İhanet bir şuur meselesidir. Hiç bir hâin, ihanet etmek maksadıyla fenalıklara girişmez; ihanet ederken ihanet içinde olduğunun da idrakinde olmaz. Eziklik psikolojisiyle Batı’dan çok Batıcılık yapmak ve Batılı gibi düşünmeye başlamak suretiyle, bugün memleketimizde boğazına kadar ihanete batmış olanların ekserisinin de vaziyeti budur. Öz değerlerine ve inancına muhatap bir anlayış geliştiremedikleri, buna bağlı bir şuur inşa edemedikleri, düşmanlarının anlayışıyla meselelere yaklaştıkları için kendi cemiyetlerine ihanet etmektedirler. Bu ahval Kanunî devrinden başlayan bozulmanın, Tanzimatla hızlı yükselişinin ve Cumhuriyetle beraber idrakleri tamamen iğdiş edilmesinin neticesidir. Haricî ve dahilî düşmanlarımız, yüzyıllar boyunca, Haçlı seferleriyle, diğer büyük savaşlarla, müsbet ilimlerde sağladıkları üstünlükle çökertemedikleri Müslüman Türk’ü, kendi nefsinden ve cemiyetinden tiksinici bu anlayış sayesinde içten çürütmüştür.

Kanunî devrinden bugüne Türkiye’de siyasî ve içtimaî olarak yaşanan zihnî bölünme ve kavganın en çetin demlerinden biri de hiç şüphesiz Abdülhamid Han devrinde yaşanmıştır. Abdülhamid Han, tabir-i caizse suyun akışına set olmaya çalışmış, bunda da 33 sene muvaffak olabilmiştir. Abdülhamid Han’ın hal’ edilmesi, bu kavgada Müslüman Türk’ün hâkimiyeti kaybetmesinin ve idarenin Müslümanlardan alınıp memleket düşmanlarının eline geçmesinin de nişanesidir. Esasında Osmanlı devleti o gün yıkılmış, başta “Yahudi” olmak üzere İslâm düşmanı tüm unsurlar kendilerine has bir idare tesis edebilecekleri zemine kavuşmuştur.

Bu neticenin bir tezahürü olarak, Üstad Necip Fazıl, “Ulu Hakan” olarak takdim edene kadar, Osmanlı’nın 34. Sultanı olan II. Abdülhamid Han, hakkında yapılan kara propaganda sebebiyle “kızıl sultan” olarak bilindi. Son derece merhametli, dinine ve milletine sâdık olmasına mukabil zulüm, hıyanet ve şekavet ile suçlandı. Evet, Abdülhamid Han, Müslüman-Türk’ün düşmanları ve onların işbirlikçileri için bir hâindi; dinine ve milletine sadakatten ibaret olan anlayışı sebebiyle onların elinde kukla olmadı ve milletinin hâkimiyeti kaybetmemesi için 33 sene direndi. Bilhassa Yahudi’nin, Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurabilmesinin önündeki en büyük engel oldu. Bir sultan için zaaf derecesindeki merhameti memleket düşmanları tarafından sonuna kadar istismar edildi. Neticede 1910 yılı verilerine göre 140 bin nüfusa sahip olan, bu nüfusun 80 binini Yahudi’nin 20 binini ise Sabetayistlerin oluşturduğu Selanik şehrinden doğan bir cereyanla tahttan indirildi. İnsanlık tarihinde, evvelâ kendi öz dinini çürütmekle işe başlayarak, ruhî ve millî bütün vahdetleri yıkmaya memur bir rol oynayan Yahudi’nin başı çektiği, Arnavut’un, Ermeni’nin Yahudi’yi takip ettiği ve öz değerlerini kaybetmiş “Türk”ün figüranlığını yaptığı bir cunta ile hal’ edildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı altında toplanmış, kalpten yana nasırlaşmış, kafadan yana kütükleşmiş bir grup Osmanlı subayının figüranlığında sahnelenen tiyatro, yakın tarihimize ışık tutacak bir şekilde neticelenirken; Ulu Hakan Abdülhamid Han’a sözde millet tarafından hal’ edildiği, daha evvel huzurundan kovduğu Yahudi Emanüel Karuso’nun başını çektiği, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Paşa ve sözde Türk Arif Hikmet Paşa’nın Karuso’ya eşlik ettiği heyet tarafından bildirildi. İşte bu hadise Türk yurdunda, Türk’ün hâkimiyeti kaybettiğinin de nişanesi oldu.

