Hiçbir yanıcı ve parlayıcı keyfiyeti olmayan maddeler dahî sonsuza dek sıkıştırılamaz; en nihayetinde infilâk eder, içine sıkıştırılmaya çalışılan kabı yırtar ve dışarı çıkar. Kendisinden hiçbir fiil sadır olması beklenmeyen keyfiyetteki en kaba madde bile sıkıştırılmaya çalışılması neticesinde bu şekilde reaksiyon gösterirken, siz bir de asırlar boyunca aksiyoner kimliğiyle dünyaya nam salmış milletin ve devinimi bitmek tükenmek bilmez ruhunun sıkıştırılmaya çalışıldığını düşünün! 5 milyon kilometrekare üzerinde fikrinin aksiyonunu icra eden bir milleti, fikri pörsüdüğü ve aksiyondan kesildiği için 780 bin kilometrekare içine sıkıştırmaya kalktılar; fakat günü gelince ruh kökleri dipdiri duran fikrin yenileneceğini ve aksiyonun bir kez daha tazeleneceğini hesaba katmadılar. 

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyini hedef alan harekâtına karşı ekranlarda konuşulanları hepimiz izliyoruz, saydıkları gerekçeleri sizler de dinliyorsunuz; terör koridoru, mülteci yükü, ABD ve Yahudilerin planları ve saire. Bu konuşanların hepsi bir bakıma haklıdır, bunların hepsi sebebdir. Buna karşılık, büyüklerimizden gördüğümüz üzere eşya ve hadiselerin dedikodusunu yapamayacağımıza göre, bize düşen, sebeb üstü sebeb ile meşgul olmaktır.

İkinci dereceden meseleleri, hadi bir adım daha ileri gidelim, bahane edilen “sebeb”leri bir kenara bırakacak olursak, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyini hedef alan askerî harekâtının sebeb üstü sebebi bir asrı aşkın zamandır sıkıştırıla sıkıştırıla Anadolu’ya hapsedilen bir millet ve onun aksiyoner ruhunun, içine kıstırılmaya çalışıldığı sınırları çatlatmasıdır diyebiliriz.

Aksiyon, kabaca bir tarifle fikrin eşya ve hadiseler üzerine nakşedilmesi işi. Bizim açımızdan, yâni Anadolu için ise “Mutlak Fikir”in eşya ve hadiselere nakşedilmesi işi. Türkler, “Mutlak Fikir”i aksiyoner mizaçlarıyla birleştirdikleri için asırlarca üç kıtaya hükmettiler. Fikir gidince hüküm de gitti ve tek başına mizaç yalnız Anadolu’da tutunmaya yetti.

Aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmak, “Söylediklerimiz acaba sıradanlaşır mı?” endişesini peşinden getirse de, kimi hakikatlerin her platformda, her yerde ve her zaman en üst perdeden dillendirilmesi gerekiyor ki, başlayan hareketin fikirle buluşması, şuurlaşması ve böylelikle de aksiyon kıvamına erme süreci ivme kazansın.
***
Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ı ve hükümeti son yıllarda şiddetle tenkid ettiğimiz hususların başında, izlenen reaksiyoner politika geliyordu. İnisiyatifin her zaman karşı tarafın elinde olduğu bu siyaset tarzının Türkiye için yarardan çok zarar getireceğini, bizim milletimizin kimliğiyle uyuşmadığını defaatle dile getirmiştik. Bunu yaparken de bilhassa Suriye’de Türkiye’nin artık inisiyatifi ele alması gerektiğini, onun girişeceği esaslı bir aksiyon karşısında Amerika, Rusya, Avrupa ve Yahudi’nin elinde ekonomik ve diplomatik yavan kartlar haricinde herhangi bir hakiki hamle kudreti olmadığını da onlarca ve belki de yüzlerce kez bu derginin satırları arasında işlemiştik. Türkiye her ne kadar aksiyona girişmek noktasında ayak diretmişse de, şartlar, hamle yapılmasını adeta bir varlık yokluk meselesi hâlinde dayattı ve nihayet geçtiğimiz hafta Barış Pınarı Operasyonu ile beraber tabiri caizse Anadolu sahalara geri döndü. Bu “şartları” yaratan ve milletimizi yeniden kendi mizacına uygun bir şekilde hareket etmeye zorlayan “Mutlak Aksiyoner”e hamdolsun.
***
Hareketin fikirle buluşması ve aksiyon vasfını kazanması demiştik… Türkiye, boğulmak üzere olan bir adamın tabiî aksiyonu hâlinde harekâta girişti; fakat bu hareket henüz üstün bir fikirle buluşmuş değil. Suriye’nin kuzeyine girilmesi, oradan Amerika ve Yahudi güdümünde hareket eden PKK/PYD’nin çıkarılması, bölgeye Rusya ve Esad’ın gelip yerleşmesine mâni olmak ve ardından bu bölgeyi güvenli hâle getirip, mültecilerin kendi topraklarında hayatlarını sürdürmesi için asıl sahiblerine tahsis etmek, her ne kadar müşkül ve ulvî de olsa ancak bir gayedir; ideal değil!

