ABD yönetiminde çatlaklar söz konusu, Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R McMaster ile Mark George arasında çelişkili açıklamalar mevcut. Birbirini çelen bu açıklamalar, ABD’nin içe dönük krizleri yanında Türkiye ile krizi de tırmandırdı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beyaz Saray’da yaşananlarda ciddi mânâda uyumsuzluklar söz konusu. Amerika’nın müesseseleşmiş kurumları dahî birbirlerini çeliyorlar. Türkiye’den bakınca, “CIA farklı düşünüyor, Pentagon farklı düşünüyor, ABD Dışişleri farklı gibi gözüküyor” gibi ifadeler kullanıyorduk. Ben bu meselenin biraz farklı ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Sahada PYD-PKK ile vakit geçiren kişiler, bu örgüte daha fazla sempati duyuyor. Mesela, sahadaki kişilerle Pentagon’da masa başında hâdiseleri okumaya çalışan kişiler arasında dahî farklılıklar var. Masa başındakiler Türkiye’nin jeostratejik açıdan hâlâ ehemmiyetinin olduğunu, kaybedilmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Bunu genelleme yapmak istemeyiz, fakat bizim unuttuğumuz bir şey, ABD’de çok kalıplaşmış şekilde yüzeye çıkıyor. Biz ABD ile gelinen noktayı FETÖ ve PKK destekçisi olarak okurken, Amerikalılar “Erdoğan problemdir” diye okuyor. Bunun sebebi ise, Amerika’daki FETÖ ve PKK destekçilerinin yoğun kampanyası. Amerikan medyası da tek taraflı bakış açısına sahip.

Peki, FETÖ gücünü kimden veya nereden alıyor?
2013 Gezi hâdiselerinden beri Türkiye’ye karşı ABD medyası hayli kötü propaganda yaptı. Maalesef Türkiye’nin de içerisinde hainler ortaya çıktı, ABD’nin yaptığı kötü propagandaları doğrularmış gibi gözüktü. “Erdoğan Türkiye’de tüm kontrolü ele geçirdi. Erdoğan diktatördür” vb. algısı oluşturuldu. ABD medyası bu algıyı oluştururken Türkiye’deki hainlerle irtibata geçiyorlar, istemediğiniz kadar malzeme alıyorlar. Güç meselesine gelirsek, ABD’de güçlü olabilmek için, yoğun bir finans kaynağı gerekiyor. FETÖ, kendi çabalarıyla varolan bir örgüt değil. Bu imkânsız. İstihbaratçılar ve bazı gruplar FETÖ’nün arkasında; bunu anlamamak mümkün değil. FETÖ’ye devasa bir finans gücü sağlıyorlar. Washington’daki lobiler, Think Thank kuruluşları, medya ve hukuk alanlarında kendilerine yer açan bir örgütten bahsediyoruz. Hatırlayalım Türkiye’de de böyleydi. 17-25 Aralık konuşulurken, herkesi hukukla tehdit edip, lobi ve medya güçlerini kullanıyorlardı.

“Eğitim faaliyetleri” adı altında ABD içinde de aktif...
Evet, FETÖ’nün yaptığı dolandırıcılıklar arasında dikkat çekici bir mevzu. Amerika’da, Latin ve Afrika kökenli insanları hedef alarak, şahısların çocuklarının eğitim masraflarını karşılıyorlar. Bunu yaparken, vergi ve emlak dolandırıcılığı yapılıyor. H1B türü çalışma izni olan, göçmen kişilerin de vizelerini istismar ediyorlar. Amerika’da bir sözleşmeli okul, fen ve matematik hocası mı bulamıyor? Elini sallasan ellisi. İş bulma kurumlarında belli şahıslar hedef alınarak, şartlar şahsa göre ayarlanıyor. İş arayan kimseler ise, “şartlar bana göre” diye tuzağa düşüyor. Başkonsolosluk ve büyükelçiliklerde bu vizeleri onaylayanlar, “bir dakika neden az İngilizce bilen birisi Amerika’da fen hocası olsun ki yahu” diyemiyor mu? En az altı bin 500 kişiden bahsediyoruz. Bu sadede bir kişiye yapılmıyor. Yahut da, Çin, Hindistan, Japonya’dan nitelikli yazılımcılar neden Amerika’da bulunsun ki? Bazılarının komplo teorileri diyeceği şeyler de söylemek isterdim ama neyse. Hatırlayın, Türkiye’de FETÖ yapılanmasının en büyük ayağı okullar idi. Amerika’da da aynı projeyi yürütüyor FETÖ.

