Paul Valéry, 20. yüzyılın en büyük sembolist şairlerinden biri olarak kabul edilir. 1871’de Fransa’da doğan şair, modern fizik ve matematiğe de büyük ilgi duyuyordu. Sürekli okuyarak ve çoğunlukla şahsî tanışıklıklarından yararlanarak Broglie Dükü Maurice, Bernhard Riemann, Michael Faraday, Albert Einstein ve James Clerk Maxwell gibi matematikçi ve bilginlerin çalışmalarını yakından izledi. 1925’te Académie Françaişe’e üye seçildi. 1933’te Nice’deki Akdeniz Üniversite Merkezi’nin başına getirildi. 1937’de Collège de France’ta kendisi için açılan özel kürsüde şiir profesörü oldu. Şiirle düşüncelerini anlatamadığını düşündüğü bir bunalım ânında, günlük tutmaya başlamış, 51 yıl boyunca tuttuğu günlükleri 271 defter tutmuştur. 1965’te “Defterler” ismiyle yayınlanan bu günlükler, “Post modern dönem insanının şuur tahlili” olarak değerlendirilmiştir. 1945’te öldü. Cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı.
Biz bu yazımızda, onun şairliğinden ziyade, “Bugünkü Dünyaya Bakış” ismiyle, 1970 yılında Türkçeye tercüme edilmiş eserinden bahsedeceğiz. Denemelerinden oluşan bu eserde Valéry, politikadan diktatörlüğe, edebiyattan hürriyete, pek çok konuda görüşlerini oldukça akıcı bir üslubla dile getirmiş, 20. yüzyılın Avrupasını, 20. yüzyılın içinden, bir şair gözüyle değerlendirmiştir. Şair gözüyle derken, İbda Mimarı’nın şair hakkında, “Şiir ve Sanat Hikemiyatı” isimli eserinde söylediklerini hatırlayalım:
- “Şâir, zamanın nabzını tutan ve cemiyetin ruhî trafiği ortasında geliş-gidiş yönlerini kestiren anten kişi... Ve Büyük Doğu anlayışına göre, sanatı üzerinde düşünmeyen sanatkâr, kuyruğuna basınca bağıran bir hayvancıktan farksızdır; düşünüyor taklidi yapan da buna dahildir!..”
Valéry, “zamanın nabzını tutan” bir “anten kişi” olarak bu denemelerinde, 21. yüzyılın buhranını anlatıyor.
Kitabın 1970’lerden bugüne, başka bir baskısı da yapılmamış, sahaflarda bulunacak bir nadir kitab hâline gelmiş. Bu sebeble, güçlü bir şairin kaleminden çıkmış sözkonusu denemelerin önemli bazı bölümlerini aktarmak istedik.
 
 
TARİHİ TARİH BESLER
- “Oluşlarındaki yavaşlığın fark edilmez kıldığı çok önemli olayların tarih kitablarında bulunmayışını ortaya koymak kadar kolay bir şey yoktur. Bunlar tarihçinin gözünden kaçarlar, çünkü hiçbir belge onları açık seçik anmaz; onlar ancak önceden tesbit edilmiş bir sorular ve tarifler sistemi sayesinde fark edilebilir ve meydana çıkarılabilirdi; böyle bir sistem bugüne kadar düşünülmemiştir. Meselâ İhtilâlden itibaren Fransa’nın hayatında Paris şehrinin oynadığı muazzam ve şaşılacak rol; meselâ elektriğin keşfi ve tatbikatının bütün dünyayı sarması gibi… İnsanoğlunun tarihinde eşsiz olan bu olaylar, tarihte yer almıyor. Napolyon’un günlerinde elektrik, hemen hemen Tiberius’un zamanında Hristiyanlığa verilebilen önemi haizdi.” (s. 11)
- “Duyguları ve ihtirasları, ihsaslardan ve halihazır verilerden daha çok okunan şeylerin hatırlanması, hatıraların hatırası uyarır. Tarihin gerçek karakteri, bizzat tarihe iştirak etmesidir. Geçmiş fikri ancak içinde geleceğe karşı bir coşkunluk duyan insan için bir mânâ taşır ve bir değer teşkil eder. Gelecek, tarif açısından görüntüsü olmayan bir şeydir. Ona düşünülme imkânlarını tarih sağlar. Tarih gelişmemize yardım gayesiyle, muhayyile için ve kararsızlığımıza, sebatsızlığımıza karşı, bir durumlar ve felaketler tablosu, bir cedler galerisi, bir hareketler, ifadeler, tutumlar, kararlar çizelgesi meydana getirir. (…) Tarihi tarih besler.” (s. 9)
 
