Türkiye, “Bahar Kalkanı” harekâtını başlattığını ilan etti. Sürecin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?
Suriye mevzuu sıkıntılı bir süreçti; 36 şehid vermemizin ardından daha da sıkıntılı bir evreye geçti. Türkiye burada, Soçi ile belirlenen statüye dönmek adına bir harekâta girişmiş durumda, hem bir nevi saldırının misillemesi, hem de rejimin tekrar geldiği pozisyona dönmesi adına… 2020’ye girdikten sonra Rusya’nın tavrında gözle görülür değişimler oldu. Şu an İdlib’de hava sahası kapatıldı, ayrıca Esad tarafından, Rus askerleri haricindeki yabancı askerlerin Suriye’den çekilmesi istendi. Vladimir Putin’in mühim bir açıklaması var: “Kimseyle savaş istemiyoruz.” dedi. Bence, Türkiye ve Rusya’nın savaş için karşı karşıya gelmesi pek olası değil. Çünkü Türk-Rus ilişkileri sadece Suriye üzerinden yürümüyor. Enerji, savunma, ekonomi ve sair alanlarda stratejik işbirlikleri mevcut.

Rusya’nın iç politikasında içinde bulunduğu şartlar da Türkiye ile karşı karşıya gelmesini biraz zorlaştırır, diyebilir miyiz?
Rusya’nın, Suriye’de pozisyon almasının sebebi de biraz iç politikada içinde bulunduğu şartlar. Putin 2014 yılında Kırım’ı ilhak ettiğinde, halktan yüzde 80’lik bir destek almıştı. Son tablolara göre ise bu oran düşmüş durumda, yüzde 30’lara gerilemiş vaziyette. Bir sonraki seçimde Putin ve ekibinin yola devam edip edemeyeceği tartışılıyor. Yeni anayasa değişiklikleri de gündeme geldi mesela. Dimitri Medvedev’in görevden alınması da çok konuşuldu. Putin’in perde arkasından, bir komisyon üzerinden ülkeyi yönetebileceği düşünülüyor. Dışişleri Bakanı Sergey Viktoroviç Lavrov’un, Putin’in yerine geçebileceği söyleniyor. Ayrıca büyük bir ekonomik kriz de yaşıyor Rusya... Rus halkı ise “Suriye bizim meselemiz değil! Niye Suriye’yi finanse ediyoruz? Niye ayakta tutmaya çalışıyoruz?” şeklinde yoğun bir tepki gösteriyor. “Batı ile artık karşı karşıya gelmeyelim, belli bir noktada uzlaşalım.” deniliyor. 

Rusya’nın devlet kademelerinde yapılan değişiklikler de; örneğin Putin’in danışmanlarının değişmesi bu çerçevede mi değerlendirilmeli?
 Bu çerçevede hareket ediyor olabilir. Çünkü Suriye’ye ve Türkiye’ye bakışları bir anda değişti. Belli ki, karar vericilerde bir değişiklik var, bu da yansımasını gösterdi. Beşar Esad’ı daha ne kadar canlı tutabilirler? Yoğun bakımdaki bir hasta gibi Esad, destekle ayakta duruyor. Bu destek Rusya’nın marifeti; Putin, Esed’i ne kadar ayakta tutabilir bilemiyorum. Esad’ın kredisi bitmiş durumda. Sivil halka yapılan saldırılarla Esad artık son derece tükenmiş durumda. Rusya orada ne arıyor? Petrol ve enerjiden ziyade Rusya Akdeniz’de etkin olmak istiyor. Putin Akdeniz’deki diğer güçlerin arasında yer almak istiyor. Putin, Esad’ı Akdeniz kapısı olarak görüyor, mevcut durumdan istifade ediyor. Orada önemli bir üssü, limanları var. Rusya’nın Akdeniz’deki ikinci ayağını Libya oluşturuyor, Hafter üzerinden Libya. Akdeniz’de elini kuvvetlendirmek istiyor. 

Bu sayede masada oturuyor yani?
Libya’da sahada da var. Bir sonraki aşamada muhtemelen Libya’da bir liman, bir üs elde edecek. Böylece Akdeniz havzasında Rusya, yavaş yavaş genişleyecektir. Rusya’nın bir de Çin ile münasebeti var, biliyorsunuz o da müttefik sayılır. Bu artık Koronavirüs’ten dolayı pek gündeme gelmiyor; fakat Çin ile Rusya muhtemeldir ki Akdeniz’de koordineli hareket edecek. Çünkü Çin’in de İpek Yolu bağlamında Akdeniz havzasında büyük bir arzusu var. Ahvâl bu kadarla da kalmıyor, Rusya Avrupa’yı kuşatma gayesinde. 