Yahudi-Sabatayist tesiri altında, ihanet ettiğinin idrakinde olmadan tarihin en büyük hâinliklerinden birini yapan İttihatçılar arasında, içinde saffet kırıntısı kalanlardan Enver Paşa gibiler, Abdülhamid’i indirerek Osmanlı’yı bitirdiklerini fark ettiklerinde ise çoktan iş işten geçmişti.

Abdülhamid’in hal’inden sonra bu memlekette işler hep Yahudi’nin istediği gibi gitti. İmparatorluğun çöküşünün ardından cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ise sadece sabık Osmanlı Sultanı Vahidüddin Han değil, onla beraber hakikatler ve Müslüman-Türk’ün aklı da sürgün edildi.

 Yahudi Prof. Uriel Heyd’e “Yahudiler 20. asrın ilk yarısında iki tane devlet kurdular: Türkiye ve İsrail.” dedirten, İsrail cumhurbaşkanlarından Chaim Weizman’ın “Biz Yahudiler 20. yüzyılda Ortadoğu’da yıkılmaz denen devleti yıkarak, iki tane devlet kurduk. Onlara öyle güzel sistem inşa ettik ki Türkler bize Filistin’i vermeyen Abdülhamit’e en az 200 sene daha söverler!” itirafında bulunmasına sağlayan iklim ortaya çıktı. Fakat Müslüman Anadolu’nun “Kızıl Sultan”dan “Ulu Hakan”a, “Hain Padişah”tan “Vatan Dostu Vahidüddin Han”a geçişi, Weizman’ın iddia ettiği gibi iki yüzyıl sürmedi. Mütefekkir yetiştiren mütefekkir Üstad Necip Fazıl Kısakürek, ortaya koyduğu İslâm’a muhatap anlayış ve ona bağlı tarih muhasebesiyle, gerçek kahramanların itibarlarını iade etti, İslâm düşmanlarının kahramanlaştırdığı fenomenleri ise bir bir yıktı. Şimdi, hâkimiyetin Müslüman Anadolu halkına geçmesi için bir adım, yıkılmayı bekleyen sahte kahramanlardansa sadece biri kaldı...
 
Sinagog’da İzmir Marşı
“Biz sussak mezarımız konuşacak” diyen Üstad Necip Fazıl’ın efsane kitabı “Put Adam”ın Türkçe’ye tercüme edilmesi, o kalan bir kişi hakkındaki hakikatlerin de meydan yerine dökülmesi adına surdaki gediği açtı. Bu sebeple apar-topar bir toplatma kararı çıkarken, bu hafta bu mesele etrafında gündemi meşgul eden iki hadise yaşandı. Bunlardan biri Büyükada’da bir sinagogda İzmir Marşı eşliğinde gerçekleştirilen 30 Ağustos kutlamalarıydı. Diğeri ise M. Kemal’in adı, 30 Ağustos’tan bahsedilen Cuma hutbesinde okunmadı diye yaygara koparılmasıydı. Açıkçası Yahudi’nin İzmir marşlı kutlamalarına hiç şaşırmadık; memleketin yakın tarihindeki Yahudi tesirinin idrakinde olan hiç kimsenin de şaşırdığını sanmıyoruz. Zira memlekette Müslüman Türk’ün hâkimiyetine balta vuran Selanik merkezli cereyanı ve o cereyanın kimlerden müteşekkil olduğunu yukarıda belirttik. Yahudi aynı yüzyıl önceki Yahudi... İttihatçıların zihniyeti mi; o da camide bir kâfirin adı hutbede okunmadı diye yaygara koparanlarda tecessüm ediyor.


Baran Dergisi 660. Sayı