BDDK, Bank Asya’nın idaresini TMSF'ye verdi. Bir iktisatçı olarak sizce ne anlama geliyor bu?
BDDK, bankaların, finans kurumlarının denetimini gerçekleştiren bir kurum. Dolayısıyla bu kuruluşun denetlemeleri yaparken hassas davranması ve her şeyi göz önünde bulundurması gerekir.  Çünkü bankalar kapitalist sistem’de bir bakıma ekonominin nabzı konumundadırlar. Bankaların güven kaybetmesi veya bankalara yasa dışı müdahale tasarruf sahiplerinin endişelendirir. Bu endişeler piyasada ani iniş çıkışlara neden olur. Haksız kazanç ve kayıplara yol açar. Hatta ekonomik bunalımlara zemin bile hazırlayabilir. Nitekim 1929 İktisat Bunalımı ve 2008 Mali Bunalımı'nı finans kurumlarda başlayan sarsıntılar tetiklemiştir.
Bank Asya’nın iki senedir çok kötü durumda olduğunu, zarara girdiği ve kredilerinin battığı söyleniyor, usulsüz kredi işlemlerinin yapıldığından bahsediliyor. Bu hususlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bankanın kurumsal yapısı ve işletmesiyle ilgili yasal olmayan sorunlar yasal yollarla yapılan denetimlerde ortaya çıkmış ise, ilgililerin ikaz edilmesi doğaldır. İlgililer yapılan ikazlara göre önlem almazlar ise, güven sarsıcı fevri kararlar almadan cari yasalara göre gerekli önlemler alınmalıdır. Kamu görevi yapanların yasal çerçevede hareket etmeleri gerekir. Kamu görevlilerinin bütün eylemleri yasalara uygun olmalıdır. Kamu görevlileri kendi kendilerine kişi ve kurumları suçlu ilan edemezler. Sorunu yargıya taşırlar. Kişilerin suçlu olup olmadığına yargı karar verir.
Cemaate ve uzantılarına bu kadar tolerans sizce de fazla değil mi? Artık muvazaacı politikalar yerine her ne bahasına olursa olsun bu güruhun tasfiye edilmesi gerekmiyor mu?
Haksızlık yapanlar ve meri kanunlara aykırı davrananların yargı kararıyla cezalandırılması gerekir. Bir cemaatin yapması gereken faaliyet eğitimdir, öğretimdir; siyasete ve hele hele yeraltı dünyasına yönelik işler yapması oldukça yanlıştır. İslâm Hukukunda ve bugünkü hukukun egemen olduğu düzende sivil toplum kuruluşlarının ve cemaatlerin uğraşı alanı açık ve nettir. İslâm düzeninde cemaatler tebliğ ve eğitim kurumlarıdır. Onların görevi sosyal hayatta tebliğ yapmak, insanları eğiterek iyilik ve güzellikleri yaymak; kötülükleri ve çirkinlikleri azaltmaktır. Hizmetlerinde açıklık ve şeffaflık esastır. Kendi hizmet alanlarının dışına müdahale edemezler. Hele hele devlet içinde gizlice teşkilatlanamazlar. Aslında gerçek hukuk devletinde hiçbir kişi ve zümre devletin sınırları içinde gizli bir teşkilat kuramaz ve yasalara aykırı faaliyet gösteremez. Sosyal hizmetler açıklık içinde icra edilir. Fıkıhta “kapısı kapalı olan mekânda Cuma namazı kılınamaz” hükmü vardır. Halka hizmet edenlerin halktan saklayacakları bir hizmeti olamaz. Cemaate yönelik ithamlar ortaya çıktıktan sonra itham edilen malum cemaat liderinin çıkıp, Hizmet hareketinin yaptığı faaliyetlerin tebliğ ve eğitimden ibaret olduğunu deklare etmesi gerekirdi. Şayet mensupları içinde hukuk dışı eylemde bulunanlar var ise; bunların kendileriyle hiçbir ilişkisinin olmadığını ve kendi içlerine dışarıdan hulûl ettiklerini kamuoyuna duyurması gerekirdi. Vaaz ve nasihatleri ile tanıdığımız cemaat önderinin, meri hukuka aykırı davrananların, kim olursa olsun yargı karşısına çıkarılmasını ve gerekli cezanın verilmesini yüksek sesle söylemesi gerekirdi. Uyduruk bir terör örgütü maskesiyle yüzlerce kişinin hukuksuzca dinlenilmesi, hem İslâm’a, hem de mevcut bütün hukuk düzenlerine aykırıdır. Memur üstlendiği görevi hukuk kuralları içinde yapmakla sorumlu bir görevlidir. Asla hukuk dışı bir eylem yapamaz. Başka ülkede bulunan hiçbir şahıstan direktif alamaz ve gizli saklı tasarrufta bulunamaz. Hele hele halkın seçtiği cumhurbaşkanının veya genelkurmay başkanının konuşmalarını gizlice dinleyemez.