 
POLİTİKA NEDİR?
- “Bazı kimselerin hareketleri, milyonlarca insan için çevre bozuklukları ve değişikliklerinin bütün canlılar üstündeki tesirlerine benzer sonuçlar verir. Tabiî sebebler nasıl doluyu, tayfunu, salgın hastalıkları oluştururlarsa, zekâ icadı sebebler de, milyonlarca insan üzerinde tesirli olurlar; insanların büyük çoğunluğu bunlara, göğün, denizin, yer kabuğunun cilvelerine katlandığı gibi katlanır. Maddî ve kör sebebler olarak kitleleri etkileyen zekâ ve istek: İşte politika buna denir.” (s. 5)
 
DÜŞÜNCE VE HIZ
- “Düşünce dünyayı değiştirdi, dünya da ona karşılığını veriyor. Düşünce, insanoğlunu aklından hiç geçirmediği noktalara götürdü. Bize yaşama zevk ve imkânlarını verdi. Çevreye uymayı, hattâ kişinin anlama yeteneğini çok aşan bir hareket gücü bahşetti. Bizde arzular uyandırdı ve hayat için faydalı olanları çok geride bırakan sonuçlar elde etti. Böylelikle her çeşit ilkel hayat şartlarından zamanla uzaklaştık, artan ve kaygı veren bir hızla, eşyanın öyle bir hâline sürüklendik ki, bundaki karmaşıklık, kararsızlık, düzensizlik bizi şaşırtıyor, en küçük ölçüde ileriyi bilmemizi önlüyor, gelecek hakkında düşünce yürütme geçmişten sorulması âdet olan bilgileri açıklığa kavuşturma imkânını elimizden alıyor. İster fikrî, ister sosyal olsun, her türlü tesbit ve inşa çabasını, aceleciliği ve dalgalanması içinde eritiyor. Tıpkı oynak bir kumun, üzerinde yola çıkma macerasını göze almış bir hayvanın çabalarını eritmesi gibi…” (s. 81)
 
İLMİN MUCİZELERİ
- “Demin cin, peri kelimesini kullandım. Birkaç yıl önce okuduğum veya gördüğüm bu türden bir piyesi düşünüyordum da ondan… Bu piyesi gördüm mü, yoksa okudum mu hatırlamıyorum. En kötü niyetli bir sihirbaz, aşkını kösteklemek istediği bir genci acayib denemelere tâbi tutuyordu. Kimi zaman onu cinler ve alevlerle kuşatıyor, kimi zaman yatağını hayalî bir denizin kapladığı bir odada çalkanan, sağa sola yalpa vuran bir gemiye çeviriyor ve yatağın örtüsü kulislerden gelen bir rüzgarla şişerek talihin gönderdiği bir yelken oluyordu. Ne var ki sürprizin sonunda bir ilgisizlik kendini gösteriyor, olağanüstü şeyler yapan sihirbazın onuncu oyununda, bu kadar aldatıcı sihirden ve can sıkıcı fevkaladeliklerden usanan genç, omuz silkiyor ve şöyle bağırıyordu:
- Öff, işte yine başlıyor saçmalıklar!..
“İlmin mucizeleri” belki bize de böyle gelir bir gün…” (s. 83)
- “Akşam yemeğinden sonra, sigaranız Paris’te tüter ve tükenirken, aynı ânda kulakla (yakında gözle) New York’ta olabiliyorsunuz. Kelimenin öz anlamıyla bu bir parçalanmadır ki, bazı sonuçlar getirmeden kalamaz. Kısacası, bugünkü dünyanın değişmesi ile ilgili olarak yapılabilecek bütün gözlemler bir araya getirilmeye ve kompoze edilmeye çalışılınca, paradoksal bir fikirle çatışılıyor. Düşüncemizde vücut bulmak isteyen bu fikir, orada eskiden benimsenmiş şeylere, çok eski zamandan beri süregelen alışkanlıklara çarpıyor.” (s. 101)
 
DÜŞÜNCE HÜRRİYETİ
- “Düşünce hürriyeti zihinlerde yayın hürriyetiyle karışır ki, aynı şey değildir. Bir kimsenin keyfi istediği gibi düşünmesine hiç mani olunmamıştır. Güç olurdu bu, meğer ki kafalarda düşünceyi meydana çıkaracak cihazlara sahip oluna. Buna da muvaffak olunacak bir gün, şübhesiz; ama daha oraya gelmiş değiliz, bu keşfi temenni de etmiyoruz!.. O hâlde şimdilik düşünce hürriyeti vardır – bizzat düşünce tarafından sınırlandırılmadığı ölçüde.
Düşünce hürriyetine sahib olmak çok hoş bir şey, ama düşünecek şeyi olmak şartıyla!..” (s. 130)
 
 
KAYNAK: Paul Valéry, Bugünkü Dünyaya Bakış, Tercüme: Vahdi Hatay, Tur Yayınları, Ankara.

Baran Dergisi 472. Sayı