Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)
Bekliyorum, bekliyorum, Venezüella’dan bir haber gelsin diye bekliyorum, ki bu da berbat bir şey.
Türkiye’den haberler neler? Bir karmaşa hüküm sürüyor orada, malûm.
(Av. Yılmaz, aynı durumların devam ettiğini, kendileri bakımından ise bir problem bulunmadığını söylüyor. Carlos da, Paris’teki Venezüella büyükelçilik personelinin bile maaşlarını alamadığı ve bir Venezüellalı olması bakımdan kendisine de yansıyan sıkıntılardan bahsediyor.)
Bana soracağınız bir soru, hakkında konuşmamı arzu ettiğiniz bir konu var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Bir haber hakkında yorum yapacağım o hâlde:
“İslâm Devleti”, mücahidlerin Rusya’yı Rusya içinde vuracağına dair, aslında öyle çok da saldırganca olmayan bir açıklama yaptı. Buna şaşırmadım. Rusya’nın onları bombaladığı bir demde, elbette onlar da bir karşılık vereceklerdi çünkü. Mantıklı tabiî. Ancak, Fransa’ya yahud diğerlerine karşı yaptıkları açıklamalarda olduğu kadar bir saldırganlık yoktu bunda.
Demektir ki, zamanında Sovyetler tarafından yetiştirilmiş ve politik çerçevede olmasa bile, stratejik ve taktik çerçevede şimdi “İslâm Devleti”nde askerî kumandanlık yapan eski Irak ordusundan üst rütbeli subaylar, herkesi kendilerine düşman safta toplamanın bir anlamı, bir yararı olmadığını iyi biliyor. Zaten, anladığım kadarıyla, Rusya da “İslâm Devleti”ni öyle güçlü vurmuyor, belli nokta hedefleri vuruyor. Sanıyorum, Amerikalıların yaptığının tersine, hakiki mücahidleri de vurmuyorlar. Bunun yerine, “hakiki mücahid” olmayanları vuruyorlar. Kanaatim bu yönde. Zamanla anlayacağız tabiî neyin ne olduğunu.
Her ne olursa olsun, anlaşılan o ki, sun’i cumhuriyetler olarak Irak ve Suriye artık sona ermiştir. Ürdün’e gelecektir sonra sıra ve bunun da gerçekleşmesi öyle uzun zaman almayacaktır.
İsrail ile de sona erecektir oyun, ama öyle kolay değil bugün için bu. Hele silâhsız Filistinli kız ve delikanlıların bir bıçakla caddelere çıkıp silâhlı İsraillilere saldırdığı ve vurulup öldürüldüğü bir demde, bu hiç de kolay değil. Üstelik her gün yaşanıyor bunlar.
Bu yeni neslin, Filistinli kökleşmiş direniş örgütleriyle de pek irtibatlı olmayarak bu şekilde davranmaları, bir sonraki İntifada’nın çok daha kanlı geçeceğini; İsraillilerin ise buna daha saldırganca ve şiddetle mukabele ederek çok daha fazla sivili katledeceğini göstermektedir.
Mahmud Abbas’ın pozisyonu ve 30 yıldır yapmakta olduğu yanlışlar, yâni 1973’de Roma’da ve önce CIA’yla olmak üzere başlatılan, sonra da Oslo ve diğer yerlerde sürdürülen İsraillilerle müzâkere oyununu oynaması getirmiştir işleri bu noktaya.
Halk ödüyor işte şimdi bu yanlış müzâkerelerin bedelini, hepimiz ödüyoruz. Oysa herhangi bir kimseyle yapılmış herhangi bir anlaşmayı asla kabullenmeyecektir İsrail. Askerî üstünlük kendilerinde olduğu için yaşamaktadırlar ve dünyanın tüm ülkelerinden de destek görmektedirler.
Rusya’nın bile resmî olarak iyi ilişkileri vardır İsrail hükümetiyle. Ruslar siyonist falan değil hâlbuki. Ne var ki, Sovyetler Birliği’nin son on yılında ve sonrasında İsrail’e göç etmiş çok sayıda Rus var. Üstelik birçoğu siyonist, hattâ köken olarak yahudi bile olmayıp, sırf gerekli evraklar noktasında böyle bir beyanda bulundular. Bunu da, hükümet taraftarı olmayan, sosyalist olmayan sözkonusu kişileri başından atmak isteyen Sovyet yetkililerinin yardımıyla yaptılar.