Putin-Esad görüşmelerinde görüyorsunuz, Esad’ın sıradan bir Rus görevlisi kadar kıymeti yok. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde mühim bir şey söyledi, “Biz dedik ki Rusya’ya, sen orada üslerinde kendi işlerini yap; ama rejimle aramızdan çekil.” Sözün ehemmiyetine temas edeceğim... Rejimde iş yok, olmadığını da görüyoruz. Türkiye 5 Mart’a (Röportaj 1 Mart Pazartesi günü yapılmıştır.) kadar mevzubahis operasyonu devam ettirecek. Tahmin ediyorum ki, 5 Mart’ta ortaya çıkacak olan yeni durum, Bahar Kalkanı Harekâtı’nın da akıbetini belirleyecek. Erdoğan dolaylı olarak dedi ki: “Biz senin Akdeniz stratejine bir şey demiyoruz.” Rusya’nın Akdeniz’de olması bir nebze Türkiye’nin işine gelir. Mısır, ABD, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan derken Türkiye hâyli yorulacaktır diye düşünülüyor. Türkiye Akdeniz’de Rusya üzerinden denge kurabilirim diye düşünüyor olabilir. ABD bile Doğu Akdeniz’de. Meselenin bir de Doğu boyutu var ki, Suriye’nin öbür tarafı... Orada bir terör devleti girişimi var. Amerika’nın ne yapacağı belli, İsrail’i ve kendisini garanti altına almak. 

Rusya, İsrail ile çok sıkı ilişkilere sahip, Putin ve Netanyahu’nun arası gayet iyi.
Tabiî… Rusya’daki sermaye Yahudilerin elinde. İsrail lobisi Rusya’da da güçlü. Dolayısıyla Rusya işi biliyor. İsrail, Rusya ile Ukrayna’yı bir araya getirmek, krizden faydalanmak istiyor. Ukrayna’da yeni seçilen başkan, Vladimir Zelensy Yahudi kökenlidir. İsrail, Ukrayna’daki seçimlerde bayram etti, İsrail medyası öve öve bitiremedi adamı! 
 
“Suriye’de İki Yeni İsrail Kurulacak!” 

Rusya’nın Suriye politikasının da İsrail’e yaradığı görülüyor.
Suriye’nin parçalanması birinci aşamada hem Amerika’nın, hem Rusya’nın işine yaradı. Küçük bir Suriye ortaya çıkıyor. Herkes kendi tarafını alıyor. İkinci aşamada ise artık İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek bir Suriye, bir Beşar Esad ya da bir Baas rejimi veya bir el Muhaberat yok.

Şu anda İsrail’in en çok işine yarayacak olan şey Esad’ın durması belki de…
Esad’ın durmasından çok Rusya’nın orada olması, garantör olması. Amerika, Golan Tepeleri’ni altın tepside İsrail’e verdi. Ne Esad’ın gıkı çıktı, ne Rusya’nın. Çünkü Rusya anlaştı Amerika’yla ve orayı verdiler. Amerika da orada bir terör devleti kuracak. Hülasa, İsrail’in yanında iki tane yeni İsrail kuruluyor. Rusya, küçük bir Suriye olarak kendi İsrail’ini kuruyor. Bu Esad’lı da olur Esad’sız da olur. Öte yanda Amerika Kürtlerden oluşan bir İsrail kuracak. Dolayısıyla İsrail’in yanı başında artık bir tehdit yok. Türkiye ile arasında bir tampon var; o küçük “devletçikler”. Irak da öyle. Muhtemelen yarın Mısır da öyle olacak, Mısır’ı da bölecekler. Burada şunu anlıyoruz: Yeni dönemde büyük ölçekli Arap devletleri, Müslüman devletleri istenmiyor. Ufak, birbirleri arasında çatışma ve rekabetin olduğu devletçikler oluşturulacak ve bunlarla bölgede hüküm sürülecek. Türkiye’ye 15 Temmuz’da yapılmak istenen de buydu. Türkiye daha dün teröre karşı bir mücadele verirken, bugün farklı bir mücadelenin içerisinde. “Beka” denen şeyin de ötesine geçti artık. 

