Dünyada olup biten hâdiselerle ilgili olarak değerlendirmeler yapıyorum normalde burada. Bugünse, hâlen Paris’te görülmekte olan mahkemem dolayısıyla getirildiğim Fresnes Cezaevi’ne vardığım günden itibaren başıma gelenlerle ilgili olarak konuşacağım.

Philippe Obiligis isimli bir cezaevi müdürü var burada. 20 yıldır tanıdığım büyük bir profesyonel; çok iyi, çok cesur, çok doğru, çok âdil bir adam. Ne var ki, buraya getirildiğim günden bu yana kendisini göremedim ve onun devreye girmediği bu demde rahatsızlık vermeye çalışıyor bazıları bana. Ufak tefek eşyalarımı çaldıkları yetmiyormuş gibi, bir de bilgisayar yazıcımı bozdular.

Bilgisayar yazıcısı benim için o kadar önemli ki oysa! Zira duruşmamla ilgili tüm resmî evraklar bilgisayar diski içerisinde geçiyor elime ve birkaç yüz bin belge var böyle. Her gün, her gece, bir sonraki günün duruşması için, -her şeyi olmasa da meselâ şâhidlerin bazı beyanları gibi- çok önemlilerini seçip yazıcıdan çıkışını almak ve mahkemeye bunlarla gitmek gerekiyor. Ancak ben bunu yapamıyorum, çünkü yazıcımı bozdu bazıları.

Yarın söz konusu cezaevi müdürüne bir dilekçe yazacağım ve bana bir yazıcı satın almalarını taleb edecek, bunun parasını da ben ödeyeceğim. Gerçi yazıcımın bozulması dolayısıyla cezaevi aleyhine hukukî bir işlem de başlatmayacağım. Zira bana yaşatılan bu sıkıntıların ardında kimlerin olduğunu biliyorum. Ki, bunların ardındaki mihrak, cezaevi idarecisi olan zât değil kuşkusuz. Bu cezaevine getirileli iki haftadan fazla olmasına rağmen, şu âna kadar kendisini görmeme de izin vermediler ayrıca. İnanılmaz bir şey…

Sözün özü, büyük bir oyun oynanıyor bana karşı ve ben de tüm bunlara karşı direniyor, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Sizi daha önce de bilgilendirdiğim üzere, bu cezaevine getirildiğimin daha ilk günlerinde, üç gardiyan tarafından saldırıya uğradım ben. Bereket, bir cezaevi yetkilisi araya girdi sonra da beni rahatsız etmeyi azalttılar şu sıra. Yalnız, şurası açık ki, belli polis servisleri için çalışan bazı gardiyanlara, etrafımda dolanıp bana rahatsızlık vermeleri talimatı verilmiş. Normalde görmezden gelir ve aldırmam ben böyle insanlara. Ne var ki, şu ân benim savunma yapmamı engelliyor bu saldırılar ve yarınki duruşmada bunları gayet net biçimde kınayacağım. Ayrıca, duruşmalar sürecinde savunmamı yapabilmek için de, cezaevi müdürü olan zâtı söz konusu problemleri çözmesi noktasında harekete geçirmeye çalışacağım.

Mahkeme demişken, aslında kanun dışı bir yargılama bu, çünkü tam 25 yıl önce zaman aşımına uğramış şeylerden dolayı mahkeme önüne çıkartılıyorum bugün. Üstelik o zaman ifâde veren şâhidler, eylemleri yapan kişinin ben olmadığımı söyler ve beni teşhis etmezken, zaman aşımından yıllar sonra ne oluyorsa oluyor ve anti-terör savcısı Jean-Louis Bruguière birden ve yeniden bu davaları açıyor. Bunun için de sahte gerekçeler icad ediyor, böylece 43 sene önceki hâdiseler tekrar karşıma çıkartılıyor. Bu kanun dışı süreç de böylece yıllardır devam ediyor. Zamanında beni teşhis etmemiş insanlar da, ki dürüst bir şâhid o gün ne demişse bugün de aynı şeyi söylemelidir, OPEC baskını ve sonrasında fotoğraflarım ve filmlerim tüm dünyaya yayıldıktan sonra, bu sefer beni teşhis etmeye kalkıyor!..

Oynanan büyük bir oyundur ve arkasında çok para olmalıdır bunun. AIDS hastası siyonist bir kadının dahli bu noktada önemli ki, şu ân çok hasta ve yakında ölür inşallah. Velhâsıl, kirli bir oyun var burada ve mahkemelere taşındığım şunca yıl bakımından söylemem gerekirse, bu kadar kirli bir şey görmedim ben.

Mahkeme başkanı olan hâkim meselâ. Oynananın bir oyun olduğunu anlıyor ama manipüle edilmeye de müsaade ediyor, eline tutuşturulan işe devam ediyor hâlâ. Saçmalık da bu kadar!..