PYD’nin “terör örgütü” olup olmadığı tartışılırken, mesele ÖSO’nun kimliğine kadar sıçradı.
Türkiye’de ana muhalefet partisinin ÖSO hakkında söyledikleri, bana 2010’lu yılların başını hatırlattı. Hatırlayalım, o zamanlar “cihadçı, sakallı, radikal” vs. çirkin şeyler söylenmişti. Bunu muhalefet karşıtı medya da yapıyordu. CHP’nin Şam’a gittiği zamanlardı tabiî… ÖSO’yu “terör örgütü” olarak gören Şam’ın eli kanlı katilidir. ÖSO’nun içine, dışarıdan getirilen bazı şahıslar sızdırıldı. Maalesef haklı bir direniş gerçekleştiren ÖSO kirletildi. Türk halkı, bunu bile bile ÖSO’ya terörist damgası basıyorsa, bu yanlıştır bana kalırsa. Bilmeyerekse, büyük bir cehaletten söz ediyoruz demektir. ABD dahî ÖSO’ya “terörist” diyemiyor. Her ne kadar PYD-PKK’yı desteklese de, böyle bir şey söylemekten imtina ediyorlar. ÖSO’yu oluşturan en büyük kesim, Suriye’deki halktır. Bir sonraki çoğunlukta olan kesim ise, kendi halkına zulmetmek istemeyen askerlerdir. En başta böyleydi, hâlâ da böyle bir çizgideler. PYD-PKK’nın terör devleti kurmasına göz yumanlar, ÖSO’yu karalıyorlar. PKK’ya alan açmak istiyorlar. DAİŞ, Nusra gibi unsurlar da ÖSO’nun zayıflamasını fırsat bilip, güçlenmişti. Afrin’de TSK ile hareket eden ÖSO’yu karalamak kimin işine yarıyor, sormak lazım.

ÖSO Afrin’de PKK-PYD’ya silah sevkiyatı yapıldığı esnada bir operasyon gerçekleştirirken, kamyon dolusu mühimmat ele geçirdi. Bir yazınızda belirttiğiniz gibi, ABD tarafından Suudi Arabistan’a “yolsuzluk” iddiasıyla yapılan müdahale sonrası 106 milyar dolarlık bir paradan bahsediliyor. Siz, “bu paranın ABD baskısıyla PKK’ya aktarılmasını ister misiniz” diye bir sual yöneltiyorsunuz. Süreç, bahsettiğiniz aşamaya gelmiş olabilir mi?
Suudi Arabistan’da prens ve bakanlar “yolsuzluk” iddiasıyla gözaltına alındı, hapis, gözaltı ve işkenceler söz konusu hatırlayalım… Veliaht Prens M. Salman’ın gelecekteki krallığına muhalif olan kişilerden söz ediyoruz… BM, İsrail, Amerika ittifakıyla Suudlara operasyon çekildiğini biliyoruz… PYD’li unsurların olduğu bölgelerde, Suudi Arabistanlı otoriterler gözüktü. İstihbarat raporları ve bazı gazetelerde bunu okuduk. ABD-Suudi Arabistan ilişkisini şöyle özetleyebiliriz: Donald Trump’ın iç politikada ekstra bir desteğe ihtiyacı var. Bu ihtiyacı finans yönünden elde etmek istiyor. İktisadî gücü elinde tutmak için de dışarıdan gelen paraya muhtaç. İsrail lobisi, Suudi Arabistan’daki haraçlar ve saire. Suudi Arabistan, Barack Obama’dan daha farklı, işadamı kafasıyla politika gözeten Trump gibi bir ABD başkanı istiyor. Karşılıklı bir alış-veriş. “Suriye’ye 300 bin tane asker gönderip İslâm ordusu kuracağız” diyordu Suudlar… Bugün ise bambaşka bir politika. Amerika ne derse, onu yapıyorlar. İran ve Türkiye’nin aktifleşmesini önlemek istiyorlar. Trump, kendi hazinesinden PYD-PKK’yı desteklemek istemiyor; Washington’da bu çokça konuşulur bir mesele oldu. Yalnız Suudi Arabistan’da prenslerin serbest kalma pahasına verdiği paralarla ABD’nin Suriye’deki harcamaları birbirini karşılamıyor. ABD-Suudi Arabistan arasında 350 milyar dolarlık silah anlaşması yapılmıştı. Bunların ne kadarı Suudi Arabistan’a teslim edildi? Parayı takip ettiğimiz zaman, hâdiseleri anlayabiliriz. Ben ortaya bir fikir attım. Suudlar PYD’ye finans sağlıyor olabilir, neden olmasın? Kudüs mevzuunu hatırlayın?