28 Şubat’ta da “Beceremediniz bırakın” manşetini attılar, Mavi Marmara katliamında “İsrail otoritesi” dediler ve bunun gibi onlarca herze…
Bu sözlerin bir görevi İslâm’ı tebliğ olan bir zat tarafından sarf edilmesini o zaman da tasvip etmedik. Cemaate mensup olan birçok muhlis kardeşimiz de bu beyanlardan rahatsız olduğunu defalarca ifade ettiler. Tevhid ve adalete inanan hiçbir mümin zalimleri alkışlayamaz. Mazlumlara karşı zalimlerin safında yer alamaz. Sanırım bu ifadelerin hata olduğunu sözün sahibi de anlamış ve tövbe etmiştir. Tebliğ yapanlar, İslâm’ın temel ilkelerine aykırı söylem ve eylemlerde bulunamazlar.  Büyük İslâm âlimi ve hak ve hakikatin rehberi Bediüzzaman Hazretleri’ni bütün hayatı boyunca İslâm’ın ilkeleri çerçevesinde tebliğini yapmış ve zalimlere karşı cihadını sürdürmüştür. O, tebliğ faaliyetlerini sürdürürken tebliğ ile siyaseti asla bir birine karıştırmamıştır. Çünkü tebliğ herkese yapılır. İmar ve ıslah merkezli siyasetin yolu ise, bir siyasî teşkilat kurup ülkenin imar ve ıslahı için kitlelerin bilinçlendirilmesiyle olur.
Halkın oylarıyla ülkeyi yönetmekle görevli kıldığı iktidar ise, daha dikkatli davranmalıdır; suçsuz olanı savunmalı, suçlu olanı yargı önüne çıkarmalıdır. Siyasal iktidar, yasalara aykırı eylemlerde bulunanları doğrudan suçlu veya suçsuz ilan edemez, etmemelidir. Şayet iktidar mensuplarına bir suç itham ediliyor ise, siyasal meseleyi yargıya taşımalı. Bağımsız yargının verdiği kararlara göre hareket etmelidir. Masum insanlara iftira atanlara da, suçlu olanlara da mahkeme kararına göre ceza verilmelidir. Yöneticiler mahkeme kararı olmadan kimseyi suçlu veya suçsuz ilan edemezler. Peygamber efendimizin “suç işleyen kızım Fatıma da olsa, cezasını görür” mealindeki hadisini esas almalıdır. Adalet mülkün temelidir. Adil olmayan yöneticiler, devletin temelini tahrip etmiş olurlar. 
Hukuk kriterleri açısından bakıyorsunuz; ama yargıda da ciddi hukuksuzluklar yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Yargıya yerleşmiş bir zümre senelerce Müslümanlara zulmetti, bunları göz ardı etmemiz mümkün mü?