Tabiî Avrupa’nın da çok dikkat etmesi lazım. Rusya’nın, Suriye’den Akdeniz’e atlaması Avrupa’nın kendi güvenliği için de tehdit. Şu anda ABD kendi iç politikasına döndü, başka şeylerin peşinde koşuyor ve ABD yaşanan hâdiselerin farkında değil. NATO da bunların farkında değil. Bugün Türkiye’nin meselesi olarak görülen bu meselenin ne olduğunu yarın bir gün anlayacaklar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir ara Türkiye’yi yalnız bırakmışlardı. Sonradan tekrar işe uyandılar ve meselenin Sovyetler Birliği’nin bölgeye yayılması meselesi olduğunu anlayınca iş değişmişti. Şimdi yine aynı şey; ama treni kaçıracaklar. Sıcak denizlere inmek yüzyıllardır Rusya’nın hedefi. Biz Suriye meselesini sadece Rusya’nın Esad’a verdiği destekle çözmeye kalkarsak bir yerden sonra tıkanırız. Rusya’nın daha büyük hedefleri var. Hepsinin bir anlamı var.

Söyledikleriniz çerçevesinde şunu sormak istiyorum: Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz Cumartesi günü resmî Twitter hesabı üzerinden bir açıklama yaptı. Açıklamasında “Şartlar yüz yıl öncekine benziyor; fakat sonuç yüz yıl önceki gibi olmayacak, bunun için mücadele edeceğiz.” minvalinde bir cümle kullandı. 
Medyadaki bütün değerlendirmelerimde şunu söyledim: Birinci Dünya Savaşı’ndan bu tarafa, hiç olmadığı kadar kuşatma altındayız. Bugün “Suriye’de ne işimiz var?” diyorlar; ama yüz yıl önce Suriye, Türkiye idi. Bir de bunu düşünün. “Çanakkale ruhu” diyorlar, sen o ruhla Çanakkale’de savaşırken Suriye zaten senin toprağındı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hepsi elimizden çıktı. Bütün bunları düşünürken tarihi de unutmamak gerekiyor. Tarihî bir sorumluluk var. Bakın İngiltere hâlâ o coğrafyada “milletler topluluğu” diyor ve söz sahibi. Rusya bugün eski Sovyet coğrafyasında “bağımsız devletler topluluğu” diyor. Hepsi söz sahibi, kimseye bir şey olmuyor. Türkiye güvenliği için bir şey söylüyor. Orayı işgal de etmiyor; ama itiraz ediliyor. Dolayısıyla Türkiye’de artık mesele ne göçmen meselesi ne de terör… Mesele bölgesel güç dengeleri meselesi. Türkiye artık onun içerisinde ve artık konsept değiştirdi bu bağlamda. Dikkat etmek lazım. Doğuda saldırı haberi geldi geçtiğimiz günlerde, teröristler saldırıları başlattı. Birileri yine düğmeye basıyor, Türkiye’yi bilinmeyen sayıda cephede mücadeleye sokarak yoracaklar. Türkiye’ye “Yerinde dur!” diyorlar. Rusya’nın da dediği şu: “Kardeşim sen artık yavaş yavaş tası tarağı topla, sınırlarının diğer tarafında geç.” Soçi’den bu tarafa, teröristlerin silahsızlandırılması durumu var. Rusya’nın terörist dediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) veya Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) silah bırakmasını istiyorlar. Türkiye bunu kabul etmiyor; ama Rusya ve Esad’ın bakış açısı bu. “Yabancı savaşçılar Libya’da da var.” ÖSO’nun Libya’da da olmasından sıkıntı duyuyorlar. Bir şekilde SMO’yu terörist ilan ettirip silahsızlandırmak istiyorlar. Türkiye’ye diyor ki; “Gözlem noktalarında dur, dışarı çıkma. Çıkma ki biz ÖSO’yu rahat imha edelim. Sen orada dur, biz bunları sahada yok edelim.” Soçi ve Astana masalarına otururken biz zaten Esad’sız bir Suriye’yi savunuyorduk. Şimdi de savunuyoruz. Türkiye’nin bu noktada sattığı hiçbir şey yok. Aynı tezi devam ettiriyor. 5 Mart’ta Soçi şartlarına geri döndüğümüz zaman belirsiz bir Suriye yine… Bir ay sonra yine saldırı olacak. Çünkü orada aynı statükoyu sürekli muhafaza etmeye devam edersek ve yeni aşamaya geçmezsek Suriye meselesi devam edecek. Bakın Amerika orada sabit durmuyor. “Esad’lı da olur Esad’sız da.” diyor. Amerika ikisine de olumlu bakıyor.
 
