Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Sizi birkaç defa aradım ama hep meşguldü telefonlar. Yağmur dolayısıyla da çok gürültü vardı burada…
Vaktiniz var, değil mi? Herhangi bir sorunuz var mı?
(Av. Yılmaz, müsait olduğunu ve herhangi bir sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Kumandan Mirzabeyoğlu’ndan yeni bir haber var mı peki?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu, herhangi bir problem bulunmadığını, Carlos’a da devrimci selâmlarını gönderdiğini söylüyor.)
Bir tekneyle Türkiye’den kaçmıyor, değil mi?
(Carlos yaptığı lâtifeye kendisi de gülüyor, Av. Yılmaz da gülerek kendisine katılıyor.)
Anadolu’nun güneyinde, sahildeki bir kasabada (Bodrum) Fransa Fahrî Konsolosu olarak görev yapan bir kadınla (Françoise Olcay) ilgili olarak bir habere rastladım burada. Hoş bir hanımefendi. Kendisi, turistik bir yer olan şehrinde, deniz malzemeleri satan büyük bir mağaza işletiyor, sahildeki o mağazada motorlu deniz botu falan satıyor.
İşte o hanıma, gizli bir kamera kullanan Fransız gazeteciler normal insanlar imişçesine gidiyor ve “sizin sattığınız bu motorlu botları insan kaçakçıları da satın alıyor ve yakın Yunan adalarına mültecî taşımakta kullanıyor; bu nasıl olur?” diye soruyorlar.
Hanımefendi de, “doğrudur; şu ân yaşanan mültecî dramı çok üzücü, insanlar hayatlarını riske atıyor” şeklinde çok insanî ve objektif bir dille cevab veriyor. Sözkonusu botları satmasının ise kanunî bir hâdise olduğunu; zaten herkesin bu tür botları sattığını; kaldı ki sadece bot değil, başka birçok şey daha sattığını; kendisi satmasa bile maalesef kaçakçıların bunları başkalarından rahatça satın alabileceğini ifâde ediyor.Tüm bu anlattıklarını da çok dürüst bir tarzda ve bir Fransız televizyonu için gizlice kayda alındığının farkında olmadan dile getiriyor.
Bu görüşmede, “buradan göçmenlerin denize açılmasına izin verilmemeli, bu çok tehlikeli, ancak herkes buna izin veriyor, göz yumuyor” diyor.
Evet, gerçekten böyle, kıyıda böyle bir kısıtlama yok ve dileyen dilediği gibi denize açılabiliyor oradan. Hanımefendi de buna karşı ama normal ticaretine ve diğer deniz malzemelerinin yanı sıra o küçük botlardan satmaya da hâliyle devam ediyor.
Nihayet, Fransız televizyonunda yüzü kapatılarak yayınlanıyor bu görüşme. Bugün televizyonlarda, sansasyon doğuracak tarzda takdim ediliyor. Apaçık bir hakikati telaffuz eden ama işini de yapan bu iyi yürekli hanım için, “büyük skandal; Fransa’nın fahrî konsolosluğunu yapan bu kadının görevine Fransız hükümeti tarafından hemen son verilmeli!” tarzında haberler yapılıyor.
Oysa tüm bu ikiyüzlüler, o hanımefendiye şöyle bir talimat versinler ve Fransa’ya gitmek isteyen tüm mültecîleri kaydetmesini istesinler. Onlar da kanunî yollardan ulaşsınlar Fransa’ya!
Ne var ki böyle yapmıyor, sadece işini, hem de mükemmel biçimde kanunî yoldan yapan; yaşanan durumu da objektif ve iyi bir biçimde tahlil eden bu hanımın görevine son verip, kendisini cezalandırmaya çalışıyorlar!
Güya demokratik tüm bu yozlaşmış rejimlerin, en kötüsü de Fransa olmak üzere Avrupa’daki rejimlerin ikiyüzlülüğünün vardığı noktayı gösteriyor bu hâdise.
Hâlbuki, herkese insan hakları dersi vermeye çıkan bu rejimlerdir bugün yaşanan dramların sorumlusu. Bugünkü hâdiseler, dünyada yaşanan karmaşada bu rejimlerin, Amerikalıların ve siyonistlerin köpeklerinin oynadığı önemli rolden dolayıdır. Kaddafî’nin nasıl katledildiği malûm. Neyse…
Allah bu hanımefendiyi korusun, hakikatleri söylemesine ve tamamen kanunî bir iş yapmasına rağmen görevinden alınmak istenen bu iyi ve dürüst insanı korusun.
Bu hanıma Fransa’ya veya Avrupa’nın başka yerlerine gitmek isteyen mültecîleri kaydetmesi ve böylelikle kanunî yollardan Avrupa’ya gitmelerinin sağlanması talimatını verebilirlerdi oysa. Bu hanıma karşı yapılanlar, bu çerçevede yaşananlar, oldukça mide bulandırıcı…
Avrupa ülkeleri arasında sadece Almanya kabul ediyor mültecîleri ama o da kapısına dayandıktan sonra! Oysa onlar da Suriye’deki, Türkiye sınırındaki, Ürdün’deki, Irak’taki konsoloslukları aracılığıyla, kendilerine sığınmak isteyen mültecîleri kaydedemez miydi ve bu insanların uçakla veya trenle, yâni normal, kanunî ve insanî yollardan Almanya’ya gelmesini temin edemezler miydi? Neymiş, “biz mültecîleri kabul ediyoruz!”. Fakat bu yaptıkları doğru değil.