Kesinlikle yargı güvenilir olmalıdır. Yargı yasalar çerçevesinde bağımsız karar vermelidir. Yargı layusel-sorgulanamaz değildir. Yargıda partizanlık yapanlar veya yasalara aykırı bir örgütlenmede bulunanlar var ise, bunlar yine yargı çerçevesinde, yargı yoluyla cezalandırılmalıdır. Bir ülkenin yargı sistemine güven kalmamış ise, diğer kurumlarına da asla güven beslenemez. Tabiî ki burada yargı hata yapamaz demiyorum; hâkimler de hata yapabilir. Ama burada yasadan ayrılmadan ve adalete ters düşmeyen yorum farkları olabilir. Şayet hâkimin kararı haksız yere birini mağdur etmişse, bu mağduriyeti gideren mekanizmalar geliştirilmelidir. Yargıda belirli bir zümrenin kadrolaşıp insanlara çeşitli haksızlıklar yapması kabul edilemez bir yanlıştır. Bir ülkenin en önemli kurumlarının başında yargı kurumları gelmektedir. Yargı kendisine yönelik güveni kaybederse, varlık nedenini ortadan kaldırmış olur.
Meselemize dönecek olursak; bir ülkenin finans sistemi, o ülkenin bağımsız ve güçlü olabilmesi için millî olmak zorundadır. Ama biz maalesef bunu Türkiye’de göremiyoruz. Hep yabancı sermayedarlar gözümüze çarpıyor. Sizce bu nasıl bir durumdur?
Buna bir şey diyemeyiz maalesef… Bizim finans kuruluşlarımızda yabancıların hisseleri oldukça yüksek ve bunu baştan engellemek gerekirdi. Mesela Almanya’da bankaların özelleştirilmesine %5 sınırı konulmuştur. Bunun gibi bir kural bizde de konulmalıydı. Dolayısıyla sonunu düşünmeden yapılan her iş pişmanlık getirir. Ancak bizim ülkemizde de kapitalist sistem uygulandığından finans kurumlarımız da yabancıların payı oldukça yüksektir. Bütün bankalar denetim altındadır. Cari hukuk çerçevesinde faaliyet göstermekle yükümlüdürler. Bizim bu sistemi komple gözden geçirip eksik ve yanlışlıkları düzeltmemiz gerekir.
Son olarak eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Ülkemizin yöneticileri, iktidar ve muhalefeti ile ülkemizde birlik ve beraberliği sağlayacak yönde adımlar atmalıdırlar. Cepheleşme ve ayrıştırıcı söylem ve eylemden kaçınmalıyız. Kim olursa olsun suçlular yargıya teslim edilmeli. Kim suç işlemiş ise o cezalandırılmalıdır. Toptan bir cemaat veya siyasi parti ithama maruz bırakılmamalıdır. İslâm barış dinidir. Kin ve nefreti meslek edinenler, asla İslâm'ı temsil makamında insanlar olamazlar. Suç işleyenlerle masumları bir kabul edip cepheleşmek, ayrıştırıcılığı sürekli kılar. Ceza şahsîdir. Suçlu ile suçsuzu aynı tutularak biri birleriyle çatışan cepheler oluşturulmamalıdır. Müminler kin ve nefrette değil, sevgi ve adalette birleşmelidir. Bizim kin ve nefret duygularımız bizi adil davranmaktan alıkoymamalıdır. Aksi hâlde çatışma, ülkemizin zararınadır. Bazı mihraklarla birlikte hareket ederek yurt dışında ülkemizi kötülemek, akıl, izan ve insafla bağdaştırılmaz. Hiçbir yerde hiçbir Müslüman, zalimle aynı safta yer alamaz. Müslümanlar her yerde ve her ortamda mazlumlarla, hak ve adaletten yana olanlarla birlikte hareket eder.  Ülkemiz ve bölgemiz, emperyalizmin işgal tehdidi altındadır. Gün birlik günüdür. Gün hak ve adalette birleşerek yeni Türkiye’yi ve yeni bir adil dünyayı inşa etme günüdür.
Arif Bey vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ediyorum ve yayın hayatınızda başarılar diliyorum.