“Yapabilirsek Şam’a Kadar İnmeliyiz”

Bizim önümüzde bir Barış Pınarı Harekâtı örneği var. Amerika ve Rusya “Dur!” dedi, durduk açıkçası. 
Orada Amerika kötü polisti, Rusya iyi polisti. Orada Rusya kolumuza girdi, “Amerika’yla tartışma. Ben seninle birlikte devriye atarım.” filan deyip bizi rahatlattı. Şimdi de aynı şeyi Amerika yapıyor. James Jeffrey geliyor Türkiye’ye, kim bilir ne teklifler getirecek. 

Türkiye’nin, bir şekilde Şam’a kadar inmesi ve Esad’ın indirilmesi kouşuluyor. Bu operasyon duracak mı acaba, Türkiye durduracak mı bu operasyonu?
Şam’a kadar bizi indirmezler. Devlet de biliyor bunu. Bir kere Arap Birliği buna müsaade etmez. İki, Rusya müsaade etmez. Üç, Amerika müsaade etmez. Siz eğer bugün Şam’a inerseniz, yarın Bağdat’a inersiniz, başka yere inersiniz. Türkiye’yi Şam’a zor indirirler; ama yapabiliyorsak yapalım. Bugün hava sahasına bile zar zor giriyoruz. Rusya’nın amacı da şu: “Türkiye’ye ne kadar çok şehid giderse, iktidar üzerinde kamuoyu baskısı artar ve Suriye meselesini bir şekilde Türkiye’nin kendi kamuoyu çözer. Türkiye’ye geri adım attırır.” Burada çok büyük bir askerî güçle yüklenmemiz gerekecek. Şunu unutmayalım; biz orta büyüklükte bölgesel bir devletiz. Rusya ve Amerika büyük güç. Bunlara meydan okumak çok farklı. Rusya’nın uçağı düştüğünde 12 sayfalık bir şikâyet dilekçesi vardı, Türkiye’nin DAEŞ’le işbirliği yaptığına dair. Türkiye’yi suçlamıştı ve onu hâlâ çekmedi. BM’de duruyor. Dolayısıyla burada Rusya bizimle farklı alanlarda mücadele eder ve bugün Rusya ile ters düşen Avrupa, yarın gidip Rusya ile saf tutar. Tarih tekerrürden ibarettir. Ders almamız lazım. Osmanlı da bunlarla çok uğraştı zamanında. Avrupa ile Rusya bir araya gelmezdi; ama Osmanlı için bir araya geldiler. Bir de Kırım meselesi var… Anlaşamayacağımız çok şey var. 5 Mart’ı bir görelim… 5 Mart’tan benim beklediğim şu: Yine bir-iki ay önceki duruma dönülmesi; ancak bizi bu noktaya getiren durum zaten bu durumun kendisi. 

Biz de aynı kanaatteyiz. Bunun başka bir çözümü olmalı. Çünkü kriz üreten durum bu.
Başka bir şey de var ama. Daha önce Libya diye bir şey yoktu denklem içinde. Şimdi işin içinde bir de Libya var. Hafter’e attığın tokadın sesi İdlib’den geldi. Bahar Kalkanı Harekâtı’nın başlamasından bir gün sonra Hafter’in temsilcisi Şam’daydı. Daha önce niye gelmediniz? Daha önce neredeydi Hafter’in aklı? Şam’la ilişkisi yoktu. NATO’da da sıkıntılar çıktığını gördük. Meğer Yunanistan NATO’da bize karşı ret koymuş. Oy birliği gerekiyor NATO’da. Bütün bunları iyi görmek lazım. 

Hava savunma sistemleri mevzuunda değil mi?
Evet; ama sadece o değil ki. Diyelim ki beşinci maddeyi onaylayacaksın, Yunanistan’dan onay çıkmaz, kuzey ülkelerinden onay çıkmaz. Kimse Rusya ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Yunanistan Rusya’ya da oynuyor biliyorsunuz Slav hikâyesini.