Bu vesileyle belirtmek istediğim bir diğer husus da şu ki, Fransa’da herhangi bir temeli olmasa bile yargılanabilir ve hâkimlerin varacağı “samimi kanaat” dolayısıyla ölüm cezasına –şu ân ömür boyu hapis cezasına- çarptırılabilirsiniz. Hiç de öyle delile falan ihtiyaçları yoktur yâni. Şayet suçlu olduğunuz kanaatine varmışlarsa, mahkûm ederler sizi. Fransız kanunlarında artık ölüm cezası yok ama ölene kadar mahpusluk şeklindeki “gerçek” bir ömür boyu hapis cezasına bile çarptırabilirler sizi. İslâmcı bazı kardeşlerimize yapıyorlar da zaten bunu.
Neyse, paramız yok gerçi ama direniyorum ve ayaktayım. Malî yaptırımlar dolayısıyla, ülkem Venezüella’dan tek kuruş geçmiyor elime. Eşim Isabelle Coutant-Peyre başta olmak üzere, Fransa’daki avukatlarımın içinde bulunduğu durum da berbat. Avukatım Francis Vuillemin’i anmalıyım burada. Buna rağmen ve ben avukatlarıma para vermem gerekirken, onlar maddî destek olmaya çalışıyor bana ki, hiç de normal bir şey değil bu. Bu arada, İsviçreli avukatım Marcel Bosonnet de mahkememe katılıyor şu ân. 1995’den bu yana avukatımdır kendisi. Zürihli iyi bir adam.

Mahkemem sürüyor ve ben elimden gelenin en iyisini yapmaya bakıyor, bir yandan dik duruyor, bir yandan da mizah ve şakalar yapmaya devam ediyorum. Konuşurken, ben de, hâkimler de, gazeteciler de gülüyoruz ama kolay değil bu yaşadıklarım. Üç hafta süren bir mahkemenin şakası yoktur.

Kendilerine ödeme yapamadığım avukatlarımın üç hafta boyunca mahkememe iştirak etmesi –bu süreçte çalışamayacakları için- bir servete mâloluyor onlara. Bu arada, zaman zaman eşim Isabelle’le birlikte çalışan bazı genç stajyerler, hukuk öğrencileri de oluyor avukatlarımın sırasında.

İnanılmaz bir durum fakat Lübnanlı avukatım Hani Süleyman uçak bileti parası bulamadığı için mahkememe gelemedi bu sefer. Hiç kolay değil elbette bu yaşadıklarımız, hiç kolay değil.
Her şeye rağmen ayaktayım ve direniyorum. Ne mutlu bana ki, avukatlarım başta olmak üzere, benimle dayanışma içerisinde olan erkek ve hanım kardeşlerim var Türkiye’de. Bu vesileyle ifâde etmek istediğim husus, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hepimiz için bir örnek teşkil ettiğidir. Ki, hiçbir hukukî temeli olmamasına rağmen, bu örnekliğinden ötürü sahte kemalistler tarafından NATO ajanı Türkiye için tehlike addedilerek zındana atılmış ve yıllar yılı hapis yatmıştır. Gönüldaş Erdoğan değiştirir inşallah Türkiye’nin bu NATO ajanı ülke olma durumunu.

Yaklaşan referandum dolayısıyla şimdi Almanya, Hollanda ve diğerleriyle bir çatışma içerisinde Gönüldaş Erdoğan. Bu ülkeler, Türk hükümetinin oralarda bir referandum kampanyası yürütmesine müsaade etmiyor; bunu milyonlarca Türkün yaşamakta olduğu söz konusu ülkelerin iç işlerine müdahale addediyorlar.

Geçen gün söylediğimi şimdi de tekrar edeceğim: Dikkatli olmak ve hem NATO’dan hem Avrupa Birliği’nden çıkmak zorundayız. Doğru değildir bu teşebbüsler.

Avrupalı ve Avrupa’daki milletlerin, İsrail ve ABD’nin ajanı olmaktansa, kendi içinde bir birlik olması gereğine inanırım, o başka. Kasdım da ABD’nin muhteşem halkı değildir burada; ABD devletini, ekonomisini ve ordusunu kontrol edenlerdir hedef aldığım.

Sonuç olarak, bugün kendi şahsî meselem hakkında konuştuğum için üzgünüm ancak yaşamakta olduğum şey budur. Şimdi burada direniyorum ve Türkiye’deki avukatlarımın da bildiğe üzere, dizlerimin üzerine çöküp ağlayacak değilim. Kaldı ki, korku bizim değil, onların saflarında!..

Doğru tarafta olan biziz ve korkmuyor, Allahı hakikaten seviyor, ne zaman ve nasıl olur bilmiyorum ancak problemlerin bir gün çözüleceğine inanıyoruz. Ben de işte bu istikamette direniş çizgisini muhafaza ediyorum. O direniş, o mukavemet ki, ırkçı siyonist rejimin yerine, ister müslüman, ister hıristiyan, isterse yahudi olsunlar, tüm inançlı insanlara kucak açacak şekilde, “Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e tek bir Filistin” direnişidir.

Lâ İlâhe İllâllah, Muhammedun Rasûlullah.
Allahü Ekber.
 
19 Mart 2017

Baran Dergisi 532. Sayı