Evet, İsrail herkes tarafından desteklenmektedir bugün. Suriye ve Irak haricindeki tüm Arab ülkeleri bile desteklemektedir İsrail’i. Suriye hükümeti dahi, İsrailli işgalcilerle birlikte, “sen beni vurma, ben de seni vurmayayım!” şeklindeki bir statüko anlayışını sürdürmektedir; bu kadar basit. Siyonist devletle olan tarihî veya kanunî sınırını değil de, Suriye toprakları üzerindeki Golan’da olan askerî sınırlarını korumak için yapmaktadır bunu. Siyonizmin veya emperyalizmin ajanı olmayan ve Alevî unsurların devletin başında olduğu böyle bir hükümet bile, hayatta kalmak için bu tarz bir anlaşmadan medet ummaktadır. Oysa, bir kısmını aileleriyle birlikte şahsen de iyi tanıdığım ve çoğu Alevî olmayan birtakım unsurlar bir dönem Batıyla anlaşma yapmak istediklerinde, ülkeyi terketmek ve Fransa gibi ülkelerde yaşamak zorunda kalmışlardı.
Sonuç olarak, işler bu istikamette gidiyor ve insanlar da bundan ıztırab çekiyor; milyonlarca Suriyeli, yaşadığı toprakları terkediyor.
Diğer yandan, Rusların böyle açıkça müdahale etmeleri, Beşşar el-Esad hükümeti yönünden de, Suriye Cumhuriyeti hükümeti yönünden de işlerin iyiye gitmediğini gösteriyor.
Niçin olduğunu bilmiyorum ve sübjektif bir mesele olduğunun da farkındayım ama Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Erdoğan’a karşı daima bir çeşit hayranlık duydum. Mütevazı bir aileden gelen, inançlı ve prensibli bir müslüman, ne yazık ki kanaatimce bir çeşit sultan olduğu şeklinde ama artık yürümeyen bir fikre de sahib bu insan, kendisine dinî saiklerle oy veregelmiş -Kürtler başta olmak üzere- etnik azınlıklardan önümüzdeki seçimlerde daha az oy olacaktır korkarım. Tamamen tesirsizleştirememiş ve hâlâ onlar tarafından rahatsız edilmekten kurtulamamış olsa bile, Gülencileri nötralize ederek başından atmak gibi güzel işlere de imza atmasına rağmen, ülkeyi tek başına yönetmek istemesidir bunlara yol açan.
Bu vesileyle, İslâmın baş düşmanı, ona açıkça düşmanlık edenler değil, gizlice düşmanlık edenlerdir. Bu bakımdan, en tehlikeli olanlar da bunlardır ve şu ân fiilî olarak müslüman dünyanın çoğunu kontrol edenler, Cezayir ve Suriye dışındaki –işgal altında olduğu için bir Irak devletinden bahsedemeyiz elbette, aynı şekilde temsil ettiği hiçbir şey olmadığı için resmî Somali hükümetini de ciddiye alamayız- tüm Arab devletlerini kontrol edenler, işte içteki bu münafıklardır. Emperyalistlerin ajanları yönetmektedir bu Arab devletlerinin hepsini. Emperyalistlerin kendilerinden yapmalarını istedikleri şeyleri yapmaktadırlar.
Ne yapmalı peki?
Bekleyeceğiz.
Tekrar başa dönersek, “İslâm Devleti”nin yaptığı, Rusya’yı Rusya içinde vurarak mukabele edecekleri açıklaması, Fransızlar başta olmak üzere diğerlerine yönelik yaptıkları açıklamalarla karşılaştırıldığında, oldukça ılımlı sayılabilecek bir nitelikteydi.
Fransızlar acaba ne yapmıştı da bu insanlar Fransızlara karşı bu kadar fecî bir pozisyon almışlardı, merak ediyorum. Hattâ, Suriye hükümetinin bile baş düşmanı Fransa’dır. Suriye hükümeti, İsrail’den bile daha fazla düşmandır Fransız hükümetine. Daha önceki iki Fransız hükümeti, ilki sağcı, diğeri ve şimdiki güya solcu, güya sosyal liberal hükümetlerin tavrı sonunda gelinen bu nokta son derece acayibtir.