“Rusya ile Amerika iyi polis-kötü polisi oynadı.” dediniz. Türkiye kamuoyunda da Soğuk Savaş’tan gelen bir refleks var. “Amerika yoksa Rusya, Rusya yoksa Amerika var.” şeklinde bir yanlışa düşülüyor…
2. Abdülhamid’den beri biz bir stratejik denge politikası izliyoruz. Bu hep böyle geldi. İkinci Dünya Savaşı sırasında da böyleydi. Sovyetler Birliği sıkıştırıyor Amerika’ya, Amerika sıkıştırıyor Sovyetler Birliği’ne hafiften göz kırpıyoruz. Adnan Menderes’in idamında bile Sovyetler Birliği faktörü olduğu söyleniyor. Dolayısıyla bizim coğrafyamız böyle. Bir tarafa yaslanamayız biz. Bir tarafa yaslanmayı mümkün kılmayan bir coğrafyadayız. Ya stratejik dengeyi gözeteceksin ya da alacaksın ülkeni sırtına başka bir coğrafyaya gideceksin. O da mümkün değil.

Evet, stratejik dengeler gözetilmeli; fakat belli bir süre sonra Amerika’nın yanında olmak Amerikancılığa, Rusya’nın yanında olmak Avrasyacılığa, Rusçuluğa dönüşüyor. Bu kötü bir durum. 
Avrasyacılık çok kötü bir kavram değil. Rus Avrasyacılığı tehlikeli. Biz diyoruz ki Türkiye’ye “Eğer Asya’yı sevmiyorsan, Orta Asya’dan rahatsız oluyorsan, sen kendi Avrasya tabirini kullan. Buna başka bir şey de, Avrasya demezsen başka bir isim kullan.” Türkiye’de bu işler hep Rusya ile anlatıldığı için problem oluyor. Avrasyacılık şu: Rusya’nın yeni dönemde Slav olanlarla olmayanları bir araya getirdiği bir proje. Türkiye de bunla ilgileniyor. Niye ilgileniyor? Orada da bir denge var. Burada da AB ve Batı’ya karşı bir stratejik denge unsuru olsun diye Avrasya ile ilgileniyor. Çünkü Avrasya bize Asya’dan daha yakın… Rusya’nın bütün değerlendirmeleri, “Türkiye’siz bir Avrasya mümkün değil.” diyor. İki yer var; Ukrayna ve Türkiye. Mevzubahis değerlendirmelerde “Özellikle Türkiye hayatîdir.” deniliyor. Rusya’nın bize yaklaşmasının bir diğer sebebi de budur. Eğer eşit, kârlı bir şeyse Avrasya’da sıkıntı yok. Oradan Orta Asya’ya akarız, Asya’ya akarız; fakat bu iş biraz önce bahsettiğiniz gibi Rusya’ya, Rusçuluğa hizmet anlamına geliyorsa işte orada dururuz.

Avrusya oluyor biraz…
Ben diyorum ki, “Yahu kardeşim senin de bir projen olsun. Adına ne dersen de. Güçlü bir projen olsun ve biz bu projeyle girelim bu işe.” Kuşak ve Yol’da da aynı şey oldu, Çin’in İpek Yolu projesinde. Orada da büyük hatamız oldu, projemiz yok. Bakın Rusya aldı Avrasya Birliği projesini, Çin’in İpek Yolu projesine entegre etti. Senin de bir projen olsa sen de entegre edersin. Şimdi “Yeniden Asya” diye bir proje ortaya attık, Dışişleri Bakanlığı üzerinde çalışıyor. Mesele ile hiç alâkası olmayan yazarları çizerleri toplayıp çalıştay yapıyorlar Avrupa Birliği çalışan insanlarla sen bu işi yapamazsın. Yeniden Asya projesi, “Biz artık Avrasyacı değiliz, yeniden Asya’ya döndük.” anlamında bir şey.

