı %1 in altıdadır. Bu oranın %3-4 seviyelerine çıkartılması ile yağışlardan sağlanan fayda 5-6 kat artarak verim 2-3 kat artacaktır.
Mavi tünel projesi ile Göksu nehrinden Konya iline 400 milyon m³ su transfer edilmesi için yıllardır büyük emekler ve kaynaklar harcanmaktadır.Bu su mutlaka gelmelidir ancak bu sudan çok daha kıymetli olan 12 milyar m³ yağmur suyundan nasıl istifade edilebileceğine ilişkin hiç bir çalışma ve öneri bulunmamaktadır. Yani 30 adet mavi tünel projesi suyunun nasıl yönetileceğine dair hiçbir eylem planının olmaması, toprağı ve toprak ilmini yeterince önemsememiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.Elimizdeki en değerli kaynağın yönetilmesi gerekmektedir. Bu yönetimin dünyada kabul görmüş tek şekli vardır;

Gelişmiş ülkelerde tarım hayvancılıkla entegre bir şekilde yürütülür; bunun temel sebebi ise sürdürülebilir tarımsal üretimdir.Bu ülkelerde bitkisel üretimin %35-40’ı hayvancılığa ayrılmıştır. Bunun birinci sebebi sanıldığı gibi yem maliyetlerinin düşmesi değil toprak yapısının korunarak bitkisel üretimin sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Çünkü; bitkisel üretim toprağın ana elemanı olan organik maddelere ihtiyaç duyar.Organik madde açığı kimyasal gübreler tarafından kapatılamaz. Eksilen organik maddenin yerine mutlaka organik madde konulmalıdır. Gelişmiş ülkelere bakıldığında atık yönetimi için çok ciddi yatırımlar yapıldığı,orman alanlarının genişletilerek topraklara organik madde kaynağı oluşturulduğu görülecektir.Bir başka deyişle milletinin gıda ihtiyacını güvence altına alıp,açlık stresi meselesinitoplumun gündeminden çıkartmışlardır.

Peki biz ne yaptık?Hadi paramız yoktu yeterince sulama yatırımı yapamadık diyelim.Allahın bedavadan verdiği suyu niye doğru düzgün kullanamıyoruz?Organik maddenin önemine ilişkin ziraat fakültelerinin onlarca makalesi var, neden bunları tarım politikalarımıza dahil edemiyoruz? O kadar çok toprak ve su kanalına sahip olduğumuz halde üretimimiz neden hâlâ ithal ederek servet ödediğimiz tohum,gübre,kimyasal madde esareti altında?

Cevabı baştan vermiştik.Emperyalistlerin duyularımızı sağırlaştırıp bizi hissiz bırakması, insanî değerler açısından çok çirkin.Onlara yaptıklarının yanlış olduğunu hatırlatıp durmak,nefesi boşa yormaktır çünkü insanî değerler bize ait, onlara değil. Fikir,bilgi ve liyakat kavramlarından uzaklaştıkça, çok basit bir mevzuyu dahi atlayıp kendi ipimizle kendimizi bağlattığımızdan bihaber,değerlerimize söverek düşmanımızdan bağlarımızı çözmesini umuyoruz.Ağlayıp sızlanmak,küfürden merhamet dilenmek yerine, küfrün tıkadığı yolları bulup açmakla mesul olduğumuzu bir türlü idrak edemiyoruz.

Fakat Kumandan Mirzabeyoğlu’nun ifadesi ile; “efendiden kopardığımız imtiyazları başarı gibi satması”nı çok iyi biliyoruz.

Baran Dergisi 613. Sayı