Çok karmaşıktır dünyanın bu bölgesi. “İslâm Devleti” de Irak’taki Sünnî direniş tarafından oluşturulmuştur, malûm. “Hakiki direniş” tarafından! Yoksa o bölgelerde yaşayan kimi aşiret liderleri için, millî bir saygı ve başta kimin olduğu falan değil, ceplerini kimin doldurduğu önemlidir. Bu yüzden, bir o taraftan bir bu tarafa, çıkarlarına göre gidip gelirler. Krallardan da, cumhuriyetçilerden de, Saddam’dan da, Amerikalılardan da para almışlardır bunlar. Yeni nesil, hepsini olmasa da bu aşiretlerin sözkonusu çıkarcı politik yapısını değiştirecektir.
Evet, dünyanın oldukça iyi tanıdığım bu bölgesinde, 1975’lerden beri tanıdığım ve sizin de kahramanınız olan, Nakşibendî kahramanınız olan İzzet İbrahim el-Durî…
(Carlos, bir şey söyleyecekken vazgeçiyor ve Venezüella hükümetinin Suriye hükümetini desteklemesine temas ediyor. Kökleri Suriye ve Lübnan’a dayanan dört milyondan fazla –birçoğu hıristiyan, Baasçı, Suriye milliyetçisi veya komünist- vatandaşı olan bir ülke için bu desteğin normal olduğunu ve politik çizgisiyle de tutarlı olduğunu ifâde ediyor. Ne var ki, Venezüella hükümetinin henüz farkında olmadığı hususun, Suriye’deki rejimin artık ömrünün bittiği gerçeği olduğunu ekliyor. Mevcud rejim bitmiş olsa bile, CIA ve Suudî ajanları aracılığıyla vahhabîlerin Suriye’yi ele geçirme hamlesine karşı Beşşar el-Esad’ı tartışılmaz biçimde desteklediğini ise tekrar vurguluyor. Alevîlerin yanısıra Dürzîler ve Sünnîlerin de başını çektiği Suriye’deki yolsuzluk ve dejenerasyonun daha Hafız el-Esad’ın hayatında, 1970’lerde, 1980’lerde başladığına dair, o zamanın kimi zengin tüccarlarının özel jetlerle seyahat etmelerini örnek gösteriyor. Venezüella’daki hükümetin dünyadaki jeopolitik durumu kavramaktan uzak davrandığı tesbitiyle bu bahisteki sözlerini bitiriyor.)
Sayın Erdoğan’ın, seçimler sonrasında gerekli tedbirleri almasını ve Kürtlere karşı Türkiye’deki bu çılgınca, etnik, mezhebçi iç savaşı durdurmasını umuyorum. Tüm vatandaşlarının haklarının tanındığı, herkesin bir parçası olduğu ve inançlarına saygı gösterildiği güçlü, şimdikinden çok daha güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti’ne ihtiyacımız var çünkü. Gerekli olan budur, önemli olan budur.
Niçin bilmiyorum ve sebebini de çok merak ediyorum ama Türkiye hükümetinin politikası değişiyor. Kimsenin ajanı olmayan Erdoğan, kendisine “Gönüldaş Erdoğan” dediğim bu insan, kendi inşâ etmeye çalıştıklarını yıkacak işler yapıyor.
Dünyada binlerce yıl tarihî rollerini oynayan Türkiye’nin bu muhteşem halklarının, kendi içlerindeki bu farklılıkları şiddetsiz bir yolla çözeceklerine; sun’i de olsalar mevcud sınırlara saygı göstereceklerine; ekonomik, sosyal ve eğitim bakımından gelişeceklerine ve zenginleşeceklerine; NATO ve Avrupa Birliği’nden çıkarak, tam bağımsız, sınaî ve kültürel bir güç olacaklarına inanıyorum.
Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden. Türkiye’de oynayacağı bir rolü var O’nun.
 
Allahü Ekber.
 
17 Ekim 2015