Peki, ideal olan ne?
Türkiye’yi tek bir ferd gibi ele alalım. Kuruluşundan beri her ne kadar kötü bir çevre içinde büyümüş ve çoğu zaman kendisini içinde bulunduğu çevreye kaptırmışsa da, Abdülhâkim Arvâsî, Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, yüzyıldır büyük hocaların fikir ve aksiyon tedrisatından geçmiş bir memleket burası. Yüzyıl, bir asır… Bir insan için çok uzun olan bu süre, devlet için kâfi ve millet içinse ilk olgunluk emarelerinin gözlenmeye başlamasına yeter bir zaman dilimi. İdeal olana dönecek olursak, tabiî ki asırlardır onunla şereflendiğimiz İslâm’ın emir subaylığı rolünü yeniden üstlenmek ve “Mutlak Fikir”i eşya ve hadiselere nakşedecek aksiyonu sistemli bir şekilde sergilemek. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinde dediği üzere; “Anadolu... Putların ve salîbin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekûn HİLÂL’e teslim eden ve onun davasını bütün dünyaya şâmil bir aksiyon hâlinde güden aslî ve asil unsur kadrosu… Dünkü İmparatorluğa AKAN hâli, bugün ne olması gerektiği ile birlikte bütün bir muhasebesi içinde İDEOLOCYA Örgüsü mevcut bu mânâ, bugün ismi ANADOLUCULUK olan bir milliyetçilik ile görünmeyi beklemekte... “İNSAN bu, SU misâli kıvrım kıvrım AKAR ya!”... “Akışta demetlenmiş büyük küçük kâinat!”... Bu mısraların sahibini biliyorsunuz, yürüyen BÜYÜK DOĞU’yu da!
***
İlk bakışta sıradan ve hatta kaba gibi görünse bile, aksiyon, görün bakın ki oyunları nasıl bozuyor, pusuları nasıl dağıtıyor ve gaflet uykusunda ense yapanları silkeleyip nasıl da uyandırıyor. Yaz ayları süresince Eylül-Ekim gibi Türkiye’de bir “şey”ler olacağından bahsediliyordu. Dikkat ediyorsanız bugünlerde dünya çapında Meksika’dan Azerbaycan’a kadar muhtelif gerekçelerle halk hareketleri yaşanırken, Anadolu aksiyon ipiyle birbirine sımsıkı kenetlenmiş vaziyette. Düne kadar avuçlarını ovuşturarak burada gerçekleşmesi muhtemel bir iç karışıklıktan nemalanmak için fırsat kollayanlar, bugün avuçlarını yaladıklarıyla kaldılar.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın bildiği üzere konuşmayı pek sever. Geçtiğimiz seçimleri düşünün, yapılan onca miting, program, konuşma ve saire. Bunların hiçbirinin tek bir aksiyon kadar karşılığı yok. Milletimizin özlediği, beklediği ve gözlediği şey konuşmak değil. Açık bir ideale matuf, bizi o ideale ulaştırmak için hedef ve vasıta teşkil eden, sistem çapında bir fikrin şuurlu aksiyonu. Hem yalnız bizim milletimiz mi bekliyor? Dünya çapında Müslümanların göstermiş olduğu tepkilere bakılacak olursa, rejimleri düşman safında yer alıyor olmasına rağmen bütün Müslümanlar Türkiye’den bu aksiyonu bekliyor.  

Üstad Necib Fazıl’ın “Dünya bir inkılâb bekliyor ve bunu da Türkiye’den bekliyor” derken ne kast ettiğini anlamak için artık ayrıca tabire gerek olduğunu zannetmiyoruz. Mutlaka ama mutlaka bir yerde fikirle yolu kesişmek zorunda olan aksiyonu sergileyecek dünyada başka bir millet yok! 

Belki burada kimilerinin aklına Rusya gelecektir. O, hayvanî inisiyakla hareket eden bir ayıdan farksızdır ve hayvandan aksiyon sadır olmaz!
***
Bundan sonrası için konuşacak olursak, Türkiye’nin, Halep de dâhil olmak üzere bir ân evvel Suriye’nin kuzeyinde hakimiyeti tesis etmesi ve senelerdir büyük güç diye bizlere dayatılan beceriksizlerin aksine bu bölgede alt ve üst yapısıyla beraber gerçek bir düzen kurması gerekmektedir.

Türkiye’nin bölgedeki tek meselesi PKK/PYD değil.  Esad’ın Ehl-i Sünnetin asırlardır yaşadığı bu topraklardaki demografiye müdahale edip, Suriye’yi Şiîleştirme çabası da en az Amerika/Yahudi güdümündeki bir Kürt koridoru kadar hayatî bir problem arz ediyor. Barış Pınarı Harekâtından sonra Türkiye’nin fethettiği alanda fatihçilik oynamaya kalkan Esad’a da gerekirse en şiddetli şekilde yanıt vermekten çekinilmemelidir. Pabucun pahalı olduğunu gören Rusya da Amerika gibi geri adım atmak ve anlaşmanın yollarını aramak zorunda kalacaktır.
 
***
Aksiyonunu sürdürdüğü ve bu hareketi bir fikrin emrine tahsis etmeye doğru yol aldığı sürece Türkiye’nin önü bölgede de dünyada da açıktır. Yeter ki bu kararlılık aynı şekilde sürdürülsün, heyecan tavsatılmasın!


Baran Dergisi 667. Sayı