“Puşkin, gücünün tam olgunluk çağında öldü ve mezara kendisiyle birlikte büyük bir sır götürdüğüne hiç şübhe yoktur. İşte şimdi biz, o sırrı onsuz çözmeye çalışıyoruz.”
Dostoyevski
Baştan söyleyelim: Puşkin, 38 yaşında öldüğünde, 30’a yakın eser sahibi bir şair-yazardı. Şiirlerinden başka, romanları, oyunları, makaleleri vardı. Öyle ki bazı romanları “şiirsel roman” olarak tarif ediliyordu. Tolstoy, Gogol, Çehov onu Rusya’nın dâhisi olarak taltif ediyorlardı. Dostoyevski’nin meşhur “Puşkin Konuşması”, o dönemde büyük bir hadise olarak karşılandı. "Puşkin hakkındaki konuşmamı, fikirlerimi keskin bir biçimde ifade ederek yazıp bitirdim... Ve dolayısıyla ardından gelecek saldırılara da hazırım." diyen Dostoyevski, 26 Mayıs 1880'de Moskova'da yapılacak olan Puşkin Heykeli'nin açılış törenine, bir konuşma yapması için davet edilmişti. Kendi çalışmalarına ara veren Dostoyevski, hayatı boyunca hayranlık duyduğu, büyük Rus dehası olarak gördüğü Puşkin hakkında bir konuşma hazırladı. Tören, Çar'ın emriyle ertelenmesine rağmen, Dostoyevski cesaretle yola çıktı ve konuşmasını yaptı. Rus edebiyatında bir dönüm noktası olarak değerlendirilen bu konuşmada Dostoyevski, tüm hayatı boyunca karşılaştığı, kendisine yöneltilen suçlama ve eleştirilere meydan okudu; Puşkin’in heykeli önünde, Puşkin’in gölgesinde kendini ve tüm Rusya’yı hesaba çekti.
Puşkin, bilindiği üzere bir düello sırasında yaralandı ve öldü. Bu düelloyu İlber Ortaylı’dan okuyalım:
- “27 Ocak 1837’de Rusya’nın en büyük şairi, dramaturgu, romancısı ve tarih yazımına bilimsel yöntemiyle değil ama üslubuyla yön veren Aleksandr Sergeyeviç Puşkin düelloda öldürüldü. Rakibi Dantes çarın muhafız alaylarında görevliydi. Fransız İhtilali’nden kaçan bir ailenin çocuğuydu ve Moskova asillerinden biri tarafından evlat edinilmişti. Bir müddetten beri Puşkin’in güzel karısı Natalya’nın etrafında dolanıyordu. Natalya gerçekten çok güzeldi, Moskova’daki yüksek cemiyetin en şık giyimlilerindendi ve daha da beteri, kendi güzelliğine âşık olacak kadar eksik akıllıydı. Puşkin bu evlilikte mutlu sayılmazdı. Çarın etrafındaki baskıcı çevreye karşı kendini dinginleştirecek insan, herkesten evvel yanı başındaki hayat arkadaşı olmalıydı. Bu evlilikten doğan kız çocuğu ileride anasını aratmayan güzelliği ve babasından aldığı esmerliği ile Lev Tolstoy’u etkiledi. Ünlü romanın kahramanı Anna Karenina gerçekte Puşkin’in kızının tasviridir. Puşkin’den I. Nikola devrinin despot bürokratları rahatsız oluyordu. Aydın ve ilerici Ruslarsa onu fazlasıyla kışkırtıyorlardı. Fransız asıllı Rus Dantes’in münasebetsizlikleri, etrafın kışkırtmasıyla Puşkin’i çileden çıkarttı. Puşkin yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Malûm, o devirde penisilin yoktu.” (Milliyet, 29 Ocak 2011)
Rusya’nın bu genç dâhisi kimdir, Rus edebiyatını nasıl etkilemiştir, yakından bakalım: Tam adı, Aleksandr Sergeyeviç Puşkin. 1799’da Moskova’da doğdu. Babası Sergey Lvoviç, soylu bir ailenin ilk çocuğudur. Puşkin, ilk bilgilerini yabancı eğitimcilerden edinmiştir. Henüz sekiz yaşındayken Fransızca ve Rusça bilmektedir. “Onbir” yaşına geldiğinde ise özgürlükçü ve alaycı yazarlarını beğendiği Fransız Edebiyatı’ndan etkilenerek Fransızca şiirler ve komediler yazmaya başlamıştır. Çocuk yaşta yazmaya başlamasında, ailesinin entelektüel çevresinin etkisi olmuştur. Döneminin tanınmış şair ve yazarları, Puşkin’in evine gelip gidenler arasındadır. Ancak Puşkin’i hayatı boyunca tesiri altına alan esas saik, kendisine Rus masalları anlatan, eski Rus türküleri söyleyen dadısıdır. Yaşlı dadısı Arina’nın anlattıkları, Puşkin’in çocukluk ruhunda derin izler bırakmıştır.