Millî bir projeden bahsediyorsunuz…
Ben anlatayım, siz karar verin… İki tane Asya var, biri Rusya için Şangay İşbirliği Örgütü eksenindeki Asya; biri de ABD, Güney Kore, Hindistan ekseninde ve Kuşak Yol’a karşı olan “Hint Pasifik” diye adlandırılan Asya. Şimdi sen hangi Asya’dasın? Onun için bizim gibi Asya çalışanları o çalıştaylara almıyorlar ki bu sorularla karşı karşıya kalmasınlar. NATO’nun, Çin’i tehdit olarak ilan etmesi ve yeni bir Asya politikası peşinde olmasıyla bu Asya politikasının bize bir paralelliği olabilir. Bu konuda tartışmalar var. Biz, orada hangi eksende olduğumuzu soruyoruz. Şu anda Rus-Çin ekseninde olmadığımız açık. Bunlar henüz tartışmaya açılan şeyler değil Türkiye’de, daha yorumlanmış şeyler değil. Suriye krizi biraz daha azalınca, durum biraz daha netleşince bunlar da ortaya çıkar. Kendi Avrasya, Asya stratejimizi oluşturmalıyız. Bunu oluşturacak kabiliyette bir yazar-çizer kadrosuna da sahibiz. Zaman zaman “Kızılelma” diyoruz, “gönül coğrafyası” diyoruz. Bunlar çok güzel kavramlar. Özellikle “gönül coğrafyası” üzerine çalışılabilir ve çok güzel jeopolitik bir şey ortaya çıkarılabilirdi; fakat bunları bir noktada siyaseten söylüyoruz, gerisi gelmiyor. Bir sürü akademisyen var, oturup çalışsınlar. 
 
“Bir Stratejik Vizyon Üretmeliyiz!”
 Medyadaki bilgilerle politika inşa etmeyelim. Çünkü anlık, günü birlik politikalar yaptığınız zaman öyle oluyor. Oturup “Yeniden Asya” projesini adam akıllı çalışmamız gerek. Ben bunun ismine de karşıyım. “Asya Vizyonu 2023” diyebilirdik ya da daha güzel bir şey denilebilirdi. Bizim de Kuşak Yol gibi bir kendi projemiz olurdu; ama bu konuda katılımcıları çeşitlendireceksin. Herkesi çağıracaksın. Uzun uzun çalışacağız, söyleyeceğiz. Ben 20 yıldan beri Asya-Pasifik çalışan birisiyim. Bize hiç danışılmıyor, sorulmuyor. Sen iki günde kendini Asya uzmanı ilan edemezsin, birikimin olacak. O zaman ben de çıkıp bunun hangi Asya olduğunu sorarım. Adamın eksenlerden haberi yok. Rusya bir Asya-Pasifik ülkesidir, Amerika bir Asya-Pasifik ülkesidir. Bu ülkeleri dışlayamazsın. Rusya’nın, Çin’in Asya politikasını görmezden geldiğin zaman sen hangi Asya’dan bahsedeceksin? Uygur meselesinde de pozisyonun net olmalı. Uygur pozisyonunu Çin’le ilişkilerine göre ayarlarsan o zaman büyük problem. Almanya’nın bile Asya politikası bizden daha iyidir. Çünkü net pozisyonları var. Suriye meselesinden sonra dış politikamızı da iyice bir ele almamız lazım. Böyle yamalı bohçaya döndü deneme-yanılma yöntemiyle. Geleneksel dış politikanın işe yarayan-yaramayan taraflarını bir ele al…

Hindistan’da Müslümanlara karşı yapılan hakaret ve saldırıları da bu eksenler çerçevesinde mi değerlendirmek lazım? 
Tabiî… Hindistan daha önce de anayasayı değiştirdi. Türkiye’nin Pakistan’daki “Keşmir” çıkışına da çok tepki geldi. Budistlerin zaten Arakan’dan bu yana Müslümanlara karşı bir antipatisi var. Bunun arkasında Batı’nın da olduğunu düşünüyorum ben biraz. Hindistan’ın İsrail’le de ilişkileri çok iyi mesela. Yalnız burası çok tehlikeli, Filistin’e benzemez. Hindistan’da 200 milyona yakın bir Müslüman nüfus var ve orada pamuk ipliğine bağlı bir denge mevcut. Çok fazla millet var, çok fazla din var. Orada bir iç savaş çıkarsa Hindistan da ikiye üçe bölünür. 