Venezüella bile, o kadar uzak olmasına rağmen, 20 bin Suriyeli mültecî kabul edeceğini açıkladı. Zaten şu ân bile, Suriye veya Lübnan kökenli yaklaşık 4 milyon insan yaşamaktadır Venezüella’da. Son 150 yıllık süreçte Venezüella’ya yerleşmiş bu insanlar, insana yaraşır yollarla gelmişlerdir buraya. Çok da hoş karşılanmışlardır. Böyle yapılmalıdır bu işler.
Ne var ki, değil böyle yapmak, bir şekilde (Güney Amerika’daki) Fransız Guyanası’na ulaşmış bir kısım Suriyeli aileleri bile Fransa’ya geri göndermeye çalışmaktadırlar! Orada kalsınlar, ne zararları var?..
Kısacası, insanlık dışı bir sistem hüküm sürüyor tüm dünyada.
Bugün bir başka hâdise hakkında daha konuşmak istiyorum biraz.
Mekke-i Mükerreme’de bir kaza gerçekleşti (11 Eylül 2015); bunun bir kaza olduğunu düşünüyorum. Mescid-i Haram civarında birtakım çalışmalar yapılırken, oradaki büyük vinçlerden biri insanların üzerine devrildi ve 100’den fazla insan hayatını kaybetti, yaklaşık 200 kişi de yaralandı. İki hafta sonra da Kurban Bayramı vardı ve milyonlarca müslümanın ibadet vesilesiyle toplanmakta olduğu bir yerdi orası.
Tabiî, “İslâm düşmanlarının yaptığı bir sabotaj bu!” diyenler de var ama görülen o ki, bu bir kaza. İşleri âcilen bitirmek için böylesi onlarca vincin kullanıldığı ve gece gündüz işçilerin çalıştırıldığı bir yerde, bu tarz bir kaza her zaman olabilir.
Ancak benim söylemek istediğim şey şu:
Mekke’de hiç bulunmadım gerçi. Sadece 1975’de bir Şiî imamla birlikte oraya gitme durumumuz olacak, ben de oralarda eğitim görecektim. Elbette gitmedim, yapmam gereken işler vardı Kenya’da. Derken, ilk hedefin oradaki Suudîler olduğu OPEC’teki hainlere karşı o tarihî eylemi gerçekleştirmek için Viyana’ya gittim aynı sene.
Diğer yandan, Londra’da ekonomi eğitimi gördüğüm yıllardan Abdulillah Kaki isimli Suudî Arabistan vatandaşı bir üniversite arkadaşımı hatırlıyorum. Mekke’nin en zengini de amcasıydı bu insanın. Ne zamanki Coca Cola İsrail’i desteklediği için 1967’de Suudî Arabistan’da yasaklandı, bu adam Coca Cola’nın kendi ürününü başka adlar altında satmak amacıyla İtalya’da açtığı şirkete gitti ve yasaklanan Coca Cola’yı “Kaki Cola” adını vererek Suudî Arabistan’da milyonlarca sattı her gün.
Her neyse, işte bu adamın yeğeni olan ama aslında iyi bir çocuk olan Abdulillah Kaki, bana Mekke hakkında birşeyler anlatmıştı. Bu öğrendiklerimden hareketle ifâde etmem gerekirse, Mescid-i Haram’daki sözkonusu kazanın sorumlusu, o işleri yürüten yabancı şirketler falan değildir. Çünkü Mekke’de iş yapmak için, Suudî Arabistan vatandaşları için çalışan işçilere sahib olmalısınız. Bu Suudî vatandaşlarına da bu iş için bir para ödenir. Velhâsıl, İslâm’la alâkası olmayan, âdil olmayan, feodal bir uygulama geçerlidir ve işçileri de şirketlerin kendisi değil, işte bu Suudî vatandaşları seçip alır işe, çoğunlukla düzgün bir maaş vermedikleri bu işçileri istedikleri zaman da atarlar.
İşte Suudî vatandaşlarının işe aldıkları bu insanların bir kısmı da pek vasıflı olmaz. Muhtemelen, yaşanan vinç kazası da bu yüzden yapılan bir yanlıştan kaynaklanmıştır bana göre.
Burada sorulması gereken iki soru var ayrıca:
Birincisi, niçin tüm sene zarfında bu işleri bitirmek dururken, Kurban Bayramı arifesinde yapılarak böyle aceleye getirilmiştir?
Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde, niçin böylesi bu kadar çok kaza gerçekleşmektedir?
Belli ki, mesele kötü yönetimdir; ülkedeki yozlaşmış ve kral yanlısı yahud akrabası olmayanların fakirlik içinde yaşadığı sömürü sistemidir.
Bir yönüyle, (Irak ve Suriye’deki) “İslâm Devleti” bile, birkaç yüzyıl önce İslâma girmiş bu münafıklardan, kendi halkına ve bölge halklarına karşı en fecî zulümleri işlemiş bu Suudîlerden çok daha lâyıktır Mekke’yi idare etmeye. İsrail’in siyonist rejimi dahi bunlardan daha az zalimdir; Filistinli vatandaşlarına Suudîlerin kendi vatandaşlarına verdiklerinden daha fazla hak vermektedir.
Allah, Arabları, Türkleri, Kürtleri, İranlıları, kendi tarzlarında Allaha ve indirdiklerine inanan herkesi korusun.
Allahü Ekber.
 
12 Eylül 2015
 
 
 Baran Dergisi 459. Sayı