Şiirleri, sivri dilli eleştirileri, pürüzsüz dili ile Rus edebiyatının öncüleri arasında yer alan Puşkin hakkında Tolstoy şöyle demiştir:
- "Ondaki güzellik duygusu kimsede olmadığı kadar gelişmiştir. Sanatçıya gelen ilham ne kadar güçlü olursa, onu esere yansıtmak için gereken çaba da bir o kadar büyük olur. Puşkin’in şiirleri öylesine sade ve pürüzsüzdürler ki, aynen bu şekilde ona aktarıldığını düşünürüz. Oysa onun bu sadelik ve pürüzsüzlüğe ulaşmak için ne kadar emek sarf ettiğini bilmeyiz."
Puşkin’den önce Rus edebiyatı romantizm ve klasizm akımlarının etkisi altındadır. Daha çok Batı edebiyatının tesiriyle ortaya çıkan bu akımlar, Rus ruhuna yeterince uygun değildi. Puşkin, eserlerinde, Rus edebiyat dilini gerek kelime hazinesi, gerekse anlatım özellikleri bakımından zenginleştirmiş, bu dile millî bir yapı kazandırmıştı. Eserlerinde ilk kez Rus toplumunun halk özelliklerini yansıtan tipler oluşturmuş, dadısından dinlediği esatirleri, masalları, türküleri, çocuk hazinesinden çıkarıp, Rus edebiyatının merkezine oturtmuştur.
19. yüzyıl Rus edebiyatının yazarları onun eserleriyle yetişmiş, onun tesiri altında kendi yollarını bulmuşlardır. Puşkin’in ilk romanı tarihî bir romandır. “Büyük Petro’nun Arabı” isimli bu eser, tamamlanmamış olmasına rağmen, dili ve üslubu ile dikkat çekmiştir. “Byelkin'in Hikâyeleri”, sade bir üslupla yazılmıştır. Bu hikâyelerde Puşkin, halk insanlarını büyük bir sadelikle, gerçeklikle ve ustalıkla anlatmıştır. Yine “Goryuhino Köyü Tarihi”, mizahî edebiyatın önemli eserleri arasında yer alır. 
1829 yılında, Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola çıkmıştı. Bu yolculuğun intibalarını anlatan “Erzurum Yolculuğu” isimli eserindeki Kafkas tabiatı ile savaş alanı tasvirleri, oldukça dikkat çekicidir: “Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk’ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı...” İşte bu “gerçekliği tasvir” Rus edebiyatında “devrim” demektir; Tolstoy’un “Savaş ve Barış” isimli eserinde karşılığını bulmuş gibidir.
Puşkin’in en bilinen eseri, “Yüzbaşının Kızı”, 1836 yılında yayınlanmıştır. Gogol bu roman hakkında şöyle demiştir: 
- “Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki bu eserde, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı, sıradan insanların o alçak gönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnızca gerçek değil, onu da aşan bir şey.”
Dimitri Sergeyeviç Merejkovski’nin “Tolstoy ve Dostoyevski” konulu bir yazısında şöyle hülasa edilir Puşkin:
- “Tolstoy’u ve Dostoyevski’yi talim etmek, yeni Rus poetikasında Puşkin’in sırrını çözmeye çalışmak demektir; Dostoyevski’nin ‘Puşkin Üzerine Konuşma’sının o kehanet dolu son sözlerinde ifade ettiği şu büyük sırrı:
‘Puşkin, gücünün tam olgunluk çağında öldü ve mezara kendisiyle birlikte büyük bir sır götürdüğüne hiç şübhe yoktur. İşte şimdi biz, o sırrı onsuz çözmeye çalışıyoruz.’”
Rus kültürünün geleceğinin sırrı da demek olan Puşkin’in sırrı, uçurumun her iki kıyısını da görmüş neslimiz için cihanşümûl ihtilaf ve çelişkilerin, “dünyada var olabilecek en zıt düşüncelerin çarpışması”nın, Doğu ruhu ile Batı ruhunun, “savaşkan ruh ile bereketli ruh”un yeni ve belki de son ve büyük savaşının çözümünü ihtivâ etmektedir. Tanrıinsan ile İnsantanrı’nın.”*
Yüzbaşının Kızı isimli eseri yayınlandıktan bir yıl sonra 1837 yılında bir komploya benzeyen düello sonrasında 38 yaşında ölmüştür Puşkin; ardında Rus edebiyatının yeni dâhilerine ilham olacak onlarca eser bırakarak… Puşkin’in sırrı da, belki Dostoyevski’dir, Tolstoy’dur, Gogol’dür; kim bilir?
*Tercüme: Kenan Duru, Maysa Çaşemova, Akademya Dergisi, II. Dönem, 5. Sayı, 2014
Baran Dergisi 435. Sayı