1.5 milyara yakın nüfusu var Hindistan’ın… 
Tehlikeli işlere girmesin o yüzden Hindistan. Bunun bedelini çok ağır öder. Öyle bir sıkıntıda Çin de Pakistan ve Müslümanların yanında yer alır. Çünkü Pakistan, Çin’in doğal müttefikidir. Hindistan’la da araları epey gergin, hiç sevmezler birbirlerini. Amerika nerede saf tutar, Rusya nerede saf tutar? O belli olmaz. O bölge çok karışır. Hindistan da biliyor bunu; ama orada bir huzursuzluk var. Orada Şiî nüfusun da mevcut olduğunu söyleyelim. Bunu da kurcalamaya çalıştılar bir dönem. Şiî-Sünnî gerginliği üzerinden Müslümanları birbirine düşürüp bir kriz çıkarmak için çok uğraştılar; ama olmadı. Buradaki Müslüman topluluğun buna dikkat etmesi gerekiyor. Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’teki Müslümanlar Türkiye’nin göz bebeği. Tarihten dostluklarımız var. Onun için Türkiye’deki insanların da oralardaki Müslümanlara bakışları çok farklıdır. Biz onları ayrı severiz, onlar da bizi ayrı sever. Onun için “Türkiye buralar hakkında niçin görüş bildiriyor?” diye bir soru sorulmaz. Söylediğim gibi, oralar bizim göz bebeğimiz. 

Elimizde çok büyük bir potansiyel var aslında; ama değerlendiremiyoruz. Bu potansiyeli kullanmak lazım. Cumhurbaşkanının bu işi çok iyi yapması lazım. Oturup dantel örer gibi bunu teker teker halk, ülke ve bölge bazında işlemek lazım. Öyle bir genel toplantıyla “Yeniden Asya” deyip bu işi geçiştiremezsin. Çünkü öyle gözüküyor yani. Geçip gidecek. Her şey isimde kalıyor, geçmişte de bir sürü şey söyledik. Önce şu sıcak çatışmaları bir çözmemiz lazım. Suriye meselesini de çözeceğiz; ama bizi Esad’a mı mecbur bırakacaklar yoksa Esad gidene kadar biz mi duracağız? Bilemiyorum; ama Rusya, Esad’ın yerine kendisine göre iyi bir isim bulsa yola devam eder. Şu anda Esad’a ne yap derlerse yapıyor Esad. “Takla at.” diyorlar takla atıyor.  

Az önce de söylediğim gibi, bir ilke oluşturmak için uğraşılmıyor. Günü birlik şeyler yapılıyor. Bizim elimizde potansiyelimiz çok. Otur, tartış, hepsinden yeni bir şey çıkar, yeni bir tez koy ortaya, bir sentez yap; ama bunlar yapılmıyor. Boş yani… Herkes ayrı bir yerde konuşuyor, sosyal medyada yazıp-çiziyor. Topla bunları bir araya. Aylar geçsin, yıllar geçsin güzel bir şey oluştur. Nihayetinde sabun köpüğü gibi bunlar. Yarın öbür gün iktidar değiştiğinde bunların hepsi gidecek. Ne olacak? Yeniden Avrupa Birliği gelecek. Bir bakıyorsun Avrupa Birliği’ndesin. Daha düne kadar Şangay İşbirliği Örgütü’nü AB’ye karşı kullanıyordun. Söylemlerimize de dikkat etmemiz lazım. Orta ve uzun vadede bizi bağlayacak şeylerden kaçınmamız lazım. Çünkü yavaş yavaş inanılırlığımız da ortadan kalkıyor. Bir zaman gelecek, caydırıcılığımız da ortadan kalkacak. Ciddi mânâda bir Asya çalışıyorsak oturacağız, tüm coğrafyaları yeniden gözden geçireceğiz. Coğrafî durumumuza, jeopolitik risklere göre yeniden tanımlayacağız, yeniden okuyacağız. Niye biz de güzel bir çalışma ortaya çıkarıp Batı üniversitelerinde ders konusu olmayalım? Bugün Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin jeopolitik durumu anlatılıyor derslerde. Kimse hiçbir yerde Türkiye’nin jeopolitiğini anlatmıyor. Çünkü yok. Ahmet Davutoğlu “Stratejik Derinlik” diye bir deneme yaptı, o da çok dar. Daha büyük bir proje yapmamız lazım; 21. yüzyılın risklerine, tehditlerine, fırsatlarına karşı bir şey… Siz “Büyük Doğu” dersiniz, diğeri “daha Büyük Doğu” der; ama netice itibariyle ortak noktada bir şey yapılması lazım. 

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, kolay gelsin.


Baran Dergisi 686. Sayı