2003 yılında ABD Irak’ı işgal ettiğinde en çok konuşulan şey, Irak’ın petrollerine konmak için ülkeyi işgal ettiğiydi. Oysa, ABD’nin Irak’ın petrolüne el koymak için neredeyse o petrolden elde edeceği gelir kadar, belki de daha fazla harcama yapmasının, bırakın küresel hegemonya iddiasındaki bir devletin, herhangi bir kabile devletinin dahi yapmayacağı stratejik bir hata olduğu ise açıktı. ABD’nin Irak’a müdahale ederek Saddam Hüseyin’i devirmesi, onun yalnız petrol kaynaklarını ele geçirme arzusuyla izah edilemez. Elbette Irak’ta kimyasal silahlar bulunduğu yalanına istinad ederek de izah edilemez ki, bunun yalan olduğu geçen zaman içerisinde zaten ortaya çıkmıştı. Amerika’nın Irak’ı işgâl etmesinin asıl gerekçesi, bize kalırsa şudur:

ABD, II. Dünya Savaşı’nın ardından kurmuş olduğu demokrasiler düzenini dünyaya ihraç ederken, global iktisadî rejimde de tabiî olarak değişikliklere gitti. Bretton Woods sistemi ile beraber dolar rezerv para olarak belirlendi. ABD, kurmuş olduğu siyasî ve askerî hâkimiyeti bu sayede tescilledi. Bretton Woods sistemine göre bastığı dolar miktarına oranla elinde altın bulundurması gereken ABD, kendi koyduğu kuralı delip karşılıksız dolar bastı. 1970’lerde ise piyasadaki dolar miktarı ile altın miktarı arasındaki uçurum sebebiyle kendi inşâ ettiği sistemi yıktı ve yerine yeni bir model arayışına girişti. İnsanların zihninde ona atfettiği kıymetten başkaca bir değeri olmayan kağıt para, Amerikan dolarının gerçek bir değere endekslenmesi icab ediyordu. ABD, 1973 senesinde Suudi Arabistan ile yaptığı anlaşmayla petrol ile dolar arasında bu münasebeti kurdu. Artık Suudi Arabistan petrolü dolar ile satacak, ABD de bunun karşılığında Suud’un güvenliğini sağlayacaktı.

1975 yılında ise OPEC ülkelerinin tamamının bu anlaşmaya iştiraki sağlandı. “Petro-dolar döngüsü” olarak adlandırılan bu sisteme göre; petrol ihraç eden ülkeler, petrolü yalnızca dolar üzerinden satabilecek, bu ticaret ise sadece Amerikan bankaları üzerinden yapılabilecekti. ABD de bu devletlerin ve petrolün güvenliğini sağlayacaktı. Böylece dünyanın siyasî ve askerî olarak hâkimi konumunda bulunan ABD, iktisadî sistem üzerindeki kontrolünü de devam ettirecekti… Ve ettirdi de, bu sistem hâlen geçerliliğini koruyor. ABD, doları aynı zamanda politik bir güç aracı olarak kullanıyor. Sürece göz attığımızda, petro-dolar döngüsünün iktisadî olmaktan ziyade siyasî ve askerî gücün tezahürü olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla bu döngünün çöküşünün, Amerikan hâkimiyetinin sona ermesinin de nişanesi olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Saddam Hüseyin, petrolü dolar dışında başka bir para birimiyle satma fikrini savunması ve uygulamak istemesi sebebiyle ABD’nin gadrine uğradı. 2003 senesinde Irak işgal edilirken, Saddam Hüseyin de tiyatro kabilinden bir yargılamanın ardından 30 Aralık 2006’da idam edildi. Onun bu teklifi petro-dolar sisteminin çökmesini sağlayacak olmasa da şuurlara alternatif vermesi bakımından önemliydi. Nitekim Saddam Hüseyin, Amerikan emperyalizminin tekerine çomak soktu ve onun arzusuna benzer çıkışlar da o günden bugüne dek devam etti.

Önce Afganistan, ardından Irak’ın işgalleriyle girilen yeni süreçte ABD, Orta Doğu ve Orta Asya-Hazar bölgelerine yönelik bir konuşlanma stratejisi izlemeye başladı. Bu stratejinin maksadı, petrol ve doğalgaz kaynakları ile enerjinin ticaret yollarına askerî olarak yakın olmak suretiyle sistemin muhafazasını sağlamaktı. ABD bu stratejisini bölgeye sevkettiği asker ve silah sayısını sürekli artırarak devam ettirdi.