Esed’i kahramanlaştıranlar var hâlâ, nasıl karşılıyorsunuz?
Doğu Guta’da rejimin hava saldırılarında klorin gazı, kimyasal silah kullanıldığına dair haberler yayımlandı. Hastanelere saldırılıyor, siviller hedef alınıyor; içler acısı bir durum. İnsanlar can çekişiyor. Kızılay gibi yardım kuruluşları can havliyle insanlara yardım etme gayretinde. 2013 yılında bir kimyasal silah saldırısı daha yapılmış, yer gök inlemişti. Obama yönetimi söz verip muhaliflerin yanında durmadı. Bugün kimyasal silah saldırıları ‘normal’leştirilmiş vaziyette. Esed’i düşünün, kaç defa kimyasal saldırı yaptı, kimse gerekli cevabı veremiyor; neden bir tanesini daha yapmasın ki? İran-Rusya gibi ülkeler destek veriyor. Esed’in adımları, dünya ironisi olarak karşımızda öylece duruyor. Türkiye’de de bazı ulusalcılar Esed’i kahraman olarak görüyor. İslâm’a aykırı ne varsa, her şeyi kabul edebilecek karakterdeki insanlardan bahsediyoruz. Başından beri Esed’i destekleyenlerin tarihî kökenlerine bakalım, desteklerinin sebebi orada belli. Yüzbinleri katleden bir adamı savunmak, iki yüzlülük. Suriye’nin geleceğinde Esed’i göremiyorum. Suriye’deki hâdiselerin en büyük müsebbibi bu katildir.

Öte yandan İsrail, Golan Tepeleri’ni mazeret göstererek Şam’ı vurdu. Netanyahu, “Batı Şeria’yı ilhak için ABD ile görüşüyoruz” diye açıklama yaptı. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
Suriye savaşının başından beri, arka plândaymış gibi gözükse de, İsrail her zaman sahadaydı. Hiçbir zaman da elinden geleni ardına koymadı. Son süreçte Hizbullah genişleyerek İsrail’in kapısına kadar dayandı. Bu İsrail’i çok tedirgin eden bir husus. Zaten uzun süredir, Hizbullah’ın genişlemesine karşı önlem alacaklarını ifade etmişlerdi. Lübnan ve Suriye’nin genelinde İran karşıtı hareket eden bir İsrail görüyoruz. İsrail’in Suriye ve Lübnan bahanesiyle İslâm dünyasına tavır alacağını biliyorduk. İslâm dünyasının parçalanması demek, İsrail için fırsat mânâsına geliyor; ki dağıtan faktör de burada İsrail. Suriye, Katar, Mısır, Libya’yı konuşuyoruz. Ama Filistin’i unutturmaya çalışıyorlar bize. İsrail en son Trump’ı manipüle ederek Kudüs’ü kendi başkenti olarak ilân ettirmişti. Siyonist yayılmacılık hiç olmadığı kadar artmış hâlde. Çok fazla ileri gittiler, kimsenin kendilerine “dur” diyemeyeceğini düşündüler. Bunun yanı sıra, gözlerinin Filistin topraklarında olduğu aşikâr, bölüp parçalamak ve daha sonra ele geçirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun plânlarını her zaman yaptılar, doğru zamanı kolluyorlar. Amerika’nın Suriye’deki kalıcılığı ve PKK-PYD’ye verilen destek netice itibariyle İsrail’e de yarıyor.

Tüm yönetimler, Suriye’den kendi tarafına doğru gelen tehlikeye karşı korumak istiyor. Türkiye, Lübnan ve İran da böyle plânlar üretiyor. İsrail ise bunu paranoya hâliyle yapıyor. İsrail daha kurnaz ve daha paranoyak. Bu paranoyaklıkla, vaziyeti daha iyi değerlendirebiliyor. Yarın bir gün işgalin şiddetini daha da artıracaktır İsrail. Golan Tepeleri’nde olduğu gibi!

Teşekkür ederiz.
İyi çalışmalar diliyorum.

Baran Dergisi 579. Sayı