Petro-dolar sistemi, Saddam gibi bir çok kurban daha aldı. Başta Libya lideri Muammer Kaddafi ile Venezüella’nın suikast ile öldürüldüğü düşünülen efsane başkanı Hugo Chavez de bu listeye eklenebilir. Birçok devletin idaresinde bu sebeple değişikliklere gidildi; Brezilya’nın devrik lideri Dilma Rousseff’in iktidardan uzaklaştırılması gibi...

Bugüne doğru gelelim ve uzun uzun anlatılması gereken meseleleri kısaca da olsa özetlemeye çalışalım:

Doğalgazın petrole alternatif olabileceğinin konuşulduğu dönemlerde ABD, enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını kontrol ederek sistemi muhafaza etmek için Orta Doğu’ya yerleşti, demiştik. Doğalgaz piyasasındaki en büyük pay Rusya’ya ait. Ardından sırasıyla İran ve Katar geliyor. Sistemin sürekliliği için ABD’nin, petrolü olduğu kadar alternatif enerji kaynaklarını da kontrol altında tutması ise zaruri. Bu maksatla ABD, İran’ı uluslararası piyasalardan izole ederken, Katar’ı doğalgaz piyasasına dahil etmek için birçok proje geliştirdi. Bu projeler Orta Doğu’daki karışıklık ve Katar’ın Ruslar ile yakınlaşması sebebiyle akamete uğradı. Bu süreçte Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yataklarının keşfedilmeye başlanması denklemi de değiştirdi.

Doğu Akdeniz doğalgazının piyasaya arzı sağlanana kadar ABD’nin doğalgaz piyasasını kontrol altında tutmak için yeni çözümü petrol arzını yükselterek fiyatları aşağı çekmekti; çünkü doğalgazın da petrol ile rekabet edebilmesi için fiyatının düşmesi gerekiyordu ki, bu da Rus ekonomisine darbe demekti. Nitekim petrol fiyatları altı ayda 112 dolardan 52 dolara kadar geriledi. Bu düşüş 34 dolara kadar sürdü ve Rus ekonomisini vurdu. Atılan adım aynı zamanda siyasî olarak başına buyruk hareket eden Rusya’ya petro-dolar silahıyla vurulan bir darbe niteliğindeydi. Buna mukabil petrol fiyatlarındaki düşüş sadece Rusya’ya değil, petro-dolar sisteminin en önemli ayağı olan Suudi Arabistan’a da büyük zarar verdi. Suud, 2010’lu yıllar itibariyle yaşadığı ekonomik sıkıntılar sebebiyle sistemin sürdürülemez olduğunu dile getirmeye, kazan kaldırmaya başlamıştı ki, İran korkusu ve Amerikan Senatosu’nun Suudi Arabistan’ı teröre destek veren ülkeler kategorisinde değerlendirerek korku salmasıyla Suud’un sistem dışına çıkışı engellendi. Sallanan bu sopanın akabinde Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretiyle sistemin sürekliliği için yeni bir aşamaya geçildi. ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’den müteşekkil “Küre koalisyonu” oluşturuldu; Rusya, İran ve Türkiye ile yakın konumlanan Katar dışlanarak izole edildi. Merkezde, Siyonizm’in ve emperyalizmin Orta Doğu’daki karakolu İsrail olmak üzere, Doğu Akdeniz’de yeni bir denklem oluşturuldu. Bu bahisleri gelecek yazılara havale ediyoruz.

Doğu Akdeniz’de süren mücadeleyle Rusya’sından İtalya’sına, Çin’inden Fransa’sına kadar herkes sistemden daha fazla pay almanın derdinde, yani kimsenin derdi sistemle değil. Bir devlet petro-dolar sistemine ve global piyasalardaki malların dolar üzerinden fiyatlanmasına tehdit oluşturmadığı müddetçe de ABD için hakiki bir tehlike arz etmiyor. İşte bu noktada Türkiye’nin tarihî misyonu devreye giriyor. “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor!” ve o misyonu yerine getirmek, petro-dolar sistemini ortadan kaldırmaktan geçiyor. Bu da, en azından ilk bakışta, petrolün yerini alabilecek ve ABD’nin kontrolünde olmayacak bir enerji kaynağına sahip olmaktan geçer diyebiliriz. Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında çok yüklü miktarda bulunan gaz hidratı işleyip, verimli bir yakıt hâline getirdikten sonra bu yakıtı kullanan teknolojiyi de üreterek piyasaya sunmak gibi…

Son günlerde ortaya atılan Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki kavganın temel sebeplerinden birinin gaz hidrat olduğu iddiasına ve Türkiye’nin Libya ile yaptığı deniz yetki alanlarını sınırlandırma mutabakatına bir de böyle bakmalı...


Baran Dergisi 675. Sayı